Rejimin en büyük korkusu Kürt dinamiği ile Gezi’nin birleşmesi

‘Demokrasi nedir’ diye soranlara, ‘Gezi’ diyebiliriz. Demokrasi budur. Şimdi bunun bir model, maket olmaktan çıkartılıp bir yönetim ve yaşama gerçeği haline getirilmesi mücadelesi olacaktır yapacağımız. Buna talip olan herkesle de ortağız. Orada bulunan ve oraya vücudunu, fikrini katmış herkesin ortak eseri. Kürdistan’ın ve Gezi’nin birleştiğini düşünün.  (Söyleşi: Berat Günçikan)

Demokrasi Paketi’nden çıkanlar kimde, nasıl bir beklenti yarattı,lice sonuç ne oldu? Siz paketten çıkanları nasıl değerlendiriyorsunuz?

Bu hükümetin çıkarttığı 5. “Demokrasi Paketi” ve sonuç bir hayali olanlar için tam bir hayal kırıklığı. Bu paket esasen 21 Mart’ta Öcalan’ın çağrısıyla resmileşen “çözüm süreci”nin ihtiyaçlarıyla bağlantılıydı ve hepimiz biliyoruz ki, hükümet tarafında aylar boyunca hiçbir ilerleme görülmemesi üzerine Öcalan’ın “15 Ekim’e kadar bir adım atılmazsa süreç biter” uyarısının ardından gelmişti.

Paket, öylesine tasarlanmış ki, hem hiç bir temel hak talebine yanıt vermiyor, hem de süreçle yalnızca “çatışmasızlık” noktasından ilgilenen büyük çoğunluğun gözünde herşeyi vermiş gibi görünmeyi mümkün kılıyor. CHP ve MHP’nin abartılı, büyük çoğunluğu yaygaradan ibaret muhalefetini de AKP kurmayları ellerini oğuşturarak izliyor olmalı. Bu muhalefet tarzı, Kürtlerin “paket”in boş olduğuna ilişkin itirazlarını da göreli olarak işitilmez kılıyor.

Dahası, bu henüz bir vaadler listesinden ibaret. Burada öngörüldüğü söylenen değişikliklerin yasama ve karar süreçlerinde ne gibi kırılmalardan geçeceğini henüz bilmiyoruz. Örneğin yer adlarının iadesine ilişkin vaadi gerçekleştirmeye çalışan Dersim’in, sonradan adı “Güdeç” yapılan “Xeceriye” köylülerinin eski adlarına dönme başvurularını İçişleri Bakanlığı “Türkçe alfabede bu harf yok” diyerek reddetti. Özetle İçişleri Bakanlığı “Yasa yok. O halde Hükümetin lafıyla yapamam” demiş oldu. Ama zaten hükümetin tarzı esasen bu “Yasa yok, benim sözüm var”. Devlet işleri ise böyle yürümediğinden ve hükümet de bunu bildiğinden sonuçta hiçbirşey olmadığı halde herşeyi yapmış gibi görünmeyi sağlıyor.

Paketteki maddeler üzerinden ilerlersek en çok hangi kesim tatmin oldu, beklediğini buldu mu sizce?

AKP’nin “paket”te aslan payını din sahiplerine ayırmış olduğunu görüyoruz. Kurban derilerini toplama ve sair bağışlar önündeki engeller kaldırıldı.Kamuda çalışanların başları bağlı olarak işe gidip gelmelerini güvenceye alacak düzenlemeler hemen yapıldı. Bunların Kürt kadınları açısından hiçbir değeri yok. Büyük çoğunluğu zaten kamuda çalışmıyor. Çalışanları da kendi bölgelerinde zaten başları bağlı olsa da olmasa da tercihlerini belediyelerine ve diğer kurumlara benimsetmişlerdi. Esasen Batı’da da okullarda, hava limanlarında, hastenelerde kadınlar zaten başları örtük işe gelip gidiyorlardı.

