Stratejik Derinlik: İçeride Kürtlerle, Dışarıda Herkesle Savaş

Kürkçü, TBMM Genel Kurulu’nda yaptığı konuşmada, “Çöktürme Harekat planı doğru mudur? Değilse, Silvan’da, Cizre’de, Nusaybin’de, Silopi’de bu sivilleri öldüren kimdir ve bu sivillerin ölümüyle övünen kimdir, hükümet çıksın Meclise hesap versin.”dedi.

243425_3Sayın Başkan, sevgili arkadaşlar; partimiz bu tezkerenin uzatılmasına karşıdır. Bu tezkerenin uzatılmasını istemiyoruz; çünkü hiçbir tezkerenin uzatılmasını istemiyoruz. Türkiye’nin uluslararası ilişkiler çerçevesinde askerî zora, emperyalist paktlara, uluslararası saldırgan yapılara dâhil olmasını, buralarda eşitsizlik ve zulmün bir aracı olmasını, komşu halklara ve hiçbir halka şiddet uygulanması için Türkiye’nin üniforma giydirilmiş yoksul işçi ve köylü çocuklarının alet edilmelerini istemiyoruz.

Türk Silahlı Kuvvetlerinin de, bu görevleri yerine getirmektense Türkiye’nin yeniden kuruluşu bakımından olumlu bir rol oynayabileceğini, kendisine belki bir konum benimseyebileceğini, o nedenle sivil halkın, Türkiye’nin sivil yaşamının güçlenmesi ve derinleşmesi bakımından üzerine düşenleri düşünmeye vakti olmasını ümit ediyoruz.

Bakanın konuşmasını dikkatle dinledim. Bu tezkerenin uzatılması ve Türkiye’nin Aden Körfezi’ndeki Amerikan görev gücü Combined Task Force 151’e bir askerî destek sunması bakımından niçin bir gerekliliğin devam ettiğini bize anlattığını düşünmüyorum. Yani ne oldu? 2009’dan beri bu Task Force bu bölgede faaliyet hâlindedir, Türkiye 2010’dan beri tezkerelerle buraya askerî destek vermektedir. Ne olmuştur? 2010’da ne olmuştur? 2011’de ne olmuştur? 2012’de, 2013’te, 2014’te, 2015’te ne olmuştur ki de 2016’da yeniden buraya kuvvet aktarımında bulunacağız?

Aslında Hükûmetin Meclisi bilgilendirme, yapıp ettiklerinin hesabını Meclise verme konusundaki isteksizliği, hesap vermeme alışkanlığı bu durumda da sürüyor: İşte “Deniz ticaret hacmi şöyledir, çok fazla gemi Süveyş Kanalı’ndan geçmektedir, dolayısıyla asker göndermemiz gerekmiştir.” Bu ikisi arasında bir illiyet bağı kurulamaz, şundan ötürü kurulamaz. Bu Task Force-151’e şu ülkeler asker veriyorlar: Avustralya, Pakistan, Güney Kore, Amerika Birleşik Devletleri ve Birleşik Krallık. Avusturalya’yı, Pakistan’ı ve Güney Kore’yi anlayabiliriz, onlar Hint Okyanusu ve Pasifik Okyanusu’nda çıkar sahibi, doğrudan doğruya bu deniz alanıyla ilişki hâlindeki ülkeler. Amerika Birleşik Devletleri ve Birleşik Krallık’ı anlayabiliriz, onlar da dünya hâkimiyeti peşinde koştukları için burada sancak gösteriyorlar. Peki, Türkiye’ye ne oluyor? Örneğin, diğer Akdeniz ülkeleri, İtalya, Yunanistan, İspanya; diğer Kuzey Afrika ülkeleri, örneğin Mısır, Süveyş Kanalı doğrudan doğruya kendisinin olduğu hâlde niçin burada asker bulundurmuyorlar? Bu sorunun Türkiye açısından ekstra bir yanıtı olması lazım. Ne olabilir bu? Bir askerî zorunluluk, örneğin, bizim deniz [ticaret] filomuzun İtalya’nınkinden çok daha güçlü, Yunanistan’ınkinden çok daha güçlü olması, dolayısıyla daha çok çıkarın burada tartışma konusu olması da iddia edilemez. Aslında bunu iktisadi ve askerî gereklilikler açıklamaz, bunu sadece ve sadece bir ideolojik gereklilik açıklar. Bu, “stratejik derinlik” perspektifinin dış politikadaki tezahürlerinden biri dahadır. “Stratejik derinlik” dediğiniz şeyin aslını şu oluşturur: Eski Osmanlı hinterlandında her fırsattan istifade, bayrak gösterme. O yüzden bu fırsatının çıktığı her yere temsilî asker göndermek, şöyle ya da böyle ama Osmanlı çıkarlarının takipçisi olmak aynı zamanda Osmanlı hâkimiyetini de şu ya da bu şekilde anıştırmayı, onun gittiği yoldan gitmeyi gerektirir ve bingo! 2015 yılında Türkiye Somali’de bir askerî üs de kurmaya karar vermiştir çünkü Somali ticareti içerisinde Türk etkinliği durmaksızın artmaktadır.

