Kendilerini korumak için Eş Başkanlarımızı ve vekillerimizi rehin aldılar

HDP’yi Erdoğan’ın topuğundaki diken olarak tanımlayan Kürkçü, “Meclisten çekilmek de devam etmek de siyasetin gereğidir” diyerek parlamentodan hangi şartlar altında çekilebileceklerini mesajını verdi. HDP İzmir Milletvekili Ertuğrul Kürkçü, gündeme ilişkin ANF’nin sorularını yanıtladı.

anfAvrupa Parlamentosu’nun Türkiye ile müzakere sürecin geçici olarak dondurma kararı almasını nasıl değerlendiriyorsunuz?

Bu öngörülebilen bir karardı. Bu kararın aslında AB Türkiye müzakerelerinin hukukunu belirleyen çerçeve antlaşmanın 5. maddesinde bir karşılığı var. Bu madde Türkiye ile AB arasında devam eden üyelik görüşmeleri sürecinde ‘ısrarlı, vahim ve sürekli insan hakları ihlallerinin gerçekleşmesi durumunda’ Avrupa Komisyonuna müzakereleri durdurma zorunluluğu getiriyor. Bu bir tercih de değil mecburiyet. Bugüne kadar bu şartın işletilmemesi Türkiye’deki hak ihlalleri sürecinin gelgitli tabiatıyla ilgiliydi. Türkiye şimdiye kadar hep bir adım geri bir adım ileri giderek durumu idare etti. AB’nin büyük ülkeleri de idare ettiler. Ama özellikle 15 Temmuz sonrasında ortaya çıkan geniş çaplı ihlaller ve Kürdistan’da “güvenlik operasyonu” adı altında şehirlerin yakılıp yıkılması, Cizre, Silopi, Sur ve birçok yerdeki katliamlarla sınırlı kalmayıp bütün kesimlere yayılan bu sınır tanımaz şiddet, Avrupa Parlamentosu’ndan önce Avrupa’nın demokratik çevrelerinde çok büyük reaksiyonlar doğurdu. İnsan hakları kuruluşlarından başlayan tepkiler Avrupa toplumu ve medyasında genişleyip AP’yi kuşattı.

AP aldığı bu kararla, kendisini kuşatan topluma ve genel kamuoyu talebine karşılık vermiş oldu.

Bu, dolayısıyla beklenmeyen bir sonuç olarak değerlendirilemez. AB üyeliği için talepte bulunan Türkiye’nin kendisi. Bunun için yerine getirmesi gereken koşullar son derece açık ve belirli. Bunların başında da özellikle Kopenhag Kriterlerindeki insan hakları çerçevesine uyma zorunluluğu var. Ne yazık ki bunlar uyum bir yana, vahim bir şekilde ihlal edilince bu sonuç kendiliğinden ortaya çıktı. Ben alınan kararın yerinde olduğunu düşünüyorum.

Avrupa parlamentosunun bu kararını uygulamaya sokmak üzere nihai karar Avrupa Komisyonu’nca verilecek. Görünen o ki, Parlamento kararı Komisyon’da bire bir karşılık bulamayabilir. Türkiye’ye yönelik yaptırımlar konusunda hükümetler parlamenterler kadar kararlı olmayabilir.

HDP olarak AP’de bir dizi görüşmeler yaptınız bu görüşmelerde neler yaşandı ve neleri ön plana çıkardınız?

Biz HDP heyetleri olarak AB ve Avrupa Parlamentosu yetkilileri ile görüştük ve görüşmelere de devam ediyoruz. AB İnsan Hakları Kurumları, genel olarak Türkiye’yi izleyen insan hakları kuruluşları ile AP, Avrupa Komisyonu ve AP’deki siyasi grup başkanları ile görüştük.

Hepsine söylediğimiz, hepsinden istediğimiz Türkiye’de yaşanan bu vahim insan hakları ihlalleri karşısında “endişe ifade etmek”ten daha fazla bir şey yapmalarıydı. Türkiye’deki ihlallerin vahametini somut gerçeklere dayanarak açıkladık ve bu durumun 5. madde kapsamında ele alınması gerektiği ifade ettik. Ancak, nasıl bir yaptırım uygulanacağı konusunun tamamen kendi bilecekleri iş olduğunu söyledik. Ama tercihimizin özellikle halkın doğrudan doğruya zarar görmeyeceği, hükümetin ise kendi icraatlarıyla yüzleşmesini sağlayacak yaptırımlar uygulanması olduğunu belirtik.

