Türkiye Bir Faşist Diktatörlüğe Doğru Gidiyor

Adalet ve Kalkınma Partisinin daha doğrusu Tayyip Erdoğan’ın bulduğu iki kanatlı bir formül var. Kürdistan’da sömürgecilik, Türkiye’de faşizm. Böylece neyin bekası sağlanacak. Türkiye Cumhuriyeti faşist bir devlet olmamıştı. Şimdi onu faşist bir devlet yaparak o cumhuriyeti baki kılmış olamazsınız. Onu yıkmış olacaksınız. Kürdistan’ı yeniden sömürgeleştirerek Kürtlerle olan ilişkinizi doğru bir eksene oturtmuş olamayacaksınız. Dolayısıyla bu deliliğe bir son verilmesi icab eder. Biz bunun için elimizden geleni mümkün olan en barışçı şeyi yapmakla mükellefiz.

yeni-resim-5SORU-Başlarken pek çok konu saydım tabi zamanımız elverdiğince konuşmaya çalışacağız, o yüzden gündem çok, başlık çok hızlı hızlı değerlendirmeye başlayalım. Biz programa girmeden önce CHP lideri Kemal Kılıçdaroğlu’ndan bir açıklama geldi. Bugün çatışma ve saldırı haberleri var,hayatını kaybedenler var. 10 asker hayatını kaybetti, çatışmaların sürdüğü bilgisi geliyor. giderek yükseliyor çatışmalar,kayıplar, ölümler. Buna ilişkin yaptığı değerlendirmede “bu ülke nereye gidiyor “diye soruyordu, “ne olacak bu ülkenin hali “diyordu Kemal Kılıçdaroğlu bir muhalefet liderinin yorumu böyle mi olmalı yoksa soru sorarak mı yoksa bir şey mi yapılması lazım?

E.K İşin doğrusu bazen soru içinde bir cevapta saklar ama bu içinde bir cevapta saklamayan, aslında böyle bir dönemde sormaktan ziyade yanıtlamak gereken sorularla dolu bir dönem. O yüzden bence muhalefet burada soru sormaz, zaten ortada olan soruların yanıtını verir. Birinci soru Yenikapı’ya gitmeli mi gitmemeli miydi? Kemal Kılıçdaroğlu yanlış bir cevap verdi. Şimdi oradan doğan bütün soruların cevaplarını da bilmediğini anlıyoruz. Çok açık bir biçimde Türkiye faşist bir diktatörlüğe doğru gidiyor. Aslında kendisi bir faşist  parti olarak doğmuş olmayan Adalet ve Kalkınma Partisi şartların zorlaması, liderliğin açmazları, içine girilen bütün sıkışmışlığın aşılması için Türkiye’nin önüne bir faşist programdan başka bir şey koyamacağı bir duruma geldi ve  bu aslında bir sosyal ve siyasal cinnet hali. O açıdan gittiğimiz yer burasıdır ve bunu üç şekilde durdurmak mümkündür. Birincisi bir demokratik atılım ile. Bunun için  Kemal Kılıçdaroğlu’nun derhal Adalet ve Kalkınma Partisi’ne verdiği desteği çekerek yüzünü kendisinden özgürlük, demokrasi ve barış için kendisine oy vermiş olan kitlelere dönmesi gerekir. ikincisi bunlar yapılmaz, durum büyük bir hızla şiddet sarmalının büyümesine doğru gider, bir iç çatışma riski vardır nihayet üçüncüsü bütün bu çatışmaların üstüne doğru tırmanmak isteyen bonapartist bir darbe ile bu duruma çare getirmek isteyebilir bürokrasi ve ordu içindeki kesimler. Bu üç seçenek ortadadır. 

SORU- Döneceğiz yine bunu konuşacağız, meclisteki tablo, meclis açılışı var 1 Ekimde. Orada nasıl tutum alacak HDP ve diğer partilerin tutumuna ilişkin değerlendirmelerinizi isteyeceğiz sizden  ama HDP’nin diplomasi trafiği hızlandı. Irak Kürdistan bölgesine bir ziyaret var bir heyetle. Eş Genel Başkan Selahattin Demirtaş orada ,şimdi bir Avrupa’yı ziyaret olacak. Kürdistan bölgesine yapılan ziyaret sonrası açıklamalar da geldi bir çözüm süreci arayışı, orada bir destek, altı çizilen hususlar nedir diplomasi trafiğini arttıran HDP’nin? Avrupa’ya yapılacak ziyaretin gündeminde yine bir çözüm arayışı ya da böyle bir sürecin başlamasına ilişkin bir destek mi var?

