HDP’nin tutumu bütün uluslararası forumlarda saygı görüyor!

Kürkçü, HDP’nin Avrupa’da yürüttüğü çalışmaları Med Nuçe’ye değerlendirdi.

yeni-resim-3

SORU  Sayın Ertuğrul Kürkçü şu an Avrupa Parlamentosundayız ama siz Avrupa Konseyinden yani Türkiye’nin üyesi olduğu kurumdan pek çok kişiyle görüşme yaptınız. Sanırım acil mahiyette idi zira pek çok üyeniz, parlamenterleriniz hapse atılıyor, tutuklama kararı veriliyor vs. Siz bu görüşmelerde neyi dile getirdiniz, özellikle hangi konular üzerinde durdunuz:

ERTUĞRUL KÜRKÇÜ Bu aslında son üç ay içerisinde ikinci hatta üçüncü görüşmemiz bazı Avrupa Konseyi kurumlarıyla. Biz Avrupa Konseyi Genel Sekreteri Jagland’ın kabinesiyle görüştük, İnsan Hakları Komiseri Nils Muiznieks’le uzun süren bir görüşme yaptık, biraz önce de İşkenceyi Önleme Komitesi (CPT) yöneticileriyle görüştük. Her üç görüşmemizde de iki grup meselemiz var. Birincisi çok acil olan, Selahattin Demirtaş’ın cezaevinde karşı karşıya kaldığı sağlık ve güvenlik meseleleri ve genel olarak tutuklu milletvekillerimizin sağlık ve güvenlik meseleleri; ikincisi de Halkların Demokratik Partisine karşı girişilmiş olan büyük sindirme harekatı. Her ikisi bizim acil gündemimizde. Tabii ki bu arada Türkiye’yi bekleyen yeni başkanlık rejimi dayatması çerçevesindeki anayasa taslağı hakkında da görüş alışverişinde bulunduk, daha doğrusu pozisyonumuzu açıkladık. 

Sırayla gidersem, ben bugün buraya çok acil olarak geldim. Çünkü Selahattin Demirtaş’ın avukatları vasıtasıyla bize yolladığı haber son derece önemliydi. Birincisi kişisel sağlığı, ikincisi güvenliği açısından Edirne Cezaevinde karşı karşıya kaldığı durum son derece vahim. Bir kalp spazmı geçirdiği gece sağlık durumunu idareye, gardiyanlara bildiremediğini, bu spazmla baş başa bütün bir geceyi geçirdiğini ancak ertesi sabah kendi durumunu ifade edebildiğini, bunun ardından da elle tutulur bir muayene ve bakım görmediğini bize bildirdi. Nitekim doktor raporları da bunu doğrular nitelikte. Kendisinin bir kalp spazmı geçirdiğini, kolesterol düzeyinin yüksek olduğunu, kalp atışlarında ritm bozukluğu tespit edildiğini gösteren bir rapor elimizde. Bunun çevirisini teslim ettik. Fakat en az bunun kadar Selahattin Demirtaş’ın birkaç zamandır sürüp gitmekte olan tecrit sorunu var: Tek başına tutuluyor, hiçbir yasa ve yönetmelik bunu gerektirmediği halde. Ve elbette siyasi cezaevinde İslamcı fanatik şüphelilerinin tutulduğu kısmında tutuluyor. Bunları biz, giderek artan, cezaevlerindeki HDP’lilerin linç edilmesine yönelik AKP sorumlularının yaptığı çağrılarla, İçişleri Bakanının intikam çağrılarıyla beraber ele aldığımızda Selahattin Demirtaş’ın ve bütün milletvekillerimizin, diğer eş başkanımız Figen Yüksekdağ’ın da cezaevinde bir linç tehditi ile karşı karşıya olduğunu düşünüyoruz. Bunu kafamızdan uydurduğumuz sanılmasın: İzmir Milletvekili Hüseyin Kocabıyık geçtiğimiz hafta içinde yaptığı bir açıklamada, bir basın açıklamasında, bir tweetinde, aynı zamanda, dedi ki: “Eğer devlet büyüklerimizden birine bir şey olacak olursa halkımız cezaevlerini basarak, milletimiz teröristleri idam edecektir.“ Şimdi bu sözün geldiği yere baktığımız zaman biz tabii ki endişeleniriz. Çünkü halk cezaevlerini basamaz, bassa ele geçiremez. Ama cezaevinde yatan bir halk da var, onlar da pekala bu yönde teşvik edilebilirler, içlerine yerleştirilecek çeşitli suikastçılarla bütün bunlar yapılabilir. O yüzden biz Demirtaş’ın karşı karşıya kaldığı bu tehdidi ve sağlık koşullarındaki bu krizi ifade ettik ve herkesten anlayış gördüğümüzü söyleyebilirim. 