AP sonuçta bu yönde bir karar aldı. Parlamento üyesi olsaydım ben de bu kararın verilmesini isterdim.

‘ERDOĞAN ÜLKEYİ İÇ ÇATIŞMAYA SÜRÜKLÜYOR’

Son dönemde partinize yönelik yapılan saldırılar gittikçe artıyor ve Eş Başkanlarınız Demirtaş ve Yüksekdağ da dahil olmak üzere milletvekilleriniz tutuklandı ve tutuklamalar devam ediyor. Yaşanan bu süreci nasıl yorumluyorsunuz, Erdoğan ortaya koyduğu bu politika ile neyi amaçlıyor?

Erdoğan’ın ortaya koyduğu siyaset Türkiye’yi bir iç çatışmaya sürüklüyor. Erdoğan, sadece siyasi hasımlarını sindirmek, onları iktidardan uzak tutmaya çalışmak gibi olağan siyasette yeri olan işlerle uğraşmıyor. O siyasi hasımlarını fiziki ve fiili olarak da hiçbir hukuk ve adalet normu tanımadan yok etmeye çalışıyor; hukuku ve adaleti siyasi bir intikam aracı olarak kullanıyor. Böylece Erdoğan, insanlara kendini korumak ya da öç almaktan başka hiçbir açık kapı bırakmıyor. Sadece biz değil 15 Temmuz darbe girişimi ile görevden alınan, haklarında soruşturma başlatılan, cezaevlerine atılan yüzbinlerce insanın görmüş olduğu muamele kulaktan kulağa dolaşıyor. Herkes polis merkezleri ve cezaevlerinde insanlara tecavüz dahil her türlü işkencenin yapıldığını biliyor.

Bırakın “suç”un niteliğini. Kendinizi o insanların çoluk çocuğunun yerine koyun, nasıl bir gelecek tasavvur edersiniz. Erdoğan, son derece zehirli bir geleceğin kapısını açıyor. İntikam tutkusuyla hareket edecek yüzbinlerce insandan bahsediyoruz. Kürdistan kentlerinde yapılanlara geri dönersek sadece Cizre bodrumlarında yakılan insanların yakınlarının ve onların yakın çevresinde bulunanların nasıl büyük acılar çektiğini düşünün; o zaman Kürt gençlerinin akın akın dağların yolunu tutmasını anlayabilirsiniz. Erdoğan’ın insanlara açık bıraktığı kapı budur. O, insanlara ‘biat etmek ya da bertaraf olmak’ dışında başka hiçbir yol bırakmıyor.

‘HDP ERDOĞAN’IN TOPUĞUNDAKİ DİKEN YA BUNDAN KURTULACAK YA DA TOPUĞUNU PARÇALAYACAK’

HDP, Erdoğan’ın topuğundaki diken. Bu diken canını acıtıyor. Onu yürütmüyor. Ya dikenden kurtulacak ya da topuğunu parçalayacak. Sonuç olarak Erdoğan’ın bu topluma yol olarak bıraktığı tek şey ‘ya benimle çatışmayı göze alırsınız veya bana itaat edersiniz’ den ibaret. Ama doğrusu o da çıktığı yolun nerede biteceğini bilmiyor.

Öngörülmüş bir çıkış planı, bir nihai senaryo çerçevesinde hareket etmiyor; ortada tamamen afaki bir sultanlık halifelik hülyası onun taktik adımları olarak da tamamen ucu açık gittiği yere kadar gitmek üzere başlatılmış bir intikam ve yok etme hareketi yürütüyor.

Bu adımları atarken de yeni müttefikler bulabildiği için bu süreci şimdilik yürütebiliyor. Bu kargaşa içinde şunu ayırt edebiliriz: Birinci olarak, karşısındaki en büyük kitlesel güç olarak Kürt halkı demokratik ve yurtsever bir öncüden yoksun bırakılmak isteniyor, ikinci olarak Kürt halkının Türkiye’nin demokratik ve toplumsal muhalefet güçleriyle tarihsel bir ortaklık kurma kapısının ebediyen kapatılması isteniyor. Geri kalan her şey “ortaya karışık” gidiyor.

