Güney Afrika Başardı, Darısı Başımıza

Kürkçü, Güney Afrika ziyaretiyle ilgili, “Çarpıcı olan, eskiden düşman kutuplarda yer alanların şu an ortak bir hafızayı bize aktarmasıydı” dedi.

 

afrika 2Barış ve Demokrasi Partisi (BDP) Mersin milletvekili Ertuğrul Kürkçü, Demokratik İlerleme Enstitüsü’nün (DPI) Türkiye’den milletvekilleri, akademisyenler, gazeteciler ve kanaat liderleriyle Güney Afrika’ya düzenlediği ziyareti ve Güney Afrika’daki çözüm sürecinin nasıl işlediğini bianet’e anlattı.

 

Ziyaret sırasında hem Apartheid rejiminin hem de direniş cephesinin önemli isimleriyle görüşmeler yaptıklarını söyleyen Kürkçü, “Çarpıcı olan, eskiden düşman kutuplarda yer alanların şu an ortak bir hafızayı bize aktarmasıydı” dedi.

 

Kürkçü, Güney Afrika’ya çözümü getirenin, her iki tarafın da çatışmanın bir iç savaşa dönüşmeden kazanılamayacağını anlaması ve iç savaşın başa çıkılamaz bir durum yaratacağına dair karşılıklı inancı paylaşmaları olduğunu belirtti. “Bundan sonrası çözüm için gerekli adımların mantıken ve siyaseten atılmasına kalmış” diyen Kürkçü, Hakikat ve Uzlaşma Komisyonu ve yeni anayasanın çok önemli iki enstrüman olduğunu vurguladı.

 

“Mücadelede işçi sınıfının rolü büyük”

 

Kürkçü, Güney Afrika’daki çatışma ve çözüm sürecini şöyle özetledi:

“Afrika Ulusal Kongresi (ANC), 1986-87’de Apartheid rejiminin Güney Afrika’yı yönetemez hale gelmesi için bir şiddet kampanyası başlatıyor ve Mandela’yla Apartehid rejiminin istihbarat teşkilatı ilk defa bu kampanyanın orta yerinde görüşmeye başlıyor. Ama bir taraftan çatışmalar çok sert bir şekilde devam ediyor. Büyük kitlesel siyah uyanışı ilk kez kendini açığa vuruyor. Ama asıl kitlesel ayaklanmalar 90’larda başlıyor. Büyük madenlerde işçiler ayaklanmaya başladığı andan itibaren rejim bir çözüm arayışına giriyor.
“Apartheid rejiminin güvenlik ve savunma beyni olan ve çözüm sürecinde hayati bir rol oynayan Rolf Meyer, bize beyaz seçkinleri çözüme yönelten en önemli nedenlerin başında işçilerin bu şartlar altında daha fazla çalıştırılamayacağının görülmesi olduğunu söyledi. Güney Afrika’nın ekonomisi çok büyük ölçüde maden çıkarımı ve işlenmesine dayanıyor. Dolayısıyla bu mücadelede işçi sınıfının çok büyük rolü var.

 

“İkincisi, uluslararası ticaret ve silah ambargosu ülkenin artık uluslararası ticarete dahil olmadan çevrilemeyecek olan hayli gelişmiş ekonomisini ve savunmasını güç duruma sokuyor.

 

“Son olarak iç savaşı önlemek için her iki tarafın önderliğinde oluşan kesin kararlılığın yanı sıra 1989’dan itibaren bütün dünyada soğuk savaşın sona ermesi ve Sovyetler Birliği’nin çökmesiyle uluslararası iklimin bir devrim için elverişsiz hale geldiğine dair yargı iki tarafa da egemen oluyor. Bu konjonktür hem beyaz seçkinlerdeki komünizm korkusunu ortadan kaldırmış hem de ANC’de reform programına yönelmenin bir siyah devrime yönelmekten daha mantıklı olduğuna dair bir kabule yol açmış. Böylece çözümün eşiğine gelinmiş.
“Bundan sonrası Apartheid rejiminin başı de Klerk ve direnişin başı Mandela arasındaki görüşmeler…”

 

“Her ülkenin çözümü biriciktir”

 

