Kürkçü: “HDP’yi dikkate almaksızın hiç bir demokratik değişiklik gerçekleştirilemez.”

Ertuğrul Kürkçü 15 Kasım 2016’da, Londra’da Birleşik Krallık Parlamentosu, Avam Kamarası Dış İşleri Komitesi’nin davetlisi olarak, Türkiye’deki siyasi durum ve HDP’ye yönelik baskılar konusunda Komite üyelerinin sorularını yanıtladı. Kürkçü sözlerini “Avrupa kamuoyunun -Avrupa toplumlarının – Türkiye halklarıyla dayanışma göstermesini, tarihe iş dünyasının gözünden bakmamasını diliyorum” diyerek tamamladı. Konuşmanın tam metnini yayımlıyoruz.

Ertuğrul Kürkçü Britanya Parlamentosu Avam Kamarası Dışişleri Komisyonu'nda soruları yanıtlıyor

Ertuğrul Kürkçü Britanya Parlamentosu Avam Kamarası Dışişleri Komisyonu’nda üyelerin sorularını yanıtlıyor

Başkan: Sayın Kürkçü merhaba ve hoş geldiniz. Meslektaşım Sayın Hendrick’i ilk soruyu sormak üzere davet ediyorum.

Mr Hendrick: Partinizin, birçok üyesinin tutuklanmasının ardından parlamenter siyasetten çekilmesi ulusal  çıkarlara hizmet edecek mi?

Kürkçü: Bu bilgi doğru değil çünkü biz parlamenter siyasetten çekilmedik. Komisyonlardaki ve  Genel kuruldaki görevlerimizi askıya aldığımızı söyledik. Milletvekilleri olarak parlamenter görevlerimizden çekilmedik, sadece milletvekillerinin söz hakkının -tutuklamalar yoluyla- kabul edilemez bir biçimde ihlal edilmesine Genel Kurul’daki çalışmalarımızı askıya alarak tepki gösterdik. Dolayısıyla bu bilginin düzeltilmesi gerekir.

Mr Hendrick: “Genel kurul görevlerini askıya almak”la tartışmalara katılmama ya da hükümete soru yöneltmemeyi mi kastediyorsunuz?

Kürkçü:Evet, bize göre -ve hakikatte- parlamento çalışması yalnızca bir kanun yapma fabrikasında çalışmaktan ibaret değil; bu aynı zamanda halkın duygu ve düşüncelerini meclise aktarmak da demek. Dolayısıyla biz çalışmamızı kitleler arasına taşıdık –bu bizim asli işimiz- ancak bu geçici;  yola buradan nasıl devam edeceğimizi halkımızla tartışacağız.

Mr Hendrick: Size katılıyorum, bu Britanya Milletvekilleri için de geçerli, bizim işimiz de Parlamento ve yasama meclisinin dışında sürüyor. HDP’nin bundan sonraki hamlesi ne olacak? Partinizden daha fazla kişinin tutuklanması halinde buradan nereye varılacak?

Kürkçü:Sorunuza şöyle cevap vermek isterim: Biz normal ve olağan koşullarda yaşamıyoruz. Hapisteki parlamenter bir oksimorondur. Milletvekilleri hapiste olamaz, hele hele bir partinin tüm milletvekilleri hapiste olamaz. Bu tek başına mücadele edebileceğimiz bir şey değil; bu hem içeride hem uluslararası alanda bir asli mesele olarak ele alınmalı; burada bulunmamın ve sorularınızı yanıtlamayı tercih etmiş olmamın nedeni de bu. Küresel demokratik toplumdan, Avrupa ve başka her yerdeki demokratlardan yanımızda yer almalarını istiyoruz ki, böylece partimize uygulanan bu kabul edilemez, hukuksuz, gayrimeşru, anayasaya aykırı ve hiçbir haklı sebebe dayanmayan çökertme çabasının üstesinden gelebilelim.

Mr Hendrick:Bize tanıklıklarınızı anlatmak üzere burada olmanızdan çok memnunuz. Eminim ki, siz ve meslektaşlarınız bu konuda Türkiye dışında elinizden geldiğince ses çıkaracaksınızdır. Açıkçası, biz Türkiye’de Hükümetin etkili bir muhalefetle karşılaşıp karşılaşmadığı konusundan kaygılıyız. Parlamentoda ve halkın gözü önünde  konuşmuyorsanız ne kadar etkili olabilirsiniz ki?