‘SEÇMENİMİZ İSTEDİĞİ İÇİN MECLİSTEYİZ AMA….’

Peki, bu tutuma karşı parti olarak sizin tavrınız ne olacak? Parti olarak meclis çalışmalarına katılmama kararı verdiniz daha sonra ise tekrardan geri dönme kararı aldınız…

Bu tartışma yeterince kavranmadı, medyanın yansıttığı gibi esasen parlamentodan çekilme kararı hiçbir zaman almadık. HDP yönetimi olarak bu gündemimizde de olmadı. TBMM’de Genel Kurul faaliyetlerine süresiz olarak katılmama kararı verildi. Ancak, bu bir kesim tarafından “parlamentodan çekilme” kararı olarak algılandı. Ne var ki, kararı izleyen, özellikle tecavüz yasasının tartışıldığı dönemde halkın bir kesimi, özellikle kadınlar ‘gidin, mecliste dikilin ve bu yasayı çıkarttırmayın’ diye HDP’nin kapısına dayanınca, tam olarak yerini bulamamış bu karar kaldırıldı. Genel kurula dönüldü.

Bence HDP bugün olması gereken yerde. Ama şu da bir gerçek: 6 milyon seçmenimiz var. Bu 6 milyon insanın fikri alınmadan, onlarla tartışılmadan bir karar almak kolay değil, doğru da değil. Bu kararı almak seçmenlerimizle uzun boylu görüşmemizi gerektiriyor. Tabii bu ortamda onlara gitmenin demokratik koşulu yok. HDP’nin her faaliyeti büyük baskı altında. Ancak, anlaşılan şu ki, aksi yönde sert çağrılar yükselse de seçmen kitlemiz parlamentodan çekilmemizi istemiyor. Biz de zor şartlar altında parlamentoda gittiği yere kadar mücadelemizi yürüteceğiz.

‘MECLİSTEN ÇEKİLMEK DE DEVAM ETMEK DE SİYASETİN GEREĞİ’

Ancak her şeyin bir kopma noktasına geldiği bir an olabilir. Mecliste aşağılandığımızı gördüğümüzde, burada durmanın hem seçmenimiz hem bizim için onur kırıcı bir hal aldığını gördüğümüzde, ya da siyaseten bunun karşılığı doğduğunda parlamentodan çekilme kararı da vermek mümkün. Siyasette yeri var. Bunun koşulları TBMM iç tüzüğünde yer alıyor. Buna göre vekillerin istifasının tek başına karşılığı yok. Bunun genel kurulun onayından geçmesi gerekiyor. Dolaysıyla bu kararı alıp uygulamak bile bu şartlarda AKP’nin onayına bağlı. AKP’nin çoğunluğunu oluşturduğu genel kurul istifamızı kabul etmedikçe istifa etmiş sayılmıyoruz. Böylesine hayati bir konuyu AKP’nin iradesine bırakmanın başlı başına bir problem olacağı açıktır. Ancak bunun hukuken tescil edilmesi şart değil. Şartları varsa fiilen de yapmak mümkün. Ancak yapmayacaksak temcit pilavı gibi her gün ısıtıp ısıtıp ortaya sürmek de doğru değil.

Gene de HDP olarak meclise gidip gitmemekten çok, hangi kararı alırsak alalım asıl tartışmamız gereken, genel siyasi hattımızdır. Her adımımızın buna uygun olması gerekir.

‘KENDİLERİNİ KORUMAK AMACIYLA EŞ BAŞKANLARIMIZI VE VEKİLLERİMİZİ REHİN ALDILAR’

Bir önceki soruma ek olarak, peki ne oldu da Eş Başkanları tutuklayacak kadar bir politika içerisine girildi?

