AKP’nin 15 Temmuz VIP Direnmeyişinin Esrarı

15 Temmuz gecesi Atatürk Hava Limanı VIP yolcu salonunda herhangi bir darbe hali, darbecilerin el koyduğu bir salon, bu darbecilerle başa çıkmak için mücadele eden siyasiler diye bir tablo yoktu, bunların hepsi palavradan ibaret.

Kürkçü, 15 Temmuz gecesi Atatürk Havaalanı’nın  VIP salonunda yaşananlarla ilgili yandaş medyanın yalan haberlerine karşı twitter hesabı üzerinden açıklamada bulundu. Kürkçü şunları paylaştı:

15 Temmuz darbe gecesi AHL’de Ankara uçağından üç milletvekili ve üç parti yöneticisi indi. Kemal Kılıçdaroğlu, Ertuğrul Kürkçü ve Hayati Yazıcı. Uçaktan inenlere darbe olduğu, Atatürk Havalimanından çıkışın mümkün olmadığı, beklemek gerektiği söylendi. 15 dakika sonra alandan ayrılmanın mümkün olduğu bilgisi gelince VIP salonundan herkes kendi karşılayıcılarıyla birlikte çıktı.

Atatürk Havalimanı VIP salonu ve çevresinde “darbeci” asker veya “darbeci tankı” yoktu. TEM çıkışındaki 2 zırhlı araçta da hiçbir hareket yoktu. Kılıçdaroğlu’nun Atatürk Havalimanından ayrılışını gördüm. Ama üstüne çıkılacak tank olmadığı için olsa gerek Hayati Yazıcı’nın direnişini göremedim.

Darbecileri her şeyin yanı sıra VIP’e el koymayarak Ankara’dan gelenleri tarih yazma fırsatından mahrum bıraktıkları için de lanetliyoruz. Kılıçdaroğlu, tarih yazma fırsatını telefonla yakalamış. Ama Hayati Yazıcı’nın neden havalimanı direnişimizin başına geçmediğini bilemedim. Gene de Yazıcı’nın ortalığı velveleye vermemesine bakınca bu Atatürk Havalimanı köpürtücülerinden daha makul bir insan olduğu söylenebilir. Kıssadan hisse: Milletin parasıyla kiraladığı rezil AKtrollerin hikayelerine kanabilecek birine ülke teslim edilmez. Alayınıza HAYIR!

Kürkçü Konuyla ilgili Medyascope’da Fırat Fıstık’ın Sorularını Yanıtladı:

Bugünkü yayında HDP milletvekili Ertuğrul Kürkçü ile darbe gecesini ve referandum sürecini konuşacağız. Ertuğrul Bey hoş geldiniz yayınımıza,

ERTUĞRUL KÜRKÇÜ– Merhaba hoş bulduk.

SORU– Ertuğrul bey isterseniz öncelikle izleyicilerimiz için durumu bir özetlemek istiyorum. Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın geçtiğimiz gün yaptığı açıklama ile darbe gecesi yaşananlar tekrar gündem oldu ve Erdoğan,” Kılıçdaroğlu darbecilerle o gece temas kurdu dedi” ve Kılıçdaroğlu buna yanıt verdi. Siz de o gün Kılıçdaroğlu ile birlikte o uçakta idiniz, 21.50 uçağı ile İstanbul’a geldiniz. Tam olarak neler yaşandı, kimler vardı uçakta?

ERTUĞRUL KÜRKÇÜ– İşin doğrusu ben bu Aktroller ve yandaş medya beni de bu tartışmanın içine kenardan katmaya çaba göstermeselerdi doğrusu pek tartışmaya dahil olmayı düşünmezdim. Çünkü ben kimin kiminle irtibatı var bunları bilmiyorum. Ancak ortaya atılan öykü o kadar yalan yanlış, gerçek dışı ve aptalca ki, ister istemez adınız da karıştığı zaman sessiz kalamıyorsunuz. Bugün Twitter’dan bu sataşmalara yanıt verdikten sonra siz de benimle konuşmak istediğiniz için çok teşekkür ederim. Aslında son derece basit, alelade bir durum. Muhteşem bir anlam atfedilecek bir tarafı yok, fakat biz bir hengamenin içine düştüğümüz için, ister istemez, olayları aydınlatmakta fayda var.