E.K- Çok net Türkiye’deki denklem. Türkiye’deki bütün büyük toplumsal politik değişiklikler, yüzde 50 iç dinamik yüzde 50 de uluslararası dinamiklerin işlemesiyle ortaya çıkıyor. Kurtuluş Savaşı böyle idi. Türkiye’nin tek partili rejimden çok partili rejime geçişi böyle idi. Askeri diktatörlüklerden parlamenter rejimlere dönüş hep böyle idi. Bir dış dinamik var. Biz içeride mücadeleyi sürdürebildiğimiz kadar yaygın ve etkin bir biçimde sürdürmeye bu faşist diktatörlüğün önünü kesmeye henüz yetmeyen gücümüzle canla başla çalışıyoruz. Öte yandan dış dinamiği de mümkün mertebe ilgisini Türkiye üzerinde tutmaya çalışıyoruz. Bu sonbaharda bunu başarabileceğimizi düşünüyorum çünkü hem Adalet Kalkınma Partisinin uluslararası vizyonunun artık  görmez hale gelmiş olması hem bölgede yarattığı kaotik sonuçlar dolayısıyla uluslarası dünyada, uluslararası toplumda Türkiye’de demokrasi yönünde bir yeni ivme kazanabilecek bütün imkanlara dikkatle bakıyor. O yüzden bundan en çok yararı görecek olanlar bizleriz. Tek ayaklı değil çok yönlü ve çok taraflı bir diplomasiyi yürütmeye çalışıyoruz. Aslında bizim kadar güçlü diplomasi yürüten herhangi bir parti ya da politik heyet de yok. Dış işleri aslında Tayyip Erdoğan’ın bu yaratmış olduğu açmazları temizlemek, yanlış olan şeyleri doğruymuş gibi anlatmakla yükümlü. Aslında bu sonsuz bir dış politika. Cumhuriyet Halk Partisi neredeyse tamamen boş vermiş durumda uluslararası politik  alanı. HDP Türkiye’nin bu açığını da kapatmaya çalışıyor. Biz sadece devlet ve hükümet temsilcileri ile ve uluslarası kurumlarla değil aynı zamanda kardeş partilerle de görüşmeye devam ediyoruz. Doğuya yüzümüzü döndüğümüzde Suriye ve Irak’da ki çatışma çözümü açısından gereken girdileri sağlamak üzere Kürtlerin özgürlük, demokrasi, eşitlik, adalet arayışına Kuzeyden bir katkı sağlamaya çalışıyoruz. Nihayet her zaman olduğu gibi Davut ile Golyat’ın savaşında Davut’un bütün rollerini oynamak çabasındayız. Buradan gelecek olan getiriyi göreceğiz. Bu olumsuz değil olumlu olacak Türkiye için,Türkiye bir demokratik  basınç altında kalacaktır ve buna mutlaka cevap verecektir diye ümit ediyoruz.

SORU- Bu ziyaretin yapıldığı dönem açısından Avrupa’nın Türkiye’ye bakışı nedir? Siz daha önce Avrupa Konseyi toplantılarındaki bu programda değerlendirmiştik o toplantıları. Sizce nasıl görüyor Avrupa? 

E.K- Avrupa 15 Temmuz sonrasında Adalet ve Kalkınma Partisine yeni bir kredi açıldı aslında. Tayyip Erdoğan bu kredinin miktarından ve biçiminden memnun olmadı ama kredi açıldı aslında….

SORU– Kapanmış bir şey mi vardı?

E.K- Diyalog yollarının hepsini aslında Tayyip Erdoğan kendisi kapatmıştı Almanya’nın orta yerine gidip Almanya hükümetine saldırdığınız zaman siz kapı açmış değil kapatmış oluyorsunuz. IŞİD ile ilişkiler çerçevesinde beklentilere yanıt vermediğiniz zaman problem doğuruyorsunuz. Mülteci meselesini çözerken gösterdiğiniz pervasızlık sorun yaratıyor. Bunların hepsi sorundu. Rusya ile sorun, diğer sorunlar. Fakat 15 Temmuz bunda bir kesinti yarattı. Gene de seçilmiş olan bir hükümetin zorla devrilmesine karşı insanlar Erdoğan hükümetine kredi açtılar, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesinin 15 inci maddesine müracaat ederek sözleşmenin birçok hükmünü askıya almasına “olağanüstü hal var” diyerek hoşgörü, anlayış gösterdiler. Ancak darbenin faillerini değil, darbenin mağdurlarını, darbenin muhatap ve hedeflerini sistematik bir baskı altına alan, esasen parlamentoyu bypas eden, parlamentodaki en önemli çözüm ortağı olabilecek olan partiyi saf dışı etmek, Kürt meselesinde şiddeti artan ölçüde devreye sokmak, yerel yönetimleri ilga edip bunları merkezin memurlarına teslim etmek diye siz anladığınız zaman verilen desteği, buradan çok güçlü bir eleştirinin doğacağı apaçık. Sonbahar toplantılarında bunları göreceğiz.

SORU– 15 Temmuz öncesi yaşananlar, özellikle bölgede sokağa çıkma yasakları, hak ihlalleri, hakkettiği ölçüde Avrupa’dan bir tepki gelmemişti, bu eleştiri konusuydu da bir yandan. Peki şimdi fark ne, neden gelsin?

