İşimiz bu referandum belasını başımıza saranın başına mağlubiyeti sarmak

 Ertuğrul Kürkçü, Bodrum mitinginde yaptığı konuşmada “Başlıca işimiz bu referandum belasını başımıza saranın başına mağlubiyeti sarmak, O’nu geldiği yere göndermek. Bunu yapabilmemiz için referandum bize lazım.” dedi.

Merhaba Sevgili arkadaşlar kadınlar gençler sevgili partililer, halkımız, halklarımız.

Hepiniz  hoş geldiniz şeref verdiniz

Hepinizi sevgi saygı ile selamlıyorum.

Evarbaş hevalno

Hun bi xer hatın!

Sevgili arkadaşlar, ben görüyorum ki burada referandum bitmiş sandıkları saymaya başlayabiliriz. Ama önümüzde daha bir hafta var. Biraz daha kendimize iş çıkartmamız lazım. Bugün onun için buradayız. Tabii başlıca işimiz bu referandum belasını başımıza saranın başına mağlubiyeti sarmak, onu geldiği yere göndermek. Bunu yapabilmemiz için referandum bize lazım.

Ancak şunu aklımızdan çıkarmayalım. Lütfen kendimizin nerede yaşadığını unutmayalım. Türkiye 81 vilayetinde Olağanüstü Hal olan, yani bir onbaşının general yetkisine sahip, herhangi bir silahlı devlet görevlisinin insan öldürme yetkisine sahip olduğu bir dönemde referandum yapıyor. Milletvekillerimiz hapiste, üç bin HDP yöneticisi ve görevlisi hapiste, eş başkanlarımız hapiste, hepimizin sesinin çıkacağı bütün kanallar tıkanmış olarak bir referandum yapıyoruz ve sanki eşit hak ve eşit silahlarla mücadele ediyormuşuz gibi 16 Nisan’da milletin hakemliğine başvurulacağı söyleniyor. Millet sandıkta elbette kendisine doğru geleni yapacaktır. Biz bunun HAYIR olması gerektiğini biliyoruz ve söylüyoruz. Ancak şunu açıkça buradan ilan etmek istiyorum: O sandıklardan yalnızca HAYIR çıkarsa meşrudur, EVET meşru değildir. Bunu da sadece bir kızgınlıkla bir öfkeyle söylüyor değiliz.

Bakın sevgili arkadaşlar, bu ülkedeki bütün televizyon kanalları HDP’ye kapalıdır. Bütün televizyon kanallarının yöneticilerinin ellerine yasaklılar listesi verilmiştir. 59 milletvekilimiz, yöneticilerimiz, bilim insanlarımız bu listededir. Bütün gazeteler, radyolarda  sadece küfretmek, hakaret etmek, alçaltmak, aşağılamak için HDP’nin sözü edilir. Sosyal medyada HDP lehine, hapisteki eş başkanlarımızın lehine, özellikle Figen Yüksekdağ’ın lehine bir şey söylemek suç ilan edilmiştir. HDP hakkında sosyal medyada paylaşım yapanların hepsi sorgulanmaktadır. Her gün İzmir’de İstanbul’da, Ankara’da, Muğla’da, Aydın’da onlarca insan sosyal medyada HDP için, özgürlük için, demokrasi, adalet için Kürt halkı ve Kürtlerin özgürlüğü için paylaşım yaptığında ertesi gün kendisini karakolda bulabilmektedir. Bu şartlar altında gidilen bir referandumda herkesin her şeyi özgürce tartıştığı, konuştuğu, dinlediği söylenebilir mi? Buna imkan ve ihtimal var mı? Bunların hiçbirisine imkan yok.

