Güçlü bir siyasal ittifak yaratmak istiyoruz

“Türkiye’de mevcut iki kutuplu hakimiyet rejimini yararak emekçileri, halkı, toplumu bölen bu rejim içi kutupsallaşmanın ötesine seslenen bir muhalefet koalisyonu, ittifakı oluşturmak istiyoruz.”

Geçtiğimiz Mayıs ayında 1. Genel Kurulunu gerçekleştiren Halkların Demokratik Kongresi (HDK) bir parti kurarak, Yerel Seçimlere, Cumhurbaşkanlığı ve genel seçime etkin politik müdahale kararı almış ve Türkiye’de demokrasinin kazanılması, Kürt sorununda barışçı ve eşit haklara dayalı demokratik bir çözüme yönelik müzakerelerin başlatılması gerekliliğinin önemini vurgulamıştı.
HDK yürütme üyesi ve sözcülerinden BDP Mersin Milletvekili Ertuğrul Kürkçü, 1. genel kurulun ardından alınan parti kurma kararını değerlendirerek, sorularımızı yanıtladı.

Genel kurulda HDK olarak nasıl bir tabloyla karşılaştınız?

Genel olarak kongrenin süreci ve sonucu olumlu karşılandı. Ben de olumlu görenlerdenim. İki nedenle olumlu olduğunu söyleyebilirim, birincisi salonun elverişsizliğine, kongrenin organize edilmesindeki aksaklıklara ve toplantı tarihinin sık sık değiştirilmesine rağmen güçlü bir katılımla gerçekleşti. Ama daha önemlisi önceden seçilen meclis delegasyonunun yarısı yoktu, ancak bunların yerine HDK aktivistleri kendi bölgelerinden gelerek katılmışlardı, biz onları eski delegasyonun yerini almış olarak kabul ediyoruz. İkincisi hemen hemen bütün bölgelerde bir organizasyonun gerçekleşmiş olduğunu görüyoruz. HDK diye bir varlık kendisini bulunduğu zeminlere yerleştirmiş, burada da bir eylem kapasitesi kazanmış görünüyor bu önemli. Bir diğer olumlu nokta ise kadınların katılımı yarı yarıya yakındı, eşit değil belki sayı olarak kadınlar daha azlar fakat, kadın katılımında hiçbir düşme yok aksine artış gözledik bu da önemli.

Tesbit ettiğiniz eksiklikler var mıydı?

İki tane zaaftan söz edilebilir, ilki gençliğin katılımı yine sınırlıydı. Gençlik denilince üniversite öğrencileri anlaşılıyor genellikle ancak, ben bu kavrayışa karşıyım. Üniversite öğrencilerinin katılımı gençlik hakkında bir bilgi vermez. Çünkü bugün siyaseten ve iktisaden faal gençler üniversiteye gidecek ne güç, ne heves, ne de imkan bulamıyorlar. Üniversite öğrencileri daha çok katılsaydı, ‘gençlik katılımı sağlanmıştır’ diyemezdik. İkincisi Kürdistan meclislerinden katılım sınırlıydı. Buralarda HDK’nin anlamı konusunda bir zihin açıklığının olmayışı bu durumun sebebi ve biz bunu biliyoruz. Oralarda yaşayanlar bu konuda da haksız değiller. Çünkü Botan, Serhad bölgelerindekiler için zaten BDP, DTK, mahalle, ilçe, kent konseyleri gibi örgütleri bunların bütün faaliyetlerini kapsıyor, dolayısıyla HDK daha çok karma nüfusa sahip il ve ilçelerde anlamlı olabilir. Örneğin Malatya, Antep, Adıyaman gibi illerde HDK daha çok tırnak tutturmalıydı, fakat buralarda Hakkâri ve Van’a nispetle daha çok tırnak tutturulmuş değil. Fakat BDP buralarda çok sistematik olarak çalışıyor.

Kürdistan’da HDK ile ne yapılacağı konusunda bir kafa karışıklığının olduğunu söylüyorsunuz, bunu biraz açabilir misiniz?

