Türkiye ve Kürdistan’ın Özgürlük Hareketleri, Dünyada Herkesin Öğrenmeye Çalıştığı bir Deneyimi Gerçekleştiriyor

 

HDK  7. Olağan Genel Kurulu’nda Ertuğrul Kürkçü’nün yaptığı konuşma.
photo_2016-11-18_12-24-47Merhaba sevgili arkadaşlar, hepiniz hoş geldiniz.

Hun bi xer hatın

Ehlen ve Sehlen ya refik

Sevgili arkadaşlar bu 7’inci Genel Kurulumuzda önümüzdeki görevlerimizi birkez daha değerlendireceğiz. Hatırlayacaksınız 6. Genel Kurulumuzda Türkiye’nin içine girdiği yeni dönem ile ilgili etraflı değerlendirmeler yaptık ve bu değerlendirmeler aslında gelmekte olanı doğru bir biçimde gördüğümüzü tespit ettiğimizi bize gösterdi.  6’ncı Genel Kurulumuzda öngördüğümüz gelişmelerin gerçekleşmiş olması bizi mantıken, siyaseten haklı çıkardı ama bunları önlemek bu gidişatı tersine çevirmek bakımından henüz çabalarımızın yeterli olmadığını da ortaya çıkan tablodan görüyoruz. Şu an partimizin, Halkların Demokratik Kongresinin kurduğu parti eş başkanları ve milletvekilleri cezaevindedir. Demokratik Bölgeler Partisi’nin eş başkanı cezaevindedir, KJA başkanı cezaevindedir. Sonuç olarak bizi oluşturan müşterek hareket zeminlerinin hepsinde sert darbelerle karşı karşıyayız. Ancak önemli olan bu darbelerle karşılaşmamız değil bu darbeler karşısında mukavemet gösterip göstermemiş olduğumuz. Doğrusu ben partimizle, KJA’mızla, DBP’yle ve Kongremizle bütün bu saldırılar karşısında hakikaten, gerçekten son derece hem manevi olarak, hem maddi olarak, hem siyaseten, sıkı, sağlam, kararlı ve özverili duruşundan ötürü bütün delegasyonumuzu, bileşenlerimizin tamamını ve şimdi cezaevinde ya da açık alanda, sahada mücadeleye devam eden bütün arkadaşlarımızı, yoldaşlarımızı sevgi ve saygı ile selamlıyorum, karşılarında hürmetle eğiliyorum. Mücadeleleri yolumuzu açtı.