Meşru bir sonuç isteyenler[in], Türkiye’de meşruiyete yeniden dönüş isteyenlerin sadece “Hayır” oyu vermeleri değil yurttaşlarımızın büyük bir çoğunluğunun “Hayır” tercihini kullanmasına yardımcı olması gerekir. Bu şartlar altında bu kolay bir şey değildir ama imkansız da değildir çünkü Türkiye halkları çok uzun bir siyasi deneyime sahiplerdir. İyi kötü, kör topal da olsa uzun bir parlamenter mücadele geleneği var, halkın oyu diye bir kıymetlisi var. Halk oyunu çöpe atmadı, atmayacak da. O nedenle Erdoğan’ın teklifine halkın şu sebeple “Hayır” demesini istiyoruz: Erdoğan halklarımıza diyor ki, “Siz bana 20 yıl boyunca sizi yönetme hakkı verin, ben 20 yıl boyunca sizin kralınız, baş komutanınınız, cumhurbaşkanınız, başbakanınız, baş yargıcınız, başsavcınız, baş yazarınız, baş muhtarınız olayım. Bütün bankalar benden sorulsun, bütün üniversiteler benden sorulsun, medyayı ben yöneteyim, her şeyi ben yöneteyim, savaş ilan etme yetkisi elimde olsun, meclisi istediğim zaman açayım kapatayım, meclis kadar kanun çıkartma yetkisi elimde olsun, size ise yol yapmak dışında hiçbir vaadim yok.” Sen o yolları bizim paramızla vergimizle yapıyorsun bize böyle bir vaadin olamaz. Bize ancak ve ancak demokrasi özgürlük, hak, adalet vaat edebilirsin ama bu anayasa bunların hiçbirini vaat etmiyor. Bu çok basit ve açık nedenle halkımızın HAYIR oyu vermesini istiyoruz.

Ancak Tayyip Erdoğan bu oylamayı bir şekilde hilal ve haç mücadelesine, bir şekilde onlar ve biz mücadelesine, bir şekilde inananlar ve inanmayanlar mücadelesine dönüştürmek istiyor. Böyle yaparsa, böyle bir kutuplaşmayı yaratabilirse eğer, -inanıyor ki- o zaman belki yüzde kırkbeşi yüzde elli bir yapabilir. Bu fırsatı ona vermeyeceğiz arkadaşlar. Ne olursa olsun, ne yaparsa yapsın önümüzdeki yedi gün boyunca halklarımızın iradesinin bu sandıklara yansıması için, bu sandıklardan çıkacak her bir oyun dürüst ve adil bir biçimde sayılıp bir kenara kaydedilmesi için hepinizi göreve çağırıyorum. Bütün arkadaşlarımız sandık kurullarında görev almalıdır, bütün arkadaşlarımız bütün yurttaşlarımızı oylamaya götürmelidir. Çünkü hepimiz biliyoruz ki, bu halk oylamasında ne kadar çok katılım olursa Erdoğan’ın şansı o kadar düşecektir. Onun için, HDP’yi ve diğer muhalefet dinamiklerini sandıklardan uzak tutabilmek için her gün arkadaşlarımız gözaltına alınmakta halkın harekete geçirilmesi, uyandırılması, referandumda görev alması engellenmeye çalışılmaktadır.

Bütün bunlara rağmen bugüne son derece iyi bir biçimde geldik. Gözünüzün önüne getirin bir partinin üç bin üye ve yöneticisi, on üç milletvekili, eş başkanları, 88 belediyesi ve eşbaşkanları dağıtılmış hapsedilmiş, el konulmuş hepsine yasak konulmuş, binlerce kamu emekçisinin görevine son verilmiş, binlerce taraftarının işten güçten edilmiş olduğu bir yerde bir halk hareketi, bir politik hareket Tayyip Erdoğan’ın korkulu rüyası olmaya devam ediyorsa bu halk asla yenilmeyeceğini ispatlamış, kendisinin gücünden de sevgisinden de herkesin nasibini alacağı kadar yetkin demokratik güçlü bir hareket olmuş demektir. Bu hareketi sizler yarattınız, bu partiyi sizler kurdunuz ve sizler bu partiyle beraber yeni bir Türkiye’yi kuracaksınız.

İşimiz Erdoğan’la ve AKP’yle de  bitmiyor. Kimi muhalefet dinamikleri şöyle bir söylenti yayıyorlar: “HDP’yi anladık da Kürtlerin ne yapacağı belli değil, belki de Erdoğan’ı onlar başkan yapmak isterler.” Bu o kadar tuhaf, gülünç bir şey ki, sizler Bodrum’un bütün otellerinde, tarım işletmelerinde, turistik işyerlerinde kimsenin yapmak istemeyeceği işleri yaparak, hayatınızı ortaya koyarak, oğullarınız kızlarınız hayatlarını ortaya koyarak halklarımızın özgürlüğü için mücadele ediyor inandırıcı olmuyor ama sizlerin işverenleriniz, sizlere evlerini temizletenler, lokantalarında kendilerine hizmet ettikleriniz sizin asaletinizden şüphe ediyor. Yerin dibine batsınlar. Biz de onlardan şüphe ediyoruz.