Buradaki mesele nesnel, öznel değil. HDK ile şimdi yaptığından fazla ne yapacak? Onunla hangi işini görecek? Sorularına onlar kendi hayatlarında bir karşılık bulamıyorlar. Çünkü HDK’deki mevcut bileşenlerin BDP ve BDP ile bağlantılı kurumları dışında hiçbirisinin örgütleri mevcut değil. Türkiyeli sosyalist partiler, çevre örgütleri, taban örgütleri, meslek kuruluşları zaten DTK bünyesinde örgütlenmiş durumdalar, HDK orada fuzuli gibi duruyor. Şimdi o nedenle burada BDP’ye düşen görev bunun manasını, yararını ve HDK’nin Türkiye’nin batısında esasen kendini ifade edeceğini ve HDK etkinliklerinin düzleminin DTK etkinliklerinin düzleminden farklı olduğunu anlatabilmek. Tabii bu hala zor, şöyle ki, DTK Kürdistani bir örgütlenme HDK ise bir sosyal örgütlenme. Kürdistani bir örgütlenmenin içinde bütün sosyal kuruluşlar olabilirler fakat onların gündemi genellikle politik bir gündem, oysa HDK’nin gündemi 6 eksenli bir gündem. Bu gündemleri içermesi bakımından belki Kürdistan’daki HDK meclislerine bir yön vermek, şuur kazandırmak önemli.

Batıda durum nasıl? Diğer bileşenlerin HDK’yi kendi tabanlarına anlatmakta güçlük çektiği ifade ediliyor…

Tabanlarına anlatmakta güçlük mü çekiyorlar, yoksa tabanları anlamakta bir güçlük yaşıyorlar, ya da onlar anlatmayı henüz bir görev olarak bilince çıkaramamışlar, bunları farklı biçimlerde mütaala edebiliriz. Batıda en aktif HDK bileşenleri siyasi partiler ve bu yapılar geçmişten gelen eski alışkanlıkları dolayısıyla HDK’yi bir cephe, temsili olarak katıldıkları bir kurum olarak görme alışkanlıklarından kurtulabilmiş değiller, ancak haklarını teslim edelim buna karşı mücadele ediyorlar. EMEP olsun, EDP olsun, ESP olsun bu eğilimi gidermek ve HDK’yi kendi kurmakta olduğumuz ve bütün gövdemizle katıldığımız bir yapı olarak kavratmak konusunda çaba gösteriyorlar. Ancak algı merkezden tabana doğru yayılırken bazı kırılmalar oluyor, o yüzden bunun anlatılması için çok faal olarak çalışmak lazım. Tabii kitle bunu kimi yerlerde büyük bir hızla kavradı, kimi yerlerde ise örneğin Afyon’da EMEP’ten başka bir bileşen nerdeyse yok, yani orada HDK, EMEP olarak gözüküyor. Bence bunun kendini en iyi gösterebildiği yerler İstanbul, Eskişehir, Antakya, Mersin, Antalya gibi hem Kürt Özgürlük Mücadelesi’nin, özel olarak da BDP’nin görünür bir etkinliğinin olduğu; hem de öteki politik güçlerin ve sosyal hareketlerin faaliyet gösterdiği yerler. Ankara’da temsili düzeyde her şey var fakat Ankara’nın bir özelliği, öteden beri sosyal hareketlerin biraz köksüz cereyan etmesi…

HDK’yi ortaya çıkaran mesele nedir? 
Türkiye’de hakimiyet rejimiyle mücadele halinde olan bütün sosyal ve politik güçlerin, kültürel ve düşünsel mücadele güçlerini bir araya getirerek bunlara bir politik doğrultu kazandırmak. Biz “Politik olanı toplumsallaştırıyoruz, toplumsal olanı da politikleştiriyoruz” diyoruz. Türkiye’de egemenlik rejiminin iki kutbu var, bunlar birbiriyle rekabet halindeler, bunun bir ucunu AKP ve O’nun etrafında toparlanan milliyetçi- muhafazakar koalisyon oluşturuyor. Öbür ucunu ise CHP ve kısmen MHP’yi de ekleyebiliriz, otoriter-ulusalcı eğilimler oluşturuyor. Her ikisi de rejimin bekaası, rejimin korunması için birbirlerine ve halka üstünlük sağlama peşindeler, Türkiye siyaseti bu iki kutup etrafında şekilleniyor. Biz bu kutupsallığı yararak üçüncü bir doğrultu, hat, blok, cephe adına ne dersen de, oluşturarak emekçileri, halkı, toplumu bölen bu rejim içi kutupsallaşmanın ötesine seslenen bir muhalefet koalisyonu, ittifakı oluşturmak istiyoruz. Bu muhalefet sadece siyasal değil, çeşitli düzeylerde bir muhalefet. Biz bu kutuplaşmanın ötesine seslenen siyasal muhalefetin tamamını buraya çağırdık. Zaten Emek, Demokrasi ve Özgürlük Bloğu’nu oluşturan bütün güçler burada. Blok’ta olmayan ESP ve Odak da katıldı. Tabii hala sosyalist ve radikal soldan buraya katılmayan, katılmasını beklediğimiz ve katılmasından fayda bulduğumuz kesimler var.

