Hedef rejim değişikliği

Yerel seçimler sonrası “HDP’yi yeniden kurgulamak için bir tartışma süreci içinde” olduklarını belirten HDP Eşbaşkanı Ertuğrul Kürkçü, “Yeni deneyimin ezberimizi bozdurttuğunu düşünüyorum” dedi. Yerel seçimlerdeki çalışmalarına ilişkin özeleştirel yaklaşan Kürkçü, her şeyden önce seçim sonuçları bakımından beklentileri yönetmeyi bilemediklerini ifade etti. 


hdp logoHDP Eşbaşkanı Ertuğrul Kürkçü, BDP milletvekillerinin HDP’ye katılma kararı, HDP ile ilgili tartışma ve beklentileri DİHA’ya değerlendirdi.

BDP’nin milletvekillerinin HDP’ye katılmasıyla, HDP’nin ortak ses ve ortak söz haline geldiğini kaydeden Kürkçü, yerel seçimler sonrası “HDP’yi yeniden kurgulamak için bir tartışma süreci içinde” olduklarını dile getirdi.

Ortak program etrafında

Bileşenlerden bazılarının çok meşru olarak BDP’li milletvekillerinin HDP’ye geçmesi halinde öngörüler ve tasavvurda bazı sorunların ortaya çıkacağını; çünkü HDP’nin böyle tasavvur edilmediğini söylediklerini aktaran Kürkçü, şöyle devam etti: “Ben bu eleştirilerin anlaşılabilir olmakla birilikte yersiz olduğunu düşünüyorum. Bizim bir ortak programımız var. Bu programa Altan Tan da “evet” dedi, EMEP de “evet” dedi, hepimiz “evet” dedik. Bu ortak program elde oldukça, bu program değiştirilip dönüştürülmedikçe bir kere bu programatik kaygılara gerek yok. Bizim programatik hedefimiz; Türkiye’nin var olan hakimiyet rejiminin yerine demokratik ve özgürlükçü bir siyasi rejim kurmak, öte yandan, emekçilerin haklarını ve kadınların, gençlerin, inanç sahiplerinin, Kürtlerin, Alevilerin ve Türkiye’nin yurttaşlık kapsamının dışında bırakılmış bütün ötekileştirilenlerin ortak mücadelesini yeni bir düzene taşımak. Bu düzen doğası gereği anti-kapitalist. Bunun böyle olmaması saçma olur. Çünkü mevcut hakimiyet rejimi iktidar kapasitesinin en önemli bölümünü süregelen iktisadi rejimden alıyor. Dolayısıyla bu rejimi değiştirme hedefi apaçık ortada.”

Bileşenlerimizin tümü sosyalistler değil

Söz konusu programatik hedeflerinin tam olarak bir sosyalist programa bağlı olmadığını da dile getiren Kürkçü, şöyle izah etti: “Olmamasının nedeni bunun kapitalizmle bir derdi olmamasıyla değil, bileşenlerimizin hepsinin kapitalizmle aynı ölçüde derdi olup olmamasıyla ilgili. Mesela Altan Tan gibi arkadaşlarımızın kapitalizmle böyle bir derdi yok. Onlar daha eşitlikçi, daha vahşetinden arındırılmış bir kapitalizmin pekala sürdürülebilir olduğu veya kitlelerin piyasa ekonomisi içerisinde yaşamaya o kadar da itirazları olmadığı kanaatinde. Ama benim gibi kimileri de Türkiye’nin iktisadi düzeninin kendisinin bütün sosyal ve kültürel eşitsizliklerin de üreticisi olduğu kanaatinde. Dolayısıyla kapitalizm altında kaldıkça kadınlar da, Kürtler de, Aleviler de özgürleşemez. Çünkü kapitalizm bir devlet tarafından şekillendirilmektedir ve bu devletin karakteri tekçidir ve reforme edilemez.

Dolayısıyla biz bunu bileşenlerimizin kuvvetlerinin bileşkesi doğrultusunda ucu açık bir program olarak görüyoruz. Bu programın demokratik olduğu ve sosyal haklar zeminine oturduğuna bir şüphe yok, vicdani haklar zeminine oturduğundan ve kapitalizmdeki eşitsizliklerin kaynağına giderek mücadele etmek, sınıf hakimiyeti rejimine son vermek istediğinden de şüphe yoktur. O nedenle Altan Tan’ın eleştirileri şu gerekçeyle geçersiz; Altan Bey diyor ki; ‘Müslümanlar HDP’ye gelmiyor, çünkü bu parti sosyalist.’ Müslümanlar sosyalist partiye gitmezler diye bir şey yok. Parti de kendisini öyle tanımlamamıştır. Müslümanların buraya gelmiyor olmaları ya da henüz yeterince gelmiyor olmaları başka bir çekim merkeziyle ilişkilerini sonuçlandırmamış olmalarıyla ilgilidir. Bu da AKP’dir. AKP hegemonyasını kabul edenlerin en önemli meselesi, onun gelenekçi ve muhafazakar olması. Ortada ideolojik bir mesele var ister istemez.”