Gerçekte zamanın ve siyasetin sınavından geçiyoruz. Bu stres testinden, bu basınç testinden başarı ile geçtiğimiz takdirde ki bugüne kadar ki bütün veriler geçmekte olduğumuzu, geçebileceğimizi bu malzemenin bu strese dayanabileceğini gösteriyor. Buradan geçebildiğimiz takdirde 7 Haziran’da Türkiye’nin ufkunda belirmiş olan, gelecek Türkiye siluetini gerçek kılabilecek toplumsal, politik, kültürel, siyasal bütün dinamikleri harekete geçirebileceğimize dair son derece önemli bir veri elde edeceğiz. Kolay bir işle karşı karşıya değiliz. Yüz yılda kendisini kurmuş, yüz yılın sonunda çöküntünün eşiğine gelmiş fakat bu çöküntüden kendisini koruyabilmek için elinde bulunan bütün kapasiteyi harekete geçirmiş olan bir egemenlik sistemini, onun bastırmak istediği şeyle yer değiştirmeye çalışıyoruz. Bu tarihsel bir değişiklik, çok büyük bir devrimden söz ediyoruz. Türkiye’de bir devrim demek, Kürdistan’da bir devrim demek, Orta Doğu’da bir devrim demek, Ön Asya’da bir devrim demek, Kuzey Afrika’da bir devrim demek, Balkanlar ve Kafkasya’da bir devrim demek. O nedenle dünyanın bütün baskı güçleriyle karşı karşıya geldiğimiz bir mücadeleyi sürdürüyoruz. Deniyor ya “Suriye’de bir vekalet savaşı sürüyor.” Aslında bizim burada sürdürdüğümüz mücadele karşısında birbirine vekaletler silsilesiyle bağlanmış muazzam uluslar arası çıkarlar karşısında, güçlü, sağlam bir açılım gerçekleştirmeye çalışıyoruz. Bunun arkasında, bu direnişin arkasında Kürtlerin özgürlük mücadelesinin yüz yılı var. Bunun arkasında Türkiye’nin toplumsal ve demokratik özgürlük mücadelesinin, sosyalist mücadelesinin yüz yılı var ve bu iki yüzyıl bir arada Osmanlı İmparatorluğunun hakimiyet rejimini devralmış. İmparatorsuz bir imparatorluğu, padişahsız bir padişahlığı yeniden ihya etmiş olan bir rejimi değiştirmeye çalışıyor ve o rejim şimdi, yüzünü geleceğe değil, geçmişe dönerek, geçmişten güç almaya çalışarak eski egemenlik, istila alanlarında yeniden hak iddia ederek içerideki karşı karşıya kaldığı direnişi irredantist,  yani hayal edilmiş bir ülkedeki varlık ve egemenliğini geri kazanma hırsıyla, toplumu besleyerek bu değişim enerjisine karşı koymaya çalışıyor. İşimiz zor, işimizin zor olduğunu bilelim. Ancak geldiğimiz noktayı değerlendirdiğimizde, bir muhasebe yaptığımızda 2011 ile bugün arasında bir muhasebe yaptığımızda, 1990’larla bugün arasında bir muhasebe yaptığımızda sadece Türkiye’de değil bütün dünyada, bu sadece retorik olarak değil görmem mümkün olan dünyanın tamamını bu süre içerisinde görmeye çalıştım ve söyleyebileceğim şey şudur; Türkiye ve Kürdistan’ın özgürlük, demokrasi, devrim, sosyalizm hareketleri bir araya gelerek dünyada yepyeni herkesin, merakla öğrenmeye ve anlamaya çalıştığı bir deneyimi gerçekleştiriyorlar. Bu da bizim dünya, uluslararası mücadeleler, uluslararası toplumsal mücadeleler, alanına –aslında bunu kastetmeden- sunmuş olduğumuz bir armağandır. Bu insanların yaşamları, insanların ömürleri, enerjileri, hayatları, gelecekleri, meslekleri, onurları uğruna vermiş oldukları büyük bir çabadır. Halkların Demokratik Kongresi’ni meydana getirirken aslında pratik bir şey yapmaya çalışıyorduk. Tarihsel anlamı üzerinde yeterince belki düşünmemiştik ama kendi eylemimiz bize, bizim yapmak istediklerimiz hakkında her geçen gün daha çok fikir veriyor. Bizzat kendi eyleminden öğrenelim. Kendi eylemi ile kendi kendini eğiterek bu güne kadar gelmiş olan bir ortak hareketten, bundan on sene önce hayal bile edilemeyecek, birbirinden çok farklı dinamikleri, çok farklı damarları birbirinin içine geçirerek ama hiç birinin özgürlüğünü inkar etmeden yürüyen, gerçek bir sosyal hareket kurmayı başardık.

Halkların Demokratik Kongresi işte sizin eseriniz. Şimdi bu Halkların Demokratik Kongresine ne kadar çok ihtiyacımız olduğu, bunun ne kadar aslında bizim kolektif dehamızın eseri olduğunu şimdi çok daha iyi görüyoruz. Keşke kendi eserimiz olan bu şeyin kıymetini daha önceden daha çok bilseydik, onu daha çok parlatsaydık, daha çok işleseydik, daha çok her unsurunu işler hale getirseydik bugün aslında çok daha etkin konumlarda olabilirdik. İşte parlamenter temsil mekanizmasında kendimizi ifade etmek için attığımız adımların, yaptığımız çalışmaların sınırlarının neresi olduğu bize gösterildi. Denildi ki bize; “Sizin bu parlamentoda aslında “şeklen” yeriniz vardı. Şimdi o şekli de kabul etmiyoruz. Bir iç parlamento kurduk. Bu iç parlamentoda halka, sosyalizme, emeğe, Kürt halkına, Alevilere karşı olanların bir iç parlamentosu vardır. Esas devletin parlamentosu budur. Siz de bu parlamentoda insan vücudunda apandisitin rolü neyse siz de bu parlamentoda “O” sunuz. Biz önce karar alacağız sonra siz bunu işiteceksiniz ama kararlara ortak olmayacaksınız. Kendimizi size denetlettirmeyeceğiz, sizden bilgileri saklayacağız, sizden siyaseti saklayacağız, sizden her şeyi saklayacağız.” Sakladığınız kadar saklayın, biz Prometheus’un çocuklarıyız. Gider bilgiyi, ışığı, siyaseti, gerçeği nerede olursa olsun yakalar getiririz. İşte Halkların Demokratik Kongresi onun için var.