Kürkçü:Hem Hükümet hem Muhalefet açısından, az önce söylediğimi tekrar edeceğim: Olağandışı, alışılmadık ve ve anormal koşullar altındayız. Teorik olarak, bir siyasi Muhalefet partisi Hükümeti eleştirir, eylemlerini gözlemler ve ona göre muhalif bir konum alır, ancak şu anda üç partinin bir araya gelip HDP’yi partilerarası ilişkilerden dışlamak üzere bir iç parlamento oluşturduğu anormal bir durum var. Ana Muhalefet, TBMM’deki bu üçlü iç parlamento oluşumunun bir parçası. 7 Haziran seçimlerinde 6 milyon oy alan ve ezilen Kürt halkının  tek temsilcisi olan Parlamentodaki bir parti devre dışı bırakılırken ana Muhalefet partisi de bu olağandışı, garip, gayrı meşru iç parlamentoda yer alıyor. Türkiye’de olmayan şey iyi bir yönetim değil, iyi bir muhalefet. Yönetimler kötü olabilir, yönetimler  kanunları ve demokratik ilkeleri ihlal edebilir, ancak halkın sigortası, halkın haklarını savunmak için ayağa kalkan iyi bir muhalefettir. Maalesef parlamentoda HDP dışındaki muhalefet grupları bu yönde hareket etmiyor.

Mr Hendrick:Parlamentodaki faaliyetlerinizi askıya aldığınız görülüyor, ancak davanızı topluma aktarmakta Türk medyasından kabul görüyor ya da takip ediliyor musunuz?

Kürkçü:Bu da ikinci bir sorunlar kümesi. Aslında yüzlerce televizyon kanalı ve yüzlerce gazete ve matbaadan oluşan tek bir Türk medyası var. Bunların hepsinin baş yazarı Tayyip Erdoğan, sunucusu Tayyip Erdoğan ve kıdemli köşe yazarı Tayyip Erdoğan. Türk medyası Türk Hükümeti’nin topyekün kontrolü altında. Aralarındaki temel mutabakat, HDP’nin  görünmez, işitilmez ve itibarsız kılınması. Eğer gazetelerde ya da TV ekranında HDP’ye yer veriliyorsa bu yalnızca aşağılama ve kötüleme maksadıyla yapılıyor. Türk medyası HDP politikaları ya da siyasetinin objektif bir yansısını kapsamıyor.  Türk medyası artık yürütmenin bir parçasıdır.

Mr Hendrick:Zil çalınca kesmek zorunda kaldık. Özür dilerim. Son bir soru: geleceği nasıl görüyorsunuz? Biliyorum  zor ve daha önce veya uzun zamandır eşi görülmedik ölçüde zor koşullar altındasınız. İyimser misiniz?

Kürkçü:Sadece zorlu bir mücadele vermek zorunda olduğumuzdan değil, aynı zamanda mücadele kurallarının öngörülemez ve her gün değişiyor olmasından dolayı da çok zor görünüyor. Yalnızca bir olağan üstü hal döneminden geçiyor değiliz; Türk yönetici seçkinleri de bir olağanüstü hal cumhuriyeti kurmak hedefiyle hareket ediyor. Bu başa çıkması en zor konu. Bir an için Hükümetin totaliter eğilimler gösterdiği tırnak içinde “normal” bir ülkede olduğumuzu varsayalım, gene de halk ve kurumlar o kadar sağlam durabilir ki, durum bizzat sistemin fren ve denge mekanizmalarıyla düzeltilebilir, ancak şu an Türkiye’de en başta yerle bir edilmiş olan şey fren ve denge mekanizması. Yargı sistemi darmadağın edildi. Yürütme akademi, bankalar, medya, hatta spor kuruluşları da dahil hemen her kurumun denetimi altına almış durumda. Halihazırda kamusal olan herşey merkezin emrinde. Elbette, bu koşullar altında, öngörüde bulunmak kolay değil. Cumhurbaşkanının -BM Güvenlik Konseyi’ni eleştirmek için- kendi uydurduğu “dünya beşten büyüktür” diye bir deyimi var. Biz de dünyanın birden büyük olduğunu söylüyoruz ki, uluslararası dayanışma ve demokrasi için verilen adanmış mücadeleyle bu durum bir şekilde dengelenebilsin; fakat bunun için yalnızca yurtiçinde değil uluslararası düzeyde de durumun çok berrak bir analizine ihtiyacımız var. Demek ki, uluslararası toplum demokrasiyi kar ve çıkar ile takas etmezse, biz de kendi işimizi yapabiliriz. Ama stratejik kaygılar -enerji koridorları ya da su yolları kaygıları- insan hakları, ezilen halkların hakları, halkın geleceğini belirleme hakkı ve ulusların kendi kaderini tayin hakkına üstün gelecek olursa bu mümkün olamaz. Değerler hiyerarşisi, insan haklarından başlar, kar etme hakkından değil. Böyle olursa, Türkiye’de, orta vadede durumu demokratik bir tarzda düzeltebiliriz. Kötümser bir bakış açısından uzak durmaya çalışıyoruz, ancak durumun zor olduğunu da itiraf etmeliyiz.

