“Muhalefet Dinamiklerinin İttifak Zemini Var”

Tarihin yeni sayfası” başlıklı etkinlikler dizisinin ikincisi 8 Nisan‘da Köln’de yapıldı.Arkadaş Tiyatro‘da düzenlenen etkinlikte yüz kişiyi aşan bir katılım vardı. 

Açılış konuşmasında, iki yıl önce başlayan ve dünyanın çehresini değiştiren kitle isyanları dalgasının neoliberal kapitalist politikaların iflasının somut bir göstergesi olduğunun altı çizildi. Tarihsel imkan ve tehlikeleri içerisinde barındıran bu kesitin ele alınıp irdelenmesinin önemi vurgulandı. Arap ülkelerini de içine alan ve Avrupa‘danAmerika‘ya kadar uzanan dalgada içerili dinamikleri doğru okumak, hareketin ihtiyaçlarını saptamak, önümüzdeki döneme daha hazırlıklı olarak girebilmek ve sürecin hakkını verebilmek için deneyimleri paylaşmanın önemine vurgu yapıldı.

Ardından ilk sözü katılımcılardan Ertuğrul Kürkçü aldı. Konuşmasına Türkiyeburjuvazisini kendi sınırları dışına “açılmaya” zorlayan dünya-tarihsel etkenler ışığındaÖzal döneminden bu yana süregelen “bölgesel tanzim edici rol” yöneliminin altını çizerek başlayan Ertuğrul Kürkçü, “bölgesine artık sadece asker değil sermaye ve güç ihraç eden bir ülke” konumuna gelmiş olmakla birlikte kapitalizmin karakteristikleri temelinde yükselen bu sürecin çatışmasız-krizsiz gerçekleşmediğinin ve gerçekleşemeyeceğinin altını çizdi. Bu bağlamda, popülerleşmiş bir tanımla “Arap Baharı” olarak adlandırılan halk isyanlarının bu hesapları altüst ettiğini vurguladı. “Devrim” olarak tanımladığının altını vurgulu bir biçimde çizdiği bu isyanları “emperyalizmin kışkırtma ve planlarının ürünü” olarak gören yaklaşımları eleştirdi.Ortadoğu coğrafyasında geleneksel egemenlik yöntemlerini ve aktörleri değiştiren bu devrimlerin Türkiye’ye yansıması bağlamında Türk tekelci burjuvazisinin “Kürtleri Araplarla kuşatacağı bir arayışa yöneldiğine” işaret etti. Burjuvazinin ve AKP Hükümeti‘nin bugün izlediği saldırgan politikalara gerekçe olarak “Kürtlerin masayı devirdiği” masalları anlattığını ama bunun doğru olmadığını, tam tersine masayı devirenin devlet olduğunu, AKP’nin bu konuda blöf yapmadığını, saldırgan politikalarında ısrar ettiğini söyledi. Ardından Kürt ulusal mücadelesiyle Türkiyeli sosyalist güçler ve farklı muhalefet dinamiklerinin stratejik bir ittifak temelinde bir araya gelme imkanlarının doğduğunu belirterek Halkların Demokratik Kongresi(HDK) oluşumunun amaçları ve şekillenme sürecini anlattı. HDK’nın programı başta olmak üzere kimi yönlerde hala oturmamış, eklektik zayıflık ve lekeler taşıdığına yönelik kimi eleştirilerin haklı ve geçerli yanlar taşıdığını kabul etmekle birlikte,Abdullah Öcalan‘ın “Kürt solu ya da Türk solu demiyorum. Ayrımsız sadece sol’dan bahsediyorum” sözünü önemli bulduğunu ve ilişkilerin de bu temelde yükselmek zorunda olduğunu belirtti. Ancak bunun henüz sindirilmiş ortak bir bilinç halini almadığını da ekledi.

Konuşmasının son bölümünde Türkiye proletaryasının bir yönüyle de Kürtleştiğine işaret eden, bu bağlamda emekçi memur hareketi ve KESK içinde Kürt emekçilerin oynadıkları ağırlıklı rolü vurgulayan Ertuğrul Kürkçü, “genel bir özgürlük talebiyle yetinmenin yetmeyeceğini, bunun artık kapitalizmden özgürlük talebi temelinde yükselmek, en azından burjuvazinin iktidarında gedikler açma perspektifiyle hareket etmek zorunda olunduğunun” altını çizdi.