“Hakikat ve Uzlaşma Komisyonu, Güney Afrika kocaman bir hapishaneye dönüşmeden çözüme ulaşılmasında ve savaş suçlarının tasfiyesinde çok önemli rol oynamış. Hem Afrika Ulusal Kongresi (ANC) savaşçılarından hem de eski rejimin güvenlik teşkilatından pek çok kişi komisyona içtenlikle gelip suçlarını itiraf edip bağışlanma dilemişler. Şahsi olarak bunu başaramayanlara da bu bağışlayıcılık sunulmamış.”
Her ülkenin çözüm sürecinin biricik, kendine özgü olduğunun bir kere daha görüldüğünün bu ziyarette de görüldüğünü vurgulayan Kürkçü şöyle konuştu:

 

“Herkesin eninde sonunda söylediği her ülkenin çözümünün biricik olduğuydu. Yani her çözümün bilgisi o sürecin kendisinden çıkabilir ancak. Dolayısıyla Güney Afrika’ya bakarak şunu, İskoçya’ya bakarak bunu yapamazsınız.

 

“Ancak burada soyutlamayla elde edilebilecek bazı sonuçlar var ki, bunlar siyasetin genel dersleri içerisinde her zaman bulunabilir. Örneğin, çatışmanın sürdürülemeyeceği bir noktaya gelindiğini anlamak ve gerekli tedbirleri almak. Bu da yerel ve özgül kapasite meselesi aslında. Orada bu kapasite varmış, olmuş.

 

“Türkiye’de benim gördüğüm kadarıyla bu kapasite yarım yamalak var. Bunları kıyasladığım zaman, Kürt hareketinin çatışma çözme noktasında devletten ve iktidar partisinden daha ileride bir kavrayışa sahip olduğunu görüyorum, çünkü daha hazırlıklılar, savaştan çıkmak için daha çok düşünüyorlar.”

 

“Karşılıklı güven çözüm için önemli”

“Anayasa büyük krizlerden ve tartışmalardan sonra ortaya çıkan çok önemli bir haklar belgesi olarak kayda geçmiş. Bir ‘demokratik ulus’ tanımına erişmeyi sağladıklarını, 11 anadilin tanındığını ve anayasanın, temel ilkesi ‘herkese oy hakkı, herkese bir oy’ olarak özetlenecek bir seçme-seçilme ilkesine kavuşturulduğunu, merkezi hükümetin yerel meclislerle kuvvetli biçimde dengelendiğini, yargının bağımsız ve dengeleyici bir rol oynamasını sağlayacak düzenlemelerin yapıldığı ve böylelikle bugün Güney Afrika Anayasasının rengi, dili, cinsi ne olursa olsun, daha önce dezavantajlı olanların ayrıcalıklarının yükseltildiği bir demokrasi belgesi olarak çok önemli bir gelecek perspektifi sunduğunu söyleyebilirim.”

 

 

“Çatışma son bulduğunda iktidarlarını kuracaklarına dair muazzam güven çok nesnel bir şey, çoklar çünkü. Nitekim işler çıkmaza girdiğinde beyaz rejimin temsilcileri eşit-özgür ve demokratik bir Güney Afrika fikrini tabana kabul ettiremeyeceklerini ileri sürerek müzakereden çekilme eğilimi gösterince, Mandela beyazlara referandum yapmalarını önermiş ve kendilerinin bunun sonucuna uyacaklarını taahhüt etmiş. Referandumun sonucunda beyazların yüzde 70’inin çözümden yana olduğu ortaya çıkmış ve çözümün yolu açılmış.

 

“Bu tür riskleri üstlenerek karşı tarafa güven vermeyi başardıklarını görüyoruz. Hemen herkes Mandela’nın ve Afrika Ulusal Kongresi’nin içtenliğine, samimiyetine, onlar iktidar olduğunda kimseye zarar gelmeyeceğine emin oldukları için de çözümün yolu açılmış.”

 

“Siyasi iktidar siyahların, ekonomi beyazların elinde”

Ancak, siyasi olarak tam bir başarı elde eden çözümün kapitalizm temelinde gerçekleşmesinin yoksullarla zenginler arasındaki uçurumun büyümesine neden olduğunu belirten Kürkçü, mevcut durumda siyasi hakimiyetin siyahlarda, ekonomik hakimiyetin ise beyazlarda olduğunu anlattı.
“Bu herkesin siyaseten eşit olduğu dönemde ticaretin büyükçe bir bölümünü elinde tutan Hintliler ile bankacılığı elinde tutan beyazlar yeni dönemin muktedirleri olarak yükseliyor. Siyasi hakimiyet siyahlarda, sosyal ve iktisadi hakimiyet ise beyazlarda ve ‘renkliler’ dedikleri melez ve Hintli topluluklarda.
“Bu, muazzam bir paradoks. Çünkü siyahların siyasal hakimiyeti altındaki rejimde iktisadi makas sürekli siyahlar aleyhine açılıyor ve bu ANC’yi büyük bir gerilim altında bırakıyor.