Kürt halkı başörtüsü gibi yasaklı Q,W, X harfleri sorununu da çözmüştü.Diyarbakır Belediyesi’nde müdürlük tabelaları Kürtçe’ydi.

Evet paketteki diğer vaadler esasen Kürt halkının ve çeşitli toplum kesimlerinin kendi mücadeleleriyle de facto olarak zaten kadük hale getirdikleri yasa ve yönetmeliklerin yürürlükten kaldırılmasına dair. Mevcut durumdan daha ileride bir nesnel sonuç yaratmıyor. Kürdistan’da okullarda “andımız” okunmuyordu zaten. Q, W, X harfleriyle bildiriler basılıyor, dağıtılıyordu bütün toplantılarda. Toplantı ve gösterilere konulan saat sınırları çoğu kez fiilen aşılıyordu. İnsanlar bundan ötürü kovuşturuluyorladı ama her kovuşturmadan sonra daha çoğu yapılıyordu. Aslında böylelikle devlet gereksiz kovuşturmalardan kendini kurtarmış oluyor. Halkın hayatında değişen birşey yok.

Yeni olan Kürtçe telaffuz edilmese de farklı dil ve lehçelere izin çıkması, ama özel okullarda. Bu Kürtler için ne anlam taşıyor?

Halkısınız pakette eskiden farklı tek vaat özel okullarda Kürtçe eğitimin önünün açılması. Birincisi bu henüz vaat. İkincisi Kürtçe’ye Anayasal tanınırlık kazandırmadan “Türkçeden gayrı dillerde eğitim” faslından yapılacak. Ama ne pahasına? “Herkes için ana dilinde parasız, eşit eğitim” ilkesinin çiğnenmesi pahasına. Yeni ilke “Zenginin dilini geliştirmeye hakkı vardır, o da kısmen,” diye özetlenebilir. Bunun benimsenmesi, kabul edilmesine, bu parçalılığa rıza göstermek, bu konudaki temel taleplerden de geriye doğru adım atmak demektir. Ben Kürt halkının buna Öcalan’ın da dediği gibi bilfiil yanıt vereceğini düşünüyorum, kendi okullarını her yerde kurmaya girişecekler.

Paketi çözüm süreci içinde okuduğumuzda ortaya nasıl bir tablo çıkıyor, süreci nasıl etkileyecek?

Çözüm sürecinin gereksinimleri ise bambaşka. Öcalan’ın önerdiği üç aşamalı sürecin birinci aşaması çatışmasızlığın kalıcı kılınması için PKK silahlı güçlerinin Türkiye dışına çıkartılmasını öngörüyordu. Ancak ikinci aşama –ki bunun başlaması için birincinin sona ermiş olması gerekmiyordu- için önerdiği “alan temizliği” yani bir Anayasa değişkiliği olmaksızın gerçekleşebilecek demokratik ve kültürel haklarla ilgili yasa ve mevzuat değişiklikleri bir türlü başlamadı. Öcalan bu noktada devreye girdi ve uyardı. Paket bu şartlarda gündeme geldi ama, “çözüm” sürecine bir katkı sağlamadı. Hatta tersine etkisi olduğunu söyleyebiliriz.

Bu ters etkiyi yaratan maddeler hangileri?

“Çözüm süreci” bağlamında Kürt halkının da, politik sözcülerin de beklentileri temelde “egemenlik paylaşımı”nın önündeki engellerin kaldırılması, bu hedefe giden yolların açılmasıyla bağlantılı: Partiler ve seçim kanununun değişmesi; seçim barajının kaldırılması, eşit temsil hakkı ve yerel parlamentoların kurulması; Terörle mücadele yasasının değiştirilmesi vb. Pakette, yerel yönetim özerkliğinden bahis yok. Türkiye’nin Avrupa Konseyi Yerel Yönetimler Özerklik Şartının, altına girmediği maddelerine dair yeni bir vaad yok. Bunlar pakette olsa bile sorun çözüldü diyemezdik, ama süreci işletme niyeti görülürdü.

