Özyönetim bir hakikat

HDK Eşsözcüsü ve HDP İzmir Milletvekili Kürkçü, Kürdistan’daki özyönetimlerin bir hakikat olarak görülmesi gerektiğini belirtti. Kürkçü, Batı için ise “Kürdistan’daki özyönetim çıkışına Batı’dan bir Gezi eşlik etmiyor” yorumunu yaptı.

150823130643_sur_624x351_n_nocreditKürkçü, Özyönetimlerin olağanüstü koşullarda meydana geldiğini belirterek, “Olağanüstü koşullar bir şekilde değiştiğinde, halkın iradesi bütün fizyonomisiyle ortaya çıktığında üretim ve günlük iaşe, ibate işleri, aydınlatma ve temizlikten, kentsel planlamadan tutun da hukuk ve eğitime kadar çok geniş bir alanı kapsayacak halk denetimi ve yönetimi ihtiyacı kendi özgül koşullarında yeniden serpilmeye başlar. Şu anki kısıtlı ve güdük hali bizim ufkumuzu da daraltmamalı. Fakat bu kısıtlı ve güdük hali de bir anormallik, olmaması gereken bir şey, “Nereden çıktı başımıza” diyerek bir kenara atamayacağımız bir hakikat olarak görmemiz lazım. Bunlar henüz embriyonlar halindeler; ancak pekala bu şartlara dirençli olabilir ve gelişmeye devam edebilirler. O yüzden bunları dikkatle hem izlemek hem de varlık haklarını korumak ve meşruiyetlerini teslim etmek gerekiyor” dedi. Kürkçü, Batı için ise “Kürdistan’daki özyönetim çıkışına Batı’dan bir Gezi eşlik etmiyor” yorumunu yaptı.

Kürt halkının, Saray’ın 7 Haziran’da başlattığı savaşa karşı yanıtı, özsavunma ve özyönetim oldu. Devletin silahlı güçlerinin yapmak istediği ev baskınları, gözaltı ve tutuklamalar, mahallelerde kurulan özsavunma ile boşa çıkartılmaya çalışıldı. Özsavunma ile birlikte halk meclisleri, “Kendi hayatımıza dair kararları kendimiz alacağız, devleti tanımıyoruz” diyerek özyönetimlerini ilan etti. Devletin özyönetim ilanlarına yanıtı da, Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın “Bedelini öderler” talimatının ardından şiddet oldu.

 

Kürkçü’nün ANF’nin sorularına verdiği yanıtlar şöyle:

Kürt kentlerinde özyönetim ilanları gerçekleşti. Buna “demokratik özerlik” ilanı diyenler de oldu. Siz bu özyönetim ilanlarını nasıl yorumluyorsunuz?

Kürdistan’da özyönetim ilanları özsavunmayı izledi. Bunlar halkın kendi kendini savunma ihtiyacına bir kitlesel temel oluşturmakla ilişkilendirilen yapılar olarak gerçekleşiyor. Olağanüstü durumun açığa çıkarttığı, olağanüstü biçimde ifade edilmiş yapılar. Özyönetimden genel olarak anladığımız şekilde bir kentin topyekun idari mekanizması olarak, halkın kendi kendini yönetme zeminleri olarak henüz tam manasıyla, fizyonomisiyle ortaya çıkmış olmayan irade beyanları olarak görülebilir daha çok. Şu an siyasal bir hakikat olarak var olmayabilir; şimdilik işleyişleri özsavunma ihtiyaçları ile belirlenmiş yapılardır desek yerinde olur.

Genel olarak özyönetimi nasıl tanımlıyorsunuz?

Merkezinde belediyenin yer aldığı ama merkezi idarenin birçok fonksiyonunu da üstlenen, büyüklüğüne bağlı olarak kentlerin, beldelerin bütçelerini, maddi varlıkları, insan varlıklarını, doğal varlıklarını yöneten, çekip çeviren, bunların refah ve güvenlik için yeniden düzenlendiği tam teşekküllü yapılar olarak düşünülüyor. Ancak şu an Kürdistan’da ortaya çıkan yapıların bir barış dönemi tasavvuru içerisinde değil sert savaş gerçekliği içinde vücut bulduğunu akıldan çıkartmamak gerekiyor.