EMEP’in itirazları ve endişeleri

EMEP’in eleştirilerini de bazı açılardan doğru bulmadığını belirten Kürkçü, şunları ifade etti: “Doğrudur, BDP büyük bir kuvvet Türkiye’de, ve onun bütün unsurlarıyla birlikte içinde yer aldığı politik parti ister istemez onun ağırlık merkezinden etkilenecektir, bunda bir şüphe yok. Fakat bu bir cesaret meselesi, otomatik olarak bu hamlenin HDP’yi bir Kürt partisine dönüştüreceğini düşünemeyiz. Eğer BDP, bir Kürt partisi olsaydı, biz o partiyle böylesine bir ortaklık kuramazdık. BDP sadece bir Kürt partisi değil, Kürtlerin hakları için mücadele ederken, demokrasi için de, işçi hakları için de, kadınların özgürlüğünün yanında yer alarak eşitlik ve ortak yeni bir toplum kurmak için de mücadele eden bir parti olduğu için BDP ile ortaklık kurduk. Bu nitelikleri içeren bir partinin, HDP içerisinde daha etkin yer alması partimizi bu manada ‘milli Kürt partisi’ne dönüştürmez, özgürlükçü dinamiklerin bu partiye aktarılmasına yardımcı olur. Şimdi şöyle bir risk var mı? Kürdistan Özgürlük Hareketi’nin ortalamacı bir eğilime saplanması, Kürt milli davasının tek dava olarak sahiplenilmesi, dolayısıyla, Türkiye’de sürüp giden sınıf mücadelesi ihtiyaçlarına bigane kalması mümkün müdür? Evet, BDP’nin orta sınıf tarafından ele geçirilmesi halinde bu mümkündür. Ama BDP de bu mücadeleyi verecektir. BDP’nin bu kadro partisi haline gelirken HDP’ye elindeki sosyal gücü ihraç ediyor olması tam da bu orta sınıf saldırısına karşı kendisinin bir mücadele üssü oluşturması, öte yandan, Türkiye’nin sosyalist güçlerine duyduğu büyük bir güvenle ilgilidir. Ben o yüzden bu endişeleri de bu itirazları da geçerli saymıyorum.”

Tartışıyoruz, kimseyi yargılamıyoruz.

Meşru bir tartışma yürüttüklerini ve kimseyi endişelerinden ya da ortaya koyduğu tereddütlerinden dolayı yargılamadıklarını dile getiren Kürkçü, “Fakat bir de hayatın akış yönü var. Ben kendimizin, kendim gibi düşünenlerin bu akış içerisinde yer aldığını, korkulacak bir şey olmadığını ve yeni deneyimin bize ezberimizi bozdurttuğunu düşünüyorum. Çünkü ezber şu; sosyalistler sınıf mücadelesinin temsilcisidirler, ulusal hareketler ulusaldırlar. Onlar sadece bir ulus kimliği etrafında hareket ederler. Esasen ezilen sınıfları birbirinden ayırırlar. O yüzden biz sosyalistler, sosyalist kalalım, ulus mücadelesi ulusal olarak yürüsün. Fakat burada özellikle Kürt Özgürlük Hareketinin yapmış olduğu paradigma değişikliğini görmek gerekiyor. Çünkü bizzat Kürt halkı, Kürt ulusu, Türkiye’deki ve Rojava’daki ve başka yerdeki temsilcileriyle birlikte bir ulus devlet içerisinde kendi kaderlerini ayrıca tayin etmek tercihini bir yana bıraktılar. Dediler ki; ‘biz içinde yer aldığımız bütün devletlerde demokrasi için mücadele edeceğiz. Kendimiz için özerklik peşindeyiz ve bunların da bir konfederal ortaklığını kuracağız.’ Şimdi bu bir sistematik, bu sistematiğin tamamına bir şey demeden ‘bu sistematik doğrudur, meşrudur’ dedikten sonra “ama Kürtler kendileri orada kalsınlar, sınıf mücadelemizi bozmasınlar” demek aslında Kürdistan’da yürüyüp giden sınıf mücadelesine bigane kalmak demek. Şimdi kim yürütüyor Kürdistan’daki yoksulların ezilenlerin, işçilerin mücadelesini? Öyle bir parti yok mu, öyle bir hareket yok mu? Bence var. O parti yasal olarak BDP’dir. Biz o parti ile yan yana geldiğimiz zaman sınıf mücadelesinin alanını bütün Türkiye’ye genişletecek hale getiriyoruz” dedi.