Seçim sistemi önerileri de var pakette, bu önerilere yanıtınız ne?

Dahası, seçim sistemi önerisi tam bir facia. “Barajsız dar bölge, yüzde beş barajlı daraltılmış bölge, ya da herşeyin aynı kalması” seçenekleri, kırk katır, kırk satır, ya da kırk prangadan birini seçmeyi dayatıyor. Bu bütünyle AKP’ye çalışan BDP ve ittifakları üzerinden Batıda yaşayan Kürtlerin ve solun temsiline son veren bir tuzak. Her şeyden önce BDP’nin TBMM’de bağımsız adaylarla girdiği şimdiki sistemde olduğundan daha az vekille temsil edilmesine yol açacak. Daraltılmış bölge sisteminde belli bölgede vekil çıkaracak kadar seçmenin yoğunlaşmadığı her yerde ikinci ve sonraki sırada yer alacak partilerin aleyhine olacak. Örneğin İstanbul 1., 2. ve 3. bölgelerde BDP’li adayların yada bağımsız adayların herhangi birinin, bu bölgeler 5’e bölündüğünde bu bölgelerden birinden çıkmaları söz konusu olamaz. Dar bölgede ise, birinci sırada yer almayan hiçbir parti vekil çıkatrtamayacak. Daha da önemlisi, BDP “çözüm süreci”nin de gücüyle, Türkiye’nin tamamında siyaset yapma; HDP ile toplumsal mücadeleleri Türkiyenin tamamında birleştirmek için çaba gösterirken, BDP’ye “sen sadece bir bölgede, Kürdistan’da kalabilirsin, oradan çıkma ve başka yere burnunu sokma” denilmiş oluyor. Bu yaklaşım siyasi ilişkileri daha da gerginleştirmeye, Türkiye’nin yönetimine ortak olma isteğinin köreltilmesine yol açmaktan başka sonuç getirmeyecektir. Çözüm sinerjisi için de son derece olumsuz bir adım.

Kürtlerin bir beklentisi de cezaevindeki tutuklu ve hükümlülerin salıverilmesiyle ilgiliydi. Bunun gerçekleşmemesi öfke yaratmış olmalı.

Evet, paket cezaevlerindeki Kürt tutsaklarla ilgili hiç bir düzenleme getirmiyor. Şu anda cezaevinde bulunan 10 bine yakın tutsağın en az 8 bini son iki yıl içinde savaş konseptinin bir sonucu olarak uyduruk gerekçelerle rehin alınan insanlar. Çözüm sürecinde ciddi olan bir hükümetin emniyet ve yargının keyfi uygulamalarına son verecek adımlar atması gerekirdi. Terörle Mücadele Yasası’nda değişiklik yapılmayarak yeni koğuşturmaların önü almadığı gibi, rehine politikası için de kapı açık bırakılmış oldu.

Erdoğan’ın bu “diktatör”ce tutumu zaten bıçak sırtı haldeki çözüm sürecinin tıkanmasına, örneğin Kürtlerin geri çekilmesine yol açmaz mı?

Esasen AKP’nin tek parti egemenliği, Erdoğan’ın tek adamlık hülyası ile “demokratik süreç”in bir arada anılması bir oksimorondan başka birşey değil. Gezi süreci bu bakımdan, AKP’nin bütün cilasını kazıdı ve şüpheye yer bırakmayacak şekilde antidemokratik karakterini bir kere daha açığa çıkardı. Ne var ki, Kürt siyaseti için müzakere edeceği muhatabı seçme lüksü yok. İnsanların hayatlarını kaybetmelerine son verecek bir çatışmasızlık bile çok önemli bir adımdı. Bir çözüm aralığı doğduğunda, “hayır AKP ile görüşemeyiz, CHP iktidara gelene kadar savaşa devam edeceğiz” demelerini bekleyemezdik. Ancak, hükümet bir yandan beklentileri maksimize ederek öte yandan hemen hiçbir politik ilerleme sağlamayarak süreci son derece kırılgan bir hale soktu. Şu an süreç yalnızca Kürt halkının fedakarlığı ile ayakta duruyor. Hükümet PKK ile Öcalan BDP ile Öcalan arasında bir uyumsuzluk olduğu izlenimi yaratarak Öcalan’ın tutumu konusunda sürekli mizenformasyon üreterek halkı sürecin yanında tutabileceğini sansa da aslında Öcalan başta olmak üzere kimsenin hükümetten beklentisi kalmamış gibi.

