“Evet”in Ne Anlama Geldiğini Görmek İçin Trump’a Bakın!

komnews.com‘a konuşan Türkiyeli siyasetçi, sosyalist aktivist ve Halkların Demokratik Partisi Milletvekili Ertuğrul Kürkçü, Türkiye’deki son durumu ve yaklaşan referandum sürecini değerlendirdi.

Geçtiğimiz haftalarda, Brüksel’de ilk kongresini gerçekleştiren HDK Avrupa nedir? Sizce, HDK-A neden önemli ve hangi misyonları üstleniyor?

HDK-Avrupa, muhalif toplulukların aktif ortak bir muhalefet için yıllar sonra yaptıkları ilk sosyal ve politik hamle. Avrupa’daki sol-demokratik muhalefet, göçmen muhalefeti, kimlik muhalefeti konuları bağlamında bu yeni bir durum.

İkinci olarak, HDK-A sadece politik muhalefeti ikame etme değil, Avrupa’daki muhalifler, göçmenler ve ezilenler için hayatı, çalışma tarzını, insan ilişkilerini, iş ilişkilerini, sanat yapma tarzını, doğayla ilişkilerini değiştirme biçimidir. Avrupa’dakiler ile Türkiye’yi birbirine en çok bağlayan bu felsefi-politik bağdır.  Bundan 20-30 yıl önce Avrupa’da yaşayan Türkiyeli veya Kürdistanlı bir göçmen, geldiği yere nasıl lojistik destek verebileceğini, ne gönderebileceğini düşünürken, şimdi Avrupa’yı dönüştürebilecek sosyal mücadeleler için ne yapabileceğini ve bu bağlamda Türkiye ve Kürdistanla nasıl ilişki kuracağını düşünmeye başladı. Bu, hiç bir şekilde Türkiye ve Kürdistan’daki mücadelelerden uzaklaşmak anlamını taşımıyor. Tam tersine onlara rasyonel ve kompleks bir yoldan yaklaşmak için yeni bir hamle. O nedenle HDK-A’nın kurulmuş olmasını çok önemsiyorum.

Bir başka önemli nokta ise, Türkiye ‘kader anı’na yaklaşırken, Türkiye, Kürdistan ve Avrupa’nın baş gündemlerinin çakışması.  Türkiye referanduma giderken, Avrupa artık hukuken de göçmenlerin oy kullanabildiği bir ülkeler topluluğu ve burada yaşayan göçmenler Türkiye’deki gidişatta tayin edici bir role sahip olabilir. Dolayısıyla Avrupa’da yaşayan göçmenler, ana ülkelerinde faşizmin mi yoksa sosyal ve politik mücadele döneminin mi açılacağına karar verebilecek.

Bütün bu açılardan baktığımızda, HDK-A’nın kurulması için felsefi, politik, sosyal, tarihi ve aktüel neredeyse bütün unsurların bir araya geldiğini söyleyebiliriz.

Türkiye’de HDP’ye yönelik tutuklamalar ve operasyonlar gerçekleşti. Eş başkanlar dahil 12 HDP milletvekili tutuklandı. Bu duruma, Avrupa’daki demokrasi güçlerinin, Avrupa kamuoyunun ve Avrupa Parlamentosu gibi kurumların yaklaşımı nasıl oldu?  Bu kurumlar OHAL sürecine dair resmi olarak bilgilendiriliyor mu? Ek olarak, Avrupa Parlamentosunun bu konuda Türkiye’ye bir yaptırım uygulama gündemi var mı?

Avrupa’da kamuoyu oluşturma mekanizmaları, insan hakları dernekleri, düşünce kuruluşları, hak savunucuları ve medya bağlamında Türkiye muhalefeti tarihinin en itibarlı dönemini yaşıyor. HDP’ye yönelen şiddet Avrupa’da büyük bir kızgınlıkla karşılandı. HDP’nin, kendisine yönelen şiddet, hukuksuzluk ve fütursuz otoriterlik karşısında geri çekilmeksizin mücadeleye devam etmesi ve toplumsal muhalefete ön ayak olması da lehe bir puan kazandırdı.