ÖZYÖNETİM OLAĞANÜSTÜ DURUMDAN DOĞDU

Bu şekilde özyönetime gidilebilir mi?

Bir özsavunma ihtiyacı ile karşı karşıyaysanız, güvenliğinizi ve esenliğinizi sağlamakla sorumlu olan devlet ile siz o bölgede yaşayan halk olarak bir şekilde karşı karşıya gelmişseniz, devlet dolaysız şiddet vasıtasıyla sizi baskı altına almışsa o zaman en hayati gereksinimlerinizi bir özyönetim mekanizmasıyla temin etmeye çalıştığınızda elinize geçecek özyönetim daha çok özsavunmanın bir fonksiyonu olabilir. O açıdan özyönetimlerin doğuş koşullarının tek olduğunu, özyönetimin sadece barışçı yöntemlerle belirlendiğini düşünmenin tarih dışı olduğunu söylemek isterim. Özsavunma gerekliliği şimdi doğdu ve şimdi ortaya çıktı. Olağanüstü bir durumdan doğdular. O nedenle konvansiyonel yöntemlerle halledilemezlerdi.

Böyle sürer mi?

Hayır. Olağanüstü koşullar bir şekilde değiştiğinde, halkın iradesi bütün fizyonomisiyle ortaya çıktığında üretim ve günlük iaşe, ibate işleri, aydınlatma ve temizlikten, kentsel planlamadan tutun da hukuk ve eğitime kadar çok geniş bir alanı kapsayacak halk denetimi ve yönetimi ihtiyacı kendi özgül koşullarında yeniden serpilmeye başlar. Şu anki kısıtlı ve güdük hali bizim ufkumuzu da daraltmamalı. Fakat bu kısıtlı ve güdük hali de bir anormallik, olmaması gereken bir şey, “Nereden çıktı başımıza” diyerek bir kenara atamayacağımız bir hakikat olarak görmemiz lazım. Bunlar henüz embriyonlar halindeler; ancak pekala bu şartlara dirençli olabilir ve gelişmeye devam edebilirler. O yüzden bunları dikkatle hem izlemek hem de varlık haklarını korumak ve meşruiyetlerini teslim etmek gerekiyor.

HDK’NİN UFKUNDA HALK MECLİSLERİ HER ZAMAN VAR

Batıda nasıl olabilir?

Burada bir anakronizm var. Zaman dizileri birbiriyle paralel, birbiriyle etkileşimli gitmiyor. Türkiye’nin batısında özsavunmadan doğmuş olan bir özyönetim ihtiyacı Kürdistan’daki gibi yakıcı bir biçimde belirmiş değil. İhtiyaçlar farklı olduğu için gerçekleşmeler de farklı. HDK’nin ufkunda daima halk meclisleri, halkın kendi kendini yönetme ihtiyacına cevap verecek çeşitli meclislerle ilerleme perspektifi vardı. Fakat şu gün için bu manada işleyen meclislerden söz edebileceğimizi düşünmüyorum. Bunun çok basit bir nedeni var. HDK’nin bütün varlık süreci, esasen HDP’yi yaratmak, ortaya çıkarmak, daha sonra da HDP’nin toplumsal ihtiyaçlarına cevap vermek, bunlara çare bulmakla geçmiş olduğu için çok büyük ölçüde HDP’nin ihtiyaçları tarafından belirlendi. Birinci dönem HDP’yi içinden çıkartma, yaratma dönemiydi. Onun ardından 2014 baharından beri peşpeşe girdiğimiz üç ve gireceğimiz dördüncü seçimle HDK’nin bütün yarattığı potansiyel olumlu olarak tüketildi, içinden HDP çıktı. HDK, HDP’nin sadece varlık bulmasına değil aynı zamanda varlığını geliştirmesine de çok büyük katkı sundu. Fakat hala HDK’nin bu meclisler temelindeki gelişmesine ihtiyaç var. HDP’nin gidişi ister istemez öncelikle parlamenter ihtiyaçlarla belirleniyor. Ama halkın toplumsal mücadele ihtiyaçları parlamentonun dışında da var ve sürüyor. Dolayısıyla HDK olmadan HDP ya da tersi olmayacak; HDP’nin siyaseten ifade ettiği bir sosyal mücadele zemini olarak HDK ile HDP bir arada yaşayacak. Şu an kongrenin partisi var ama partinin kongresi ne yazık ki yok. Bunu bu seçim döneminden de sonra daha kuvvetle ele almayı ümit ediyoruz. Şu an itibariyle HDK esasen bütün varlık ve çabasını barış hareketini derinleştirmek ve toplumsallaştırmak üzere sürdürüyor. HDK’nin birden çok meclisi var. Fakat bunlar daha çok ihtisas meclisleri gibi; ekoloji, sağlık, emek, halklar ve inançlar meclisleri çalışıyor. İş de yapıyor. HDK Demokrasi ve Barış Konferansı ile Barış Bloku’nun kuruluşuna ve gelişmesine önayak oldu. Fakat bunlar özyönetime denk düşen faaliyetler değil. Bu manada Batı, Kürdistan’a eşlik etmiyor. Bence bu eşlik ediş talep ya da sipariş üzerine de olamaz.