Şimdi, dolayısıyla, bütün bunları haydutları önlemek için, haydutlara çok karşı olduğumuz için, haydut sevmediğimiz için, haydutlar dünyaya zarar verdiği için değil, tam tersine bir hâkimiyet perspektifinin parçası olarak yaptığımızı söyleyip ondan sonra bu hâkimiyetten ne umulduğunu bu Meclise anlatmak gerekir. Aynı hâkimiyet projesi Katar’a bir askerî üs ve 3 bin asker aktarımını da içeren bir plan çerçevesindedir ve bunları bağdaştıran şey bir Sünni askerî güç oluşturulması bakımından Suudi Arabistan ve Katar’la birlikte girişilen ilişkiler çerçevesindedir. O yüzden Somali’de haydutlukla mücadele için bulunduğumuzu inandırıcı bir biçimde hiç kimseye anlatamayız.

İkincisi, bu “haydut” dedikleriniz kim? “Haydut” dedikleriniz, Somali dağıldığı için, Somali Devleti ya da Somali Hükûmeti, Somali’nin halkını korumakla ilgili olan güç diye bir şey ortada bulunmadığı için, Somali’nin başlıca geçim kaynağı olan deniz, denizden çıkan bütün deniz canlıları ve balık Somali’nin geçimlik ve ihracat için başlıca üretim kaynağı olduğundan kendi sularını korumak, kendi denizlerini korumak, kendi geçim kapılarını korumak için bizzat yoksul balıkçıların oluşturdukları savunma güçleriyle başladı bu iş. Yani sizin “haydutluk” dediğiniz şeyin temelinde, aslında bütün haydutlukların temelinde olduğu gibi ezilmişlik ve yoksulluk vardı. Bu insanlar kedilerini koruyan bir güç olmadığı için kendilerini korumak üzere bu mücadeleye giriştiler. O yüzden de bu “korsan” denilen güçlerin hepsinin adlarının içerisinde Somali halkının savunması, Somali’nin çıkarlarının savunması gibi adlar var. Özetle diyeceğim: “Haydut” dediğiniz Somaliliyi kazıyın, altından bir yoksul balıkçı çıkar. Dolayısıyla Türkiye, yoksul balıkçıların kendi sularını korumak için büyük ülkelerin, büyük teknelerine karşı kendilerini müdafaa etmek için kurarak başladıkları -ve elbette sonunda zıvanasından çıkmış olan- ama eninde sonunda bir sahici insani sebebe dayanan bu haydutluğun sebepleriyle değil, sonuçlarıyla ilgilenerek de çözümün değil, sorunun bir parçası olarak aslında sorunu bir kere daha içinden çıkılmaz hâle getirmektedir. Bu nedenle, Halkların Demokratik Partisi bu açıdan da böyle bir görev gücünde yer alınmasının aslında sorunu büyüttüğü kanaatiyle Türkiye’nin ordusunu, donanmasını buradan çekmesi talebindedir.

Başbakanımız der ki: “Türkiye, Somali’de çatışan taraflar arasında bir aracı rol de oynayacaktır.” Dağılan Somali’de bugün 3 tane kuvvet merkezi var. Bu üç merkezden biriyle Türkiye ilişki hâlinde, diğeri El Şebab’ın kontrolü altındaki bölgelerdir, öbürü de “Puntland” denilen, esasen “korsan” dediğiniz insanların daha çok bulundukları bölgelerdir. Şimdi hikmeti daha çok anlaşılıyor, Sünni denkleminde yer almanın… Aynı zamanda El Şebab’la Mogadişu Hükûmeti arasında bir aracı rol oynamakta -ki “El Şebab” dediğimiz şey El Kaide’nin yerel bir yansımasıdır.

