“Batı”nın Suriye’deki Trajedide Önemli Bir Payı Var

Kürkçü AKPM’de, Birleşmiş Avrupa Solu adına,  Suriye Raporu üzerine yaptığı konuşmada Batı’nın miyopluğunu eleştirdi: Rejimin kısa sürede çökeceğine ilişkin bu perspektif  “Batı”yı –ve özellikle Ankara’yı- kaçınılmaz olarak yarısını El Kaide’nin uzantısı olan El Nusra ve diğer cihadcı güçlerin oluşturduğu sözüm ona “ılımlı” Özgür Suriye Ordusu’nun (ÖSO)  zulüm ve katliamlarını görmezden gelmeye hatta bunlarla suç ortaklığı yapmaya sevk etti.

suriyeBirleşmiş Avrupa Solu (UEL) adına raporu genel olarak benimsediğimizi ve çok karışık bir durumu dengeli bir biçimde değerlendirmeyi başardığı için raportöre teşekkür ettiğimizi ifade etmek isterim.

Ne yazık ki Suriye’deki durum geçen yılki tartışma sırasında dile getirdiğimiz kaygıları doğruluyor: “Olaylar bugün olduğu gibi sürecek olursa Suriye’nin çok geçmeden Avrupa’nın eteklerinde bir insani faciaya yol açarak harabeye dönmesi çok muhtemel görünüyor” demiştik. Raportörün sunduğu olgular ve rakamlar çok daha kötü bir manzara çiziyor.

Raportör tarafından “askeri saldırı tehditleriyle” Suriye’nin kimyasal silah cephaneliğinin tasfiyesini sağlamakla övülmesine karşın “Batı”nın aslında bu ülkede sürüp gitmekte olan trajedinin sorumluluğunda önemli bir payı var.

Geçen yılki tartışmada dile getirmiştik: “Suriye halkları ABD’nin Orta-Doğu’da yanlış bir hesaba dayalı olarak yeni bir güç dizilişi amacıyla desteklediği bir ‘vekalaten savaş’ın bedelini ödüyor. Halkların çektikleri yalnızca Esad rejiminin acımasızlığından kaynaklanmıyor. Çekilenler ABD’nin açıkça teşvik ettiği, herhangi bir politik program ya da güvenilir bir liderlikten, olası sonucuna ilişkin bir siyasi hesaptan yoksun bir ayaklanmanın da kaçınılmaz sonucu. “Avrupa Konseyi Parlamenter Meclisi (AKPM) de Nisan 2012’deki 1878 sayılı karada yer verdiği “Esad rejimi sonuna yaklaşıyor” öngörüsüyle, ne yazık ki, kendisinin de bu miyopluktan bağışık olmadığını göstermişti.

Rejimin kısa sürede çökeceğine ilişkin bu perspektif “Batı”yı –ve özellikle Ankara’yı- kaçınılmaz olarak yarısını El Kaide’nin uzantısı olan El Nusra ve diğer cihadcı güçlerin oluşturduğu sözüm ona “ılımlı” Özgür Suriye Ordusu’nun (ÖSO)  zulüm ve katliamlarını görmezden gelmeye hatta bunlarla suç ortaklığı yapmaya sevk etti. Böylece zorla bir rejim değişikliği gerçekleştirmek üzere Türkiye sınırlarından ÖSO’ya akıtılan askeri yardımlar kaçınılmaz olarak geçtiğimiz günlerde bir şeriat devleti için mücadele birliği kurduklarını ilan eden acımasız gericilerin ellerine geçti.

Ne var ki, Raportör Björn von Sydow’un raporunda dikkatli bir biçimde gözlemlemiş olduğu gibi bu güçlerin giderek büyüyen varlığı “ülkenin çeşitli dinsel ve etnik azınlıkları arasında savaş sonrası Suriye’deki geleceklerine dair meşru kaygıları besliyor.” Ve bu şekilde Alevi, Hıristiyan Araplar ve Yahudiler kadar laikleri ve rejime sadık Sünnileri de olası bir soykırıma karşı tek güvence olarak gördükleri Şam etrafında toplanmaya itiyor.

Bu anlamda raportörün şu tavsiyesini AKPM’yi Suriye’de daha yapıcı bir rol oynayabileceği yeni bir istikamete sevk ettiği için çok değerli buluyoruz: (AKPM) Suriye’de sırf varolan rejimin devrilmesini değil, insan haklarına ve etnik, kültürel ve dinsel azınlıkların haklarına saygılı bir devletin ortaya çıkışını desteklemelidir.”

Bu vesileyle AKPM’nin dikkatini Rojava’ya, Kürtlerin kendilerini Esad’ın da El Kaide cihatçılarının da diktatörlüğünden özgürleştirerek laik, çoğulcu, çok kimlikli ve demokratik bir Suriye’de yeniden birleşmek hedefiyle yaşadıkları bölgelerde inşa etmekte oldukları özyönetim modeline çekmek isteriz.

English original version:

On behalf of the UEL, I would like to express that we welcome the report in general and thank the rapporteur for the rather balanced evaluation of an extremely complicated situation.

We regret that the situation in Syria has confirmed our worries expressed during last year’s debate that “It seems highly likely that the whole of Syria will soon turn into ruins, leading to a humanitarian disaster on the outskirts of Europe should events continue at their present pace.” The facts and figures cited by the rapporteur depict an even worse panorama.

Albeit it is praised by the rapporteur for having led to the elimination of Syria’s chemical weapons via “threats of military strikes,” the “West” indeed bears a considerable part of the responsibility for the ongoing tragedy in this country.

As we had already expressed “the peoples of Syria are paying the price of a miscalculated US-backed proxy war to realign forces in the Middle East. Their plight stems not only from the Assad regime’s ruthlessness, but is an inevitable consequence of a revolt that was apparently encouraged by the US with no political programme or reliable leadership, never mind any political calculation of a possible outcome.” Unfortunately the Assembly too was not immune of this same myopic approach as it had anticipated in its April 2012 Res. 1878 that “Assad’s regime is coming to an end.”

This perspective of a near collapse of the regime has inevitably led the “West”     -and particularly Ankara- turn a blind eye to or complicity in the atrocities and massacres by the so called “moderate” Free Syrian Army (FSO) at least 50 percent of which comprised of Al Qaida linked Al Nusra and other jihadists. Thus the Western military support channeled through Turkey’s borders to FSO for a forcible regime change was inevitably acquired by these ruthless reactionaries who have recently vowed to unite fight for the rule of sharia in Syria.

However as Mr. Björn von Sydow has carefully observed in his report that their increasing presence “fuels legitimate fears among the various religious and ethnic minorities about their future in a post-conflict Syria,” and thus pushes the Alevite, Christian, Arabs and Jews as well as secularists and Sunnite loyalists unite around Damascus as their sole guarantee against a possible genocide.

In this sense we find the rapporteur’s recommendation to “support the emergence of a democratic, inclusive and stable state in Syria respectful of human rights and the rights of ethnic, cultural and religious minorities – rather than the mere fall of the current regime” very valuable in directing the Assembly on a new path to play a more constructive role in Syria.

We would also like to draw the Assembly’s attention to Rojava, where the Kurds of Syria having freed themselves from the Assad dictatorship as well as from the Al Qaida jihadists are building up a functional model for self-rule for the reunification of a secular, pluralistic, multi-ethnic and democratic Syria.