Men çe guyem, tamburam çe zened*

Muhalefet milletvekillerinin dokunulmazlık zırhları yürütme ve yargı organlarınca sistematik bir biçimde deliniyor. TBMM’nin AKP’li çoğunluğu, çoğu kez vahşice bir şiddet boyutuna varan bu ihlalleri görmezden geliyor.

gumussuyuİstanbul üç yıldır eski Diyarbakır Valisi Hüseyin Avni Mutlu tarafından yönetiliyor. Mutlu’yu bilen bilirdi de, o asıl ününü “Gezi İsyanı” günlerinde yaptı. Ama bu kötü bir ün. “Vali Mutlu” ve “yalan” sözcüklerini internette herhangi bir arama motoruna girdiğinde karşısına çıkacak milyonlarca sayfayı görse belki Vali’nin bile yüzü kızarır.

 

İstanbul’da bu Vali tarafından ilan edilmiş bir örtük sıkıyönetim var. Bu bir “Gezi Sıkıyönetimi”. Sıkıyönetim demek hafif bile kalabilir. Çünkü sıkıyönetimin de uyması gereken bir yasası var. Ancak “Gezi Sıkıyönetimi”nin bir yasası yok. Vali Mutlu, Gezi yeniden açılırken şöyle diyordu; “Kanunlar çerçevesinde izin veriyoruz. Ama izin almadan ‘kendi kararımızı veririz’ derseniz hukuk düzeniyle ve halkın parklardan istifade etme hakkıyla çelişirsiniz. İstanbul’un ortak huzuru ve isteğiyle hareket etmeliyiz. Gezi Parkı’ndan aileler artık istifade edebilecekler ama gösteri yapmak isteyenler izin almalı ve belli yerleri seçmeli.

 

2004’ün genelgesi

 

Vali Mutlu’nun yasa tanımayan bu yasağı, hafta içinde Antalya’dan “Adalet Yürüyüşü”ne çıkıp 30 gün yol teptikten sonra İstanbul’a ulaşan ve Gezi’de basın açıklaması yapmak üzere Taksim’e doğru yollarına devam eden bir avuç bitkin gencin de karsısına dikildi. Sonuç biliniyor. Gümüşsuyu’nda sonucu tıbben yarı-ölüm demek olan gaz saldırısı, tekme, sille, tokat, hakaret… Bu saldırıyı uygulayan emniyet görevlilerinin dayanağı gene Mutlu’nun emriydi: “Valilikçe Gezi’de basın açıklaması yasaklanmıştır.

 

Oysa basın açıklamalarına ilişkin olarak 2004’te zamanın İçişleri Bakanı Abdülkadir Aksu’nun imzasıyla yayımlanan genelgeyle basın açıklamaları yer ve zaman kısıtına bağlı olmayarak ve 2911 sayılı yasa kapsamı dışına alınarak -şu an için 2911’in Anayasaya aykırı uygulanışını bir yana koyuyoruz- serbest bırakılmıştı: “Sivil toplum örgütleri üyelerince ya da kişilerce ‘basın açıklaması’ ve benzer adlar altında yapılacak faaliyetlerde; tüzel kişiler için yönetim ve denetim organlarının asil ve yedek üye tamsayılarının beş katını, gerçek kişiler için ise 2908 sayılı Dernekler Kanununda yönetim ve denetim organlarında öngörülen asgari asil ve yedek üye tamsayısının beş katını aşmayacak sayıda insanın açık havada, toplu veya ferdi olarak, araç trafiğini engellemeden, çevreye zarar vermeden, günlük hayatın doğal seyrini önemli ölçüde kesintiye uğratmadan ve şiddete başvurmadan, konusu suç teşkil etmemek koşulu ve megafon veya sınırlı alanda ses duyulmasını sağlayan cihazlar ile bir saati geçmemek üzere, düşünce ve görüşlerini açıklamanın konusu ile ilgili pankart-döviz açarak ve slogan atarak kamuoyuna duyurmaya çalışması, Anayasamızın 25 ve 26’ncı maddelerinde düzenlenen düşünce ve kanaat hürriyeti ve düşünceyi açıklama ve yayma hürriyetinin kullanımı olarak değerlendirilerek, 2911 sayılı Toplantı ve Gösteri Yürüyüşleri Kanunu kapsamı dışında kabul edilecek ve güvenlik güçleri şahıs ve mal emniyeti ile kamu düzeninin korunmasını sağlayacaklardır.

 

Şimdi değilse ne zaman?