Avrupa kamuoyu, Türkiye’de 15 Temmuz sonrası ilan edilen OHAL sürecinde girişilen şiddete, baskıcı ve olumsuz uygulamalara dair çok iyi bilgilendirildi.  Özellikle, Orta Doğuda IŞİD’e karşı mücadele eden en büyük güçlerden biri olan Kürtlerin ve onların temsilcilerinin, Türkiye’nin süregelen OHAL sürecinde  AKP tarafından eziliyor olması da Avrupa’da tepkilere yol açtı.

15 Temmuz sonrası Türkiye’de KHK’larla emek güçlerine karşı girişilen tasfiyeler de Avrupa‘daki sendikal hareketler ve insan hakları kurumlarında karşılık buldu. Fakat bu durumun politik kurumlara ve hükümetlere aynı şekilde yansımadığını görüyoruz.  Esasında Avrupa’da -Türkiye’nin siyasal iliskiilişkileri bakımından – iki önemli kurum var; Avrupa Konseyi Parlamenter Meclisi (AKPM) ve Avrupa Parlamentosu. Bu iki kurum bazında da, talepler iletildi, tavsiyeler verildi. Ancak tavsiyeler, Bakanlar Kurulu düzeyinde bir yaptırıma dönüşmedi. Bunun nedeni, büyük kapitalist çıkarlar ve uluslararası pazarlıklar gözetilerek, Tayyip Erdoğan hükümetiyle anlaşma yolunun seçilmesi. Yürütücü kurumlardaki egemen tahayyül Tayyip Erdoğan’ın eninde sonunda bu kapitalist gerçeklikle yüz yüze kalacağı ve  bu sınır tanımayan azgınlığın gerçeklik duvarına toslayacağı.  Ne var ki, o andan sonra alacakları kararlar, hiç de bizim beklentilerimizi karşılayacak güçte olmayacak.  Halbuki kamuoyu açısından önemli olan bugün akan kanı durdurmak, bugün IŞİD’i önlemek,  bugün Erdoğan’ın zulmünü önlemek ve iktidardan uzaklaştırmaktır.

Bizim açımızdan Avrupa’daki bu iki kurumun anlamı şudur: Türkiye hem birliğin aday ülkesi hem de konseyin kurucu ülkelerinden biri olarak, Avrupa’yla bağlayıcı bir ilişki içerisinde.  Dolayısıyla bu kurumlardan gelen eleştirilere kulağı açık ve o kadar da aldırmazlık edemiyor. Fakat yine de hükümet, muhafazakarlar ile kurduğu blok ve parayla satın aldığı insanlar aracılığıyla  daha sert yaptırımların önüne geçebiliyor.

HDP’nin AKPM de iki asil üyesi var, ben ve Filiz Kerestecioğlu. İki de yedek üyemiz var Hişyar Özsoy ve Feleknaz Uca. Çabalarımıza meclis ve komisyonlar içinde karşılık bulsak da, Türk dış politikası hariciye bürokrasisi aracılığıyla başkentler üzerinden bizim çabalarımızı aşabiliyor. Tabii ki, çoğunluğu AKP’lilerden oluşan 18 kişilik Türk delegasyonunun karşısında iki kişiyle yapılabileceklerin de sınırı var. Fikirleri itibar görmese de, hükümetin teşebbüsleri karşılık buluyor.

Ancak Türkiye’deki iç muhalefet güçlenmedikçe, CHP Avrupa’daki konseylerde, forumlarda sesini yükseltmedikçe sadece HDP’nin sesiyle buralarda kalıcı güncel karşılıklar bulmamız kolay değil. Aslında Avrupa hükümetleri de Erdoğan’ın politikalarından rahatsız ama dediğim gibi kapitalistler ve muhafazakarlar arasındaki pazarlıklar söz konusu.