Bütün bunlar arasında, herhangi bir ufuk olmaksızın girişilmiş ilişkilerin bir parçası olarak burada bir deniz görev gücü oluşturuyoruz. Bu stratejik derinliğin nelere mal olduğunu, stratejik bir derinlikten çok stratejik bir çukura dönüşmüş olan bu stratejinin nelere mal olduğunu dün kamuoyunda yayınlanan Avrupa Birliği heyetleri ile Cumhurbaşkanı arasındaki görüşmenin tutanaklarından çok iyi gördük.

Suriye’yle niçin ilgileniyoruz? Orada “din kardeşlerimiz”in canı yandığı için, değil mi, gerekçesi odur. Orada “Suriye Hükûmeti kendi yurttaşlarına kötü muamele ettiği” için onları koruyoruz, onları esirgiyoruz, onlar korunsun diye IŞİD’e bile destek veriyoruz, onları burada himaye ediyoruz ve Avrupa’ya göç etme sırası geldiğinde Avrupalı hükûmetlerle pazarlık masasına oturuyoruz. Bütün bu iddiaların, “insani” iddiaların hepsini çürüten bu korkunç pazarlığın tutanaklarını okumayı herkese tavsiye ediyorum. Cumhurbaşkanı, Avrupalılara meydan okuyor, diyor ki: “Bir tek çocuğun cenazesiyle değil 15 bin cenazeyle Ege kıyılarında karşı karşıya kalırsanız, kapıları açarsam, otobüslere bindirip gönderirim onları Bulgaristan, Yunanistan kapılarına, gününüzü görürsünüz. Yılda 3 milyar vereceksiniz, bir seferde 3 milyar yetmez.”

Şimdi, böyle bir tartışmanın stratejik bir derinlik içerdiğini kim söyleyebilir? Kim bütün bunların din kardeşleriyle ilişkinin bir fonksiyonu olduğunu bize anlatabilir? Aslında Türkiye de, öteki ülkeler de, Avrupa da, hepsi çimçiğ devlet çıkarları, çimçiğ maddi menfaatler üzerine, bütün insanların ortak ilgisini çekebilmek için, bir ortaklık duygusu yaratabilmek için uydurdukları gerekçelerin arkasında bildiğimiz hâkimiyet planlarını yürütüyorlar.

Sevgili arkadaşlar, Türkiye Büyük Millet Meclisi bu aklı yürütmelidir. [TBMM] “devletimize lazım olur,” -bütün bu itirazlardan sonra- “Günün birinde bize de lazım olur, biz de devlet olabiliriz, o yüzden donanmamızı Aden Körfezi’ne göndermeye karşı çıkmayalım.” diyerek bu işleri idare edemez. Çünkü bir kere “devlet çıkarının Silahlı Kuvvetler tarafından temsili” diye bütün meseleler gerekçelendirilmeye başlandığında iç politika da elinizden kaçar gider.

İç politikanın elimizden nasıl kaçıp gittiğini, Meclisin elinden nasıl kaçıp gittiğini Cizre’de, Sur’da, Silopi’de uygulanan vahşet siyasetiyle, vahşet harekâtlarıyla hep birlikte görüyoruz. Tutalım ki PKK bir isyan başlattı, tutalım ki bir şiddet olayı gerçekleşti; bu şiddet olayıyla başa çıkmak için -Meclis Başkanlığına verdiğimiz soru önergesi Başbakanlığa iletilmedi. Başbakana sorduk çünkü bu harekât planıyla ilgili çok önemli bir bilgi, çok önemli bir haber Türkiye medyasının, daha çok da sosyal medyasının, İnternet’in çeşitli kanallarında yayınlandı- “Çöktürme Harekât Planı” adı verilen bir plan var elde. 2014 Eylülünde Kamu Düzeni ve Güvenliği Müsteşarlığınca hazırlanarak Genelkurmay Başkanlığına sunulan, Genelkurmay Strateji Plan Dairesi Strateji Şube Müdürlüğünün “Çöktürme” adını verdiği, “gizli” ibareli bir eylem planı yürürlüktedir. Bu eylem planının hakikaten olup olmadığını, Cizre’de, Sur’da, Silopi’de gördüğümüz manzaranın bazı sorumsuz unsurların değil, bizzat devletin derununda, en ciddi askerî planların yapıldığı yerde yapılıp yapılmadığını aydınlatmasını Hükûmetten istedik. Savunma Bakanımız burada, tekrar da önünde soruyorum. Ve Meclis Başkanlığına gönderdiğimiz bu soru önergesi “Onu soramazsın, bunu soramazsın.” diye bize iade edildi.