Birincisi, uçağa bindiğimiz sırada tahmin ediyorum ki ne ben ne Kılıçdaroğlu, ne de Hayati Yazıcı -AKP siyasi işlerden sorumlu genel başkan yardımcısı- “enişte”lerimizden bize bir haber gelmediği için bir darbe olmakta olduğunu bilmiyorduk. Ancak indiğimiz zaman büyük bir kalabalık karşıladı. Büyük olasılıkla Kılıçdaroğlu’nu karşılamak için gelmişlerdi. Biz de o kalabalığın içine karıştık. Ben orada CHP’nin iletişim işleri ile -sanıyorum- ilgilenen Okan Konuralp -eski Hürriyet gazetesi Ankara temsilcisi- onu tanıyorum Meclisten- onunla iki kelime konuşma fırsatı buldum. Darbe olduğunu, hava limanından çıkışlara izin verilmediğini söyledi. Fakat izin vermeyen kim? Yani hava limanı idaresi mi, hükümet mi, darbeciler mi burası da belli değildi. Bunun üzerine bizim yol boyunca hiçbir irtibatımız da olmadı. Ben[im] Hayati Yazıcı ile herhangi bir tanışmışlığım yok, Kemal Kılıçdaroğlu ile özellikle dokunulmazlıklar ile ilgili tutumu dolayısıyla iletişim kurmamayı tercih ettiğim için onlarla ne olacağına, ne yapılacağına dair aramızda bir görüşme geçmedi. Fakat tabii ki, herkesi görebildim. Kılıçdaroğlu kendini karşılayan Bakırköy Belediyesinden yetkililer, diğer partililerle beraber bir tarafa gitti VIP yolcu salonunda. Hayati Yazıcı’yı aslında o noktadan sonra hemen hemen hiç görmedim; ve bir süre için bekledik. Eşim beni alıp götürmek için gelmişti. Biz başımızın çaresine nasıl bakarız? Bizim karşılayıcı bir heyetimiz de yoktu. Olması da gerekmiyordu. Ben herhangi bir formel görevle de İstanbul’a gelmemiştim, eve gelmiştim hafta sonu için. Netice olarak orada 10-15 dakika bir belirsizlik oldu. Fakat ne VIP yolcu salonunda, ne VIP yolcu salonunun dışında ben olağanüstü bir askeri, polisiye bir hareketlilik [gördüm]. VIP yolcu salonunun ele geçirilmiş olduğuna dair hiçbir belirti yoktu. Bütün memurlar görevlerinin başındaydılar. Sadece uçakların uçmadığını, kalkmadığını, bundan sonra inişlere izin verileceği konusunun belirsiz olduğunu söyleyince ister istemez ne olacağını bilmediğimiz bir durumda kendimizi bulduk. Fakat 10-15 dakika sonra Kemal Bey’in ve etrafındakilerin hareketlendiklerini ve yolcu salonunu terk etmeye hazırlandıklarını görünce bu olağanüstü durumun en azından hava limanından çıkma imkanını, alandan çıkmayı önleyen durumun ortada kalmadığını görünce, biz de onların peşinden VIP salonunu terk ettik ve kendi aracımızla, herhangi bir engelle karşılaşmadan bütün olağan yollardan geçerek hava limanı dışına çıktık ve hava limanını TEM’e bağlayan kavşakta da iki zırhlı araç vardı. Tank değil zırhlı araçlar idi. Ancak onlar yol kesmiyorlardı, kimse ile iletişim kurmuyorlardı. Hatta içindeki görevliler de yerdeydiler, araçlarının içinde de değillerdi. Etraflarında da bazı sivillerle konuşuyorlardı.

