Bütçe’de Vicdan ve Adalet Yok, Savaş ve Otoriterleşme Var!

Ertuğrul Kürkçü, TBMM Plan ve Bütçe Komisyonu’nda Maliye Bakanlığı bütçesi görüşmeleri sırasıunda yaptığı genel değerlendirmede  “Bütçe saydam değil. Ruhu vicdan ve adaletten yoksun olan bütçe barış değil savaş, uzlaşma ve özgürlük değil otorite yanlısı bir yönetimin politik ihtiyaçlarını tatmin eden bir mali düzenlemedir. İtiraz edeceğiz” dedi.

ERTUĞRUL KÜRKCÜ (İzmir) – Sayın Bakan, Sayın Başkan; bu bütçe tartışmasının kapanışı dolayısıyla birkaç noktaya temas etmek isterim.

Garo Paylan arkadaşımızın sabah yaptığı sunuşu, gerçekten, hem arkadaşım olduğu için hem de bütün şu tartışmalar sırasında yapılmış olan en gerçeği ortaya koyan sunuş olduğu için hayranlıkla ve dikkatle izledim, ona daha fazla bir şey katacak değilim. Fakat Sayın Bakanla başlangıçtan arta kalmış bir tartışmamız var, onu kapatmak istiyorum. Tatlıya bağlar mıyız, bilmiyorum, o size bağlı. Şuna dikkat çekmek istiyorum: Tartışmanın kaynağı aslında bütçenin yapısı fakat bu yapının ilk bakışta ortaya çıkmaması, görülmemesi.

Sayın Bakan, bu sunuma, eğer buna kozmetik endişelerle karar verilmemişse, mecburen bu yapı böylesine parçalanarak ifade ediliyorsa ona bir şey diyemeyeceğim ama bu yapıyı alt alta koyduğumuz, getirdiğimiz zaman, bütçenin en önemli harcama kalemlerinin savunma ve güvenlik harcamaları olduğunu görüyoruz; bunlar yaklaşık [toplam] 85 milyar liraya kadar varıyor. Ancak sunumda, biz, bu bütçede “eğitimin ve sağlığın önde geldiğini, millî savunmanın ise eskiye göre geride kaldığını” dinlemiştik; fakat bu tabloda, kümülatif tabloda, tek tek bakanlıkların karşılaştırılmasındansa fonksiyonların karşılaştırılmasını ele aldığımızda, kamunun birinci önceliği savunma ve güvenliğe verdiğini, eğitim ve sağlığın bunun peşinden geldiğini görüyoruz. Bunu Millî Savunma Bakanlığı bütçesine baktığımızda da görebiliriz. Hakikaten, 40 milyar lirayla Millî Savunma Bakanlığı bütçesi 92 milyar olan Millî Eğitimin gerisinde, 37 milyar olan Sağlığın hemen civarında ama yatırıma ayrılan paylara baktığımızda, mal ve hizmet alım giderleri Millî Savunma Bakanlığının 20 milyar civarında, diğer ikisinin toplamı bu kadar etmiyor. Demek ki önümüzdeki dönemde kamu nakit parasını bu işlere verecek. Artı, tabii Savunma Sanayi Fonu’na aktırılanlarla bir arada çok büyük bir savunma bütçemiz var. Bizim başından beri tartıştığımız konu budur çünkü bütçede aslında kamu birçok alacağından vazgeçiyor, tartışma burada başlamıştı. Bu torba yasada getirilen düzenlemeyle, telekom şirketlerinden servis sağlama hizmeti üzerinden hazine payının azaltılmasıyla bu şirketlerin çıkar sağladığını söyledik, bakan çok kızdı yani “Yalan.” falan diye. Fakat sadece bu değil yani bir vergi alacaklarından vazgeçmek söz konusu olduğunda, 2017 yılı için 102 milyar liralık bir vergi alacağından vazgeçmek ihtiyacı doğmuş, 2016 yılında bu 30 milyar civarında. Dolayısıyla biz diyoruz ki: Bir kere, her şeyden önce, bu kadar savunma giderlerinin arttığı bir tabloda gerçek gelirlerden ve servetten alınan vergi artmalıdır, dolaylı vergiler artmamalıdır. Motorlu taşıt vergisi, özel tüketim vergisi, telekomdan alınan vergilerin artması, aslında hepsi son tüketiciye, yurttaşlara rücu edeceği için burada ağır bir problem vardır.