Mike Gapes: Sayın Kürkçü, darbe öncesine dönmek ve 2015 seçim kampanyaları sırasında neler olduğunu sormak istiyorum. Parti bürolarınıza yönelik çok ciddi saldırılara, parti üyelerinize dönük şiddet eylemlerine maruz kaldınız ve mitinglerin bombalanması ve başkaca eylemler de dahil pek çok korkunç şey yaşandı o süreçte. Siz bu saldırılardan kimi sorumlu tutuyorsunuz? Partinize dönük bu saldırılardan kimin sorumlu olduğunu düşünüyorsunuz?

Kürkçü:Sorumlu olanın partimiz olmadığından eminim; çünkü biz başından itibaren barışçı, demokratik, içerici ve katılımcı bir hat izledik. Tüm politik partilerin tabanına eşit yaklaştık. Hepsine dostça seslendik. İnsanlar arasında nefreti körüklemedik.  İster meşru ister gayri meşru amaçlar gütsün- ki ben bunlar arasında ayrım yapmıyorum- şiddeti cesaretlendirmedik. Ama şiddet başladı ve temel nedeni müzakere masasının devrilmesiydi. Eğer müzakere yoksa kavganın önünü açmış olursunuz ve kimin kavgaya nasıl girişeceğini belirlemek elinizde olmaz.

Mike Gapes:Peki bu saldırıların fiilen kim tarafından gerçekleştirildiğini düşünüyorsunuz? Partinize yönelik saldırılardan hangi grup veya gruplar sorumluydu?

Kürkçü:Bu saldırılar, devlet kurumları tarafından mobilize edilen güruhlarca icra edildi.

Mike Gapes:Yani hükümet tarafından planlandığını ve organize edildiğini mi düşünüyorsunuz?

Kürkçü:Evet. Bunlar kendiliğinden saldırılar değildi. Bunun en temel kanıtı, bu saldırıların bir gece ansızın aynı anda başlaması ve arkasında harap edilmiş 400 parti bina ve temsilciliği bırakarak iki gün sonra eş zamanlı olarak sona ermesidir. Şu çok açık ki, ülke çapında bir seferberlik desteği olmaksızın böylesi bir linç kampanyası yürütülemezdi.

Mike Gapes: Bu saldırılardan bazıları IŞİD tarafından mı organize edilmişti?

Kürkçü: IŞİD saldırıları farklı bir türde. IŞİD saldırılarına üç örnekte hedef olduk. Bunlardan ilki 7 Haziran seçimlerine iki gün kala Diyarbakır’da, ikincisi 26 Temmuz’da Şanlıurfa’nın Suruç ilçesinde yaşandı, üçüncüsü ise Ankara saldırısı idi.  Bu saldırıların hepsi intihar bombacıları tarafından yapıldı ve açıkça IŞİD ile ilişkiliydi. Hükümetin görevlendirdiği savcılar hali hazırda bu saldırıları gerçekleştirenlerin polis gözetimi altında olduğuna dair pek çok kanıt ortaya çıkardı: Saldırganlar polis tarafından takip ediliyordu-bilinen kişilerdi. Bir başka soru da bu: Evet, kendini patlatanlar-intihar bombacıları- IŞİD üyesiydi ama takip ediliyorlardıysa neden engellenmemiştiler.