Sonuç olarak şöyle diyebilirim: 15 Temmuz gecesi Atatürk Hava Limanı VIP yolcu salonunda herhangi bir darbe hali, darbecilerin el koyduğu bir salon, bu darbecilerle başa çıkmak için mücadele eden siyasiler diye bir tablo yoktu. Bunların hepsi palavradan ibaret. Tabii benim asıl merak ettiğim [Hayati Yazıcı]. Kemal Kılıçdaroğlu da ben de hükümetle, bu darbeye karşı tedbir almakla birinci dereceden sorumlu olan kişilerle ilgisi olan insanlar değiliz. Kemal Bey’in belki daha çok ilişkisi olabilir ama Hayati Yazıcı -yani Adalet ve Kalkınma Partisinin ikinci adamı, Binali Yıldırım’dan sonraki ilk önemli görevli, siyasi ve hukuk işler sorumlusu o- ne benimle ne Kemal Kılıçdaroğlu ile bir ilişki kurdu. Kurar mıydı, kurması gerekiyor muydu onlar da kendi telakkisi.  Tam bir iletişimsizlik halinde biz oradan, birbirimizden ayrıldık, herkes kendi yoluna gitti. Fakat biz tabii karayoluna çıktıktan sonra yol tıkandı. Daha fazla devam etmek istemedik. Evimize gidemedik. Yani sonuçta yol da tıkanınca bulabildiğimiz ilk otele gittik, sabahı karşılamaya çalıştık. Ondan sonra da ben partililerle ilişki kurdum ve nihayet nelerin olmakta olduğunu Meclis’ten, Ankara’dan, arkadaşlarımızın irtibatlarından öğrenmeye başladık. Yani Atatürk Hava Limanı hikayesi bundan ibaret.

Sonuçta darbeciler Atatürk Hava Limanını ele geçiremedikleri için biz altına yatacak ya da üstüne çıkacak bir tank bulamadık. Tabii ki, bir gözle de hep Hayati Yazıcı’yı aradık. Fakat Adalet ve Kalkınma Partisinin bu “muhteşem” darbe karşıtı direnişinin maalesef bir örneğini de Atatürk Hava Limanı VIP yolcu salonunda göremediğimiz için izleyecek bir politik çağrı da olmadı. Nihayet alelade bir şekilde, diğer bütün yolcular nasıl hareket ettiyse biz de öyle hareket ettik, oradan ayrıldık. Ondan sonra zaten, bütün o olaylar netlik kazanmaya, herkes neyin ne olduğunu anlamaya başladı. Şimdi bugün bunun böyle köpürtülüyor olmasının bu referandum mücadelesinde ‘hayır’ tezini savunanları açığa düşürmek, onları itibarsızlaştırmak, sözünü değerden düşürmekle ilgili olduğunu biliyoruz.

Kemal Kılıçdaroğlu’nun da gecikmiş bir yeni darbe analizi dolayısıyla bu durumun ortaya çıktığını söyleyebiliriz.  Ama biz ertesi gün Halkların Demokratik Kongresi eş sözcüsü olarak yaptığımız açıklamada bunun zaten ikinci bir darbe başlangıcı olduğunu, dolayısıyla bunun istismar edildiğini ve asıl problemin bundan sonra karşımıza çıkacağını söylemiştik. O yüzden bu açıklamadan da yeni bir şey öğrendiğimizi söyleyemem. Durum bizim açımızdan böyle, bu kadar basit, net, çıplak. Fakat tabii, biz şu an dünyayı sarmış bulunan “fake news”, yalan haber furyasının esas kaynağının Amerika Birleşik Devletleri değil Türkiye olduğunu daha iyi görüyoruz. Bu da tam bir yalan haber. Bir görüntüden masal üretme durumuyla karşı karşıya olduğumuzu söyleyebilirim.

SORU-  Bir araya girmek istiyorum. Peki bu tartışma aslında darbe gecesi tartışması, referanduma gidilirken yapılıyor ve birkaç gün önce Erdoğan bu açıklamayı yaptı. Bu tartışmanın neden açıldığını düşünüyorsunuz?

ERTUĞRUL KÜRKÇÜ– Tabii ki, eğer Kemal Kılıçdaroğlu “yaşasın Yenikapı ruhu” diye devam etseydi kimse onun karşısına bu şekilde çıkmazdı. Mesela şunları duymazdık: “Kasetle geldin, kasetle gideceksin” diye. Yani ben Tayyip Erdoğan Kemal Kılıçdaroğlu için kaset yaptırıyor diye mi anlamalıyım bunu. Ben böyle büyük rezalet duymadım bugüne kadar. Hiç değilse kaset yapanlar eskiden gizli yapıyorlardı. Bunun bu hale gelmiş olmasının nedeni bu darbe sonrası alınan önlemlerin meşruiyetini, -[bu da] tam boy bir darbe değil- [darbeyi] “büyük bir ferasetle önledim” hikayesini Kemal Kılıçdaroğlu’nun çeliyor olmasından ötürüdür. Benim diyeceğim: Çok geçtir. Bunu 16 Temmuz günü söylediğiniz zaman bunun bir kıymeti vardı. Böyle söyleyenler, böyle değerlendirenler[in], burada bir şekilde önceden haber alınmış fakat tam olarak bastırılması için gelişmesi izlenmiş, seyredilmiş bir darbe ile, darbe girişimi ile karşı karşıya olduğumuz gerçeğini söyleyenlerin nasıl linç edildiğini hatırlayabilirsiniz. Dönün geriye bakın.