Türkiye’nin en büyük emek gücünün, tarih bunu öyle getirdiği için, halklarımızın iktisadi ve sosyal gelişme süreci öyle olduğu için, emekçilerin en emekçisi, yoksulların en yoksulu, çalışanlarının en çalışanı Kürt emekçilerinin Türkiye’nin geleceğini kurmakta da, bu kadar çalıştıkları, bu kadar ter döktükleri bu kadar emek verdikleri, demokrasi nöbetini de onlar tuttukları için bu ülkenin geleceğini kurmada da herkes kadar onların da hakkı var. Onlara inanmak, onların sözüne güvenmek de Türkiye’nin tüm demokratlarının hem hakkı hem görevidir.

Kürt halkının fikrini, düşüncesini, haysiyetini, onurunu, gelmişini, geçmişini temsil etmeye yetkili olan çok fazla insan yok ama hala aramızda, hala saygın, hala dürüst, hala onurlu ciddi birkaç insandan biri olan Ahmet Türk var. Ahmet Türk’ün dünkü mitingteki sözlerini size aktarmak isterim. Ahmet Türk der ki: “Öyle böyle diyorlar… Kürtler bir onur mücadelesindedirler, Kürtler kendi onurlarına karşı hareket etmezler, Kürtler asla ve asla onurlarını satılığa çıkartmazlar, Kürtler EVET değil HAYIR diyecek”

Ve bizler Türkiye’nin batısında yaşayanlar demokrasi, özgürlük adalet, eşitlik, hak için mücadele edenler Kürtlerin özgürlüğe yürüyüşüne eşlik etmekten, onları ezen bir rejimin bizi de ezdiğini bilerek onlarla birlikte yürümekten sadece onur ve gurur duyuyoruz. Bu bizim için tarihi bir görevdir, bir iyilik değil. Tarihsel görevimizi yapıyoruz.  Bu görev bugün faşizme gidişe son vermek, Türkiye halklarına faşizmden önceki son çıkışı göstermektir.

Sevgili arkadaşlarım, bizim bütün gayrı meşruluğuna, bütün hak tanımazlığına, bütün saldırganlığına rağmen bu referandum sürecine girmeyi kabul etmemizin sebebi de budur. Çünkü eğer 16 Nisan’da Erdoğan’ın karşısında güçlü, etkin, gerekçeleri belli bir HAYIR yanıtı olmazsa Türkiye Avrupa’nın eteklerinde doludizgin bir faşist  diktatörlüğe doğru gidecektir. Faşizmden önceki son çıkış 16 Nisan’dadır. 16 Nisan’da Türkiye’yi faşizme gitmekten alakoymak mümkündür. Faşizm yenilebilir, faşist diktatörlük yıkılabilir ama faşist diktatörlüğün öncesinde yıkılmış hayatlar, yerle bir edilmiş toplumsal güçler, yıkılmış bir sivil toplum ve yıkılmış emek güçleri vardır. Ondan sonra faşizmle boy ölçüşmek yıllar, on yıllar, büyük savaşlar gerektirebilir. Ama faşizm iktidar olmadan önce onu engellemek mümkündür arkadaşlar.

