Erdoğan’ı çekilmeye halk zorlayacak

Halk geleceğe; o kadar çok çözüme ve barışa endeksli olarak bakmaya meyletmişti ki ansızın çatışmalar başlayıp cenazeler, tabutlar Türkiye gündemine girince kayıpların yakınları, asker-polis aileleri beklendiği gibi en önce PKK’ye ve HDP’ye değil AKP’ye tepki gösterdi.

12038147_890610584321200_270452282220777802_nOnlarca yıl sonra bir vesileyle 2015’te olup biteni araştıracak tarihçiler, sosyologlar, koca bir yılın iki gününün, 7 Haziran ve 1 Kasım’ın üzerinde sallanıp durduğunu, bu iki gün arasında yüzlerce insanın öldürüldüğünü, koca bir toplumun bir yanı faşizm, diğer yanı eşitlik ve özgürlük olan keskin bir bıçağın üzerinde yürüdüğünü görecekler. O zaman bugünleri nasıl yorumlayacaklarını bilmiyoruz, ama şimdi bu yılda yaşayan bizler için faşizmin kıyısında bir direniş, bir ölüm kalım savaşı bu. Üstelik işimiz 1 Kasım’da bitmeyecek, belki yeniden başlayacak. Ama nasıl? Geleceğin araştırmacılarının işini kolaylaştırmak için bu soruyu HDP İzmir Milletvekili Ertuğrul Kürkçü’ye sorduk. İşte yanıtları:

 Haziran öncesi büyük bir coşku ve umut, 7 Haziran’da sevinç, sonrasında ise savaşı ve katliamları yaşadık. Barışın eşiğinde olduğuna inanan toplum birden kendini bir kaosun ve travmanın içinde buldu. Umutlanmakta aşırıya mı kaçtık?

Bu, barış hayalinin kurulmasına yardımcı olduğumuz için kendimizi de eleştirmemiz gereken bir konu. Evet, toplum 7 Haziran’dan sonra hemen barışın geleceğini, HDP’nin de bunda başrolü oynayacağını varsaydı, söylemlerimizle bizim onlara bunu vaat ettiğimizi düşündü. Seçimlerin ardından başlayan savaş, HDP’nin bu savaşı durduramaması “Meğer HDP de barışı kuramazmış,” gibi bir hayal kırıklığı yaratmış olabilir. Oysa barış sadece bize bağlı değildi.

Bu hayal kırıklığı seçmeni HDP’ye küstürdü, ondan uzaklaştırdı mı, sizce?

Bir travma yaşandığını düşünebiliriz ama halk son tahlilde savaşı çıkaranın HDP olmadığını biliyor. Dolayısıyla faturayı buradan kesmiyor. Fakat savaşsız, çatışmasız bir dönem kurmanın tek başına HDP’nin elinde olmadığını görerek, onu tayin edici bir güç görüp görmemekte tereddüde kapıldığını söyleyebilirim.

Yüzlerce kişinin yaşamını yitirdiğini göz önünde tutarsak, özellikle asker-polis ölümlerinde, toplum iktidarın arzuladığı güçlü bir milliyetçi kabarma yaşamadı. Bu toplumsal farkındalığın iktidar aleyhine güçlendiğini mi gösteriyor?

Halk geleceğe o kadar çok çözüme ve barışa endeksli olarak bakmaya meyletmişti ki ansızın çatışmalar başlayıp cenazeler, tabutlar Türkiye gündemine girince kayıpların yakınları, asker-polis aileleri beklendiği gibi en önce PKK ya da HDP’ye değil AKP’ye tepki gösterdi. Devleti suçlayan bir retorikle çok sık karşılaşır olduk. Bu bizim açımızdan bir bilinç, yani kavrayış yükselişine işaret ediyor. Halk savaş ve barış meselesinde başrolü hükümetin oynamasını istediğini açıkça ortaya koyuyor, kaldı ki hükümet iki buçuk yıl boyunca zaten bu düşünceyi yaratmıştı. Halk da bu nedenle 90’lı yıllarda olduğu gibi “Devlettir, yapar” demedi, “Devlet ne yapıyor?” diye sormaya, sorgulamaya başladı.