Öte yandan İnsan Hakları Komiseri ile Halkların Demokratik Partisi’ne yönelik saldırıları ve aynı şekilde Genel Sekreter Jagland’ın kabinesi ile bunları bir arada konuştuk. Halkların Demokratik Partisinin net ve açık bir biçimde bütün bu intihar saldırılarına karşı pozisyon aldığı halde biricik adli soruşturmanın Halkların Demokratik Partisi’nin Türkiye’nin 12 vilayetindeki il ve ilçe yöneticilerini göz altına alarak yapılmış olmasının HDP’yi apaçık bir biçimde bu süreçte sadece PKK ile değil aynı zamanda TAK ile de aynı bağlam içerisine yerleştirmesinin yarattığı büyük gayrı meşru basıncı, bu karalama ve suçlama, kriminalize etme çabalarını ifade ettik. Bunun için parlamentoda en büyük üçüncü parti nin, yani şu an Türkiye’deki seçmenlerin en büyük üçüncü bölümünü temsil eden bir partinin bu şekilde saldırı altında olmasının kabul edilemezliği konusunda tam bir mutabakat var. 

Avrupa Konseyinden bakıldığında Halkların Demokratik Partisinin pozisyonu hiç Türkiye’den bakıldığı gibi gözükmüyor. Aynı şekilde Avrupa Parlamentosundan bakıldığında —iki hafta önce Avrupa Parlamentosu Başkanı, Avrupa Parlamentosunun İnsan Hakları Komisyonu ve çeşitli grup başkanlarıyla yaptığımız konuşmada— da Türkiye’dekinin tam tersine eşit haklı bir muhatap, Türkiye’nin kaderinde tayin edici bir rolü olan bir partinin temsilcisi olarak büyük saygı gördük. Parlamento başkanı Martin Shultz, bizi hükümet protokolü ile karşıladı ve o şekilde muamele gördük. Dolayısıyla bizim uluslararası alandaki konumumuz ve statümüz ile Türkiye arasında dağlar kadar fark var. Çünkü Türkiye’de faşist diktatörlük girişimi karşısında Halkların Demokratik Partisi en büyük engel burada ise demokratik bir Türkiye ve Avrupa yaratmak bakımından da değerli bir muhatap. Bütün bu nedenlerle Türkiye’de Tayyip Erdoğan’ın tesis etmeye giriştiği bir faşist diktatörlük, bir kişi, sülale egemenliği girişimi karşısında da çok büyük bir şaşkınlık var. Avrupa Parlamentosunun aldığı müzakereleri dondurma tavsiye kararına rağmen hiçbir şey yokmuş gibi Kanun Hükmündeki Kararnamelerle Türkiye’de bir gelecek inşa etme hakkını Cumhurbaşkanı’na tanıyan bir anayasa fikri herkes için son derece kabul edilmez gözüküyor ve Türkiye hükümeti aslında giderek bütün bu uluslararası kurumlarda muhataplıktan uzaklaşmak üzere. Ama elinde iki tane büyük koz var. Birincisi Silahlı Kuvvetleri ve üsleri ikincisi ise elinde tuttuğu Suriyeli ve doğudan gelen mülteci kapasitesi. Birini havuç öbürünü sopa olarak kullanarak Avrupa’nın güvenlik endişeleri içerisinden Avrupa ile bir müzakere sürdürebileceğini düşünüyor. Fakat ben Avrupa kamuoyunun güvenlik boyutunu, yani havucu, kaale almadığını, esasen sopaya, yani demokrasisizliğe, büyük bir tepki gösterdiğini, Avrupa Parlamentosunun da bu nedenle geçenlerde aldığı kararı aldığını düşünüyorum. Önümüzdeki günlerde Avrupa Komisyonu bu konuyu ele alacak. 

SORU Avrupa Birliği zirvesinden söz ediyoruz.