Mike Gapes: HDP’nin politika ve amaçları hakkında sorular sorabilir miyim?  Kürt toplumu-Kürt azınlığı için ne istiyorsunuz? Bağımsız bir devlete sahip olmayı mı istiyorsunuz yoksa sadece Türkiye içinde özerk bir bölge mi savunuyorsunuz? Bununla bağlantılı olarak, bir pan-Kürdi federasyon veya Türkiye’deki Kürtlerin Suriye, Irak ve İran’daki Kürtlerle bir tür birliğini mi amaçlıyorsunuz?

Kürkçü: Adım adım gideyim. Herşeyden önce, partimiz Kürt özgürlük hareketi ile Türkiye’nin sol ve demokratik güçlerinin ortak partisi. Partimiz tüm Türkiye yurttaşları için siyaset yürütüyor.

Mike Gapes: Sadece Kürtler değil mi?

Kürkçü:Hayır sadece Kürtler değil, ama en büyük grubumuz Kürtler. Kürtlerin, Türkiye’de kimlik hakları tanınmıyor ve bu nedenle partimiz politik gücünü önemli oranda Kürt mücadelesinden alıyor; buna şüphe yok. Ancak Kürtler için ne talep ediyorsak aynısını diğer milliyetler ve Türkiye’nin diğer bölgeleri için de talep ediyoruz. İller için demokratik özerklik ve ulus için demokratik cumhuriyet talep ediyoruz. Peki bu neye benziyor derseniz? Burada sizin kendi Britanya deneyiminizi anmak isterim. Kürtlerin talep ettiği şey, teorik olarak, İskoçların, Gallilerin veya İrlandalıların kendileri için talep ettiğinden fazlası değil.

Mike Gapes: Afedersiniz, İskoçlar’ın talep ettikleri mi, sahip oldukları mı? İskoçya yetki paylaşımına sahip ama bundan daha fazlasını talep eden pek çok İskoç da var.

Kürkçü:Siz de ben de biliyoruz ki onlar talep etmeye devam ediyorlar. Bununla birlikte, Türkiye Kürtleri için bağımsız bir devlet, ne bizim programımızda ne de Kürt hareketinin programında mevcut. Son derece açık, şeffaf bir programa sahibiz ve bu program Kürdistan’ın diğer parçaları ile ilgili değil. Evet, Kürdistan’ın dört parçaya ayrıldığını biliyoruz. Kürdistan’ın başka parçaları da var ama biz Türkiye topraklarındaki kısımdan mesulüz. Ve bu bölge için demokratik, özerk yönetim ve Kürt bölgeleri ile Kürt halkının yaşadığı bölgeler de dahil olmak üzere her bölge için özyönetim talep ediyoruz.

Mike Gapes: Teşekkür ederim. Partinizin bazı üyelerinin ve eşbaşkanlarınızdan birinin, PKK ile ilişkili veya PKK üyesi akrabaları var. HDP ve PKK arasındaki ilişki nedir?

Kürkçü: Bu, cevaplaması hem çok kolay hem de zor bir soru.  PKK de HDP de gücünü ve toplumsal desteğini Kürt halkından alıyor. Şunu vurgulamak isterim ki, eğer Kürt ayaklanmasını doğru analiz etmezsek, garip sonuçlara varabiliriz. Uzun lafın kısası; oylarını HDP’ye veren Kürt halkının dağlarda savaşan kızları ve oğulları olabilir. Büyük Kürt ailelerinin içinde her türden politik eğilime rastlamak hiç de ender bir durum değil. Bu nedenle, eşbaşkanımız Demirtaş’ın kardeşinin dağlarda olduğu gerçek olabilir ama bu bizim politikalarımızın doğrultusunu belirlemez. Bazen kardeşler farklı tercihler yaparlar. Benim bazı kardeşlerim de benim yolumu izlemiyor.

Mike Gapes: Peki. İngiliz hükümeti, bir kaç ay önce bunu bir adım daha ileriye götürerek, HDP ve PKK’nin farklı hedefleri olan ayrı örgütler olduğunu ifade eden bir belge hazırladı. Fakat biz kendi tarihimizde İrlanda’da IRA ve Sinn Fein arasında -o zamanlar kullanılan tabirle- “kopmazcasına birbirine bağlı” olan bir ilişki gördük ve biri, kendi tanımladıkları şekliyle, silahlı mücadele veren diğer örgütün politik kanadı olarak algılanıyordu. HDP ve PKK arasındaki de aynı türde bir ilişki mi?