E.K- Fark şu. Bütün bunlara gösterilen hoşgörü ya da sessiz onay kısa sürede çatışmanın görünen yüzünün tasfiye edileceği, burada bir zorlayıcı faktörün, mücbir sebebin tesirsiz hale getirileceği ondan sonra da reform sürecine devam edeceği beklentisi vardı. Fakat reform süreci diye bir şey olmayacağı anlaşıldığı için bu kredi artık bence açılmayacak, bundan ötürü beklenti gerçekleşmeyecek yoksa daha önce iki nokta önemliydi bunu konuşmuştuk. Birincisi İncirlik’in Amerika Birleşik Devletleri’ne açılması karşılığında temin edilen Amerikan sessizliği, mülteci anlaşması dolayısıyla temin edilen Avrupa sessizliği, Avrupa Parlamentosu, Avrupa Birliği Konseyi’nin yaptığı teklifleri reddetti. Bunları kabul etmedi Avrupa Parlamentosu dolayısıyla Avrupa’da bu mülteci anlaşmasının da meşruiyetine dair son derece ciddi şüpheler belirdi. İncirlik meselesi karşılığında Amerika Birleşik Devletlerinin sessizliği öte yandan Suriye’de Kürtlerin yaratmış oldukları yeni özgürlük dinamiklerinin baskı altına alınmasından sonra yani PYD ve YPG’ye düşman muamelesi yapan Türk Birliklerinin Suriye’deki operasyonları sonrasında Amerika Birleşik Devletleri de hepimizin izlediği gibi artan bir gerilim yaratıyor. Dolayısıyla Tayyip Erdoğan’ın Ankara’sının uluslararası ve iç siyasetinin sessizlikle geçiştirilebilecek bir beklentiye hizmet etmediği ortada. Ne bekliyordu insanlar? ”Böyle olacak” sonra reformlara dönülecek. Hem böyle olmayacak hem reformlara dönülmeyecek o zaman tabi ki eleştiri sağanağı devam edecektir.

SORU- Peki, şunu da özellikle işte Irak Kürdistan Bölgesel Yönetimine yapılan ziyaret orada bir süreci başlatacak, en azından birtakım görüşmelerin yapılabilmesi, o konuda destek alınması, istenmesi kaldı ki Avrupa içinde sanıyorum ana gündem maddelerinden biri bu olacaktır ki daha evvel zaten görüşme yapılacak isimlerin açıklamaları olmuştu örneğin Avrupa Birliği Yüksek Temsilcisi Federica Mogheri’nin bir açıklaması vardı, çözüm sürecine ilişkin aciliyeti konusunda bir açıklaması vardı. Dediniz ya ‘yüzde 50, yüzde 50 bir dış dinamiğin oradaki etkisine de’ etkisinin de altını çiziyordunuz. Böyle bir olası yeniden çatışmasızlığa bu çatışmalar ortamının son bulması, çatışmasızlık hali, bir görüşme sürecinin başlayabilmesi açısından ne kadar etkili olabilir gelebilecek o dış baskı?