Merkel’in son Türkiye ziyareti üzerinden bu rahatsızlığı gözlemlemek mümkün mü?

Merkel ziyareti bugüne kadarki eleştirilerin o cenahta bir karşılık bulduğunu gösterdi. Erdoğan’la girdiği “İslamcı/İslamist” tartışması da AKP hükümetinin IŞİD’le yakınlığı meselesini diplomatik bir dille  gündeme getirdi.  Kısaca diyebiliriz ki,  uluslararası çıkarlar gözetilerek göz göre göre uzlaşmaya çalışılıyor. Avrupa hükümetleri burunlarını tutarak da olsa kendilerini o kokuya tahammül etmek zorunda hissediyorlar.

16 Nisan’da referandumla oylamaya sunulacak anayasa değişikliği Türkiye’ye neler getiriyor? AKPM bu değişikliği nasıl değerlendirdi?

AKPM’nin bir anayasal uzmanlık kuruluşu var: Venedik Komisyonu.  Venedik Komisyonu önümüzdeki günlerde bu değişiklik üzerine raporunu ortaya koyacak. Bu raporun büyük ölçüde olumsuz olacağına eminim. Çünkü en başta kuvvetler ayrılığı prensibinin imha edildiği bir değişikliğe olumlu rapor verilemez.  Ancak bu rapor değişiklik mecliste oylanmadan önce yayınlanmalıydı, artık Türkiye açısından bir yaptırımı yok. Türkiye bu anayasal değişikliğinin ardından bir faşist diktatörlüğe dönüşecek olursa raporun olumsuz olup olmaması hiçbir şeyi değiştirmeyecek, çok geç kalındı.

Anayasa taslağı mecliste oylandıktan sonra 12 gün gecikme ile cumhurbaşkanına iletildi. Bu gecikmenin nedenine dair bilginiz var mı?

Bu konuda çeşitli spekülasyonlar var: AKP’lilerin taslak üzerinde Erdoğan için tam başkanlık manasına gelen kasıtlı imla yanlışların yaptıkları söylendi. Ama asıl mesele, Tayyip Erdoğan’ın 15 Temmuz’dan beri kendisine zaman kazanmak istemesidir. Darbe sonrası bu değişikliğin kendisine evet oyu getireceğini hesap ediyordu. Ancak ilk anketlerde evet oyu, hayır oyunun önünde olmasına rağmen, zamanla hayır oyuna kayan geniş kararsız bir kitlenin varlığı gözlemleniyor. Eğer tasarı mecliste onaylanıp kendisine gönderilseydi, ertesi gün de kendisi onaylasaydı, referandum tarihi 1 ay erkene alınacaktı. Geciktirmenin eksikleri telafi edeceğine ve AKP’ye daha uzun bir propaganda zamanı kazandıracağına duyulan güvenle ilgili bir durum olduğunu düşünüyorum.

OHAL koşullarında referanduma gitmek demokrasi açısından sorunlar doğabilir. Bu konuda ne düşünüyorsunuz?

OHAL koşullarında referanduma gitmek bir yana, hiçbir şey yapmamak lazım. Hatta OHAL yapmamak lazım. Fakat başımıza geldi. Buna verilebilecek üç yanıt olabilir: Birincisi pasif boykot yani apolitik davranmak. İkincisi aktif boykottur, ancak bu da Erdoğan’ın iktidarını güçlendirmiş olur. Boykot, Erdoğan’ın kaybetmesine neden olabilecekken, kazanmasına göz yummak ve kazanmasının meşru görülmesine neden olmak demektir. Zaten Erdoğan’ın matematiği bunun üzerine kurulu; Hayır diyecek seçmeni sandıktan uzaklaştırmak, Evet diyecek seçmene de kendi zaferinin mutlak olduğu düşüncesini aşılamak için OHAL ilan etti.