Kürkçü: Hayır, tarihsel bağlam tamamen farklı. HDP, bilhassa 2011 ila 2015 yılları arasındaki nispeten demokratikleşmiş koşulların bir ürünüdür; oysa ki PKK 1984’den beri varlık gösteriyor. Dolayısıyla HDP’nin yapısı Sinn Fein/IRA ilişkisinden son derece farklı. Sinn Fein ve IRA’nın her ikisi de tümüyle İrlandalı örgütlerdi, oysa bizimki bundan çok farklı. Çelişen veya farklı çıkarlara, tamamen askeri bir perspektiften komuta edilemez.

Mike Gapes: Peki siz örgüt -HDP- olarak PKK’nin son silahlı harekatını kınıyor musunuz yoksa onaylıyor musunuz?

Kürkçü:Biz bu ikilem içinden yaklaşmıyoruz. Durumu, tarihsel kökleri olan tarihsel bir ayaklanma olarak değerlendiriyoruz. Bu ayaklanma sırasında PKK şiddet eylemleri yapmış olabilir. Şiddet taktiklerine vb. de başvurmuşlardır.  Ancak bunları kınamak veya onaylamak mücadelenin bağlamında hiç bir fark yaratmaz. Bizim özgüllüğümüz devlete de PKK’ye de eşit mesafede bulunabilmemizdi ve eğer bir polis memurunun diliyle konuşacak olsak bunu asla başaramazdık.

Mike Gapes:O halde, bundan PKK’yi kınamaya hazır olmadığınız sonucunu çıkarıyorum. Bunun nedeni, söylediğiniz gibi aynı zamanda PKK safında savaşan insanları da içeren bir topluluktan geliyor olmanız ve dolayısıyla bunu yapamamanız mı, yoksa politik nedenlerden dolayı istememeniz mi?

Kürkçü:Hayır, durum bu değil. Bu kadar basit değil, zira ben Kürt değilim. Ailemde hiç kimse de değil-

Mike Gapes:Hayır, kişisel olarak sizden değil, partinizden söz ediyorum.

Kürkçü:Evet, zaten partimiz de çok etnili bir sosyal tabana dayanıyor, dolayısıyla esas mesele bu değil. [Çözülmesi gereken] başlıca mesele şu: Bütün bu olanlar tarihsel koşullardan doğan bir ayaklanma mı yoksa tecrit edilmiş bir grubun şiddet eylemi mi? Türk tarihine baktığımızda,  birbirini izleyen Kürt ayaklanmalarıyla dolu olduğunu görürüz. Dolayısıyla çok derinlerde, Kürdistan’ın ta kalbinde yatan bir temel nedenden söz ediyoruz. Meselenin can alıcı noktası bu. Ama bir türlü ayaklanmanın nedenini tartışmaya yoğunlaşamıyoruz. [Çözülmesi gereken] ikinci mesele ise şu:  Kürt halkı için, şiddet dışında, başka hangi kanallar var? 1 Kasım 2015’ten bu yana, demokratik muhalefet kanallarının tümü bir kez daha kapatıldı.  Partimizin durumunu konuştuk. Bir siyasi partinin üyelerini hapsederseniz, diğerleri politik bir çıkış yolu olmadığını düşüneceklerdir. O nedenle, meselelerimizi tarihsel bir bağlama oturtarak tartışmalıyız.

Mike Gapes: Anlıyorum. Son bir sorum var. 2015 yılına geri dönersek, partiniz Haziran seçimlerinde önemli bir başarı elde etti. Ardından ateşkes sona erdi, PKK şiddet eylemlerine geri döndü ve partiniz Kasım seçimlerinde daha az oy alırken AKP -Erdoğan- çoğunluğu yeniden kazandı. O günlerde  PKK’nin eyleme geçmesinin barışçıl politik tarafa zarar verdiği sizce de açık değil mi? Bu olanlar yüzünden eleştirilmeyi hak etmiyorlar mı? Zira geldiğimiz yer bakımından en temel nedenlerden biri bu değil mi?

Kürkçü: Herkesi eleştirebiliriz, ancak buna öncelikle hükümetin kendisinden başlamalıyız.

Mike Gapes: Hükümetin bu konuda eleştirilebileceğini kabul ediyorum. Fakat benim sorum özellikle taktikler ve sizin ilerleme biçiminizle ilgili. Eğer PKK’nın şiddet eylemlerine geri dönmesi gerçekten siyasal birliğinize ve siyasi sürecinize zarar verdiyse, bunu açıkça itiraf etmeniz ve  evet zarar verdi demeniz gerekmez mi?

