Cizre’de halk, uluslararası hukuktan doğan direnme hakkını kullanmıştır

12 Eylül Cumartesi İstanbul’da toplanan Demokrasi ve Barış Konferansı Kalıcı Barış çağrısı yaparak “Cizre’de halk devletin ihlallerine karşı uluslararası hukuktan doğan direnme hakkını kullanmıştır.” dedi.

  1. COyKFu0VAAAkttW22 Temmuz Suruç katliamıyla yeniden alevlenen ve yüzlerce yurttaşımızın hayatına mal olan silahlı çatışma, var olan sorunları içinden çıkılmaz hale sokmakta, Kürt ve Türk halklarının birlikte yaşam olanaklarını adım adım tüketmektedir. Bu çatışmanın daha vahim boyutlara ulaşmadan, daha fazla can kaybı ve düşmanlığa yol açmadan sona erdirilmesi zorunludur. Bu amaçla, çatışan tarafları derhal ateşkes ilan etmeye ve çatışmasızlık ortamına dönmeye çağırıyoruz.
  1. Ocak 2013’ten başlayarak iki buçuk yıl süren çatışmasızlık hali, toplumun büyük çoğunluğu ve farklı kesimlerince benimsenmiş, büyük bir huzur sağlamış ve İmralı’da süren görüşmelerde barışa yaklaşıldığına dair umutlar doğurmuştu. Çatışmasızlığın sona erdirilmesi ve gençlerimizin yaşamlarının savaşta feda edilmesinin hiçbir anlaşılır ve haklı nedeni yoktur. Gelinen aşamada çatışmanın kim tarafından ve ne şekilde yeniden başlatıldığına ilişkin karşılıklı iddiaların hangisinin haklı olduğuna dair bir tartışmanın, içinde bulunduğumuz vahim durumu ortadan kaldırmak bakımından hiçbir yararı ve anlamı kalmamıştır.
  1. Geçmişte olduğu gibi bu kez de çatışma süreci toplumsal dokuyu ciddi biçimde etkilemeye başlamış, özellikle kadınların toplumsal konumunun değişmesine neden olmuştur. Her çatışma sürecinde olduğu gibi, kadınlar bir kez daha yeni rollere, yeni çevrelere, yeni ilişkilere savrulmaya başlamış; bir yandan ağır kayıplar yaşarken, diğer yandan toplumdaki eski konumlarını kabul etmez duruma gelmiştir. Çatışma süreci aynı zamanda ormanların yakılması ve ekolojik dengenin alt üst edilmesi ile birlikte doğanın dokusunu da tahrip etmeye başlamıştır.
  1. Toplumsal dokunun onarılması, kadını erkeği, genci yaşlısıyla toplumun barış ve refahının sağlanması sorumluluğunun esasen Anayasa ve uluslararası hukuk çerçevesinde devletin asli görevi olduğu tartışmasızdır. Birleşmiş Milletler Genel Kurulu’nda 15 Aralık 1978’de oybirliğiyle kabul edilen bildiride, “Her insan ırk, din, dil, cinsiyet ayrımı gözetilmeksizin doğuştan barış içinde yaşama hakkına sahiptir” denilmektedir.
  1. Öte yandan 10 Aralık 2010’da kabul edilen Santiago Bildirisi’nin 13. Maddesi’nde “Barışı ve barış içinde yaşama hakkını koruma yükümlüğü”nün devlete ait olduğu kayıt altına alınmıştır. Türkiye Cumhuriyeti, her iki bildirinin de imzacısı olarak yurttaşları karşısında barışı sağlama ve koruma yükümlülüğü altına girmiştir. Bu ilkeler ışığında barış içinde yaşama hakkının ayrımsız bütün yurttaşlarımız için sağlanmasını devletten talep ediyoruz.