Sizler, Bodrum’da yaşayan emekçiler, aydınlar, demokratlar olarak burada aslında Erdoğan rejminin onun iç ve dış politikasının ne anlama geldiğini herkesten daha iyi görüyorsunuz. Burası esasen turizm gelirleriyle bir ekonomi döndüren, insanların geçimlerini, hayatlarını, işlerini, geleceklerini varolan, kapıları açılmış, kendilerine vaat edilmiş bir turizm hareketi içerisinde bulan insanların kenti. Erdoğan’ın içeride Kürtlerle, dışarıda dünyanın bütün demokrasi güçleriyle savaşa dayalı iç ve dış politikasının Bodrum’u ne hale getirdiğini benden daha iyi biliyorsunuz. Bu, sadece ne yaptığını bilmezliğin ürünü değil, bu aynı zamanda dünyaya açılmış bir ekonomi, dünyanın diğer medeni ve demokratik halklarıyla temas içerisinde bir toplum olmaktan Türkiye’yi çıkartma mühendisliğinin de bir parçasıdır. Turizme dayalı bütün ekonomileri, bütün işletmeleri yıkarak Türkiye’yi aslında medeni toplumlar dünyasından ayırmak fikri de bunun arkasındadır. O yüzden hiç bir şey kazaen ya da yanlışlıkla olmuyor. Kendi yandaşlarının, bu gelişmeden zarar görenlerin önü başka iktisadi faaliyetler açısından açılacaktır. Dağı taşı madenciliğe açmak, zeytinlikleri taş ocaklarına dönüştürmek, linyitte ısrar etmek, buranın doğasını, doğal mirasını yerle bir etme amacına yönelik bir sanayi ve ticaret politikasında turizmin muhtemel ve bugünkü gelirlerinin hiçbir manası yoktur. Dolayısıyla yandaşlara dayalı yeni bir iktisadi rejim, yeni bir eş-dost kapitalizmi siyasetinin bir parçasıdır. O yüzden Erdoğan’a bugün dur demediğiniz takdirde sonraki yıllarda Bodrum’da, Marmaris’te, Fethiye’de, bütün güneybatı Ege’de, Akdeniz havzasında hiçbir geleceğiniz yoktur. Narenciye bahçelerini çoktan yıkıp turizm işletmelerine çevirdiler. Tarıma geri dönemezsiniz, turizmin kapısı kapandığı zaman yapılacak hiçbir iş de yoktur. Türkiye’nin ortasındaki kara delik herkesi yutacaktır. Kafalarındaki plan budur. Kıyılar halkı bu planlara bugün uzağı görerek karşı çıkmazsa yarın çok geçmiş olacaktır. O nedenle siz siz olun, biz biz olalım bugünden tedbirlerimizi alalım. Yüzde yetmişbeş hayır yetmez yüzde yüz HAYIR.

Sevgili kardeşlerim, geçtiğimiz yıllarda hepiniz biliyorsunuz Türkiye’de süregiden savaşın kaybedenlerinden yoksul köylü emekçilerin çocukları, üniformalarını giyip askere giden ve onların gösterdiği yerde savaşa giren insanlar, hayatlarını kaybettiler. Halklarımız bu savaşın sebepleri hakkında aydınlatılmadı. Onlara kimse savaşıp savaşmamak istediklerini sormadı, kimse “düşman” dediklerinin onlar tarafından anlaşılmasına yardımcı olmadı. Halklarımız oğullarını kim öldürüyorsa onlara düşman kesildiler. Bunun bir savaş olduğunu çok iyi idrak etmediler ve HDP bu bölgede örgütlenmeye giriştiğinde, ilk örgütlerini kurup tabelalarını astığında Fethiye’de, Urla’da… nasıl lince uğradı, nasıl bunlara göğüs germek, nasıl dikmek istediğimiz fidanın boy atabilmesi için bedenimizi siper edip o fidanı korumaya mecbur edildik. Ama bunu eninde sonunda başardık. İşte şimdi yeniden konuşmaya başlıyoruz. Doğu’da Kürt halkının ölümüne yol açanlar burada da sizin turizm ve ona bağlı ekonomilerinizin nasıl yok olmasına yol açıyorlar, Kürt de, Türk de, Ezidi de, Süryani de, Türkmen de nasıl aynı kadere bağlandı gördük işte. O yüzden kaderlerimizi birbirinden ayırmak isteyenlere bizi milliyetimize, kökenimize, inancımıza göre ayırmak isteyenlere en güçlü cevap hangi inançtan, kökenden, kimlikten, cinsiyetten olursak olalım bütün kökenlere, inançlara, cinsiyetlere hepsine her şeye düşman olanlara HAYIR diyelim.