Kürkçü: Daha iyi bir analiz için size bazı başka sayısal veriler sunacağım.  1 Kasım 2015’ten bu yana HDP’nin politik desteği, oy desteği değişmedi; hatta son ayda yükseldi. Hiçbir zaman % 11’in altına düşmedi. Eğer herşeyi PKK’nin yaptıklarıyla ilişkilendirecek olsak toprak çoktan ayağımızın altından kaymış olmalıydı.

Mike Gapes: Fakat Haziran’da % 13’teydiniz, ve ardından Kasım’da oy kaybettiniz.

Kürkçü: Hayır, olan şuydu: [7 Haziran’da] Özellikle Kürt toplumu arasında HDP’nin sadık takipçileri olmayan insanlar, AKP saflarını terkettiler ve HDP’nin yanında yer aldılar. [1 Kasımda] Hükümetin baskısı altında tutumlarını değiştirdiler ve oylarını daha güçlü bir hükümetten yana kullanırlarsa durumlarının olumlu yönde değişeceğine inandılar. Tayyip Erdoğan’ın politikası, halkı istikrarsızlıkla tehdit etmekti. Dolayısıyla PKK’nin şiddet eylemlerinden başka pek çok faktör de, bu tutumun ortaya çıkmasında belirleyici oldu. Bu eylemler de etkilemiş olabilir ama temel neden bu değildi. İnsanlar öldüğünde –öldürüldüğünde, doğdukları köylere tabutlar içinde getirildiklerinde- insanların kalplerini kaybedersiniz. Biz bunu istemiyoruz. Bir çatışmasızlık ortamı temenni ettik, istedik ve bunun için ısrarcı olduk; fakat sadece kısa bir süre için başarabildik. Kuşkusuz savaşmak, öldürmek ve şiddet insanları açık politikadan uzaklaştırıyor.

Mike Gapes: Peki, teşekkür ederim.

Başkan Ms Clwyd:  Sayın  Kürkçü, ateşkesin neden o günlerde sonlandırıldığı  üzerine çeşitli hikayeler var. Sizin versiyonunuz nedir?

Kürkçü: Benim, aynı zamanda partimizin de yorumuna göre, aslında, müzakere sürecinden doğrudan yarar gören tek siyasi güç halktı. Ateşkes ve silah bırakışma sürecinden hem Türk hem de Kürt halkı çok istifade etti ve bu son 30 yılın en mutlu dönemiydi. Kürtlerin yaşadığı alanlarda büyük bir siyasi ve ekonomik canlanma gerçekleşti. Ancak hayatları olumlu yönde değişenler, bunun için Tayyip Erdoğan’a minnet etmediler; oylarını HDP’ye verdiler. Bu, müzakere sürecini Hükümet için çok maliyetli bir süreç haline getirdi; Hükümet çevrelerinde barışın maliyetinin savaşın maliyetinden çok daha yüksek olduğu düşünülmeye başladı. Hiç görülmedik bir şekilde bir gün ansızın müzakere döneminin bittiğini duyduk. Niye? Çünkü  “Kürt sorunu diye bir sorun yoktu”. Tam tamına böyle oldu. Karşılıklı anlayış birliğinin ve müzakerelerin Öcalan’ın önerdiği 10 madde üzerinde derinleştirmesi gerekliliğinin ilanından sadece bir ay sonra müzakere süreci sona erdirildi. Şimdi, görüşme masasını dağıtma fikrinin aslında 2014’ten bu yana Türkiye’nin askeri ve politik yöneticilerinin kafasını işgal etmekte olduğunu anlıyoruz. Kamu Güvenliği Müsteşarlığı’ndan sızdırılmış bir rapora göre,  hükümetin ve askeri çevrelerin, müzakerelerin durdurulması ve Kürt muhalefeti ile  dayanaklarının Sri Lanka’da uygulanan ayaklanma bastırma stratejisinin ruhuna uygun olarak çıplak zor ile tasfiyesine dönük bir “çöktüme planı” hazırlamış olduklarını anlıyoruz. 1 Kasım’dan [2015] bu yana şahit olduğumuz her şey kesinlikle bu plana uyuyor ve biz hala bu planın sürdürülüşüne tanık oluyoruz. Dolayısıyla Kürt meselesinin, Türkiye’nin müesses nizamı için, Türkler ve Kürtler arasında eşitlik temelinde çözülmesinin kabul edilemez olduğunu söylemek isterim. Oysa müzakere çerçevesi bu şekilde kurulmamıştı. Ama Kürtler’e  eşit haklar ve Kürt halkıyla eşit ilişkiler ve Kürtlerle ulusal ölçekte iktidar paylaşımı kabul görmedi. Fakat Kürtler de daha azına rıza göstermeyecektir.  Çünkü korumak isteyecekleri çok büyük adımlar attılar -çok büyük kazanımlar elde ettiler. Belediyeler, artık Kürtlerin iradesinin dile getirildiği kaleler olmuştu. Bu durumun Türk müesses nizamını, gelecekte eşit fırsatlar konusunu bir kez daha ortaya atmamaları için Kürtlerin ilerlemesini acımasız bir şekilde bastırmaya ve Kürtlerin fiili ya da hukuki olarak kazandıkları bütün hakları yok saymaya zorladığı kanısındayım. Durumu böyle yorumluyorum.