Sevgili arkadaşlar, sizin görevlendirdiğiniz memurlar sizin sorduğunuz soruları, soru önergelerini Meclis Başkanı adına size iade ediyorlar “Öyle soru soramazsın.” diye. Öyle soru sorarım! Şimdi burada sorduğum soruları okuyacağım:

1) Hükûmetiniz Eylül 2014’te Kamu Düzeni ve Güvenliği Müsteşarlığına bir savaş simülasyonu eylem planı hazırlığı talimatı vermiş midir? -Ki bu eylem planı şununla özet olarak ifade edilebilir: Ablukaya alınan yerleşkelerde yaşamsal alanlar tahrip edilerek geri dönüş koşulları ortadan kaldırılacak, kitlesel imhalar, tutuklama ve boşaltmalarla yerleşkeler huzura kavuşturulacaktır. Yapılacak bastırma operasyonlarında 10 ila 15 bin imha, 8 bin civarı yaralı, 5-7 bin arası tutuklama, bombalanmış küçük ve büyük yerleşim alanlarında 150-300 bin civarı insanın yer değiştirmesinin planlanmakta olduğuna dair bir harekât planından söz ediyoruz- Soruyorum: Bunun için Hükûmet bir talimat verdi mi?

2) Eylül 2014 sonrasında veya öncesinde düzenlenen MGK toplantılarında yukarıda sözü edilen eylem planı üzerinde görüşme yapıldı mı? Yapılmışsa bu görüşmenin içeriği nedir?

3) Eylül 2014’te Kürt sorununun çözümü hedefiyle barış ve müzakere sürecinin henüz süregitmekte olduğu bilinmektedir. Yukarıda iddia edilen planın çözüm süreci içinde hazırlanmasının sebebi nedir? Hükûmetin ve Genelkurmayın müzakere sürecinde bu çapta bir imha planı hazırlığı içinde olduğu, müzakereyi PKK lideri Abdullah Öcalan’la doğrudan yürüten devlet heyetinin bilgisi dâhilinde midir?

4) Basında, yukarıda sözü edilen planın güncellenerek Hükûmetiniz tarafından onaylanıp yürürlüğe konulduğu iddia edilmektedir. Bu iddialar doğru mudur? Eğer doğruysa bu karara ne zaman varılmıştır? Bu karardan AKP milletvekillerinin haberi var mıdır? Bu planla ilgili Türkiye Büyük Millet Meclisinde grubu olan partilerin bilgilendirilmemesinin nedeni nedir?

5) Yukarıda yer alan planın içeriğiyle günümüzde Cizre, Nusaybin, Silopi, Sur, Dargeçit ve Silvan ilçelerinde devlet güvenlik güçleri tarafından uygulanan yöntemlerin tıpatıp örtüştüğü görülmektedir. Gerek sivil kayıpların yüksekliği gerekse yöntem ve strateji açısından söz konusu ilçelerde uygulamaya konulan devlet pratiğiyle yukarıda sözü edilen çöktürme eylem planı arasındaki bu tam uyum hangi sebepten kaynaklanmaktadır?

6) Türkiye Büyük Millet Meclisi komisyonlarına bilgi veren uzmanlar Kürtlerin haklarını elde etme hedefiyle silahlı mücadele yürüten PKK’nin savaşçı sayısının 3 ila 5 bin arasında olduğunu bildirmişlerdir. -Sözünü ettiğim komisyonlar çözüm süreci sırasında Mecliste kurulmuş olan ve birinin Başkanlığını da yanlış bilmiyorsam Sayın Naci Bostancı’nın yaptığı komisyondur.- Söz konusu çöktürme planının 10 bin ila 15 bin imha, 8 bin civarı yaralıyla sonuçlanması öngörüldüğüne, PKK savaşçıların önemli bir bölümünün de Türkiye toprakları dışında konuşlandığı bilindiğine göre Hükûmetinizin bu planla emri altındaki silahlı güçlerin binlerce sivil yurttaşımızın yaşam hakkına son vermesini göze aldığı anlaşılmaktadır. Sivillere yönelik hiçbir yasaya, uluslararası anlaşmalara ve taahhütlere, demokratik ölçütlere sığmadığı açıkça ortada olan bu plana Hükûmetiniz hangi gerekçeyle onay vermiştir? Bu şiddette bir harekâtın gerçekleştirilmesi için Türkiye Büyük Millet Meclisine bilgi vermek, sıkıyönetim ya da olağanüstü hâl ilan etmek gereği neden duyulmamıştır?