ERTUĞRUL KÜRKÇÜ Ben Avrupa Parlamentosu ruhuna yaklaşmasını ümit ederim. Çünkü ben bu alınan kararın Tayyip Erdoğan’ın anladığı biricik dil olduğunu düşünüyorum: Yani “somut davranışa somut davranışla karşılık vermek” —lafla değil. Nitekim bu mesajın ben —bütün höykürmelere,  kabarmalara, tehditlere, pozlara, palavralara rağmen—bu mesajın alındığını görüyorum. Türkiye halklarının Avrasya diye bir geleceği yok. Orada bir ortaklık yok, orada bir medeniyet teklifi yok, orada sadece insan hakları hukukunun inkarı üzerine bir uluslar arası ilişkiler alanı oluşmuş durumda. Buraya sığınan sadece haydutluğunu tescil ediyor ama bunun getirdiği Türkiye için herhangi bir  ekonomik gelecek, bir kültürel gelecek, bir uygarlık geleceği vaadi yok. Ama Tayyip Erdoğan buraya kaçmak istiyor. Türkiye Avrupa’da olur veya olmaz ama bir insan hakları ve demokrasi çıtası bizim için en önemli meseledir. Avrupa’ya bizim gösterdiğimiz ilgi demokratik, özgürlükçü, feminist, anti faşist, sosyalist Avrupa, halklar Avrupa’sına biz ilgi gösteriyoruz. Bankerler Avrupası ile Tayyip Erdoğan’ın bir meselesi yok aslında. 

SORU Sizin de üyesi olduğunuz Avrupa Konseyi Parlamenterler Meclisi önümüzdeki ay bir araya geliyor. Şimdiden siyasi gruplar durumunuzla ilgili, yakından ilgilendiği bilgilerini ediniyoruz. Sizce bu nasıl yansır zira Türkiye ile “post-monitoring” yani “denetim sonrası süreç” olarak takip ediliyordu. Şu an atmosfer ne orada?

ERTUĞRUL KÜRKÇÜ Şu an atmosfer tıpkı Avrupa Parlamentosu’ndaki gibidir ve burada Tayyip Erdoğan’ın ve onun sözcülerinin Türkiye toplumuna anlatmaya çalıştığı gibi, Batının Türkiye’ye, Doğuya düşmanlığının eseri olarak, Türkiye’deki olumlu gelişmeleri görmezden gelen bir zihniyet yok. Türkiye’de olumlu bir gelişme yok. Türkiye 2004’de Konseye geri dönerken ortaya koyduğu 12 vaat ve sorumluluktan hiç birini tam olarak yerine getirmedi. Yerel yönetimler meselesini daha özerk bir düzenleme ile çözmedi, hakimler ve savcıları Avrupa hukuku zemininde eğitmedi, Kürt meselesini demokratik bir biçimde çözmek için herhangi bir somut elle tutulur sonuç yaratmadı, Anayasayı demokratik bir tarzda yeniden yapmadı… Bunların hepsinin tersini yaptı. Şu an Türkiye 2004 seviyesinden daha geridedir bütün normlar açısından. Tabi ki böyle bir Türkiye’nin, böyle bir Türkiye yönetiminin bir gözlem [sürecine] iade edilmesi kaçınılmazdır. Bence bütün konseyde oluşan hava bu doğrultudadır. Geçmişte Tayyip Erdoğan hükümeti mülteci anlaşmaları vasıtasıyla bir adım ileri iki adım geri atarak çeşitli noktalarda hamleleri geri çevirebildi ama şimdi bizzat kendisi Avrupa’ya meydan okuyarak, her gün Avrupa değerlerine hakaret ederek, her gün —demokrasi, insan hakları, özgürlükler, halkların kendi kaderini tayin hakkı, yerel yönetim şartı— bütün bunlarla kendisini bağlı saymadığını söylerken, idam cezasını geri getireceğini yani Avrupa Konseyi ile kurduğu anlaşmadan geriye doğru [gideceğini], rücu edeceğini söyleyerek olağanüstü hali ebedileştiren bir yeni anayasa çerçevesini ortaya koyarak aslında kendisini Avrupa Birliği ile girdiği taahhüt ve sorumlulukların dışına atıyor. Bu şartlar altında bence Konsey eğer [Türkiye’yi] gözlem sürecine iade etmeye karar verecek olursa ben de Konseyin, meclisin bir üyesi olarak bu karara “evet” diyeceğimi şimdiden söylemek istiyorum. Bu güne kadar biz Türkiye’nin üyeliğinin ortadan kaldırılması yönünde taleplerin akıllıca olmadığını çünkü bunun bizim de söz hakkımızı ortadan kaldıracağını söyledik. Ama biz Türkiye’nin fenalıklarına ve zulmüne kefil olacaklardan değiliz, bu zulmün zaten muhatabıyız Türkiye’de. Bu zulme karşı bir ses çıktığında tabii bu bizden bir karşılık görecek. Ben bütün Türkiye’ye ve dünyaya şunu söylemek isterim: Türkiye, faşistlerle, islamofaşistlerle, din tüccarlarıyla, kadın düşmanlarıyla, homofobiklerle, pedofillerle temsil edilecek diye bir şey yok dünyada. Türkiye’yi pekala Aleviler, Kürtler, kadınlar, özgürlükten yana güçler de temsil edebilir ve onların temsil hakkını ancak demokrasi ile elde edebiliriz. Bunun olmadığı Türkiye’nin ne Avrupa’ya, ne bölgeye, ne Suriye’ye, ne Irak’a, ne kendi halkına, milletine faydası var. Böyle bir Türkiye’nin Türklere de faydası yok. Şu an Türkler akın akın Türkiye’den kaçıyorlar, hükümet istediği kadar saklasın, Avrupa’ya doğru büyük bir Türk göçü var ve bu Türkiye’nin en iyi yetişmiş, eğitilmiş, aydın, sanatçı, bilim insanı kesimi, beyaz yakalılar. Bugüne kadar devletle aralarında bir kriminal ihtilaf bile olmuş olmayan binlerce aile dengini toplayıp “bu ülkede bize gelecek yok” diye Türkiye’yi terk ediyor. Esas düşünmemiz gereken şey bu ve işin ilginç tarafı bunca zulme rağmen Kürtler de Kürdistan’ı terk etmiyorlar. Orada kendi topraklarını, kendi haklarını ve kendi mücadelelerini korumak peşindeler. Dolayısıyla bütün zulme rağmen Kürtlere yurdunu terk ettiremeyen Türkiye, kendi etnik aidiyet iddia ettiği kesimlerden kendisini kopartıyor. Böyle bir Türkiye kime lazım?