En son ziyaret sonrası BDP Grup Başkan Vekili İdris Baluken’in Öcalan’dan aktardıkları bu bakımdan yeterince aydınlatıcıydı. Öcalan şöyle diyordu: “AKP’ye bakarak, devlete bakarak bu adımı atarsa çözüm gelişir, bunu atmazsa gelişmez şeklindeki yaklaşımın aşılması gerekir. (…) Kimse tepeden bir çözümü getirip önünüze koymaz (…) Neticede Kürt hareketinin sırtını dayadığı bir devleti yok, bir ağa babası yok, bir sermayesi yok. Kendi sırtını dayadığı bir halk gerçeği var ve bu halk her zaman kendi emeğini bu mücadeleye katma noktasında gerekenleri yapmıştır (…)Sizin yapmanız gereken halkın emeği üzerinden demokratik siyasetin rolünü ortaya çıkaracak şekilde toplumsal sorunları çözmek olmalı.”

Paket esasen Erdoğan’ın Mart 2014 seçimlerine çatışmasız girmek için oyalama kurnazlığından başka birşeyi yansıtmıyor. Kürtler buna toplumsal muhalefeti yükselterek ve Öcalan’ın gösterdiği yoldan kendi haklarını kendileri almak üzere herekete geçerek yanıt verecekler. Bunca bedeli uğruna ödedikleri özgürlükleri elde etmeden mücadeleye son vereceklerini sanmak saçma.

Bu yanıtın verileceği alanlardan biri de seçimler, yanıtı dillendirecek olan da HDP. Gezi olayları sırasında Erdoğan’ın ve AKP’nin boyasının çıktığını, antidemokratik yapılarının görülür hale geldiğini söylediniz. Bu iktidarın sonu olarak da görülebilir. Bunun karşılığında HDP Kürt ve Türk halklarına ne önerecek?

AKP’nin hem Orta Doğu ve Suriye siyasetinin iflası hem Erdoğan’ın otoriter heveslerinin yol açtığı zulüm sonunda hegomonyası sarsıldı. Tayyip Erdoğan’ın liderliği tartışılıyor ve ihtiyatla da olsa İslamî siyaset erbabı ona alternatif arıyor.

HDP ise Türkiye’ye yeni seçeneği teklif ediyor. Eski söylemlerle değil, önümüzdeki yıllara, 2000’lerin ikinci üçüncü on yılına denk gelecek bir ortaklık teklif ediyoruz herkese. Aslında Gezi’ye bakarsanız bu çözümün nerede yattığını hep birlikte görebiliriz. Her ne kadar Hükümet Gezi’yi bir çatışma ve şiddet ortamı gibi göstermeye çalışsa da devletin dahil olmadığı 15-20 günlük bir döneme bakarsak, neydi gördüğümüz tablo; herkesin her şeyi birbiriyle paylaştığı, kimsenin kimseyi baskı altına almadığı, kadının erkekle eşitlendiği ve hak sahibi olduğu, kimsenin malını hırsızlamadığı, hiç kimsenin kimseyi yönetmeye kalkmadığı herkesin kendi kendini yönettiği bir ortaklık.