Esasen, servet ve sermaye gelirlerinin korunduğu, ücret ve sair gelirlerinin ihmal edildiği bir bütçeyle karşı karşıyayız. Dolayısıyla hem savaşa yönlenmiş hem de sosyal yönü kısılmış bir bütçeyle karşı karşıya olduğumuz hakikati ortada. O nedenle biz bu tartışmayı yaparken öte yandan bunun bir politika tartışması olması gerektiğini düşünüyoruz. Neden ötürü, niçin bu kadar yüksek bir askerî harcama toplamı Türkiye’nin karşısına çıkıyor? Geçtiğimiz yıl, bir önceki yıl, ondan önceki yıllarla kıyasladığımızda neden? Bu soruyu Dışişleri Bakanına sorduk, İçişleri Bakanına sorduk, Millî Savunma Bakanına sorduk fakat hiçbirine doyurucu bir cevap alamadık, işin tuhaf tarafı da budur. Ben, doğrusu, somut bir tehdide somut bir karşılık olarak bir askerî harcama kalemini tartışabileceğimizi, kabul etmesek bile tartışabileceğimizi düşünüyorum. Fakat bu kadar ezoterik, içe kapanık, örtük bir dille imalar yoluyla bir savunma bütçesi artışını kabul etmek bana her şeyden önce irrasyonel geliyor, rasyonel bir düşünce bunu kabul edemez.

Fakat anlıyoruz ki bu politika öngörülerinden, Türkiye’yi yöneten parti, Hükûmet, Cumhurbaşkanı önümüzdeki dönem hem uluslararası alanda hem iç politikada çatışma dinamiğinin uzlaşma ve barış dinamiğinden yüksek olduğunu -daha teknik konuşmam gerekirse- daha gündelik tabirle konuşacak olursam, silahlı çatışmaların artacağı ya da artma eğiliminin yüksek olduğu varsayımına dayanıyor. Bunun toplumla tartışılması gerekirdi: Hangi sebeple hangi devletle çatışma ihtimalimiz var? İma edilen şey şudur: -Ben siyaha siyah, beyaza beyaz diyerek tartışmanın daha iyi olacağını düşünüyorum çünkü- basına baktığımızda, Hükûmetin tarafını tutan basına baktığımızda, Hükûmetin ve Cumhurbaşkanının açıklamalarından yola çıkarak şunu diyorlar: “Amerika’yla harp edeceğiz; var olanlar kalsın, olmayanlar gitsin .” Bunlar, Hükûmetin destekçisi olan gazetelerde her gün duyduğumuz sözler. Hakikaten böyle mi? Hakikaten bu mudur mesele? Bu, dünyanın en ciddi işlerinden biridir. Dünyanın en büyük devletiyle savaşmak şaka değildir, o kadar ciddi bir iştir ki bunun altına giren devletlerin bütün yurttaşlarını seferber etmesi, bütün kaynaklarını mobilize etmesi, hâkimiyet ve ittifak prensiplerini baştan sona gözden geçirmesi gerekir.
Öte yandan, oysa bu devlet de bizim başından beri eleştirdiğimiz ama bütün izleyen hükûmetlerin kabullendiği bir savunma paktının üyesidir. Dolayısıyla aynı savunma paktı içerisinde hasmane bir perspektif aslında son derece karışık, herkesin kafasını karıştıran bir tablodur -aslında bu değilse zaten hiçbir şey açıklayamaz. Türkiye’nin muhtemel çatışacağı güçler yakın vadede bu kadar büyük silah sistemleri satın almayı getirecek olan güçler Rusya olabilirdi, Suriye olabilirdi, Irak olabilirdi, Yunanistan olabilirdi. Bu ülkelerden Türkiye’ye tevcih edilmiş öngörülür bir tehdit olmadığına göre mevhum varsayılmış bir düşmanla çatışma perspektifi üzerinden kurgulanıyor. Şimdi, bu bir vehim değilse, hakiki bir durumsa o zaman Türkiye son derece stratejik bir yol ağzına gelmiş demektir. Bütün elli yıllık, 1945’ten bu yana, 1950’den bu yana hatta daha çok, altmış yıllık bütün savunma ve güvenlik siyasetini topyekûn değiştirmeye hazırlanıyor mudur? Soru budur. Eğer böyleyse o zaman bunun her şeyden önce dönüp yurttaşlarla konuşulması gerekir. İkincisi, eğer durum böyleyse içeride bir çatışma ve gerginlik korunamaz, muhafaza edilemez, böyle yaşanamaz. O zaman içeride bambaşka bir iç politika yolu takip edilmelidir.