E.K- Doğru söylüyorsunuz. Elimizden geleni yapalım da bir şey doğmuyorsa doğmaz. Hükümet tarafında herhangi bir bu yönde hazırlık, böyle bir konsept hazırlığı yok. Buraya gelmeden önce RedHack’in hack’lediği Berat Albayrak mailleri dolaşmaya başladı. Orada Berat Albayrak’ın aslında göründüğünden çok daha olan biteni anlayan bir zihne sahip olduğunu görüyoruz. Kasım seçimleri öncesinde önüne gelen rapora baktığında demiş ki düştüğü notta: ”Kürtleri kaybetmişiz Allah sonumuzu hayıretsin.” Bunu göre göre bütün bunlar yapılıyorsa hükümette şu an bir aymazlık hali olan biteni görmeme, gördüğünü kabul etmeme, kabul etmediğini yok ederek sorundan kurtulacağını sanma gibi bir şuur kaybı hali var. Bu net olarak bir şuur kaybına işaret ediyor bence. O yüzden bu tarafta bir hazırlık yok fakat demin de konuştuğumuz gibi nihayet Türkiye uzayda bir boşlukta değil zaman ve mekandan ayrı bir yerde yaşamıyor daha dün iki uluslararası derecelendirme kuruluşununun Türkiye’nin yatırım yapmak için elverişli bir ülke olmaktan çıktığına dair raporu geldi. Hükümeti yönlendiren ses diyor ki: ”Bunların bir önemi yok”. Fakat dünya için bunların bir önemi var. Şimdi bütün bunlara bir arada baktığınızda hem Türkiye’deki iktisadın yeniden çevrimi hem uluslararası iktisadi ilişkilerin gerçekleşme biçimi bakımından ele alırsanız, Türkiye tamamen kontrol edilemez ne içerde ne dışarıda, hiç bir şekilde kontrol edilemez, geleceği öngörülemez bir ülke haline düşüyor ise eğer burada sesi yükseltmek, hem iç hem dış dinamiğin Türkiye’nin yeniden aslında reformlar, kalkınma, özgürleşme mecerasına girmesi için çağrıda bulunmak bizim görevimiz. Bunun da geçtiği birinci eksen çatışmasızlık ekseni. Bilerek ve isteyerek doğrudan doğruya ‘barış’ demiyorum? Çünkü barış Kolombiya örneği daha yeni elli yıl sonra elde edilecek. Buraya gelirken bir kaç mühim çatışmasızlık evresinden geçmek gerekti. Burada taraflar birbirlerini sınadılar. O yüzden bizim çatışmasızlık evresine daha ihtiyacımız olduğu apaçık. Bugün on genç insan, on asker hayatını kaybetti. Bunlar sadece askerlik hizmeti yapmaya mecbur oldukları için silah altına alınmış insanlar. Onların hayatlarını kaybetmesi için ne gibi bir meşru ve mazur gerekçe gösterilebilir, kendi seçimleri olmayan bir savaşta. Bu devam edecek. Çünkü Adalet ve Kalkınma Partisinin daha doğrusu Tayyip Erdoğan’ın bulduğu iki kanatlı bir formül var. Kürdistan’da sömürgecilik, Türkiye’de faşizm. Böylece neyin bekası sağlanacak. Türkiye Cumhuriyeti faşist bir devlet olmamıştı. Şimdi onu faşist bir devlet yaparak o cumhuriyeti baki kılmış olamazsınız. Onu yıkmış olacaksınız. Kürdistan’ı yeniden sömürgeleştirerek Kürtlerle olan ilişkinizi doğru bir eksene oturtmuş olamayacaksınız. Dolayısıyla bu deliliğe bir son verilmesi icab eder. Biz bunun için elimizden geleni mümkün olan en barışçı şeyi yapmakla mükellefiz. Hem Kürtlerin kuzeyde, güneyde, doğuda, batıdaki dayanışmaları burada bir imkandır hem batıda Türkiye’nin demokrasiye doğru ilerlemesinden yarar görenlerin Türkiye’ye olumlu bir ilgi göstermeleri önemlidir. Hem de içeride sosyal muhalefetin harekete geçmesi önemlidir. Bütün bunları biz yapmaya çalışıyoruz. İçeride bir demokrasi ve barış cephesi inşa etmeye çalışıyoruz ama bir elin nesi var, mutlaka buna eşlik edecek güçlerinde başta Cumhuriyet Halk Partisi’nin tabanı ve radikal tercihler peşinde koşan vekilleri ve yöneticileri buna bir yanıt vereceklerdir diye umuyoruz.

SORU- Moodys’den bahsetmişken bir parantez açalım, hükümetin yanıtına değindiniz. “Sadece böyle bir şey yok mu”nun daha doğrusu ”bir etkisi yok”tan öte bir siyasi karar olarak değerlendirildiği ki kredi derecelendirme kuruluşlarının aldığı kararlarda hep soru işareti -biliyoruz bu tartışılıyor- şüphesiz vardır ama bir darbe 15 Temmuzda yapılamayanın şimdi yapılmaya çalışıldığı, ekonomi alanında bir darbe yapılmaya çalışıldığı gibi o karar sonrası yapılan değerlendirmelerde yine öne çıkarılan husus da buydu ne diyorsunuz gelen bu yönlü tepkilere?

E.K- Bunların gerçekle bir alakasını kurmuyorum. Eninde sonunda bu derecelendirme kuruluşları kapitalist alemin işleyen yapıları Türkiye’de kapitalist alem içerisinde durmaya çalışıyor, öyledir Tayyip Erdoğan Türk kapitalizminin bugünki açmazlarına çare bulmak için çabalayan bir adamdır. Dolayısıyla hem kapitalist rejim içerisinde yaşayacaksınız hem de onun işleyiş dinamiğine, işleyiş mekaniğine ne diyelim bu mekanikle herhangi bir tutarlılığı olmayan işler yapacaksınız o zaman tabii ki bir gerilim doğacak. İşte burada şu soruyu sormak lazım gelir. Hakikaten standartlar, ölçüler bakımından bir sapma mı vardır bunu bize söylemeleri gerekir. Diyor ki: “Köprü yaptık o yüzden bunu görmesi lazım”. Mevzu köprüyü yapmanız değil köprüyü hangi iktisadi evren içerisinde yaptınız? Kimse köprüyü yapıp yapmadığınızla ilgilenmiyor. Cari açığınız nedir, iç-dış ticaret dengeniz nedir, milli gelirinizin borcu karşılama kabiliyeti nedir, ekonominin dönmesi için ortaya koyduğunuz imkanlar, dinamikler nelerdir bunlara bakılıyor. Ben doğrusu iktisatçı değilim fakat uluslararası derecelendirme kuruluşlarının şüphesiz uluslararası düzenin hakim noktalarıyla doğrudan doğruya temas içinde olduklarını anlarım, bilirim ama böyle bir darbe olsun diye bize düşük not verdiler hikayesi beni inandırmaz.Şimdi bunların dediklerine inanacak olsaydık üst akıl Amerika Birleşik Devletleri 15 Temmuz darbesinin arkasındaydı. Ondan sonra bizzat başbakan yardımcısı çıkıp dedi ki: “Amerika Birleşik Devleti’nin darbenin arkasında olmadığını biliyoruz”. Erdoğan’da gitti dedi ki: Bize yardımcı olun memleketteki işleri yoluna sokalım” şimdi hangisine inanmalıyız? O nedenle ben şunu söylemek isterim. Bir darbenin mümkün olmadığı bir ülkede hiç kimse darbe yapamaz. Bir darbenin şartları işlerin rutinden çıktığı noktada başlar, işleri rutinden çıkartan bizzat Erdoğan’ın kendisidir. Allahını severseniz hala tutuklamaların sonu gelmedi, yüzlerce, binlerce, onbinlerce insan Türkiye’de hallaç pamuğu gibi atılıyor, bir mağdurlar kitlesi, sayıları onları çevreleyen aileler, topluluklarla beraber milyonlara ulaştı. Bir kanlı savaş başka bir tarafta sürüp gidiyor, bütün bu olağanüstülükler içerisinde her türlü olağanüstü gelişmeyi bekleyebilirsiniz. Amerika Birleşik Devletlerinde bugün darbe beklemezsiniz. İtalya’da, Fransa’da bir darbe beklemezsiniz hatta İran’da bir darbe beklemezsiniz ama her şeyin şiddet ile dönmeye başladığı bir ülkede kendisi için elde güç gören birisinin darbe planlamasının önüne geçecek hiçbir şey yoktur. O yüzden darbenin panzehiri özgürlük. Burada anlaşabilirsek darbe ihtimali azalır tamamen ortadan kalkmaz.