Hatta ben, burada, bu süreçte bile kendilerini sokaklara atan kalabalıkların aslında sahici, samimi bir duyguyla hareket ettiklerini fakat onları sokağa çağıranların bu darbe girişiminden çok daha farklı boyutlarda haberdar olduklarını söylediğim için bu lağım medyasında linç edildim haftalarca. Ben Kemal Bey’in sesini hiç duymadım o arada. Fakat şimdi bunu söylemesinin nedeni bence çok açık ve 16 Nisan sonrasına Cumhuriyet Halk Partisinin kitlesini de, yurttaşları da bir diktatörlük girişiminin arkasındaki dayanağın meşru olmadığını söyleyerek hazırlıyor olmak istemesi ile ilgili olduğu kanaatindeyim. Bütün bu nedenlerle ben bu gecikmiş ve iyi formüle edilememiş itirazı gene de Yenikapı’da düşülmüş bulunan tuzaktan uzaklaşma gayreti olarak görüyorum. Tabii AKP’liler de, Binali Yıldırım, Tayyip Erdoğan’da böyle gördükleri için şimdi Kemal Kılıçdaroğlu’nu linç etmekle meşguller.  Ama bunu -pekala önceden bu önlemleri almak ve- güçlü bir AKP darbesi karşıtı blok kurmak mümkünken Yenikapı’da bir başka blok inşasına girişmekle yapılmış olan hatanın da kefareti olarak görüyorum.

SORU-  Beş gün kaldı referanduma. Referandumla ilişkisini nasıl görüyorsunuz? Yenikapı’dan bahsettiniz. Kılıçdaroğlu ile iktidar arasındaki durumdan bahsettiniz veya AKP’nin 15 Temmuz sonrası davranışlarından bahsettiniz. Referanduma beş gün kaldı ve bu açıklamaların referandumla ilişkisini nasıl değerlendiriyorsunuz?

ERTUĞRUL KÜRKÇÜ– Ben şöyle söyleyebilirim. Ben Türkiye’de halkın, halklarımızın oldukça ferasetle siyasete yaklaştığına -bu kampanya süresince- daha çok tanık oldum. Bakın Tayyip Erdoğan’ı yıllar boyu iktidarda tutanlar[ın], onu merkeze, statükoya karşı ezilen, itilen, horlanan -sadece iktisadi olarak değil manevi olarak, kültürel olarak, toplumsal hiyerarşi açısından itilen, kakılan- kitlelerin merkeze kafa tuttuğu için ödüllendirecekleri bir kişi olarak gördüklerini, hareketi öyle yorumladıklarını çok iyi görüyoruz. Onlar merkezle didişen bir hükümet istediler ve bu hükümeti de temin ettiler oylarıyla. Öte yandan onun iktisadi, daha doğrusu gelir bölüşümü politikalarına yaptığı kimi müdahalelerden yarar gördüler, o yüzden arkasında durmaya devam ettiler. Ama bu insanlar Tayyip Erdoğan’ı ve Adalet ve Kalkınma Partisini merkez olsun diye, kendisi bizatihi devlet olsun ve onları itsin kaksın diye oy vermediklerini son derece açık bir biçimde 7 Haziran’da ortaya koydular ve ona çok sert bir ders verdiler 7 Haziran 2015 seçimlerinde. Tayyip Erdoğan buna “vatan elden gidiyor” yaygarasıyla, bir savaş hamlesiyle karşılık verince güvenlik gerekçesiyle insanlar bir adım geri attılar. Darbe sonrasında “baştaki hükümet darbeye kalkışanlardan evladır” diyerek bu hükümetin etrafında durdular ama bütün bu fırsatları, olanakları Tayyip Erdoğan şimdi kendi egemenliği için değerlendirmeye kalkışınca insanlar çok açık bir biçimde -sokakta duyuyoruz, sadece bunu Cumhuriyet Halk Partililerden ya da HDP’lilerden duymuyorum, MHP’lilerden ve AKP’lilerden de duyuyorum- şunu diyorlar”: “Parti olarak gir seçime canımızı ye, ama biz sana siyasi geleceğimizi ipotek etmeyiz, evladımızın istikbalini ipotek etmeyiz, çok sevsek de etmeyiz.” Tayyip Erdoğan ve efradı halkın bu duygusundan habersizler. Onlar anketlerden görmeye başladılar, buna inanmak istemiyorlar ama bana inansınlar. Aslında sonuç daha da başka türlü olacak. Önümüzdeki beş gün boyunca turpun büyüğü heybede değilse ve heybeden bir şey çıkartılmayacaksa sonuçta Tayyip Erdoğan’ın kendilerine sunduğu “20 yıl için sizin padişahınız olayım ondan sonra Allah Kerim” önerisini halkın kabul etmediğini göreceğiz. Yani bugünkü duruma iade olacağız. Fakat buradan yeni bir yol yapmak için herkes yeni bir ders çıkartmış olacak. Tabii umarım çıkartır AKP’yi yönetenler. Buradan “bu olmadı 7 Haziran’da tutturamadık, 1 Kasım’da tutturduk, şimdi tutturamadık gene deneriz” diyecek olurlarsa ben oldukça büyük bir türbülansa hep beraber hazır olmamız gerektiğini düşünüyorum.