SORU Sayın Kürkçü siz CPT ile de bir görüşme yaptınız. Bir iki cümle bu konuda bir cümle de bugün Avrupa Parlamentosu Sakharov ödülünü Ezidi kadınlarına verdi bir cümle de bunun için.

ERTUĞRUL KÜRKÇÜ CPT ile konuşmamız aynı doğrultudadır ama spesifik olarak biz Öcalan’ın [sağlık ve güvenliğini de konuştuk]. Çünkü “Öcalan’ın ortadan kaldırılmasının iyi olup olmayacağı”na dair bir ankete giriştiğini Adalet ve Kalkınma Partisi ve MHP çevrelerinin, Kürdistan’da korucular, aşiret reisleri arasında böyle bir kamuoyu yoklaması yaptığını işitiyoruz; bunu Zübeyir Aydar geçen gün Kürt Konferansında açıkladı. Bunun Öcalan için de son derece büyük bir tehditi ima ettiğini düşünüyoruz. Selahattin Demirtaş’ın da sağlık ve güvenliğine ilişkin —ve diğer bütün vekillerimizin sağlık ve güvenliğine ilişkin— CPT’nin Türkiye’ye acil bir ziyaret yapmasını istedik. CPT gelecek yıla kadar bir ziyaret yapmayacağını söylemiş ama gelecek yıl 20 gün sonra başlıyor. Dolayısıyla biz CPT’den bir acil ziyaret talep ettik bunun gerçekleşmesini ümit ediyoruz, sunduğumuz doneler son derece ciddi ve sözümüz güvenilir. Diğer soru ne idi?

SORU Avrupa Parlamentosu Ezidi kadınlara Sakharov Ödülünü… DAİŞ baskısına maruz kalmış…

ERTUĞRUL KÜRKÇÜ Bu bence son derece doğru verilmiş bir karar. Başka adaylar da vardı biliyorsunuz. Bunların arasından hem kendi cinsiyet kimliğini  hem kadın olarak haklarını hem halk ve millet olarak haklarını savunabilmek için her türlü zillete rağmen direnme gücünü kaybetmemiş ve bu esaretten kurtulmayı başarmış ve şimdi başlarından geçen bu macerayı bütün insanlığın ortak hafızasına nakşetmek için de kendilerini ortaya koymaktan kaçınmamış bu kadınların cesaretini herkesin alkışlamak hakkıdır, Avrupanın Ezidi kadınları alkışlaması olarak bunu görüyorum. Bütün dünya ayağı kalkmalı bu kadınlar karşısında. Biz de Türkiye halkları olarak hem bu davaya ortağız hem de bu kadınları, onların şahsında kadınların kurtuluşu için mücadele eden bütün kadın hakları savunucularını alkışlıyoruz, selamlıyoruz ve onların karşısında sevgi ve saygı ile eğiliyoruz.