7) Raporda yer alan yapılacak bastırma operasyonlarında (şu kadar imha, şu kadar yaralı, şu kadar yer değiştirme9 planlandığı ifadesi doğruysa bu planlanan eylemlerin tehcir ve soykırım tanımlarına uyduğu gözlenmektedir. Bu eylemlerin insanlık suçu olduğu ve Türkiye’nin Soykırımı Önleme Uluslararası Sözleşmesi’nin imzacılarından biri olduğu düşünüldüğünde bu sözleşmeden kaynaklı uluslararası yükümlülüklerinizi karşılamak için Hükûmetiniz tarafından hazırlanan veya hazırlanmakta olan bir eylem planı da var mıdır?

8) Söz konusu plan Hükûmetinizin bilgisi dışında olmakla birlikte gerçek ise Türkiye Cumhuriyeti’nin bağrında Kürt soykırımını hedefleyen bir örgütün kurulmuş olduğu anlaşılacağına göre Hükûmetiniz bu suç örgütüne karşı harekete geçmek üzere nasıl bir hazırlık öngörmektedir?

9) Türkiye’nin de imzacısı olduğu 1949 Cenevre Protokolleri’ne ek 2 no.lu Ek Protokol’ün ülke içindeki silahlı çatışmaları düzenleyen 1’inci maddesinin “devletin silahlı güçleri ile muhalif ya da başka, örgütlü ve sorumlu bir kumanda altındaki silahlı güçler arasındaki silahlı çatışmalar” bahsinde çatışmanın tarafları bakımından somut yükümlülükler içerdiği bilinmektedir. Bunların arasında, sivillerin korunması, kültürel varlıkların ve kutsal mekânların korunması, işkence ve insan onuruyla bağdaşmayan muamelelerin yasaklanması gibi hususlar yer almaktadır. Buna göre hem yukarıda sözü edilen eylem planı hem de Cizre, Nusaybin, Silopi, Sur, Dargeçit ve Silvan ilçelerinde gerçekleştirilen operasyonlarda bu protokole uyulması planlanmış mıdır?

İki soru daha var fakat onları okumayacağım.

Şimdi şunu sormak istiyorum: Demek ki siyasetin icrası bakımından askerî vasıtalara başvurduğunuzda, hatta askerî vasıtalara başvurduğunuz zaman siyasetin icrasını doğrudan doğruya askerî vasıtalara ve askerî kurumlara devrettiğinizde elinize geçecek olan şey bundan başka bir şey değildir. Silahlı Kuvvetleri burada birinci dereceden sorumlu ya da suçlu göremeyiz, sadece tek bir sebeple, kararı alan ve bu kararın alınması için harekete geçen onlar olmadığı için yoksa bu planın uygulanması sırasında onlar da bunlara itiraz edebilirlerdi, onlar da bunların aslında Türkiye’nin tarafı olduğu uluslararası sözleşmelere aykırı olduğunu ifade edebilirlerdi, bunu yapmadılar ama Hükûmet bunu yaptı. Eğer yapmadıysa burada çıkıp söylensin “Biz yapmadık.” diye. O zaman ben soruyorum: Silvan’da, Cizre’de, Nusaybin’de, Silopi’de bu sivilleri öldüren kimdir ve bu sivillerin ölümüyle övünen kimdir, çıksın Meclise hesap versin.