SORU–  Peki Kürkçü son olarak şunu da sormak istiyorum. Sizin partinizin eş genel başkanları, milletvekilleri ve yöneticileri tutuklu ve bu şekilde gidiyorsunuz. Sizin açınızdan bu süreç nasıl gelişti? Yarın da sanırım yine mitingler devam ediyor, yarın da bir miting var. Sizin partiniz açısından bu süreç nasıl gelişti, nasıl görüyorsunuz?

ERTUĞRUL KÜRKÇÜ– Evet biz yarın İzmir’de büyük bir miting yapacağız Newroz’dan sonra. Newroz mitingi herkesi heveslendirecek şekilde çok güçlü, barışçı, etkili ve coşkulu oldu ve        buradan yeni bir hız kazandık. İzmir’deki desteğimizin 1 Kasım’da neredeyse orada durduğunu hatta biraz daha ileri gittiğini düşünüyoruz. Fakat şunu mutlaka söylemeliyim. Bu referandumdan “hayır” dışında çıkacak bir diğer seçeneğin, “evet” seçeneğinin onaylanmasının meşru olmadığını düşünüyorum. Kanuna uygun olabilir, sandıklardan sonuç çıkabilir ama bu meşru olmayacak. Bizi meşruiyete iade edecek tek şeyin “hayır” olduğunu söylemek istiyorum. Çünkü -Halkların Demokratik Partisinden hareket edersek- 13 milletvekili, iki eş genel başkan hapiste, üç bine yakın yöneticisi hapiste. Referandum propaganda araçları bağlanmış, gösterileri yasaklanmış, bütün medya kendisine kapatılmış, -bu Atatürk Hava Limanı köpürtmesinde gördüğünüz gibi- kendilerinden sadece hakaret kastıyla –yaygın medyada- söz edilen bir parti olarak kampanyayı yürütmek bizim için çok zor oluyor. Fakat uğraştığımıza değiyor. Çünkü nereye elimizi değsek ses alıyoruz ve hakkında çok konuşulan ne yapacağı hakkında çok spekülasyon yapılan seçmenimizin ana gövdesini oluşturan metropollerdeki ve bölgedeki Kürt halkında giderek artan bir “hayır” kararlılığını, giderek pekişen bir “hayır” protestosunu çok net olarak gördüğümüzü söyleyebilirim. Kamuoyu araştırıcılarının bir kaçının çok iddialı bir biçimde “Kürtlerin büyük çoğunluğu “‘evet’ verecek” yalanlarının -bu Tayyip Erdoğan korkusuyla söylenmiş, ısmarlama yalanların- hiçbir mesnede dayandırılmamış, hiçbir araştırma eşliğinde sunulmamış bu tahminlerin, bu temennilerin gerçekleşmeyeceğini hep beraber görebiliriz.