Rehin almak istediler. Ellerinde rehin olsun, koz olsun istediler. ‘Bir devlet adamımıza bir şey olursa vekilleriniz, Eş Başkanlarınızın hayatları tehlikede’ mesajı vermek istediler. Bunu AKP’li bir milletvekilinin -Hüseyin Kocabıyık- ağzından açıkça ifade ettiler. Kürdistan’daki yıkıma karşı bir reaksiyon gelişip, AKP yöneticileri ve atadıkları kayyumlar hedef alınmaya başlayınca vekillerimizi rehin aldılar. Devlet süre giden silahlı çatışma içinde Eş Başkanlarımızın ve milletvekillerimizin hayat ve güvenliklerini kendini korumak amacıyla bir koza dönüştürdü.

‘HDP’NİN VARLIĞI İÇ ÇATIŞMANIN ÖNÜNE GEÇİYOR’

Sizce bu süreç uzun bir süre devam edecek mi?

Türkiye bu kadar yüksek gerilimi taşıyacak bir durumda değil. Ya devlet bu siyasetten yüz geri edecek, durum yatışacak ya da inceldiği yerden kopacak. Ama açık ki Erdoğan inceldiği yerden kopmaya sürüklüyor. İç çatışma riski bugüne kadar HDP’nin varlığı ve özgürlük hareketinin temkinli taktikleri dolayısıyla son haddine varmadı. Erdoğan’ın çekmek istediği yere gidilmiş olsaydı çoktan Türkiye’nin batısında da çatışmalar çıkmıştı.

O yüzden önümüzdeki süreçte mutlaka ve mutlaka üçüncü gücü devreye sokma imkânını bulmalıyız. Üçüncü güç derken AKP-MHP ittifakıyla CHP “muhalefeti” arasındaki kayıkçı döğüşünün ötesine seslenen, HDP ile geniş demokratik bir ittifak zemini oluşturacak güçler bileşkesinden söz ediyorum. Bunun olmasını ümit ediyorum. Ve diğer taraftan uluslararası alandan Türkiye’ye yönelecek genel demokratik basıncın AKP içinde bir karşılık bulması ve Türkiye’de kartların yeniden dağılıp güçlerin yeniden dizilmesini sağlayabilecek bir dönüşümün olması gerekiyor.

‘KILIÇDAROĞLU DEVLETLE YAPTIĞI ANLAŞMANIN GEREKLERİNİ YERİNE GETİRİYOR’

CHP’nin bu süreçte ortaya koyduğu politikayı nasıl değerlendiriyorsunuz, CHP neden HDP ile yana yana gelmek istemiyor?

CHP yönetimi kendi tabanının yapılması istediğini değil yapılmamasını istediğini yapıyor. Kılıçdaroğlu devletle “vatanın bölünmez bütünlüğü” adına halk muhalefetine dönük her şeyin mubah sayılması temelinde bir antlaşma yapmış ve bu antlaşmayı halka ve partisine kabul ettirmek için elinden geleni ardına koymuyor.

Kılıçdaroğlu, gelecekte Erdoğan’ı en zor zamanında koltuk değnekleri ile yerden kaldıran ve onu halka saldırması için iyileştiren kişi olarak anılacaktır. Hiçbir şekilde hayırla anılmayacaktır. 15 Temmuz’da meclisin üstünlüğünü savunmak yerli yerindeydi, biz de bunu yaptık. Ama hükümetin icraatına ortak olmak neyin nesiydi? Bunu CHP tabanında da hiç kimse kabul etmiyor.

Kılıçdaroğlu, şu an sarayın kanun dışı hükümdarlığını taçlandırıyor. Kılıçdaroğlu’nun başında bulunduğu CHP merkez yönetiminin bir muhalif siyaset çıkaramayışı bundandır. İnsanlar da inanmıyor artık. Kılıçdaroğlu bugün onları bir şeye çağırdığında, yarın saraya gidip tersini yapmayacağından artık emin değiller.

O yüzden HDP’nin bu şartlar altında CHP tabanına, mahrum kaldığı politik temsil gücünü kazandırması gerek. Onlar için de siyaset yapması gerek. Özellikle emekçiler, kadınlar, gençler, Aleviler ve çocuklar için siyaset yapması gerek. CHP’nin savunmadığı hakları meclise getirmesi gerek. CHP’de kendilerinden bekleneni yapan vekiller var ama genel merkez onları Erdoğan’ın ağzıyla fırçalıyor: “Rakı masasında memleket kurtaranlar” diye aşağılıyor onları.

(CENEVRE / ANF – SERKAN DEMİREL)