AKP’li seçmen de buna dahil mi?

Bir kısmı için evet, ama burada bir başka açmaz var. Geçmişte zulüm ve eziyet karşısında daha çok ezilenden ve mazlumdan yana olan AKP kitlesinin bu sefer zalimin yanında saf tuttuğunu, vicdansızlığın kitleselleştiğini görüyoruz. Eskiden bu daha çok MHP’ye özgü bir davranış olarak görülürdü, şimdi AKP kitlesi de buna katıldı. Kendisinden olmayanlara zulüm ve eziyet yapıldığında “hak etmiştir,” diye düşünüyor ki bence bu çatışmanın en endişe verici yanı bu.

Ya AKP’nin oy oranı iddia ettikleri gibi yükselmişse, daha çok mu vicdansızla karşı karşıya kalacağız?

Toplumun istikrar ve sükunet umutlarını AKP’ye bağladığını, bizi bu beladan AKP çıkarır diye düşündüğünü sanmıyorum. AKP’nin etrafındaki tahkimatı zulüm yapmak üzerine sağladığını söylemeye çalışıyorum. Yoksa AKP’nin oylarını koruduğunu bile düşünmüyorum, gözlemim yüzde kırkın altında seyrettiği yönünde…

Anlaşılan sermaye de artık AKP’yi istemiyor ve CHP’yi destekler bir tutum izliyor.

Saptırılmış anket sonuçları da CHP’nin hak ettiğinden daha fazla oy alacağını gösteriyor. Anket şirketlerinin sermayeyle gönül birliği içerisinde bu saptırmayı yaptığını düşünüyorum. Çünkü şu an sermayenin AKP’nin alternatifi olduğundan emin olabilmesi için merkezden bir partinin müesses nizam içinde ileriye doğru çıkabilmesi gerekiyor. Ama ben CHP’nin bu kadar yükseleceğine ihtimal vermiyorum. Öngörüm AKP’nin bir puan daha gerileyeceği, bizim bir puan daha ilerleyeceğimiz, MHP’nin iki puan gerileyeceği, CHP’nin bir puan daha ilerleyeceği…

O halde başa, 7 Haziran’ın hemen ardındaki sürece döneceğiz. Öngörülerinizde nasıl bir koalisyon var?

Ben yaşadığımız sorunların seçim yapıldı diye son bulacağını düşünmüyorum. Davutoğlu bir konuşmasında ağzından kaçırdı, “Umarım üçüncü bir seçime mecbur kalmayız” dedi. Yani koalisyon arzusu o tarafta hiç yok. Seçimden sonra mesele, Tayyip Erdoğan’ın devletin başından indirilme meselesi olacak. Tayyip Erdoğan gayrı meşru şekilde orada durdukça, hükümeti hakkı ve yetkisi olmadığı halde oradan idare etmeye devam ettikçe, bugün artık bir darbe karakteri kazanmış AKP ülkeyi yönetmeyi sürdürdükçe bunun içinden bir koalisyon çıkmaz. Ben bu noktada halkın sadece temsilcileri vasıtasıyla değil, doğrudan doğruya siyasete girerek Tayyip Erdoğan’ı çekilmeye zorlayacağı yeni bir dönemin başlayacağını düşünüyorum.

Doğrudan siyasetle kast ettiğiniz nedir?

Halkın görüşlerini toplantılarla, gösterilerle, protestolarla, grevlerle, boykotlarla ifade etmesinden söz ediyorum. Türkiye’de gasp edilmiş bir hükümet ve gasp edilmiş cumhurbaşkanlığı yetkisi var. Nasıl erken seçim oluyorsa, pekala erken cumhurbaşkanlığı seçimi de olabilir. Bu sonucu bizzat Tayyip Erdoğan çağırdı. Ben “Anayasaya göre yönetmiyorum, yönetmeyeceğim” dedi. Yani anayasal denetimden çıktığını ilan etti… Şimdi bu meydan okuma ortada dururken hiçbir şey yokmuş gibi hükümet kuralım, Cumhurbaşkanı’na gidelim demek “Ortada kuyu var yandan geç siyaseti” olarak görülebilir. Böyle sonuç alınamaz çabalar bize daha kötü sonuçlara götürebilir.