SORU- Bir parantez açalım demiştim. Moody’s ile devam edelim. Çözüm süreci ya da çatışmasızlık ihtimali üzerinden Abdullah Öcalan’ın yaptığı bir çağrı vardı, bir mesaj kardeşi aracılığı ile iletmişti. Siz “bizim bu çabamız hükümetten bir karşılık bulmayacağa benziyor” dediniz. İşaretler o yönde. Abdullah Öcalan’ın mesajı, çağrısı sizce hükümet tarafından nasıl görüldü ya da görülmedi, kamuoyu nasıl gördü ya da görmedi bu çağrıyı, bu mesajı?

E.K- Sayın Öcalan’ın bizimle, yani kardeşi vasıtasıyla bizlerle görüşmesi, sözünü iletmesinin önünün açılması pratikte bir müzakere sürecinin açılmasından ziyade Öcalan’a ne olduğu hakkında Kürt kamuoyunda özellikle ortaya çıkmış olan büyük soru işaretleri ve buradan doğan endişelerin giderilmesi için zaten meşru olarak yapılması gereken şeyin bir seferliğine yapılmasından ibaretti burada da razı olacaklardı, Öcalan ne söylerse söylesin. Çünkü Öcalan’ın sesini kesmek ve  ebediyen onu görüştürmemek onu bir seferliğine görüştürmekten daha riskliydi. Bence hükümet bu durumu değerlendirdi ve dünya kamuoyunun önünde de Öcalan’ın sözünü söylemesine fırsat verdi Öcalan tabi “iyiyim lastik ayakkabılarımı getirdiniz mi” demeyecekti siyaset konuşacaktı ve konuştu. “Durduğum yerde duruyorum” dedi bence bu yeterlidir. Bizde durduğumuz yerde duruyoruz. Durduğu yerde durmayan bir tek hükümet var. O çerçevede Öcalan’ın sözü hükümete yeniden 28 Şubat öncesine dönme konusunda bir ilham kaynağı olmuş mudur bunu bilmiyorum fakat Berat Albayrak’ın notuna geri dönecek olursak esasen Kürtleri kaybettiğini düşünen ve onlarla ancak Kürtler ile Kürtleri dizi üstünde ‘yeniden görüşeceğim’ diye bir hevesle bu çatışma sürecini yeniden başlatanlar için bu sözün pratikte bir karşılığı bugün için olmayabilir. Ama bence Öcalan’ın çağrısı şu açıdan son derece önemlidir her şey başka türlü cereyan etse bile sonuçta çatışmadan çıkış bakımından bir planımız vardı ve “bu plan bakidir” demekle bence çok esaslı bir doğrultuyu sabitledi. Doğrultu kaybı ihtimallerini bence bir süre için ortadan kaldırdı. Bence bu görüşmenin bizim için en önemli kazancı budur. Kürdistan ziyaretlerinin HDP heyetinin bu çağrı sonrasında gerçekleşmiş olması aslında bir sıralı bir iş değil beş ay önce bu kararlaştırılmıştı ancak fırsat bulunduğu sırada bu görüşme de oldu dolayısıyla bunlar arasında bir illiyet bağı kurmak gerekmez ama Kürt dünyası Öcalan’ın bu tutumunu onayladığını teyit etmiş olmakla aslında Kürtler bakımından üzerinde birleşilmiş bir tane temel çıkış yolu olduğuna dair hükümete bir mesaj verdiler. Dolayısıyla Kürtler arası farklılıklara oynayarak burada kendine yol açma kapısının kapalı olduğu da bence işaret edilmiş oldu. 

