Barış, samimiyet değil ciddiyet ve mecburiyet meselesidir.

Son dönem gelişmeler üzerine Kürkçü’yle yapılan röportaj.

IMG_4605-300x200Solda oyların dağılması durumu bir gerçek, sol görüşün uygulanabilirliği ve uygulama çeşitleri daha çok olduğu için mi nispeten fazla parti var sağa oranla? Bu oy bölünmesi ya da dağılması meselesi buna mı bağlı?

 

Şimdi aslında sağda da görülmeyen pek çok parti var onlarda yüzde 1 falan oy alıyorlar ama tabii sağın ana akım merkez partileri var. Bence soldaki problem partilerin çok olmasından ziyade bunların anlamlı ortaklıklar kuramamaları yoksa görüş farklılıklarının kendilerini parti olarak ifade etmeleri demokratik davranışlardır, burada bir problem yok ancak Türkiye’nin partiler ve seçim yasası düzeni oyların seçmen tercihlerinin ya da halk tercihlerinin parlamentoya yansımasına izin vermediği için barajlar ve işleyiş düzeni dolayısı ile burada çok parti bir problem gibi gözüküyor. Bence bunları aşmanın yolu partileri azaltmak ya da aynı şekilde düşünmeyen insanları aynı partilerin içerisinde toplamak değil bunlar arasında anlamlı ortaklıklar kurulmasını sağlamak. Mesela Latin Amerika’da ki son 10 yılda görülen bütün başarılı deneyimler çok sayıda hareketin ve politik partinin mücadele birlikleri halinde örgütlenmesi ve anlamlı koalisyonlar kurmasıyla sağlandı. O nedenle ben daha çok sorunun bu program ortaklıklarının, mücadele ortaklıklarının kurulmamasında olduğunu düşünüyorum. Burada görüş farklılıkları ikinci derecede duruyor. O nedenle ben parti çokluğundan değil ortaklıkların beceriksizliğinden şikayetçiyim.

 

Ulus-devlet yapısı hakkında ne düşünüyorsunuz? Etnik kökenleri ön plana çıkararak sorunları çözme girişimi sizce ne kadar doğru?

 

Şimdi ulus-devlet zorunlu olarak kimliklerin inkarını gerektirmez. Ulus-devletten siyaset bilimi açısından kastedilen şey devletin toprağı ve milletinin bir olmasıdır. Yani birden çok parçaya ayrılmaz ve aynı devlet altında yaşayan uyruklar aynı toprak üzerinde yaşarlar. Dolayısıyla üniter devletten kastedilen de, ulus devletten kastedilen de bu değildir. Pek çok ulus-devlet var ki bunlar esasen büyük özerklikler içerir, pek çok ulus-devlet var ki bunlar tekçidir. Örneğin Fransa bir ulus devlettir, ama esasen eyalet yasasına göre yönetilir. Daha doğrusu vilayetler yasasına,bölgeler yasasına göre yönetilir. Türkiye ise bir ulus-devlettir ama burada özerklikler yoktur. İkincisi devletin resmi dili ile devletin dilinin aynı olması şart değildir, bir devlet dili gerekmez. Türkiye’de ulus devletin yarı faşist bir taraftar kazanması dolayısı ile ulus devlet savunuculuğu aslında faşizm savunuculuğuna denk geliyor neresinden bakarsanız. O açıdan ulus-devlet kimlikleri tanımakta zorlanmaz. Ulus-devlet kimliklerin haklarını, ifade özgürlüklerini tanır. Önemli olan ulus-devlet değil ulus devletin özgür olup olmaması meselesidir.

 

Sizce AKP’nin çözüm süreci işe yarayacak mı? Öcalan ve BDP çözüm sürecini tamamıyla başarılı buluyor mu yoksa ‘hiç yoktan iyidir, yine de çözüm için bir adım var’ diye mi bu işin içinde?