Hazır olunmadığını mı düşünüyorsunuz? Bunu sadece HDK’den hareketle sormuyorum, toplumsal hareketin gelişimi bakımından da soruyorum.

Halkın böyle bir davranışı yok. Kürdistan’da halk kendini savunuyor. Savunma ihtiyaçlarının yönetimi itibariyle bir özyönetim ortaya çıkıyor. Batı’da bu kadar kitlesel ölçekte ve bu kadar sert bir saldırı, dolayısıyla bu kadar akut bir savunma ihtiyacı yok. O yüzden bu düzlemde gidişat böyle cereyan etmiyor. Öte yandan batıda halkın kendi kendini, kendi gündelik işlerini, kendi hayatını sürdürme ve yönetme ihtiyaçlarının giderilmesi bakımından eldeki bütün enerji ve inisiyatif seçim kampanyalarına aktarıldı. O nedenle de kendini sürdüren bir yapı olarak kongre Batı’da bu manada, Kürdistan’dakine paralel bir hayat bulamadı. Kürdistan’daki mücadelenin karşılığı olacak toplumsal protestolara eşlik edilmesi ve onların halka aktarılması için pek çok inisiyatifin önü açıktır. Ancak partililerin ve bileşenlerin zihninde bu tasavvur olsa da henüz halkın arasında böyle bir ihtiyaç olarak belirginleşmedi. Bu Kürt halkının yoğunluklu olarak yaşadığı ilçeler itibariyle de böyle. Buralarda da çatışma daha çok kaygı ile izleniyor. Fakat durumdan bir vazife çıkarıldığını ben şu ana kadar gözlemlemiş değilim. Bu zorla da olmaz, ama şu olur: Oradaki mücadelenin sebeplerini ve gereklerini halka aktarmak, dayanışma zeminleri kurmak pekala mümkün. Zaten bunlar da oluyor, daha çok barış etkinlikleri çerçevesinde gelişiyor. Ama Kürdistan’daki özyönetim çıkışına Batı’dan bir Gezi eşlik etmiyor. Gezi türü başkaldırılar o kadar sık karşımıza çıkmıyor. Bunlar 10 yılda, 20 yılda, 30 yılda bir olan şeyler. Kısa zamanda biz öyle istiyoruz diye bir Gezi dinamizmi doğmayabilir. Ama doğabilir de. Gezi ortaya çıkarken bize sormadı bizim planımıza bağlı olarak doğmadı. O gün biriken yanıcı madde öyle alev aldı. Bugün nasıl olur bilmiyoruz.(İZMİR / ANF – RUKEN ADALI)