 

Gümüşsuyu’nda yolları kesilen gençler tam da bu genelgeyle koruma altına alındığı gibi “düşünceyi açıklama ve yayma hürriyeti“ni kullanmak istiyorlardı. Ama kabul edilemez bir şiddetin hedefi oldular, Onların uğradığı zulme tanık olan bir milletvekilinin ne yapması gerekir? Elbette yetkilileri Anayasa’yı, yasa ve yönetmelikleri ihlal etmemeleri için uyarması, zulme uğrayan yurttaşları ve onların özgürlüğünü savunması gerekir,

 

Milletvekili dokunulmazlığı bunun için lazım değilse hiçbir şey için lazım değildir. Ne var ki, özellikle son üç yıldır halkın haklarının korunması ve gerçekleştirilmesi için çaba gösteren muhalefet milletvekillerinin dokunulmazlık zırhları yürütme ve yargı organlarınca sistematik bir biçimde deliniyor. TBMM’nin AKP’li çoğunluğu çoğu kez vahşice bir şiddet boyutuna varan bu ihlalleri görmezden geliyor. Bu saldırganlığın önünün kesilmesi, dokunulmazlıkları ihlal eden kamu görevlilerine yaptırım uygulanması için parmağını bile kıpırdatmıyor.

 

Çiçek ne diyor?

 

Gümüşsuyu’ndaki şiddetin ardından “milletvekillerine karşı kamu görevlileri eliyle gerçekleştirilen saldırılara karşı etkin bir tavır almaya davet” ettiğim Cemil Çiçek’in buna verdiği karşılık TBMM Başkanı’nın da durumun vahametini kavramaktan ne kadar uzak, TBMM çoğunluğuna ne kadar yakın durduğuna bir örnek. Başlıktaki söz sanki tam bunun için söylenmiş: “Ben ne söylüyorum, tamburam ne çalıyor.”

 

Çiçek şöyle demiş: “En başta kamu görevlileri olmak üzere herkesin daha saygılı davranması ve yasaları uygularken daha hassas ve daha dikkatli hareket etmesi icap etmektedir. Aksine bir uygulama ve tavırlar asla tasvip edilemez. Bu gibi fiili durumları Meclis Başkanı olarak tasvip etmem mümkün değildir.”

 

Bir Meclis Başkanı’nın bunları “tasvip etmesi” herhalde düşünülemezdi, Ancak Cemil Çiçek’ten beklenen yasaları ihlal eden kamu görevlileri ile özgürlüklerin güvencesi olan yasalara uyulsun diye çaba gösteren milletvekilleri arasında hakemlik etmesi hiç değildi. TBMM Başkanı şöyle devam etmiş: “Milletvekilleri de gerek Meclis içinde gerekse de Meclis dışında faaliyetlerini sürdürürken, yasalara kendilerinin de uymaları, kendi çıkardıkları yasalara saygının gereğidir. Bizlerin, halkın gözünün önünde siyaset ve görev yapan insanlar olarak yasalara uymamız, hem sıfatımıza hem de çıkardığımız yasalara saygının gereğidir.

 

Direnme hakkı

 

Eğer TBMM Başkanı, halkın vekillerinin hak ve özgürlükler için takındıkları tavra eşlik etmeyecek, onların hukukunu savunmayacaksa, halkı savundukları için onların dokunulmazlıklarını çiğneyen, şiddet uygulayan kamu görevlilerinin yargı önüne çıkartılması için çaba göstermeyecekse, “fiili durumları tasvip etmiyor” olmasının hiçbir politik anlamı kalmaz. Böyle olduğu içindir ki, kamu görevlileri TBMM Başkanı’na ve milletin vekillerine değil, kendi kendini kanun koyucu ilan eden, yasa ve yönetmeliklere aykırı buyruklar yağdıran Mutlu’lara itaat eder; “egemenlik kayıtsız şartsız zalimlerindir” ilkesi memleketin üstünde bir heyula gibi kol gezer.

 

Gezi günleri boyunca İstanbul’daki en büyük yasa ihlalcisi bizzat İstanbul Valisi Mutlu’ydu. Bugün de öyledir. TBMM Başkanı’ndan vekilleri değil, Mutlu ve onun gibi ihlalcileri “yasaya uymaya” davet etmesi beklenirdi, Heyhat, payımıza bir nasihatten fazlası düşmedi, Tarihin en yüksek yasası, Başkan unutmuş olsa da zulme karşı direnme hakkıdır. BM İnsan Hakları Evrensel Bildirgesi’nin önsözünde şöyle yazar: “İnsanın zulme ve istibdada karşı son çözüm olarak ayaklanmak zorunda kalmaması için, insan haklarının hukukun egemenliğiyle korunması esastır.” Bildirge, bütün Meclisleri, bu arada TBMM’yi de bağlayan temel uluslararası norm olduğuna göre Vali’nin yasa koyduğu, Meclis Başkanı’nın vekilleri bu yasaya uymaya çağırdığı bir yerde zulme karsı direnmenin gerekliliğini TBMM’nin gündemine taşımak, her milletvekilinin sadece hakkı değil aynı zamanda görevi olmalıdır.(Radikal 2)

 

*Ben ne söylüyorum, tamburam ne çalıyor (Farsça)