AKP ve Erdoğan da iktidar için şiddetini daha da arttırabilir…

Arttırabilir, ama şiddet var diye demokrasi arayışından vazgeçemeyiz. Bu memlekette çok uzun bir demokrasi ve hak arama mücadelesi tarihi var, bu tarih içerisinde daha olgun bir şekilde devam edebiliriz. Dahası bence bu konuda başarı sağlayamaz, ileriye doğru adım atamazsak savaş daha derin boyutlar kazanabilir. Eğer çözüm ve müzakere zeminini yeniden kuracak hükümet ortaya çıkartılabilirse bu savaşı çok uzun bir süre için yeniden durdurabiliriz. Yoksa daha gümbürtüyle gelir, bölgesel gerilim kaynakları Türkiye’nin içinde dolaşmaya başlar.

AKP içinde çatırdamalar ayyuka çıktı, Abdullah Gül’ün, Bülent Arınç’ın açıklamaları, beşinci parti ihtimalleri… Bunlar size ne söylüyor?

Diktatörler her zaman hipermetroptur, her zaman burunlarının dibindekini görmezler. Bu gelişmeleri de görmüyorlar. Belki de zaten bu yüzden çok daha esaslı bir darbe inebilir. Bu da sadece AKP içinde değil devlet aygıtında da AKP’yi körü körüne destekleme eğilimini sarsabilir. O zaman görürüz Tayyip Erdoğan hakikaten bir faşistçik olabilir mi, Osmanlı Ocakları faşist bir örgüt olarak sokaklara çıkabilir mi? Bu şartlar, bu moral altında sokağa çıkarlarsa iki günde madara olurlar.

Peki, bu tablo içinde asker nerede duruyor?

Asker bu şartlar altında Kürt politikası dolayısıyla kayıtsız şartsız destek veriyor, ama diğer politikalarını benimsemiyor görünüyor. Askerin geçmişe göre daha liberal, daha demokratik bir zihniyete büründüğünü söylemek imkansız, ancak siyasete müdahale etme konusunda güçsüz, yönsüz ve buna arzusu yok gibi gözüküyor. Tayyip Erdoğan’ın iktidarını korumak için müdahale ve inisiyatif göstermeyecekler, her zaman olduğu gibi kendi güvenlik siyasetlerini gelecek hükümete devretmek için kulis yapacaklardır. Bu bakımdan mecliste HDP dışındaki bütün partilerle anlaşmaları mümkün gözüküyor.

Yeni denklemde Erdoğan’a yer yok

Bütün bu olasılıkları Ortadoğu’dan bağımsız değerlendirmek zor, siz Ortadoğu’da kartların yeniden nasıl dağıtılacağını, Türkiye’nin nasıl bir rol alacağını düşünüyorsunuz?

Ortadoğu politikalarında Tayyip Erdoğan ve Davutoğlu şu an mevcut büyük denklemi kabule zorlanmış gözüküyorlar ama buna gönüllü değiller. Hala gedik açmaya, kaçamak yaratmaya uğraşıyor, ümitsizce ve çaresizce çılgınca projelerden söz ediyorlar. ABD ve Rusya’nın hem rekabet eden ve çatışan hem de dayanışan, çelişkili ortaklık kurduklarını gözlüyorum. Bu çerçevede Tayyip Erdoğan’a yer yok, ama Türkiye’ye var. Kürtlerin Suriye’nin birliği içerisinde yer almaları halinde Türkiye’nin uluslararası politikayla uyumlu hale gelebileceğini düşünüyorum.(Berat Günçıkan/Özgür Gündem)