Çünkü Kürtler için durum şudur -Halkların Demokratik Partisi için olduğu gibi-: Ana muhalefet partisi için bu referandumda “hayır” seçeneğinin gerçekleşmemesi ihtimali, ihtimallerin en kötüsü değildir. Kötüdür ama en kötü ihtimal değildir çünkü ikinci parti olarak yeni rejimde, muhtemel yeni rejimde kendi yerlerinin garanti olduğunu düşünebilirler. Ancak Halkların Demokratik Partisi için böyle bir şey yoktur. Bizim için ya “hayır”, ya “hayır”. Başka bir seçenekte Halkların Demokratik Partisi kaybettiklerini geri kazanmak için bir meşruiyet alanı kendisine -mevcut zeminler üzerinde- kuramayacaktır ya da çok zorlanacaktır. Artan bir saldırıyla karşı karşıya kalacaktır. Ben “evet” e boyun eğenlerin artan bir saldırıyla yüz yüze geleceklerini düşünüyorum. Hepimiz öyle düşündüğümüz için de “hayır” seçeneğini kendi cephemizden inşa etmek için çok fazla çaba gösteriyoruz. Benim kanaatim şudur: Karşılaştığım pek çok MHP’li, pek çok AKP’li insanla bunun etrafında bir diyalog kurabildiğimizi görüyorum, dolayısıyla bu AKP’liler ile HDP’liler, CHP’liler ile AKP’liler ya da MHP’liler arasında bir kavga değil. Bu bir diktatörlük tercihine belli korkular ve endişelerle “evet” demek veya bunu elinin tersiyle itmek ve şimdikinden daha iyi bir rejim aramak için bir seçim. Bu seçime bu şekilde gidiyoruz. Çok zorlandık, çok fazla baskı altına alındık ama şöyle söyleyebilirim; eskisi kadar kendi zeminimizde etkiliyiz ve Türkiye çapında da bu mücadelenin saygı gördüğünü, uluslararası alanda da Türkiye’nin bir demokratik seçeneği olarak Halkların Demokratik Partisinin giderek bir yıldız gibi parlamakta olduğunu söyleyebilirim. Bunu abarttığımı düşünebilirsiniz. Ancak Avrupa’daki bütün Türkiye’nin üyesi olduğu uluslararası kurumlara gidin “sizin için hakikatlerin kaynağı nedir” diye sorun onlar size bunun Halkların Demokratik Partisi olduğunu söyleyeceklerdir. O yüzden biz ümitle hazırlanıyoruz. Endişe ya da kaygı içinde değiliz fakat tabii ki hükümete güvenmiyoruz. Tabii ki bu referandum süreci gayrı meşrudur. Halk tarafından tartışılmamış, ayrıntılar üzerinde düşünülmemiş, kimsenin aslında yeterince vakıf olmadığı bir oylamaya baskı altında götürülmek, ‘hayır’ diyenlerin ağzı kapatılmış, elleri kapatılmış ancak gözleriyle konuşabildikleri bir ortamda böyle bir seçime gitmek cesaret isterdi. Ama bunu yapmazsak, önümüze gelen sandığı tekmelersek işte o zaman Tayyip Erdoğan’ın meşruiyetini biz güçlendirmiş olurduk. Tüm bu güçlükler ve bütün bu kırılganlığa rağmen biz bu meydan okumayı kabul ettik ve kazanacağımıza inanıyoruz. Bu vesileyle herkesi yarın Gündoğdu Meydanında, İzmir’de saat 17.30’da gerçekleşecek mitingimize davet ediyorum. Bu HDP’nin mitingi değildir. HDP’nin size hizmet ettiği demokrasinin, özgürlüklerin, eşitliğin, adaletin ve ağzı dolu dolu, içinden geldiği gibi “hayır” diyebilmek için herkesin kendi “hayır”ını alıp geldiği bir meydan tanzimidir, herkesi orada bekliyoruz.

SORU- Peki Ertuğrul Kürkçü son olarak şununla kapatmak istiyorum programı yine 15 Temmuz darbe gecesi ile kapatmak istiyorum. Bu tartışmaların referanduma 5 gün kala tırmanacağını düşünüyor musunuz?

ERTUĞRUL KÜRKÇÜ– Ben bunların hiçbir manası olacağını düşünmüyorum, isterse tırmansın. Ben halkın kararını vermiş olduğunu düşünüyorum. Tayyip Erdoğan istediği kadar bağırsın, halk kendisine bağıran bir insanın sesini artık dinlemek istemiyor.

Çok teşekkürler Ertuğrul KÜRKÇÜ

Hoşça kalın ben de çok teşekkür ederim, sağ olun.