SORU- Peki son günlerde bir takım iddalar var bu konuşuluyor darbe tehditi var mı yok mu? Siz az evvel bir ülkede darbe ihtimaline, o koşullara değindiniz bir değerlendirmeniz vardı bizatihi bunu oluşturan adresi gösterdiniz. Peki sizce hala Türkiyede bir darbe tehditi baki mi?

E.K- Doğrusu bence Türkiye’de anayasal bir rejim yok. Anayasal bir rejimin olmadığı yerde hiç kimseyi oyunun kuralına göre oynamaya davet edemezsiniz. Her şeyden önce gözünüzün önüne getirin, şu an Türkiye’de cumhurbaşkanlığı oyunu kuralına göre oynuyor mu? Aslında anayasada tanımlanmış yerinde duruyor mu? Cumhurbaşkanı parlementoyu anayasada duran yerinde kavrıyor mu? Parlamento kendi kendisini öyle kavrıyor mu? “Gazi meclis, gazi meclis” diye konuşup duruyorlar meclisin üçüncü partisini, Kürtlerin oylarıyla Türkiye’de bir çözüm imkanı olarak parlamentoya  gelmiş olan partiyi partiler arası ilişkilerden dışlıyorlar. Hiç kimse yarın nerde uyanacağını, evinde mi uyanacak bir nezarethanede mi uyanacak, işten atılacak mı işinde çalışmaya devam edecek mi? Bunu bilmiyor. Bütün bunların belirsiz olduğu bir yerde siz insanlara ‘ya aslında şöyle gitmek lazım gelir’ dediğinizde inandırıcı olamıyorsunuz. O yüzden herkes bugün Türkiye’de bir çıkış yolu ama Tayyip Erdoğan’ın çerçevelediğinden başka bir çıkış yolu olabileceğini düşünüyor. Burada radikal çözümler olabilir, pasifist çözümler olabilir, bir darbe peşinde koşan olabilir, demokratik bir blok kurmak isteyen olabilir. Ama hiç kimse şimdiki gibi yönetilmeye razı değildir. Ben size şunu söyleyeyim bugün Türkiye’de hala bir iç çatışma çıkmadıysa, insanlar bu kadar ajitasyona rağmen birbirinin gırtlağına sarılmıyorsa halkın aklı selimi, sağ duyusuyla işleri şu cinnet hali geçene kadar işleri idare edelim kararına vararak kendi kendilerini yönetmesiyle ilgili. Bunu şuna benzetebilirim ben Kenan Evren’in başlarından gitmesi için insanlar önlerine gelen anayasaya oy verdiler ‘bir an önce gitsin de biz sonra hesabını sorarız’ diye. Kenan Evren anayasaya verilen yüzde seksen oyu kendisine verilmiş sandı ve ilk seçimde ne hale geldiğini hep beraber gördük. Halk bugünde aynı taktiği izliyor şu cinnet hali, şu şiddet, şu deli saçması başımızdan bir an için gidecekse eğer, ne ise bir duralım bu ortalığı daha fazla karıştırmayalım fikri halk arasında çok yaygın benim gördüğüm kadarıyla. O nedenle işler çığrından çıkmıyor. Yoksa her gün yapılan ajitasyonu, şu saray medyasının söylediklerini bir alt alta koyun insanların kitle halinde diğerleri, öteki gördüğü herkesin üstüne çullanıp gırtlağına sarılması gereken bir yere doğru Türkiye getirildi. Ben o yüzden şunu söyleyeyim bütün bu şartlar altında halkın geniş kesimlerinin kararlılığı bir darbeyi caydırabilir. Ancak bu şartlar altında özellikle bu şiddet sarmalı devam ettikçe buradan başka bir çıkış yolu olmadığını kısa vadede düşünen insanlar mutlaka Türkiye’de olacaktır. Biz bu taraftayız halkın kararlılığı tarafındayız ancak Tayyip Erdoğan darbecilere karşı bize güvenmesin çünkü 15 Temmuz darbesinden sonra darbenin önlenmesi için bir araya gelen, sesini çıkartan, parlamentoda ve sokakta doğru yerde duran insanlara saldıran, onları hapseden birinin zaten onları da düşünmediğini görmüş olması gerekir. O yüzden darbeden, hakiki bir darbe ihtimalinden kurtulabilmek istiyorsa şiddeti, saldırganlığı, dışlamayı ve şeytanlaştırmayı, düşmanlaştırmayı kesmesi hırsızın uğursuzun yanında durmaktan vazgeçmesi gerekir. Şu sizce akıl karı bir şey midir Amerika Birleşik Devletleri’ne gidip Amerika Birleşik Devletleri’ndeki savcı ve hakimlerin de FETÖ’cü olduğunu söylemek. Rıza Zarrab denilen uluslararası altın kaçakçısının masumiyetinden dem vurmak bir cumhurbaşkanı için akıl karı mıdır? Bunun insanları nasıl sonsuzca tahrik ettiğini görmek çok mu zordur? Ve üstelik bütün bunları yalanla yapmak. “İran da zaten Zarrab’ın suçsuz olduğunu söylüyor.” İran Zarrab’ın Zencani’nin baş ortağı olduğunu ve Amerika Birleşik Devletleri’ne anlaşmalı olarak gittiğini söylüyor. Şimdi bütün bunlar ortada dururken bir ülkenin cumhurbaşkanı bir uluslararası altın kaçakçısının avukatı olarak çalışmaya başladığında o ülkede herkes bir başka çıkış yolu arayacaktır. Bundan ancak bu yolu tamamen terk ederek kurtulmak mümkündür. 