‘Demokrasi nedir’ diye soranlara, ‘Gezi’ diyebiliriz. Demokrasi budur. Şimdi bunun bir model, maket olmaktan çıkartılıp bir yönetim ve yaşama gerçeği haline getirilmesi mücadelesi olacaktır yapacağımız. Buna talip olan herkesle de ortağız. Orada bulunan ve oraya vücudunu, fikrini katmış herkesin ortak eseri.
Kürdistan’ın ve Gezi’nin birleştiğini düşünün. Rejimin en büyük korkusu bu iki dinamiğin bir araya gelmesi.

Biraraya gelmeye iki tarafı da hem ihtiyacı hem isteği var, ama savaşın yarattığı tahribatla ve iktidarın kışkırtmak için eşikte tuttuğu milliyetçilikle batıda politika yapmak, daha doğrusu güçlü bir varlık göstermek zor değil mi?

Önümüzdeki iki yıl bizim açımızdan çok önemli, kendimizi ispat etmemiz gereken bir süreç. BDP doğuda nispeten bu rolü oynadı, batıda da bu açığı kapatmamız lazım. Türkiye’de çözüm bekleyen temel meselelerde radikal ve dolambaçsız çözümler peşinde koşanlar daha çok gözlerini bizim gibi hareketlere, partilere dikiyorlar, daha netlik istiyorlar. Bu netlik içerisinde olabilirsek, yeni bir toplumsal muhalefet gücünün sözcüsü olabiliriz.

Türkiye’de bir otoriter ulusalcı muhafazakarlık ve dinci neoliberal bir muhafazakarlık var. İki muhafazakarlık arasında halk bölünmeye davet ediliyor. Biz bu ikisinin ötesine seslenen dil kurmak çabasındayız. Türkiye’de çok tartışılan mesele AKP’nin duymak istediği gibi türbana özgürlük meselesi değil, bu arkada kalmış bir şey. Şimdi insanlar en çok şunu soruyor: ‘Başları açık yaşama ve dolaşma özgürlüğüne sahip olacaklar mı AKP ya da başka bir rejim altında?’ Bu konuda net olmamız ve bu netliğin ifadesi, karşılığı olmamız gerekiyor.

AKP’ye meyletmiş pek çok insan açısından da vicdan özgürlüklerinin baki kalıp kalmayacağı sorusuna cevap arayan kitlelere de bu cevaba aslında AKP’nin şimdiki diyanet rejimi altında sahip olamayacaklarını, aslında dinin ve dini vecibelerin cemaatlere terk edildiği bir yeni düzende onların dili ve sözü olabileceğimizi, onları ikna edebilirsek, o zaman bu bölünmüşlüğü aşabiliriz.

Peki, yoksulluk, işsizlik, yani dindar ya da laik, hatta ateist herkesi içine alan sorunlara yanıtınız ne?

Ondan sonrası yoksullarla zenginler arasındaki kavgadır. Burada yoksulların sesi olacaktır bizim seçeneğimiz. HDP ya da HDK gibi yapılara şundan ihtiyaç var. Bu alan yekpare değil, çoğulcu. Ve bu çoğulculuğu tanıdığını açıkça ortaya koyan bir yürüyüşe ihtiyaç var. Kimse bayraklarını saklamayacak, herkes kendi bayrağıyla gelecek, ama ortak bir istikamete yürüyecek. Dolayısıyla bayrakları dürmeye, katlamaya değil, herkesin kendi bayrağıyla, kendi sesiyle büyük bir koro oluşturmaya davet etmiş oluyoruz.

Bizim iki iddiamız var, demokratik cumhuriyet, demokratik özerklik. Kürt sorununun çözümü açısından demokratik özerklik yetiyor gibi gözükse de otokratik, oligarşik yönetimin içinde demokratik bir özerklik olamayacağı için, Türkiye’nin tamamının dönüşmesi lazım. Bu iddia da sadece BDP’nin üstlenmesi mümkün olmayan bir iddia. (Mesele Dergisi, Kasım 2013)