Ertuğrul Kürkçü’den sonra Yannis Almpanis konuştu. Almpanis konuşmasının ilk bölümünde Yunanistan‘daki son durum, kitlelerin ruh hali ve önümüzdeki aylarda yaşanması muhtemel gelişmeler üzerinde durdu. Geçtiğimiz hafta Parlamento’nun karşısındaki Sintagma (Anayasa) Meydanı‘nda kafasına kurşun sıkan emekli eczacıDimitris Christioulas‘ın intiharının bir bakıma Yunanistan’daki durumu özetlediğini belirterek şunları söyledi:

…Ülke büyük bir yoksulluk ve umutsuzluk okyanusu içinde yüzüyor. 2. Dünya Savaşı’ndan bu yana ilk kez bir Avrupa ülkesi (Batı bloku içindeki Avrupa ülkelerinden biri) sosyal kazanımlarını böylesine yitirmenin sancılarını yaşıyor. Kuşkusuz dünya ölçeğinde durumu Yunanistan’dan çok daha kötü olan ülkeler var. Buna rağmen Yunanistan, kapitalist krizin ve IMF-AB kemer sıkma planlarının tahrip ettiği göreli ilk zengin ülke. Geçmişte sonsuz kapitalist zenginlik içindeki sözde ‘çok güçlü Yunanistan‘ masallarına inanan Yunan halkına mevcut durum sanki bütün dünya yıkılmış gibi görünmektedir. Oysa gerçekte Yunanistan’da göçük altında kalan diktatörlük sonrası dünyadır. Yunanistan, kitlesel yoksulluk, sosyal korumanın yokluğu ve varolanın da kontrollü bir şekilde ortadan kaldırılmasında yeni bir model olarak Avrupa’nın laboratuvarıdır.

Christoulas’ın intiharının diğer yandan “Yunanistan’daki toplumsal direnişin güncel tablosunu da yansıttığını” belirten Almpanis, Diktatörlüğün yıkılışından beri en kitlesel seferberliğin gerçekleştiği Yunanistan’ın bu yönüyle de ‘halk direniş’nin bir laboratuvarı’ olduğunu vurguladı. Ancak “bu militan kitlesel direnişin süreklilik kazanmadığını ve belli biçimlere oturmadığının” da altını çizdi: “…Halk hareketi kitlesel ve öfkelidir fakat derin bir politik bilinçten ve kitlesel bir örgütlülükten yoksundur. İki kelimeyle, ruh hali öfkeyle umutsuzluk arasında gidip gelmektedir.

Mayıs ayında büyük ihtimalle seçimlerin yapılacağını, “sosyalist” geçinenleri de dahil geleneksel burjuva partilerin yarı yarıya güç kaybetmelerinin beklendiğini fakat öbür yandan cuntanın yıkılışından bu yana ilk kez Yunan neonazilerinin de parlamentoya gireceklerini söyledi. Yunan sağının ve devletinin göçmenlere karşı ırkçı saldırganlık ve ayrımcı politikalara nasıl hız verdiğini kimi somut örneklerle anlatan Almpanis, rejimin geçirdiği evrim ve toplumsal siyasal gidişe ilişkin olarak,

…otoriter bir demokrasiye doğru gittiğimiz çok daha net. Seçimlerden sonra gösteri ve yürüyüş yapma hakkına karşı otoriter önlemler alınacağına kuşku yok. Toplumsal desteğini her geçen gün daha da kaybeden rejim, Haziran’dan sonra yeni kemer sıkma önlemleri almak zorunda, başka bir alternatif yok. Sorun bu saldırıyla karşı karşıya gelecek olan hareketin ve Sol’un kararlılık, örgütlülük ve politik bir uzakgörüşlülük gösterip gösteremeyeceğidir. Her iki durumda da Haziran Yunanistan için büyük karışıklıkların yaşandığı bir ay olacak

tespitini dile getirdi.

Panelde son konuşmayı H. Selim Açan yaptı. Açan konuşmasında ağırlıklı olarak, bu tarihsel evrenin komünistlere ve devrimcilere yüklediği sorumluluklar üzerinde durdu.