SORU- Peki.. Şimdi meclis 1 ekimde açılıyor. Cumhurbaşkanı Erdoğan yeni yasama yılının açılışında konuşacak. Meclisin açılışında yeni kapı ruhu devam edecek mi etmeyecek mi bu merak konusu. HDP’nin tavrı ne olacak genel kurulda onu sorayım.

E.K- Şimdi ayın 30’unda biz millet meclisi grubu olarak toplanacağız.Orda önümüzdeki dönem çalışmaları hakkında bir genel karar vereceğiz. O gerçekleşmeden ben meclis grubumuz adına bir şey söylemek istemiyorum. Ancak  şöyle bir öngörüde bulunabilirim partiyi, vekil arkadaşlarımızı tanıyorsam özellikle 15 Temmuz sonrası partimize, yerel yönetimlerimize, milletvekili arkadaşlarımıza karşı girişilmiş olan haydutluğu meşru ve mazur görmeyecek bir tutumla hareket edeceğimizi söyleyebilirim. 

SORU- Peki.. Mini anayasa çalışmaları 7 maddede uzlaşma, 3 partiden gelen açıklama bu yöndeydi temsilcilerinden gelen açıklama. Bir yandan “HDP’de orda olmalıydı” diyen CHP’lilerde var. Siz bu uzlaşma maddelerine ilişkin hiç bilgilendirildiniz mi?

E.K- Hayır formel olarak hiç bir şekilde bilgilendirilmedik. Yani ne bu heyet, ne meclis başkanı, ne de partiler bizi formel olarak bilgilendirmiş değillerdir. Belki bazı vekil arkadaşlarımızın benden daha çok duyduğu şeyler olabilir ama gördüğümüz bir kağıt yok masa üzerinde.

SORU: Peki yani bir kaç madde daha artabilir deniliyor partilerin yetki kanalları verecekmiş bunlara yine yapılan açıklamada böyle de HSYK ile ilgili tam bir mutabakat yok. Böyle giderse  çalışmalar yani HDP dışarıda kaldığı sürece bu çalışmalar, nasıl bir anayasa oluşabilir HDP’nin olmadığı böyle bir çalışmayla?

E.K- Bu delilik, böyle bir şey olabilir mi ? Hepimiz aynı anayasa, aynı seçim kanunu, aynı konvansiyonlarla meclise gelmişiz. Meclisin çalışmasını belirleyen ilkeler var. Bu ilkeleri elinizin tersiyle bir tarafa iteceksiniz ve üç partiden oluşan bir iç meclis oluşturacaksınız. Biz boşuna demiyoruz ‘meclise aslında bir darbe yapılmıştı’ diye. Bu bir darbe değilse nedir? Dolayısıyla bu meclis sakatlanmıştır. Daha şimdiden bu uygulamasıyla nasıl olabilir siz sadece meclisi değil seçmenleri altı milyon insanın oyunu almış, onların beğenin beğenmeyin sözcüsü olan bir partiyi Türkiye’nin genel düzenini değiştirecek bir dizi anayasa değişikliği konusunda “muhattap almıyorum” diyorsunuz. Oy verip vermemeniz, ne yapıp ne yapmayacağınız bizi ilgilendirmiyor. Sizin temsilcileriniz de bizim yapacaklarımıza karışamaz. O zaman bu tek yanlı olarak Halkların Demokratik Partisi’nin statüsünün ilgası anlamına gelir. Eğer böyle devam edecek olursa şüphesiz bunuda biz oturup değerlendiririz. Bakalım, meclis açılsın görelim belkide bir feraset hakim olur ama ben aslında çok fazla ümitli değilim. 

SORU- Peki bu sakatlık nasıl giderilebilir? 

E.K- Bu sakatlığın giderilmesinin bir tek yolu var. Ne yapılacaksa, ister partiler arası görüşmeler yoluyla yapılacak olsun, o zaman dört parti oturur ya da meclis komisyonlarında yapılacak olsun o zaman meclis komisyonlarında zaten herkes kendi kuvvet oranına göre dağılmıştır. Meclis komisyonları dışında bir heyet oluşturmanın mantığı yaygın ve sağlam bir mutabakat aramaktır. Siz şöyle diyorsunuz o zaman: “Belediyelerini yerle bir ettiğimiz, kayyumlar atadığımız, sokaklarına çıkmasını yasakladığımız insanların bu olacak değişikliklerde de herhangi bir sözü olmayacak.” O zaman bu söz böyleyse o zaman aslında biz girmiş olduğumuz mecliste değilizdir. Bu meclis değişmiştir. CHP’nin hem ağlarım hem giderim tavrıyla bu işler olmaz. CHP bu despotla meclise karşı girişilmiş bu darbeye ortak olmayacaktı. Oldu bir kere. 