 

Çözüm süreci Öcalan’ındır AKP’nin değil. AKP bu çözüm sürecine ortak oluyor. Ben Öcalan’ın bu konuda net bir görüşe sahip olarak süreci başlattığını görüyorum. Şimdi bu sürecin nerede sonuçlanacağını meselesi mücadele konusu. Eğer bu mücadeleyi iyi biçimce yapar, kendi durduğu yeri iyi işaretlerle kendi etrafına tahkimat yaparsa BDP ve onun çevresindekiler daha karlı çıkarlar. Yapamazlarsa AKP çatışmasızlık sağlamış ve kendi rejimini dayatmış olarak süreçten çıkabilir. O nedenle bunların hepsi mücadele konusu. Sık sık sorulan şu soruyu da ekleyeyim ‘AKP ne kadar samimi’ gibi sorular da soruluyor. Bunlar samimiyet meselesi değil, ciddiyet ve mecburiyet meselesidir. Mecbur muyuz ve ciddi miyiz yoksa aslında bütün bu tür çözümlerde çözümün kim tarafından samimi olarak aslında hiç çözümü olmamasını bu duruma gelmemeyi isterdi ama şartlar ve mücadele onları bu noktayı getirdi. Önemli olan buraya geldiklerini görüp, bu mecburiyeti tanıyıp bunu ciddiyetle yapıp yapmama meselesidir. AKP bu açıdan şüphe yaratıyor, bu doğru değil ancak başka bir yol olmadığını daha iyi gördükçe bu konuda daha ciddi davranacağını bekleyebiliriz.

 

Akil İnsanlar heyeti aslında faydalı bir oluşum gibi duruyor. Ama barış sürecine etki edecek yetkileri de yok gibi. Yani AKP ‘sen git gez anlat diyor’ bir yetki de vermiyor. Biraz içeriği boş bir yapı gibi durmuyor mu?

 

Şimdi başka bir şeye başka bir şeyin adı verilince sonuç kaos oluyor. Akil İnsanlar denilen topluluk aslında dünya genelinde bilinen bir şey. Bunlara Wise Man deniliyor. İrlanda barışı sırasında, Güney Afrika barışı sırasında önemli işler yaptıklarını biliyoruz. Fakat Akil İnsanlar şudur; çatışan güçler arasında bir aracı konum edinirler, bu aracı konum bakımından sahip oldukları bir kapasite vardır. Yani herkes onların neyi söylediğine ve yanlış bir şey söylemeyeceğine dair yaygın bir kanaate sahiptir. Onlarda bu kanaatin yarattığı nüfuz ile hareket ederler. Bunlar 5 kişi 10 kişi olabilir. Fakat bunları kimse tayin etmez onlar kendi konumlarını kendileri edinirler. Bunlara Akil Adam diyoruz kabaca tarif edersek. Şimdi Türkiye’de ise esas itibariyle böyle olmayan akıl sahipleri akil insan olduğunu iddia etti. Bunlara ‘Wise Man’ dedi. Fakat bunlar hükümet ile PKK arasında bir köprü görevi kurmuyor. Bunlar daha çok barış fikrini halk arasında bir bağlantı kurmakla görev addediyorlar kendilerine. Tabii hareket alanları sınırlı o yüzden de şehir merkezlerine sıkışıyorlar. Bundan dolayı fakir halka, çözümün bir parçası olacak insanlara ulaşmakta güçlük çekiyorlar. Ancak bunları lüzumsuz olarak görmüyorum, yine de bir işe yarıyorlar. Fakat dünya çapında Akil Adamlar dediğimiz örneğe uymuyor. Ama ben şöyle ümit ediyorum, bu süreçte bunların bazıları, özellikler BDP’nin önerdiği isimler örneğin KESK Başkanı Lami Özgen, TUHAD-FED Genel Başkanı Zübeyde Teker, 78′ liler Derneği Genel Başkanı Celalettin Can gibi arkadaşlarımızın bu süreçte sivrilerek hakikaten bir Akil İnsanlar kapasitesi edinebileceklerini ümit ediyorum. O yüzden de ben Akil İnsanlar oluşumuna ne karşıyım, ne de bunun çok büyük bir şey olduğunu düşünüyorum. Ancak bu süreç anladığıma göre şu an hükümet ile PKK arasında bir Akil İnsan grubu olarak ilerlemeyeceği gibi görünüyor. Bence kafa karıştırıcı tanımlamalar yerine onlara ‘Barış Elçileri’ deseydi çok daha doğru bir şey yapılmış olurdu.