Genel kuruldan çok önemli bir karar çıktı ve sonuç bildirgesinde bir parti kurarak siyasi sürece müdahale edeceğinizi açıkladınız…

HDK başlangıçtan beri iki düzlemde faaliyet göstereceğini kayıt altına almıştı. Birinci düzlem toplumsal ve politik mücadeleler ekseni, diğeri ise parlamenter mücadele ekseni. Bu parlamenter mücadele ekseninin üzerinde yürüyeceği bir ortak politik partiye kavuşma meselesi başlangıç hedefleri arasında zaten vardı. Biz bu kongrede bu hedefin şimdi güncelleştiğinin altını çizdik. Bu politik parti HDK’nin bütün temel kriterlerine uygun olarak gerçekleşecek. Şöyleki böyle bir parti var diye HDK’ye katılan güçler kendi bayraklarını aşağıya indirmek zorunda değiller. Yani politik partiler, sendikalar, dernekler, yurttaş inisiyatifleri aynı şekilde varlıklarını muhafaza edecekler. Zaten bunlar birbirlerine ve bir politik partiye dönüşemezler, bizim de dönüştürme derdimiz yok. Seçim dönemlerinde ve ulusal ölçekte yapılan oylamalarda, bir ortak parti hedefinin olmayışı, politik partiler eliyle yürütülen siyaset alanında bizim ittifaklarımızı görünürden uzak kılıyordu. Burada bir husus önemli, istemeyen buraya katılmak zorunda değil, mesela bir x partisi diyebilir ki, “ben bu kongrenin her günkü faaliyeti içerisinde yer almaya devam edeceğim. Ama bu partiye katılmak istemiyorum. Seçimlere ayrı gireceğim. Ya da “Biz her günkü mücadeleye katılacağız fakat bu parti bizim için sınırlayıcıdır” diyecek. Örneğin bir kadın örgütüne “hayır, katılmak zorundasın ya parti ya da kongre” demiyoruz. Ya da tersi olabilir. Bu part ile oluşacak seçim blokuna katılmak isteyecek politik güçler vardır. Onları da kongreye katılmaya zorlayacak değiliz. Yani, bu parti bizim için bütün alanı süpüren, geniş bir süpürge görevi görecek. Seçimlerden sonra yeniden uykuya dalabilir veya rutin bir faaliyet sürdürebilir. Ancak esas olan kongredir.

Parti kurma kararıyla politik hedeflerinizi de belirlediniz mutlaka…

Özellikle yerel yönetimler seçimleri bizim için çok önemli, çok kritik. Yerel yönetimler seçimlerinde biz hem Kürdistan’da hem Türkiye’de AKP’nin karşısına çok güçlü bir sosyal ve politik ittifak yaratmak istiyoruz. Gerçekten aşağıdan yukarıya, demokratik, sosyal ve hak eksenli bir mücadele yürüten yeni bir politik odağın doğmuş olduğunu ispatlamak iddiasındayız. Dolayısıyla bu iki seçeneğe karşılık bir siyasal mücadele yürüteceğiz. Çünkü AKP, Türkiye’nin batısında da Kürdistan’da da, kıyılarda da, AKP’nin birinci parti olduğunu iddia edecek, Türkiye’yi tek başına yönetmeye bir tek parti diktatörlüğüne “Türkiye onay vermiştir” demek isteyecektir. O yüzden Kürdistan’da Van’ı, Diyarbakır’ı devirmek Güney’de Antalya’yı, Ege’de İzmir’i, Karadeniz’de Trabzon’u, Ordu’yu almak ihtiyacı içindedir. Bunun için de baskılarını sürdürüyor. Bu yüzden HDK’nin burada sürdüreceği mücadele, her iki kanat karşısında da pozisyon elde etmesi, özellikle Kürt sorununun çözümünü ve demokratik bir anayasa konusundaki iddialarını, üzerinde yürüteceği bir mesnet kazandıracaktır. Cumhurbaşkanlığı seçimleri de çok önemli. Üzerinde büyük bir ittifakla mutabakata varılmış bir aday çevresinde pekala güçlü bir propaganda sürdürebiliriz. Biz başkanlık rejimini istemiyoruz.