Başkan Ms Clwyd: Barış sürecini yeniden canlandıracak bir rol oynayabileceğinizi ya da oynamanız gerektiğini hissedip hissetmediğinizi sorabilir miyim?

Kürkçü: Bu cevaplaması zor bir soru, çünkü HDP, topyekün kontrol altındaki medya ve devlet ajanslarınca şeytanlaştırılıyor ve yaftalanılıyor. Kürt halkının ve kendi seçmenlerinin kalbinde HDP’nin prestiji bir yıl önceki gibi olabilir, ancak batıda halk arasında büyük şehirlerde, kasabalarda ve metropollerde yaşayan insanların zihinlerinde soru işaretleri ortaya çıkmış olabilir. O soruları gidermek zorundayız. Eşit fırsatlar ve daha demokratik bir ortam olmadan, barış hakkında konuşamayız. İlk adım demokrasinin koşullarını iyileştirmektir. İkinci adım ise, yaptığımız hatalarla ilgili dersler çıkarmaktır. Melek olmadığımızın farkındayız. Elbette bazı hatalar yapmış olabiliriz, ancak soğukkanlıca kararlar verebilmek için henüz elverişli bir durumda değiliz. Umarım oluruz. Duruma matematiksel olarak bakıldığında, HDP’yi dikkate almaksızın Türkiye’de parlamenter veya demokratik bir değişiklik gerçekleştirilemez.  Ya HDP’den kurtulursunuz ya da HDP antidemokratik uygulamalardan kurtulur. Tarih bunu gösteriyor.

Başkan Ms Clwyd: Siz kendiniz seçilmiş bir milletvekilisiniz. Parlamento üyelerinizden kaçı hapiste veya yakın gelecekte hapiste olma ihtimali var?

Kürkçü: Gerçekte 59 milletvekilimiz de hapse girme tehdidiyle karşı karşıya. Tutuklananların adil yargılama koşullarında hapsedildiğini söyleyemeyiz, bu nedenle herhangi birimiz de aynı konumda olabiliriz. Halihazırda 10 vekilimiz hapiste. 4 Kasım’da hakkında gözaltı kararı verilen 15 kişi vardı. Üçü gözaltından serbest bırakıldı. Diğer 10 vekilimiz cezaevinde ve yenilenen salıverilme başvuruları dün reddedildi. Bu nedenle, en azından duruşma gününe kadar hapisanede olacaklar. Hepinize ve sizlerin başları üzerinden uluslararası kamuoyuna şunu söylemek isterim ki, milletvekillerimize ve yoldaşlarımıza yönelik tüm suçlamalar, yaptıkları açıklamalar, konuşmalar ve halka seslenişleriyle ilgilidir -kendilerine başlıbaşına hiçbir eylem, hiçbir şiddet eylemi ya da şiddet eylemine katkı suçlaması dahi yöneltilmiş değildir. Bu kısmen, Türkiye’nin muğlak anti-terör yasalarından kaynaklanıyor. Bu muğlak olarak kelimelendirilmiş, yazılmış ve kurgulanmış yasalar savcılara ve yöneticilere tek bir sözcükten yola çıkarak suçlamalarını yaymaları için her türlü fırsatı tanıyor. Örneğin tutsak PKK lideri Abdullah Öcalan’ın çok iyi bir çözümleyici olduğunu ve Türkiye’nin demokratik gelişimine katkıda bulunma potansiyeline sahip olduğunu söylecek olsanız, bu “terörist bir liderin övülmesi” ya da güya terörizm propagandası olarak değerlendirilebiliyor ve cezası 7 yıl. Çoğumuz bu tarz iddianameler ile suçlandık, bu nedenle herhangi birimiz herhangi bir zamanda hapiste olabiliriz. Şu anda Türkiye’de adil yargılama koşullarından eser yok.