 

Akil İnsanların gittikleri şehirlerde protesto edilmeleri basında fazla mı abartılıyor? Yoksa göründüğü gibi çoğunluğun tepkisini mi yansıtıyor?

 

Bence çok fazla abartılıyor. Özellikle Ergenekon basını bu konuyu haddinden fazla abartıyor. Çapulcu sürüleri bu protestoları organize ediyor. Ben bunları samimi haklı ve güçlü bir tepki olarak görmüyorum. Bu tamamen MHP tarafından tetiklenen fakat sonrasını MHP’nin de takip etmediği, kimin eliyle nasıl yapıldığını doğru dürüst açıklayamadığımız bir tür sabotaj örgütü planlayarak cereyan ediyor bu gösteriler. Fakat bu şu anlama gelmez. Örneğin bu sürecin İzmir’de büyük bir gönül ferahlığıyla kabul edildiği, İzmir’in ulusalcılarının buna razı oldukları, ses çıkarmadıkları anlamına da gelmez. Onlarda ses çıkarmak isterler ama bu gruplar onların bile sözcüsü olmayacak kadar derme çatma, oradan buradan kişiler. Bunların ciddi ve samimi olduklarını düşünmüyorum. Ancak halk arasında bunlara da halk dememiz lazım, işte İzmir’de öğretmendir, işçidir, kadın, erkektir. Bunların sayısı azımsanmayacak kadar fazladır. Bunların içinde bir takım şüpheler vardır. Onların bu şüphelerini ifade etmelerini, üzerine basmadan Türkiye’de çıkan bu yeni faşist akımın tehlikesini anlatmalıyız. Fakat şu anki bu çapulcu gösterilerini ben çok başka bir kategoriye koyuyorum.

Sizce 30 yıllık bu kanlı sorunun karşılıklı mutabakattan başka çözümü var mıdır?

Şimdi bence bu yola girilmiş olması Erdoğan’ın da, Öcalan’ın da bu sürecin çatışmadan çıkarak çözüm yoluna girebileceğine dair bir kanaati. Bir inancı ortaya koydukları ve çözülmez bir yola girdikleri anlamına gelir. Öcalan bence açıklamalarını yerli yerinde yaptı. Dedi ki eğer bu süreç biterse bende biterim. Yani beni yok sayın dedi. Bu ne demektir? Öcalan süreç başarısızlığa uğrarsa hayatına kast edileceğini söylemiş oluyor. Bence durum bu kadar ciddidir hakikaten. Kimsenin geri dönüşü Erdoğan da bu süreçten geri dönerse köpeklere maskara olur. Onun da dönüşü yok bence.

 

Türkiye Komünist Partisi’ nin 1 Mayıs’ı Kadıköy’de kutlamasını, ardından Vali Mutlu’nun onlara teşekkür etmesini nasıl değerlendiriyorsunuz?

 

Keşke kutlamasalardı, keşke kutlamasalardı…

 

1 Mayıs’ta yaşanan olaylar sonrasında İstanbul Valisi Hüseyin Avni Mutlu’nun açıklamalarını nasıl buluyorsunuz? Özellikle de Dilan ile ilgili açıklamalarına?

Adamın biri gençken babası buna ‘sürekli oğlum sen adam olmazsın diyormuş. Çocuk yıllarca hırsla çalışmış sonunda Vali olmuş. Yaverlere haber salmış, babasını huzuruna getirtmiş. ‘Ey baba sen bana adam olamazsın dedin ama ben Vali oldum’ demiş. Babası oğlum ben sana Vali olamazsın demedim adam olamazsın dedim…(http://caylakhaber.com)