CHP’nin son hamlesini ve CHP’yi nasıl değerlendiriyorsunuz?
“Deniz Baykal’ın dönemi ile Kılıçdaroğlu’nun dönemi aynıdır, CHP değişmedi, aynı CHP” şeklinde yaygın bir algı var. Ben doğrusu bu değerlendirmeye katılmıyorum, boş laf olarak görüyorum. Kılıçdaroğlu döneminde CHP’de bir değişiklik olduğunu görmemiz gerekiyor. Öncelikle CHP nesnel koşullar sebebiyle değişmeye mecbur bırakılmıştır. Silahlı Kuvvetlerle, CHP arasındaki zımmi ittifak çökmüştür. Hem AKP’nin desteklediği Cemaat güçleri ve özel yetkili mahkemeler eliyle bu bağı oluşturan bir Atatürkçü subaylar kolu kırılmış ve cezaevine konulmuştur. İkinci bu ittifakın gerekli olduğuna dair ön kabuller de bununla beraber çökmüştür. Dolayısıyla CHP’nin kendisine yeni bir yön tayin etmesi gerekiyordu. Ancak CHP, kendisini bir siyasi heyet olarak bu yıkılmış ittifakın yerini almaya yönlendiriyor. Türkiye’de siyaset strüktüründe bir değişiklik var. CHP’yi bu bakımdan izlemek ve hafife almamak gerekir. Öbür taraftan da Kürt halkının bugünkü mücadelesiyle gelmiş bulunduğu kendi kendini yönetme kapasitesine karşı, Tayyip Erdoğan rejimi ile birlikte devleti restore etme çabası içerisine girmiş olduğunu ispat etti. CHP’nin son derece zamansız ve yetersiz adım attığını düşünüyorum. CHP bu adımı bir demokratik ittifak geliştirmeye çalışarak yapabilirdi. Oysa şu an AKP ile ittifak kurmuş gibi oldu. Ve bu son derece zayıf, kırılgan bir ittifak. Çünkü Tayyip Erdoğan bu ittifakı kendi güvenlik önlemlerine CHP’yi ortak etmek üzere manipüle etmeye girişti. Diğer taraftan BDP ile yüzleşme basıncından kurtulmuş oldu. BDP ile kendi arasına CHP tamponunu sokmuş oldu. Bütün bunlar itibariyle bakarsak, CHP iktidar alternatifi olma iddiasına görünürlülük kazandırmak için bu hamleyi yapmak zorundaydı. Şu an itibariyle iktidar alternatifidir.

AKP neden bu ipe sarılmak zorunda kaldı?

AKP Kürt meselesinde uyguladığı güvenlikçi politikalar sebebiyle, hem kendisine oy veren Kürt tabanından uzaklaştı, hem liberallerle hem de Cemaat’le çatışma içerisine girdi. AKP üç cephede birden çarpışıyor. Özellikle Roboskî Katliamı’ndan sonra toplumun tamamının vicdanında, MHP’liler de dahil, AKP mahkum olmuş durumda. Bu o kadar ağır bir vicdan yükü ki, kimse bunu taşımak istemiyor ve adım adım AKP’ye sırtını dönüyor. Tayyip Erdoğan’ın azgınlaşması, avaz avaz bağırmaları, höykürmeleri, yalvarmayla karışık olarak yaptığı tehditlerin gerisinde Roboskî Katliamı’nın yarattığı büyük manevi kırgınlık var. Bu manevi kırgınlık sadece Kürt halkı arasında değil, bu hoyrat, nobran, diktatoryal davranışın kalbini kırdığı İslami unsurlar da var. Bunu fırsat belleyerek O’nun ocağına incir dikmeye hazırlanan kendi ittifakı içinde güçler de var. Bütün bunların toplamı itibariyle, AKP o kadar zor bir durumdaydı ki, iktidar alternatifi olan CHP’nin ipine sarıldı.