Sevgili kardeşlerim, sevgili arkadaşlarım, sevgili delegasyonumuz.

Bizler ne açık siyasetin, ne parlamentonun önemini yadsıyanlar değiliz. Benden birçok kere işitmiş olabilirsiniz, dilime pelesenk ettiğim için. Dr. Hikmet Kıvılcımlı’nın sevgili eski kadim devrimcisini sosyalist hareketin. Sık sık anımsatmışımdır. Derdi ki O: “Devrimci, parlamentoyu küçümseme hakkına sahip değildir. Devrimci için parlamento, Müslüman için minare neyse odur. Oradan yapılan çağrı her yerden duyulur. Bütün önemi, bütün manası o kadardır.” Biz o nedenle, hem “biz kimiz, kaç kişiyiz, neyiz bu toplumda” görülsün diye her seferinde, seçim siyasi barometresine kendimizi soktuk. Hepiniz biliyorsunuz durmaksızın yükselen bir eğri içerisinde bütün barajları yıkarak, gücümüzü topluma aslında isteğini yapabileceğini -bunu parlamento üzerinden- topluma kendi kendine ilan edebileceğini gösterdik. Öte yandan da bu kürsüden çağrılarımızı herkes işitti. İşte ama o nedenledir ki bu minareden şimdi bizim seslenmemize izin verilmiyorsa eğer o zaman biz her yerde, her sokakta bu sesi o kurumda değil ama halkın kendi zeminlerinden yükseltecek bir başka imkana sahip olmalıydık. O imkan sizsiniz, o imkan Halkların Demokratik Kongresi. Hiç kimse tarafından açılmadığı için hiç kimse tarafından kapatılamaz. Hiç kimseden izin alarak yapılmadığı için hiç kimse tarafından izinleri iptal edilemez, kapısı olmadığı için kapısına mühür vurulamaz, hiçbir zaman yasaklanamaz.

Neden zaman zaman aramızda diğer kurumlarımızla bir gerilim doğduğunu şimdi daha iyi anlayabiliriz bugün baktığımızda. Eğer biz beş yıldır sistematik olarak ısrarla hiç ara vermeden bu yapıyı tahkim etmiş olsaydık bugün gerçekten çok daha geniş bir alanda hızla hareket edebiliyor olabilirdik. Ama buna da memnunuz çünkü aslında bu doğrultu, bu ufuk hiçbir zaman arkadaşlarımızın, yoldaşlarımızın tahayyülatından uzaklaşmadı, en kötü günümüzde bile, şimdi bütün hepinize gururla bakarak söyleyebiliyorum ki yaptığımız belki de en iyi şey bu fikri, bu tahayyülatı ayakta tutmakta. Hiç kimse, zaman zaman, pek çok kimse, günahını almayım herkesin, pek çok kimse “nedir bu HDK” derken “HDK şudur” diyerek durmaksızın fikri işleyenler aslında bugün onun bir maddi gerçek olarak ne kadar değerli bir şey olduğunun görülmesini sağladılar. Zaman gelecek yeniden biz geçmişte olduğu gibi ikinci bir role itilebileceğiz. Başka yapılarımız belki ortaya çıkacak. HDP yeniden toplumsal politik hareketin motoru haline gelebilecek, HDK daha görünmez bir güç halinde iş görebilecek, Demokratik Bölgeler Partimizin rolü belki değişecek,  Demokratik Toplum Kongremizin rolü değişecek, belki yeni roller üstlenecek, yeni yapılar ortaya çıkacak ama aklımızda tutalım. Tek başına hiç birimizin kurumu hiçbir şey değildir. Ötekilerle beraber bir şeydir. Hiçbirimiz tek başına ötekilerden daha anlamlı değildir. Bütün bu yapılar Türkiye ve Kürdistan’ın ortak toplumsal, politik, kültürel mücadele yapıları şimdi bir simbiyosis halinde birbirinden beslenerek ilerliyoruz. Şu an görev tarihsel olarak Halkların Demokratik Kongresinin omuzlarındadır. Şu an herkes HDK’lidir, şu an herkes HDK’nin hizmetindedir, HDK üzerinden bütün ortak fikir, kanaat siyasetlerimizi toplumun dokularına yaymak, faşist diktatörlüğe doğru Tayyip Erdoğan adım adım Türkiye’yi taşırken yani bu imkansız projeyi Türkiye’ye dayatmaya çalışırken onun imkansız olduğunu gösterecek olan sizlerin her günki faaliyetinizdir.