Bugün bize dayattıkları bu başkanlık rejimi aslında sadece bir grup insana, birkaç kişiye, dar bir tabakaya hizmet ediyor. Bu tabakanın adı Tayyip Erdoğan ve Kırk Haramilerdir. Bugün Türkiye’deki eğri doğru, kırık dökük bir parlamenter rejim, yüzyıldır süren halk mücadelesinin elde ettiği bir sonuçtur. Bu kötüdür, bu iyi değildir, halk temsili yanlıştır, bu eşitsiz bir rejimin parçasıdır ama biz bundan daha iyisini istiyoruz, daha kötüsünü değil. Padişahların elinden karar yetkisini alan bir parlamentoyla başlamış bu rejimi ne bir padişahlık, ne bir soy, ne bir köken hakkı iddia edilebilecek,ne de gaza hakkı iddia edebilecek herhangi bir adamın eline veremeyiz. Padişahın elinden aldığımız iktidarı Erdoğan’a hediye etmemiz için hiçbir sebep yoktur. Bu başkanlık rejimi Erdoğan’a niye lazımdır biliyor musunuz? Bir tek sebeple: Herhangi bir siyaset insanı, bir parti başkanı, bir başbakan seçimleri kaybettiğinde başına iki şey gelir; ya muhalefet partisinin başı olarak –partisi işine son vermediyse- muhalefete geçer ya da emekli olur bir sahil kasabasına -muhtemelen Bodrum’un bir koyuna- gider, anılarını yazmaya başlar, kaçan fırsatları, Allah’ın ona niye yardımcı olmadığını anlatır durur. Fakat Erdoğan bunların ikisini de yapamaz.

Erdoğan kaybettiği zaman onu bekleyen yer mahkemenin önü, cezaevinin kapısıdır.

Erdoğan’ın kavgası bunun içindir. Bunu ben onu sevmediğim için uyduruyor değilim. Bunu, onun baş ortağı Devlet Bahçeli söylüyor. Diyor ki “Bizim Tayyip Erdoğan’ı başkan yapmamız lazım çünkü şimdiye kadar yaptığı her şey kanunsuzdur. Kanunsuzlukları kanun haline getirirsek Erdoğan’ı da suçlu olmaktan Cumhurbaşkanını da mücrim olmaktan kurtarırız, ben de onun yardımcısı olurum.” Tayyip ağa ve 41. Harami. İşte arkadaşlar bütün bu başkanlık rejimi bize bunun için lazım. O nedenle halkın hiçbir ihtiyacı ile hiçbir ilgisi olmayan, hiçbir aciliyeti olmayan bu başkanlık rejimi başımıza örülmek istenen bir çoraptır.

İstediği zaman silahlı kuvvetleri kriz yaratmak üzere öteki ülkelere gönderme yetkisini elde tutmak, meclisin karşısına döndüğünü hissetttiği zaman hemen seçim ilan edip meclisi dağıtmak yetkisine sahip olmak, kendisini yargılaması muhtemel yargıçları atamak, silahlı kuvvetlerin, polisin, yargının, medyanın başı olmak, böylelikle hiçbir zaman aleyhinde konuşulması mümkün olmayan, hiçbir zaman tutuklanma ihtimali olmayan, kimse tarafından eleştirilme ihtimali olmayan bir insan olmak istiyor.

Değerli arkadaşlar, referandum sonuçları ana muhalefet partisi için bizim olduğu kadar yakıcı değildir. Çünkü onlar şöyle düşünüyorlar “Başardık, başardık, başaramadık yeni rejimin ana muhalefet partisi biziz çünkü iki partili bir yeni düzen kurulacak.” Bizim için öyle bir şey yok arkadaşlar. Başardık ya da başardık. Bizim için başarmaktan başka bir yol yok. O yüzden muhalefetin başı, halk muhalefetinin sözcüsü, referandumda hayır oyunun öncüsü, bunu Türkiye’de yaşayan bütün halkların dilinden söylemeye hem hakkı olan hem de buna mecbur olan parti biziz. O yüzden HAYIR diyeceğiz NA diyeceğiz, LA diyeceğiz, VOC diyeceğiz, OXİ diyeceğiz.

Hepinizi saygı ile selamlıyorum.

Serkeftin hevalno!