SORU- Ama şimdi eleştiri var. Başbakan Binali Yıldırım yeni kapı ruhundan uzaklaşmakla eleştiriyor CHP’yi. 

E.K- Şimdi ben size söyleyeyim onlar öyle söyleyeceklerdir. Onlar ilk anda kendileri için lazım gelen fotoğrafı elde ettiler. Dünyaya şu mesajı verdiler: Sayın Kılıçtaroğlu’nun yardımıyla, Türkiye’de hakları ve hukuku korunması gereken adil seçimle gelmiş bir hükümet vardır. Bu hükümet her türlü desteği haketmiştir. Cumhurbaşkanı da makbuldür. Saray da makbuldür. Ona bu güne kadar gösterilmiş olan muhalefette artık değersizdir. Bu fotoğrafa ihtiyaç vardı. Bu fotoğraf verildi. Artık onların hiç önemi yok bundan sonra. CHP öyle demiş, böyle demiş çünkü o aşama, o mesafe kazanıldı. Onlar onu kazanmak istiyorlardı ancak bu işleri de daha kolaylaştırmadı daha zorlaştırdı bence. Hükümete karşı girişilmiş olan darbeye karşı olmak başka bir şey, o hükümete yeniden güç vermek başka bir şey. Onun olağanüstü haline güç vermek başka bir şey. Olağanüstü hal kararnameleri anayasa mahkemesine gidecekmiş ama birinci kararname gitmeyecek. Bütün öteki kararnameler birinci kararnameden çıkıyor. O gitmedikten sonra ötekiler gitmiş gitmemiş bu anayasa mahkemesinin burada bir denetçi rolü oynayacağı çok şüpheli. Yani yapılacak olan şey halk nezdindeydi, parlementodaydı, sokaktaydı. Milyonların sokağa döküldüğü bir yerde sizde sokakta sözünüzü söylemeliydiniz. Ama bunların hiç birisi olmadı ve bütün bunun sonucu olarak şimdi şu varsa elimizde üç parti üzerine oturan, üçüncü partiyi yok sayan bir meclis çoktan kendini lağvetmiştir aslında. 

SORU- Peki siz az önce bir değindiniz zamanımız da çok az ama ben yinede bir değerlendirme kısacıkta olsa isteyeceğim. İlk duyduğumuzda, hani gıpta ettiğimiz özendiğimiz bir şey Kolombiya’daki barış anlaşması neden ülkemizde de böyle bir şey olamıyor bu noktaya gelinemiyor? Başta tabi bir çatışmasızlık sürecinin başlamasını nasıl değerlendiriyorsunuz Kolombiyada olanı? 

E.K- Şüphesiz ben çok memnunum. Hem Kolombiya halkı, Kolombiya emekçileri için bütün Latin Amerika için hem de bizim için yeni bir örnek daha sözümüzün doğruluğunu ispatlayan, yeni bir örnek daha çatışmayı çözebiliriz. Buna verilen net bir yanıt bu. Ve tabi geriye dönüp baktığımızda bugün el sıkışan masa başında hemde Küba Hükümeti’nin ve Birleşmiş Milletlerin de denetçiliğinde bu çözüme taraf olanların bundan sadece bir yıl önce birbirleri için söylediklerine baktığımızda pekala hayat değişince sözünde değişeceğini bize gösteriyor ama bunun için 50 yıl geçmesi gerekti. 50 yıl boyunca Kolombiya neler çekti. Kolombiyalı yoksullar neler çekti. Kolombiyalı Hristiyanlar neler çekti. Köylüler neler çekti. Herkes neler çekti. Ama sonunda bir yere varıldı. Fakat aramızda bir fark var. Kolombiya daki çatışmanın bir etnik boyutu yok. Kolombiya’daki daha çok bir zengin yoksul kavgası, kent kır kavgasıydı. O yüzden de belki sadeleştirmek daha kolay ve mümkündü. Ama genede 50 yıl sürdü bu. Kaldı ki o kadar da etnik boyuttan yoksun değildi. Ama daha çok lokal toplumların meselelerinden söz edebiliriz. İki halkın iki kavmin karşı karşıya gelişi söz konusu değildi. O yüzden bunu bu bizim için belki bir model olamaz ama her çözülen çatışma bir sonraki için bir akıl yürütme imkanı, bir esin kaynağı, bir dayanacak zemin oluşturuyor. O yüzden Kolombiya’ya taa dünyanın ucundan bu mesajı bize gönderdikleri, akıl feraset vicdan sahibi olanlara bir örnek yarattıkları için çok teşekkür etmeliyiz ama anladığıma göre biz kendi Kolombiyamızı yaratmak zorundayız. 

 Peki çok teşekkür ediyoruz. Sayın Ertuğrul Kürkcü