Tunus ve Mısır‘daki halk ayaklanmaları ülkelerindeki kadim diktatörleri alaşağı etmeyi başardığı geçen yıl bu vakitler, bu tarihsel süreç hakkında daha iyimser bir ruh halinin yaygın olduğunu, ancak hem bu ülkelerde hem de Libya’da yaşananlardan sonra bugün, emperyalist burjuvazinin ve onunla işbirliği halindeki gerici güçlerin iniiyatifi ele geçirmiş olmalarına bakarak karamsarlık ve moral bozukluğunun baskın hale geldiğine

işaret eden Açan,

bu gel-gitlerin asıl olarak bu isyanlar dalgasını doğuran nesnel dinamiklerin kavranışındaki zayıflık ve yüzeysellik yanında, yüzbinlerin harekete geçtiği toplumsal süreçlerin düz ve doğrusal bir çizgide gelişmesini bekleyen mekanik yaklaşımlardan kaynaklandığını, halbuki bu çapta toplumsal hareketlerin diyalektik bir seyre sahip olduğunu

vurguladı. Bu alt çizmeye bağlı olarak, “neoliberal kapitalizme karşı tepkilerden kaynaklanan isyanlar dalgasındaki durulma, Yunanistan’da olduğu gibi yorgunluk belirtilerinin çoğalması, Mısır, Tunus, Libya örneklerinde yaşandığı gibi emperyalist burjuvazi ve işbirlikçilerinin inisiyatifi tekrar ele geçirmeleri gibi durumlardan hareketle neredeyse zil takıp oynayacak hale gelen ‘solculuk’un sorgulanması gerekliliğine” geçti.

Net bir programdan ve devrimci bir örgütlülükten yoksunluk başta olmak üzere hareketin içerdiği zayıflıklara göz kapatmak kadar sadece bunlardan hareketle onlarda kusur, leke, zaaf arayışına çıkmanın da doğru olmayacağını, özellikle de yüzbinlerin harekete geçişini emperyalist burjuvazinin ve gericiliğin planlarına bağlayan, süreçleri bununla açıklayan bir solculuk hatta sosyalistlik iddiasının gerçekte akıl almaz bir tarihsel körlük ve iktidarsızlığında ötesinde devrimci ruhun ölümü anlamına geldiğini

belirtti. Bu yaklaşımlara dair kimi hatırlatmaların ardından Yunanistan’daki emekçi kitle hareketinin doruğuna çıktığı günlere ilişkin doğrudan gözlem ve aktarımlara dayalı olarak meydanları dolduran işçi ve emekçilerin burjuvazinin iktidarı ve geleneksel burjuva partilere olduğu kadar komünist, sosyalist ya da devrimci olduğunu iddia eden parti, sendika ve örgütlere de nasıl tepkili olduklarını aktardıktan sonra kitlelerdeki bu güvensizlik ve tepki birikimiyle geleneksel solculuk ve politika tarzının, uzaktan vaaz vermeye dayalı akıl hocalığı ve kalıplara tutsak dogmatizmi başta olmak üzere geleneksel alışkanlık ve yöntemler yanyana getirildiğinde bu kopukluk ve yabancılaşmanın hiç de şaşırtıcı olmadığını vurguladı. Bu bağlantı içinde komünistlerin ve samimi devrimcilerin de bu süreçlerden çıkarmaları gereken çok ders olduğuna işaret ederek bu tarihsel süreçte proletarya ve emekçilere devrimci önderlik iddiasının her şeyden önce hareketin içine dalarak net ve somut bir sosyalist perspektif ve program temelinde enternasyonalizmi ve kitle militanlığını pratikleştirmelerinin zorunluluğunu işledi.

Panelin ikinci bölümü dinleyicilerden gelecek soru ve cevaplara ayrılmıştı. Soruların çoğunluğu oldukça anlamlı ve tartışmaya yeni boyutlar kazandıracak içerikteydi. Yannis Almpanis’e yöneltilen sorular daha çok Yunanistan’daki somut durum ve yakın gelecekle ilgiliydi. Ertuğrul Kürkçü ve Selim Açan’a yöneltilen soruların ağırlığını ise Kürt ulusal mücadelesiyle Türkiye sosyalist hareketinin ilişkilenişi, bu bağlamda HDK ve onun geleceği üzerine yöneltilen sorular oluşturdu.

İzleyiciler tarafından ‘çok dolu’ ve ‘doyurucu’ bulunan etkinlik sonrası Yaşamevi‘ne geçildi. ’68 kuşağının temsilcileri yanında farklı örgütlere mensup devrimcilerin de bulunduğu topluluk arasındaki sohbet ve değişik konulara ilişkin fikir alışverişi burada da devam etti. İzleyicilerin de büyük keyif aldıkları sohbet yaklaşık kırk kişilik toplu bir yemekle noktalandı.

Kaynak: Alınteri