Siyaset her şeyin esası değil ve siyasetin bir tek biçimi yok. Siyasetin bin bir biçimi var. “Parlamentoda yapılmayan siyaset, siyaset değildir” diye bir şey yok ama siyasetin tek başına yetmediği kültürel olanın, sosyal olanın, iktisadi olanın, yani fabrikadaki kavganın, yani evdeki kavganın, sokaktaki kavganın, okuldaki kavganın, hastanedeki kavganın, kışladaki kavganın hatta camideki kavganın içinde bizim hepimizin, hergün yapması gereken şeyler var. Durmaksızın dilimize pelesenk ettiğimiz sokağın güç kazanabilmesi için sokağa çıkılacak olan yerde bir şey olması lazım, evde bir karar olması lazım, fabrikada, okulda bir karar olması lazım, kışlada bir karar olması lazım, hastanede bir karar olması lazım. Yollarda giden araçlarda bir karar olması lazım. Bu kararların hergün oluşturulması bizim işimizdir. O yüzden her birimiz bir parti gibi, her birimiz bir sendika gibi, her birimiz bir kadın örgütü gibi çalışmazsak bu kararlılığı kurmamız mümkün değil.

Belki okumuşsunuzdur, tarihten bir bölümler ya da anekdotlar, episotlar içeren bir dizi romanı vardır İlya Ehrenburg’un  “Moskova Önlerinde”. Burada Kurtuluş mücadelesini sürdürmesi bakımından her bir mücadele eden militanın, partizanın nasıl olması gerektiğine dair güzel bir tablo çizilir. Hiçbir zaman bir düzenli ordunun kendi başına sağlayamayacağı kadar esneklik, mücadele kapasitesi ve işi her bir militanın gerçekleştirebileceği bir konumlanma ancak bir kurtuluş mücadelesinin içinde bir anlam taşır. Bizlerin şimdi kendimizi öyle konumlandırmamız lazım. Söylediklerimin doğru anlaşılması için, yanlış anlaşılmaması için şunun da altını çizmek istiyorum. “Hayatlarımızı değiştirelim, şimdi sürdürdüğümüzden başka bir mücadele şekli benimseyelim” diye demiyorum. İçinde yaşadığımız her yerde bir sınıf mücadelesinin bir özgürlük, bir kurtuluş mücadelesinin yürümekte olduğunu bilerek hergün  heryerde bu mücadelenin doğru yerinde konumlanmaktan söz ediyorum. Bütün bunların birikiminden ortaya çıkabilecek olan muazzam güç ve sinerjiden söz ediyorum. HDK bunu yaratmak değil zaten varolan akmakta olan bu suyu bir enerjiye çevirmek buradan anlamlı, yapılabilir işler listesi çıkartmak için kuruldu şimdi bugün 7. Genel kurulumuzda Türkiye’de bir faşist diktatörlüğün aşağıdan ve yukarıdan tesisi için girişilmiş bulunan muazzam saldırı karşısında hem bir direnme hem de bir yeniden kuruculuk kapasitesini inşa etmenin bugünkü işimiz olduğuna dikkat çekmek için bütün bunları size söylüyorum.