Başkan Ms Clwyd: Türkiye’de şu anda bir korku iklimi var  diyebilir misiniz?

Kürkçü: İnsanlar korkuyor, evet, bu durum onlar kendilerini korkudan özgür hissedene kadar da devam edecek. İnsanlar korku içinde- bu doğru – ama yine de bu elverişsiz koşullar altında her yere yetişmek için çaba gösteren bir muhalefet var. Avrupa’ya baktığımızda -belki de geçen hafta sonu Londra’da çok büyük kalabalığın Türkiye’deki baskıya karşı yaptığı protestoları izlemişsinizdir- bu yürüyüşlerin Türkiye’de de halkın kalbinde, evlerinde yapıldığını düşünebilirsiniz. Sokaklarda değillerse, bu mevcut durumu protesto etmedikleri anlamına gelmez. Ancak [Türkiye’deki] insan hakları ihlalleri, insanların harekete geçmeden önce iki kez düşünmesini gerektirecek kadar acımasız.

Başkan Ms Clwyd: Kürtlerle çatışmanın güney ve batı Türkiye’ye yayılmasından endişe duyuyor musunuz?

Kürkçü: Biliyorsunuz, şiddet bulaşıcıdır. Evet, olabilir, ama olmamalı. Durumun giderek kırılganlaşmakta olduğundan kaygılıyım. Sadece Kürtler değil, Türkiye’yi yönetenlerden farklı özlemleri olan Türkler de şu anda öylesine zor koşullar altındalar ki, artık Türkiye’den göç etmeyi seçiyorlar. Birçok iyi eğitim görmüş, meslek sahibi, akademisyen, hukukçu ve beyaz yakalı Türk, Avrupa ve Amerika Birleşik Devletleri’nden sığınma talebinde bulunuyorlar. Bunun nedeni hükümetle cezayı gerektiren bir ihtilaf içinde olmaları değil, Türkiye hükümetinin evrensel ilkeleri reddeden, dar ve geçmişin değerlerine sımsıkı sarılan, bunlara biat etmeyenlere ise hiçbir gelecek tanımayan bir yeni ulus kurmayı vaad ediyor olması. Bütün bu konular kaynaşmaya başladığında herhangi bir yerde her türden mücadele ortaya çıkabilir. Hükümet’in korktuğu şey de budur. Bu nedenle Hükümet olağanüstü hali de kaldırmak istemiyor. Üç aylığına ilan edilmişti. İkinci üç aylık dönemde devam ediyor. Ne zaman kaldırılacağı sorulduğunda da Cumhurbaşkanı, “Neden kaldıralım ki? Çok güzel işliyor.” diyor. Bu da olağanüstü hali olağan hale getiriyor ve hiç kimse bir olağanüstü hal cumhuriyetinde yaşamak istemez.

Başkan Ms Clwyd:  Sayın Kürkçü, bugün bizimle görüşmeye geldiğiniz için çok teşekkürler. Ben tüm kesintiler için özür dilerim. Kesintiler üzerinde hiçbir kontrole sahip değiliz.

Kürkçü: Bu sorun değil. Bizi davet ettiğiniz ve çok bekletmediğiniz için teşekkür ediyorum. Sunum sırasında da söylediğim gibi, Avrupa kamuoyunun -Avrupa toplumlarının – Türkiye halklarıyla dayanışma göstermesini, tarihe iş dünyasının gözünden bakmamasını diliyorum. Teşekkür ederim.

Başkan Ms Clwyd: Teşekkürler

Metnin İngilizcesi için  tıklayın
http://data.parliament.uk/writtenevidence/committeeevidence.svc/evidencedocument/foreign-affairs-committee/uks-relations-with-turkey/oral/43383.pdf [sayfa 23’ten sonra]