 

“İkinci mesele, ırkçılığın bıraktığı siyasi-coğrafi ve kentsel miras. Irkçı dönemde siyah emekçileri sürekli olarak büyük kent merkezlerinden uzak tutmaya yönelik olarak işleyen idari rejim ve bunun kentsel hayattaki iz düşümü olan siyahların varoşlarda hapsedilmesine dayalı şehir yapısı bugün hala değişmemiş, değiştirilememiş.

 

“Beyaz rejimden devralınan kamusal ulaşım, altyapı, eğitim ve sağlık olanakları yetersiz. Siyahlar ulaşamasın diye kamusal, parasız eğitim ve sağlık sigortası tesis edilmemiş. Nispeten gelişmiş bir sanayide hiç eğitimi olmayan siyahlara üretici iş yok. İşsizlik yüzde 40! Bu eşitsizliklerle her karşı karşıya gelindiğinde beyazlar yararlı çıkıyor. Devlet ve belediyelerin idaresi nerdeyse tamamen siyahlara devredilmiş. Bu iyi bir durum ama öbür taraftan birikmiş idari tecrübe yeni rejimin elinden kaçmış. Yani her şeyi yeni baştan inşa ediyorlar.”

 

afrika 1“Sosyal Apartheid sürüyor”

Kürkçü, Apartheid rejiminin oluşturduğu yapının varlığını sürdürdüğünü, onur kavgasından galip çıkan siyahların hayat kavgalarının devam ettiğini anlattı.


“Bu şartlar altında siyahlar için sosyal Apartheid sürüyor da diyebiliriz, çünkü Apartheid’in oluşturduğu sosyal ve ekonomik uçurum ve özgül yapı hala yerinde duruyor. Aslında tüm yasalar siyahları avantajlı kılıyor ama bu avantajlardan yararlanabilecekleri kurumsal kaldıraçlar ve madii manevi birikim yok.


İşçi sınıfı arasında çok büyük bir huzursuzluk var. Düzeni tesis ve asayiş ANC’nin sorumluluğunda olduğu için sonuçta iş anlaşmazlıklarında siyahın siyahı zorla çalıştırmasına kadar varan bir durum doğuyor. Çünkü grevcileri madene geri sokmak siyah rejimin görevi haline gelmiş. Beyaz burjuvalar aslında sosyal eşitsizliğin halk arasında doğurduğu hoşnutsuzluğun bütün siyasi külfetini ANC iktidarının, siyahların sırtına yıkıp, ekonominin kaymağını yemeye devam ediyorlar.

 

“Tabii ki, siyahlar Güney Afrika’daki onur kavgasından galip çıktı ama hayat kavgasında henüz dizlerinin üzerine doğrulabilmiş değiller. Sosyal ve politik bağlamlar kimi zaman bir öncelik-sonralık sırasına tabi tutulabilirse de, sosyal bağlamda kurgulanmayan bir barışın sınıf savaşı içinde yeniden yıkılması olasılığının Güney Afrika’da havada asılı durduğunu söyleyebiliriz.

 

“Barış ve uzlaşma, siyasi eşitlik için çok mücadele edilmiş, çok yüksek bedeller ödenmiş ve kazanılmış. Ama Güney Afrika barışın sürdürülebilmesi için sınıf mücadelesinin yükseltilmesinin kaçınılmaz olduğu bir ana doğru yaklaşıyor.
“Gene de ufuktaki sözünü ettiğim belirsizliklere rağmen Güney Afrika’nın demokrasi mücadelesinde bütün insanlık karşısında gururla övünebileceği bir geçmişi var. Çatışmayı çözmek ve ırkçı bir rejimin, ırk temelinde bölünmüş bir toplumun yerine, eşitlik, özgürlük ve dayanışma ilkeleri üzerinde yükselen bir rejimi ve demokratik ulusu bir iç savaşa dalmadan geçirmeyi başarmış olmaları çok istisnai bir hadise. Darısı başımıza.” (ÇT/Bianet)