7 inci Olağan Genel Kurulumuz bu anlamda önündeki bütün işleri, iş listesini tamamlayıp bunu sonuca erdirecek ve sonunda eş sözcülerini, eksilen yürütme kurulu üyelerini tamamlamak üzere meclise tayin edeceği üyeleri konuşacak bunlarla ilgili düzenlemeler yapacak fakat tabi siz de biliyorsunuz ki bunu bir eksiği ile yapacak. 6. Genel Kurulumuzda bunu size açıklamıştım. Sebahat Tuncel arkadaşımız, yoldaşımız görevini devrederken aslında ikimizin birden bunu yapması gerekirdi fakat iki eşsözcünün birden görev devri  devamlılık ve bilginin, hafızanın aktarımı bakımından sıkıntı yaratacağı için bunu sonraki Genel Kurula erteledik. 6 ay sonra olacaktı neredeyse bir yıl oldu ve beş yılı da aşan bir süredir bana verdiğiniz bu eş sözcülük görevini yerine getirdim. Fakat bu gün Garo arkadaşımızın da söylediği gibi bu “gençleşme” eylemine benim de kendi cephemden katkıda bulunmam gerekiyor. Ben aslında her zaman teorik olarak gençlik, yaşlılık, yaş gruplarının birbiriyle rekabeti meselelerine çok mesafeli duran arkadaşınızım. Bunun bir önemi yok ama kaçınılmaz olarak insanların üzerine yapışan şeyler var. Bu gün 68 yaşındayım hala Dev-Genç. Bu da çok fazla. Gerçi bu Dev-Genç’den ben kurtulamam ama siz benden kurtulabilirsiniz.  O yüzden size doğru bir seçim yapmanız için adaylar önerdik, onları seçeceksiniz. Onların arasında ben olmayacağım. Sözümü tamamlarken şunu sizle paylaşmak isterim. Hakikaten bu beş yıl boyunca hem kongremizi ayakta tuttunuz hem her birimizi çok onurlandırdınız. Şu dakikadan itibaren yine kongrenizin hizmetindeyim, partinin hizmetindeyim, ne iş verilirse yapacağım. Biliyorsunuz bu devrimcilik işinde  hem de emeklilik, tekaütlük sigorta böyle şeyler yok o yüzden daima sizinle ol cağımı biliyorsunuz.

Bitirmeden bir önemli noktaya değinmek isterim. Halkların Demokratik Kongremizin, yani Kongremizin sıkıştığı anlarda Halkların Demokratik Kongresi bayrağından başka bayraklar arayanlar oldu. O kritik zamanlarda ve her zaman hangi kritik anda isek o kritik anda daima bir enerji motoru, daima bir yaratıcılık ve inat motoru olarak devreye girmiş olan eski eş sözcümüz Sebahat Tunceli’de buradan sevgi ve saygı ile anıyorum. Halkların Demokratik Kongresi kurulduğu gün onun eş sözcülüklerinde, temsilciliklerinde, yürütmesinde olanların, hemen hemen hiç birinin yer almadığı yeni bir yürütmemiz, yeni bir eş sözcülük düzenimiz olacak. Bu çerçevede sadece Sebahat değil o dönem beraber görev yapan Erol Dora arkadaşımız, Levent Tüzel arkadaşımız, Sırı Süreyya Önder arkadaşımıza da buradan selamlarımızı gönderiyoruz çünkü bu başlangıç olmasaydı bunu denemeye değer bulmasaydık ve bulmasaydınız bugün vardığımız yerde olamayacaktık. Bu veda vazifemi de yerine getirmiş olarak şimdi sıradaki yerime geçiyorum hepinize başarılı bir kongre diliyorum.

Serkeftin Hewalno!

Kazanacağız, başaracağız zafer bizim olacak.

(HDK 7. Olağan Genel Kurulu-13 Kasım 2016- Ankara)