CHP’nin değişim sinyali vermesi sizce sol kesimler içinde bir saflaşmaya yol açar mı?

CHP bu manevraları ile sosyalist solda da bir yarılma yaratmaya adaydır. Daha şimdiden HDK’ye karşılık, CHP’nin hattına yanaşmaya aday olduklarını gösteren kesimler vardır. Buradaki mesele zaten siyasi olarak bir radikal demokratik dönüşüm, bir demokratik devrim mi, yoksa anayasal reformlar mı? Tartışmasını bir kere daha gündeme getiriyor. Elbette bizim önerdiklerimiz de BDP’nin ve Emek, Demokrasi ve Özgürlük Blok’unun önerdikleri de kendi başına bir devrimi ifade etmiyor ama son derece net bir aşağıdan yukarıya doğru demokratik dönüşüm öneriyor. Dolayısıyla HDK’nin kendini bağlı saydığı Emek, Demokrasi ve Özgürlük Bloğu’nun seçim bildirgesindeki Demokratik Cumhuriyet, Demokratik Özerklik eksenli demokratizasyon perpektifi ile vatanın bütünlüğü, terörle mücadele ve bireysel haklar eksenli bir otoriter demokrasi yönelişi arasında son derece ciddi bir fark var. Ve soldan buna yanaşanlar da aslında bu operasyonun gölgesinde yer alıyorlar. O nedenle ben CHP’nin attığı bu adımın, son derece cılız ve yüzeysel bir biçimde ilerliyor olsa da yeni bir saflaşmaya yol açtığını düşünüyorum.

Açılış konuşmanızda sosyalistlere demokrasinin dilini öğrenme çağrısında bulundunuz…

Doğru, bunu önermemizin nedeni şudur: Bu çok eski 50-100 yıllık bir düştür. Marx, manifestoya eşlik eden komünist partisinin Almanya’daki taleplerini yazdığında çok açık olarak ortaya koymuştu. O günden beri de değişmeyen bir taktiktir. Proleterya, sosyalistler, devrimci parti kaçınılmaz olarak önce bütün toplumun, ulusun, halkların öncüsü durumuna yükselecektir ve buraya yükselmesinin biricik gereği ve anlamı onun demokrasiyi fethetmesidir. Bu demokrasiyi fethetme süreci içerisinde kendi tarihsel taleplerinin ufkunda yol alabilir. Dolayısıyla bütün ezilenlerin sözcüsü olmadıkça kendisinin sözcüsü de olamaz. O nedenle, sosyalistler ve komünistler, Kürt’ün, Arap’ın, yoksulun, kadının, çocuğun hakkı için de mücadale ederek kendi hakkı için mücadele eder hale gelebilir. Şimdi bu dille konuşmak bütün gün ücret konuşmaktan daha farklı bir şeydir. Aslında sosyalist siyaset, hiçbir zaman ücret ve çalışma koşulları üzerinde yürütülemez. Bu sendikacının görevidir, siyasetçinin görevi değildir. Sendikacı bu işi yapacak, sosyalist sendikacıyı bu mücadelesinde destekleyecektir. Ama bütün yurttaşların olduğu yerden konuşacaktır. Şimdi bu dili öğrenmezseniz, sabah akşam işçi sınıfının çıkarını köylünün, kadının, Kürt’ün çıkarından ayrı onun üzerinden gösterirseniz, zaten bu herşeyden önce propaganda dili olarak baştan sona yanlıştır. O nedenle bu dilin kurulması öğrenilmesi bu pratikler içerisinde olabilir. Böyle oldukça da başarı kazanılacaktır.

Geçtiğimiz 1 Mayıs’ta kendisini her hangi bir grupta göstermeyen kitlelerle karşılaştık. 

Bu 1 Mayıs’ta sözüne ettiğimiz bu yaklaşımın doğrultuyu böyle kurmanın, gerçekliği ve doğruluğu kendini bir kez daha ispat etti. 1 Mayıs Meydanı‘na derdi olan herkes geldi. Eskiden bu derdi olan her solcu iken, şimdi birbirini anlama, birbiriyle konuşma dönüşümü içerisinde dertlilerin buluştuğu bir meydan haline geldi. Bence bu çok önemli. İşçiler o meydana çağırmış olsa bile, insanlar üzerindeki baskı kalkınca bir Tahrir ruhuyla o meydana koşuyorlar. İkincisi, sağ ve sol olarak ayrılan bu yarılmada herşeyin sol yanı buraya geliyor. Bu tabii çok önemli. İşçi hareketi eksenli bir yeni demokratik merkez, Türkiye’deki bütün itirazları, sağ ve sol olarak yararak kendi etrafına topluyor.