Oysa 2018 boyunca olağanüstü hâlin devam ettirilmek istendiği açık ortada. Şimdi, o yüzden bu şartlar altında bütçe tartışması gergin bir tartışma hâlini alıyor bu hakikatler masanın üzerine konulmadığı zaman. Masanın üzerine konulduğu zaman o zaman biz vehim yerine hakikati tartışmayı tercih ederiz. Hakikaten böyle mi? Hakikaten böyle olduğunu bize ispatlamıyorsa -bütün veriler- o zaman şu soru gündeme gelir: Bunu Savunma Bakanlığı bütçesi tartışması sırasında da söyledim. O zaman Türkiye siyaseti bir askerî endüstriyel kompleksin baskısı altındadır. Eisenhower’ın 1951’de Amerika’yı ve dünyayı uyardığı “Evet, kuvvetli bir ordumuz ve savunmamız olması gerekir ama orduya silah, araç gereç ve teçhizat tedarik eden şirketlerin sürekli olarak askerî basınçlar altında hükûmetin siyasetini gütmesine de izin veremeyiz.” demişti. Amerika Birleşik Devletleri’nin o zaman da dünyanın en güçlü askerî kapasitesine sahip olduğunu biliyoruz. Bizim gibi kaynakları kıt bir ülkenin bu kadar yüksek bir silahlanma ve silah harcamasına acaba hakikaten rasyonel sebeplerle mi yoksa bu silah tedarikçisi şirketlerin baskısı altında mı yöneldiğini de soruşturmak hem hakkımız hem görevimiz. Üstelik bütün bu şirketlerin sadece bu işle uğraşmadıkları, bankacılıktan inşaata ve imalat sanayisine kadar Türkiye’nin finans kapitalini oluşturdukları ortadaysa o zaman bizim bu meseleye sosyal bütçe itibarıyla baktığımızda itiraz etmemizden daha doğal bir şey olamaz.

Ben, bütçenin, bu bakımdan saydam olmadığını ve bu bütçe tartışması sırasında hiçbir bakanlığın da bunu saydamlaştırmak bakımından bize yardımcı olmadığını düşünüyorum. Sonuç olarak, bizim başlangıç varsayımımız devam ediyor. Garo arkadaşımızın bütçenin ruhu bakımından söylediği vicdan ve adaletten yoksunluğa, ben aynı zamanda bütçenin barış değil savaş, uzlaşma ve özgürlük değil otorite yanlısı bir yönetimin politik ihtiyaçlarını tatmin eden bir mali düzenleme olduğu düşüncesiyle itiraz edeceğimizi söylemek istiyorum.

Kavgasız gürültüsüz bittiği için de teşekkür ediyorum.