Yerel seçimler özeleştirisi



Yerel seçimlerde HDP’nin aldığı sonuçlara ilişkin “özeleştirel” bir yaklaşım sergileyen Kürkçü, “Birincisi her şeyden önce seçim sonuçlarına bağlı olarak beklentileri yönetmeyi bilemedik. Yani bu seçimden ne beklemeliydik, ne bekleyebilirdik sorusuna HDP olarak doğru cevabı, her zaman ve ortak olarak veremedik. Bence beklentileri doğru yerde tutabilmeliydik. Fakat burada bir püf noktası var. Beklentinizi hem realist olarak olması gerektiği yerde tutmak hem de partimizin iktidar hedefini ileri sürmek doğal olarak bir çelişki oluşturdu. Kolay yola gidildi. Böylelikle abartı ve yüksek oy tahminleri gerçeğin önüne geçti. Bu bize seçim döneminde bir problem olmayabilirdi, fakat seçim sonrası döneme kötü taşındı. Burada bir problemimiz var, beklentileri yönetemedik” diye konuştu.

‘İstanbul’a saplanılıp, kalındı’ 

HDP’nin apar topar seçime girmek zorunda bırakılmasının en büyük handikap olduğunu dile getiren Kürkçü, şunları söyledi: “Bizim bir çok örgütümüz, kağıt üzerindeydi. Seçim siyasetimizi yürütmek bakımından aslında İstanbul merkezli Türkiye siyaseti yürütmek, bizi yerellerin beklentileri ve mücadelesini örgütlemekte başarısız kıldı. Çok daha iyi yerel mücadeleler örgütlenebilirdi. İstanbul’a saplanılıp kalındı. Medyanın merkezinin İstanbul olması İstanbul adayımız sevgili Sırrı Süreyya Önder’in popüler bir halk sözcüsü olması, dolayısıyla kameraların onun etrafında dönüyor olması meseleyi İstanbul merkezli hale getirdi. Dikkatleri oy almak istediğiniz her yere eşit güçle yöneltecek şekilde örgütlememizi zorlaştırdık. Üçüncü nokta her ne kadar biz desek de  ‘yeni ortak siyaset dili kuracağız’, esasen baskın kitlemizin her yerde BDP’nin, Kürt emekçilerinin, Kürt halkının olması dolayısıyla Kürdistani bir söylem, genel söyleme özellikle yerel çalışmalarda damgasını vurdu. Tabii bu Kürtler arasındaki tanınırlık açısından iyi bir sonuç sağladı ama geçişleri yapabilmek çok kolay olmadı. Bu söylem ve bu dil örneğin Mersin’e bakacak olursak, Akdeniz ilçesinde sonuç alırken, Yenişehir ya da Mezitli’de sonuç almakta o derece etkili olmadı. Veya İstanbul için konuşacak olursak, bu söylem Beşiktaş’ta bir işe yaramadı ama Sultangazi’de yaradı. Bu değişkenlere göre süreci formüle edemedik.” 



Basit, anlaşılır siyaset

Yerel seçimlerde iyi siyaset yaptıklarını düşünmediğini belirten Kürkçü, “Bizim iddiamıza ve sözümüze, bizim hayattaki tutumumuza insanlar destek verdiler. Dediler ki; ‘biz Türkiye Cumhuriyeti tarihinde elde edilmiş olan en yüksek oyu size vereceğiz ama bu 6.7’dir.’ Bu ancak bizim işimizi görür, halkın işini görmez. Bizi var ettiler. Varız diyebiliriz. Ama bunun üzerine hiç bir şey eklemeden bunu sürdüremeyiz. Bu şekilde ne uzayıp, ne kısalarak gidemeyiz. O yüzden mutlaka yeniden örgütlenme tartışmaları dahil olmak üzere basit anlaşılır bir siyasetin sahibi olacağız” diye belirtti. 



Cumhurbaşkanı adayımız olacak



Cumhurbaşkanlığı seçimlerinde aday çıkarıp çıkarmayacaklarına ilişkin Kürkçü, şu açıklamalarda bulundu: “Bunları tam olarak önümüze alıp konuşmadık, tartışmadık. Cumhurbaşkanlığı seçimleri bir iktidar mücadelesi alanı. Burada Tayyip Erdoğan’ın Cumhurbaşkanlığı’na tırmanma arzusu var. Öte yandan bizim de barış ve çözüm talebimiz var. Bütün barış ve çözüme yönelik taleplerin etrafında yeni bir denklem kurabilirsek, buna uygun adayları da pekala bulup çıkarabiliriz. Sorun şöyle çözülemez, ‘sol biraraya gelsin aday göstersin’ diye değil nasıl bir Cumhurbaşkanlığı ve nasıl bir Cumhurbaşkanı karakteri arıyoruz sorusuna ortaklaşa cevap verenler, pekala yeni bir Cumhurbaşkanı için ortaklık kurabilirler. Ama tabiî ki; bizim parti olarak kendi adayımız olacak, bunu düşünüyoruz.”(Yeni Özgür Politika’da yayınlanan yazının redakte edilmiş halidir)