Üçüncü ve doğru tavrın Hayır oyu kullanmak olduğunu düşünüyorum. Bu referandum Türkiye halkları için Erdoğan’ı durdurmak için bir fırsattır. OHAL koşullarında birçok hakkımız elimizden alınsa da boş durmamak, çalışmak ve Hayır oyu cephesini büyütmek zorundayız.

Tayyip Erdoğan ile Trump’ın iktidarları son dönemde fazlaca karşılaştırılıyor. Referandumdan Erdoğan’ın başkanlığına yol açan bir sonuç çıkarsa ‘Trump benzeri’ politikalar izlemesi muhtemel midir ve sonuçları ne olabilir?

Sandıkta Evet çıktığı taktirde ne olacağını görmek istiyorsanız, Trump’ın Amerika’sına bakın, Erdoğan’ın neler yapabileceğini hayal edin. Üstelik Türkiye’de ABD’deki gibi bir denge ve fren mekanizması olarak muazzam güce sahip bir yargı yok. Türkiye’de yargı hükümetin elinde bir oyuncağa dönüştüğü için, eline bütün yetkileri geçirmiş bir Erdoğan’a karşı, yargıdan elde edilebilecek bir direnç kapasitesi yok.  Kimi kesimler, bu direnç mekanizmasını ordu olarak görse de bugün silahlı kuvvetler geçmişteki gibi hükümeti frenleyici bir güce sahip değildir. Silahlı kuvvetlerin geçmişteki icraatlarına bakarsanız, din bahsi hariç Erdoğan hükümeti ile hemen hemen bütün otoriter eğilimleri paylaşmaktadır, herhangi bir fren görevi görmez. Sonuç olarak, hukuki ve askeri avantajı da eline geçirmiş bir Erdoğan, Trump’dan daha tehlikeli olabilir.

Referandumdan Evet yada Hayır tavrının çıkması durumunda Türkiye’de neler değişebilir? İki senaryoyu da değerlendirebilir misiniz? 

Şahsi fikrim, referandumda Evet çıkarsa bu son derece küçük, marjinal bir üstünlükle olacaktır. Bu da, Türkiye’de git gide artan bir iç gerilim demektir. Erdoğan, gece yarısı genelgeleriyle (KHK) toplumu kendi programı istikametinde tepelemeye girişecektir. Buna karşılık da büyük bir direnç oluşacaktır. bu direncin örgütlenmesi çok önemlidir. Sandıktan Evet çıkması faşizmin kurumsallaşması demektir.

Hayır çıkarsa, Erdoğan Hayır sonucunu tanımama yönünde bir gayret gösterebilir, bu çok muhtemeldir. Fakat bu durumda, hukuki ve siyasi avantajlar bizde olacağı için Erdoğan’la  yeni bir mücadele için elimiz güçlenecek. Önce OHAL’in iptal edilmesi, sonra Erdoğan’ın istifaya zorlanması ve ardından bir kurucu meclis için erken seçim talebiyle bir program planlayabiliriz.

Yapmamız gereken, Hayır kampanyası sırasında oluşmaya başlayan demokratik bloğu daha sahici zeminlerde kurmaya devam etmektir. Tabi ki, Kürtlerin özgürlük mücadelesinin bu dönemde takınacağı tavır çok önemli. Uluslararası koşullar önemli, bugüne kadar Tayyip Erdoğan’a karşı tutum almış olan uluslararası güçlerin tavır değiştirmesi muhtemeldir, Rusya ile olumlu gibi görünen ilişkilerin değişmesi muhtemeldir. Kısacası, bir çok faktör bizi diri, uyanık ve her şeye hazırlıklı olmaya davet ediyor. Bunun hakkını vermemiz lazım.

Röportaj: komnews.com/Duygu Yıldız

For English: https://komnews.com/turkeys-future-worse-than-trumps-america-if-yes-wins-in-referendum-says-opposition-hdp-deputy/