 

TAHA ÖZKAN’a Cevap 1:

ERTUĞRUL KÜRKCÜ (İzmir) – Şimdi, burada, Türkiye Büyük Millet Meclisinde, üyelerin, doğru bildiklerini hiç kimseden korkmadan, hiçbir şeyden sakınmadan üyelerle konuşmaları kadar ahlaki, tutarlı bir şey olamaz. Burada düşüncelerimizi ifade ettiğimiz için, Türkiye’yi yönetenlerin Türkiye’yi yanlış yönettiklerine dair kanaatlerimizi içeride, dışarıda, uluslararası forumlarda ya da Türkiye Büyük Millet Meclisinde tekrar ettiğimiz için, herhangi bir ahlaki kayıtla bunlarla suçlanmamız mümkün değildir. Nesi muhbirliktir söylediğimiz şeyin? Ne olmuştur? Dünyanın bilmediği, NATO’nun bilmediği, Amerika’nın bilmediği, Moskova’nın bilmediği, El Kaide’nin bilmediği neyi burada açıklamışızdır da bu sıfatla anılabiliyoruz? Aklımızdan geçeni, kalbimizden geçeni dosdoğru söylüyoruz; beğenirsin, beğenmezsin ama bütün bunlarla ilgili olarak hiç kimseyi hak etmediği bir biçimde suçlamaya kimsenin yetkisi yok.

İkincisi: IŞİD’le iş birliği meselesi sadece bizim tarafımızdan söylenen bir mesele değildir. Türkiye’nin bütün uluslararası forumlarda tartışmak zorunda kaldığı, zamanında gereğinden fazla açık ilişki sürdürüldüğü, zamanında aslında “Özgür Suriye Ordusuyla sürdürüyoruz.” denilen bütün ilişkilerin Özgür Suriye Ordusu dağıldıktan sonra IŞİD’le ilişkilere dönüştüğü; buradan doğan bütün ticari ilişkilerin, askerî ilişkilerin, insani yardım ilişkilerinin IŞİD’in eline geçtiği ve Türkiye’nin uluslararası forumlarda IŞİD’le iş birliği yapmakla bizim Türkiye Büyük Millet Meclisinde olduğundan çok daha fazla suçlandığı açıkça ortadadır. O yüzden, bütün bunları Hükûmet olmanın diyeti olarak dinleyeceksiniz, hiç kimseye de hakaret etme hakkı vermez Hükûmet olmak.

TAHA ÖZKAN’a Cevap 2:

ERTUĞRUL KÜRKCÜ (İzmir) – Şimdi, ben bu sözleri burada ilk defa söylemiyorum, Irak tezkeresi tartışılırken de bütün bunları benden dinlediniz, isterseniz tutanaklara bakın. Türkiye IŞİD’le olan düşmanlık iddiasını ortaya koyabilecek hiçbir pratik yaptırım içerisinde değil idi, hâlen de değildir. Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi, Amerika Birleşik Devletleri’nin basınçları altında Suriye’ye yönelik bir müttefik harekâtı planladığında bu Güvenlik Konseyi kararına karşı çıkılamayacağından içinde IŞİD’in de sözünün geçtiği ama Suriye’deki bütün unsurların “terörist” kapsamında sayıldığı bir tezkere bu Meclisten geçti. O tezkere tartışmalarında da bunu söyledim. En azından bu tezkere bile gerçekte bir tek kuvvete, IŞİD’e yönelmiş olan Güvenlik Konseyi kararını 6’ya bölerek, 6’ya dağıtarak IŞİD üzerindeki baskının altıda 5’ini üzerinden kaldıran bir karardı. Bunu o zaman da konuştuk. Bizim kendi aklımız, kendi fikrimiz var, kendi canımız, kendi çıkarlarımız var. Bunlar sizinkiyle aynı değil, o yüzden size itiraz ediyoruz. İtirazlarımız gerçektir, canımızın yandığı gerçektir. Sizin siyasetinizden memnun olmayan Türkiye’nin geri kalan büyük çoğunluğuyla aynı şekilde bu siyasete karşıyız. Bütün bunların yalancılıkla ne alakası var? Yoksulluk yalan mı, hırsızlık yalan mı, 17-25 yalan mı? Bunların hepsi hakikat.

ERTUĞRUL KÜRKCÜ (Devamla) – Bunların hepsi hakikat. Hepiniz duydunuz sevgili arkadaşlar, bunların hepsini hepiniz duydunuz. “Oğlum, sende ne var?” Duymadınız mı? Duydunuz. O nedenle, bunlardan memnun değiliz, bunlara itiraz ediyoruz. Bunlara itiraz ettiğimiz için bunları beğenebilir ya da beğenmeyebilirsiniz ama bunlar yüzünüze karşı söylendiği için mutlu olmalısınız. Arkanızdan söylenenleri bir duysanız…