  1. Santiago Bildirisi’nin 5. Maddesi’nin birinci fıkrasında belirtildiği gibi, “bütün halklar ve bireyler herhangi bir devlet tarafından düşman olarak görülmeme hakkına sahiptir.” Aynı yerde belirtildiği şekilde “tek tek veya herhangi bir topluluğa mensup bireylerin barış için tehdit oluşturan eylemlere karşı sivil itaatsizlik ve vicdani red hakkı vardır.”
  1. Hükümetin “terörle mücadele” adı altında, sivil halkın yaşam alanlarında sürdürdüğü operasyonlar hukuk devletinin temellerini ve insan haklarını vahim bir biçimde ihlal etmektedir. Nitekim Cizre’de son 2 haftada cereyan eden olaylar bunun çok açık bir örneğidir. Hükümetin operasyonlar için gerekçe gösterdiği “hendek kazılması”na orantısız bir şiddetle karşılık vererek hiçbir anayasal dayanağı olmaksızın Cizre’de 9 gün boyunca sokağa çıkma yasağı ilanı; sivil halkın yaşam alanlarını topa tutması; tıbbi yardımı engellemesi; elektrik, su, iletişim ve temel gıdaya erişimi önlemesi ve sonuçta aralarında kadın ve çocukların da olduğu 23 sivilin öldürülmesi “barış içinde yaşama hakkı” da dahil olmak üzere, bir dizi temel insan hakkının vahim ihlalidir.
  1. Türkiye’nin, devletin temel görevlerini inkâr ve yurttaşların temel haklarını ihlale devam ederek bu şekilde yönetilmesi imkansızdır. Cizre’de halk devletin ihlallerine karşı uluslararası hukuktan doğan direnme hakkını kullanmıştır. Ancak, aslolan devletin yurttaşlarının barış içinde yaşama hakkını güvence altına almasıdır. Süregiden çatışma, devletin bu hakkı sistematik olarak ihlaliyle daha da derinleşmektedir.
  1. Öte yandan HDP’nin, mutlak iktidar ve 400 milletvekili hedefi güden anlayış tarafından hedef gösterilmesi sonrasında, HDP binalarının ve Kürt esnafın planlı bir biçimde saldırgan toplulukların linç, kundaklama ve yağmasına maruz bırakılması çözümsüzlüğü bütün topluma yaymaktadır. Üstelik bütün bu ihlallerin güvenlik güçlerinin destek ve yönlendirmesiyle gerçekleştirilmesi çatışmanın çözümünü daha da güçleştirmektedir.
  1. Bütün bu gerçeklerin gösterdiği gibi, çatışmasızlıktan her uzaklaşma savaşın canlanmasına ve halklarımız arasında nefret ve kin duygularının doğmasına ve toplumsal dayanışmanın çökmesine yol açmaktadır. Bu duruma son verilmesi için tarafları,

– 28 Şubat Dolmabahçe Mutabakatı zeminine dönüşe çağırıyoruz.

– Sayın Öcalan’a uygulanan tecride son verilerek özgür ve eşit koşullarda ve kadın temsilinin de sağlandığı şekilde müzakere yürütülmesini,

– Müzakerelerin ve varılacak mutabakatların yasal güvenceye kavuşturulmasını talep ediyoruz.

12 Eylül darbe Anayasası’nın halen hüküm sürdüğü ve darbenin 35. yıldönümünde, 12 Eylül 2015’te 150 delegesiyle toplanan Demokrasi ve Barış Konferansı olarak, barışın toplumsallaşması ve gerçekleşmesi, tekrardan barış dilinin ve söyleminin kullanılması ve hakim kılınması, demokratik, eşitlikçi ve özgürlükçü yeni bir anayasa yapılması için adımlar atılması doğrultusunda tüm demokrasi, emek ve barış güçlerini, STK’ları, yurttaş girişimlerini, demokratik örgütleri, aydınları, sendika ve meslek odalarını, siyasi partileri, akademik çevreleri ve vicdan sahibi bütün yurttaşları ortak ve birlikte mücadeleye çağırıyoruz.