Bu noktada HDK nasıl bir rol oynayacak?

HDK’nin bunun merkezini fethettiğini söylemek henüz erken. Öyle bir şey yok. Ancak, HDK sonuçta bunu gerçekleştirmek ister. Önemli olan bu sosyal ve demokratik haklar koalisyonunun bu şekilde gelişmesidir.

Geçtiğimiz günlerde ÖDP de kongreye gitti. Genel Başkan Alper Taş, Devrimci Birleşik Cephe diye bir oluşum önerdi ve HDK’siz bu oluşumun olamayacağını belirtti. Sizin bu konudaki değerlendirmeniz nedir?
Biz bunu kurumsal olarak değerlendirmiş durumda değiliz. Fakat ben şöyle birşey söyleyebilirim. Bir önceki dönemin Kürt Özgürlük Mücadelesi’ne bütünüyle gözleri kapalı, ruhu kapalı dünyasından şimdi bunun gerçekliğine ve bunun bir demokratik bir imkan olduğunu gören dünyaya ve çokluğun, çeşitliliğin içerilmesi ancak bir düzen karşıtı dinamik oluşturulacağına dair bir zihniyete erişilmiş olması önemli o nedenle bunu not ediyoruz. Ancak bunun CHP’yle bir ittifak çağrısı ile taçlanmış olması ayrıca üzerinde durulmayı gerektiriyor. Çünkü CHP’nin kimi güçlerle, kurumlarla çeşitli somut meseleler için ortaklık ve işbirliği yapması bir şey, hedefleri belirli bu politik güçle stratejik ittifak arayışı içerisinde olmak bir başka şeydir. Bu devrimci bir CHP oksimorondur. Bunu bir ön değerlendirme olarak belirteyim.

AKP’ye kendi içinden sayılabilecek kesimlerden, özellikle kendini Anti Kapitalist Müslüman Gençler olarak tanımlayan kesimden çok ciddi eleştiriler geliyor…
Evet bir saflaşma var ortada. Demokrasi için mücadele Türkiye’de ya da dünyanın her hangi bir yerinde, kapitalizme karşı bir mücadele halini almadıkça gerçekleşemez. Çünkü, demokrasinin gelişmesine engelleyen hakimiyet sermaye hakimiyeti olduğu sürece, sadece iktisadi alanda değil, sosyal, kültürel, siyasi ve bütün alanlarda gericiliği, baskıyı, zulmü temsil etmeksizin gerçekleşemez…
Bu Müslümanlar arasında adlarını böyle koymasalar da Tayyip Erdoğan tayfacılığının yağmacılığı, nobranlığına, kendi kasalarını doldurmalarına, lüks ve ihtişam meraklılığına, sultani hayatlarına, TÜSİAD egemenliğinin bir simetriği gibi, hatta onlardan fersah fersah görgüsüz, arsız ve müsrih bir hayatı yaşamalarına ciddi bir tepki var. Onlar kendilerine zaten İslami gelenekte var olan bu sosyal muhalefet ideolojilerinden bazı karşılıklar buldular. Sadece kitabi düzeyde kalmayıp, barışçı bazı sokak eylemleriyle bu eleştirilerini geliştirdiler. Ancak ben bu antikapitalist İslamcı gençlerin, bütün İslami politika alemi içerisindeki etkilerini son derece sınırlı görüyorum ama önemsiz de görmüyorum. Biz de bir antikapitalist söylem etrafında duruyoruz. Sonuç olarak HDK’ye vücut veren yani saflaşmaların, Türkiye’de bütün diğer iddialı politik hareketlerde de yarılmalar, sağ sol kırılmalarını ortaya çıkaracağını düşünüyorum. Bunun aynı şekilde CHP, sosyalist hareket ve Kürt Özgürlük Hareketi için geçerli olduğunu söyleyebilirim. HDK bu hak temelli mücadelenin, antikapitalist doğrultuda yürüyebilmesi için çabalarını sürdürecek ve bu saflaşmayı derinleştirecektir.


Yeni Özgür Politika, Betül Kılıç