Türkiye demokratik, özgürlükçü bir cumhuriyet mi, otoriter postmodern bir sultanlık mı olacak? İşte bütün mesele bu

Habersizsiniz‘de Ayşegül Doğan’ın konuğu olan Kürkçü siyasi gündem ve HDP gündemine ilişkin soruları yanıtladı: “Tayyip Erdoğan’ın aslında AKP’nin kuruluş prensipleri itibarı ile -çok beğendiği bir tabirle söylemem gerekirse- bir “mankurt” olduğunu söyleyebiliriz. Ergenekoncuların devlet yönetme düsturlarını, MHP’nin devlet-kitle ortaklığı düsturunu devralmış gözüküyor.”

AYŞEGÜL DOĞAN – Merhaba Haber Sizsiniz ekranlarında HDP milletvekili Ertuğrul Kürkcü ile birlikteyiz bu defa. Her türlü bir yolunu buluyoruz hem haber yapmanın hem sizleri ağırlayabilmenin. Hoş geldiniz yayınımıza.
ERTUĞRUL KÜRKCÜ – Merhaba hoş bulduk.
AYŞEGÜL DOĞAN – Aynı zamanda Hakların Demokratik Partisi Onursal Başkanısınız. Dolayısıyla HDP ile ilgili gündemi de tabii ki soracağım size ama ben biraz Avrupa Konseyi Parlamenterler Meclisi ile ilgili alınan karardan yola çıkarak başlamak istiyorum. Aslında bir kaç hafta oldu kararın alındığı. Siz de Avrupa Konseyi Parlamenterler Meclisi üyesisiniz HDP adına orada bulunan milletvekillerinden birisiniz. Sanıyorum üç üyeniz var öyle değil mi?
ERTUĞRUL KÜRKCÜ- 4 üyemiz var; ikisi asil, ikisi yedek. Yedeklerin oy hakkı hariç bütün hakları eşit sadece oylama sırasında ikimiz oy kullanıyoruz Filiz ile ben.
AYŞEGÜL DOĞAN – Siz ikiniz ‘evet’ oyu kullandınız.
ERTUĞRUL KÜRKCÜ- Bu sefer evet.
AYŞEGÜL DOĞAN- Evet oyu kullandınız. Bu kararın ne anlama geldiğini konuşacağız tabi. Çünkü izleme sürecinden çıkıp yeniden bir izleme sürecine tabi tutulan ilk ülke sanıyorum Türkiye ve iki gün önce dün sanıyorum bir basın toplantısı yaptınız bu kararla ilgili. Sizin oradan bir konuşmanız da epey alıntılandı bazı kesimler tarafından diyeceğim, onlara bazı medya kuruluşları demek istemiyorum takdir edersiniz sanıyorum sebebini, seyircilerimiz de ederler sanıyorum. “Gurur duyuyoruz bu kararı aldırtmaktan” şeklinde değil mi? Nasıl açıklama idi, ne dediniz siz, niye size dünden bu yana “vatan hainleri bir de gurur duyuyorlar yaptıklarıyla” şeklinde…
ERTUĞRUL KÜRKCÜ- Bu şununla ilgili. Oylamadan sonra aslında çok yüksek tansiyonlu bir saldırı aldığımızı ben düşünmüyorum. Ben bekliyordum fakat belli bir seviyede durdu. Yine de bununla birlikte “Türkiye aleyhinde oy kullanmak” parantezi içine alınmıştık. Bu tabii bizim için doğru olmayan bir yargı çünkü Türkiye lehinde ya da aleyhinde bir karar alınmıyor. Türkiye’de ki insan haklarının durumu nedir? Bu nasıl olumlu olarak değiştirilebilir? Bunun için Konsey’in elinde olan uygulama araçları, denetim araçları ne şekilde değerlendirilebilir? O yüzden böyle bir tartışma Türkiye lehinde ya da aleyhinde değil, Türkiye’deki insan haklarının durumu  hakkında bir tartışma. Fakat bence biraz Türkiye’de bu Avrupa meselesi çok karışık, karmaşık, muğlak. Türkiye’nin Avrupa ülkeleriyle, Avrupa’daki uluslararası kuruluşlarla ve gelecek Avrupa ile olan ilişkisi bakımından çok büyük bir kafa karışıklığı, bilgi kirliliği, cehalet, kasıtlı karıştırmalar vs. var.
Avrupa Konseyi, Türkiye’nin 1950’den beri kurucu üye sıfatıyla üyesi olduğu bir merkezi Avrupa kurumu ama Avrupa Konseyi ne NATO gibi güvenlik ve askeriye ile ilgili bir ortaklık ne de Avrupa Birliği gibi ekonomi ve maliye ile ilgili, esas yönleri bu olmayan bir ortaklık. Burası Avrupa’daki bütün ülkelerin insan hakları temelinde bir arada yaşamalarını gözeten, öngören bir ortaklık. Temel ilkeleri hukuk devleti, insan hakları ve demokrasiye bağlılık ve bunların korunması üzerine ülkelerin birbirlerini ve kendilerini denetlemelerini öngören bir kuruluş. Türkiye buraya 1950’de kendi rızası ile üye oldu. Kimse onu buraya zorla sokmadı. Avrupa Konseyi bir devletler üstü bir yaptırım gücü olan bir kuruluş da değil. Bütün yaptırımı ahlak ve insan hakları, başka bir yaptırım mekanizması yok. İsterseniz bu kulübe üye olmayabilirsiniz ama o zaman Avrupa’da insan hakları karneniz olmaz. Bugünün dünyasında insan hakları son derece önemli. İkinci nokta, burası sadece Avrupa Birliği üyesi ülkeleri  kapsamıyor. 19 ülke burada Avrupa Birliği üyesi değil. Türkiye değil, Rusya değil, Avrupa’nın ortasında yer almakla birlikte Avrupa Birliği üyesi olmayan İsviçre gibi ülkeler de var. Sonuç olarak burası başka bir yer. Burada esas mesele insan hakları, demokrasi, hukukun üstünlüğü. Şimdi Türkiye bu tartışmanın konusu haline yeniden geldi, çünkü aslında tam olarak bu tartışmanın dışına çıkmamıştı. 2004’de Türkiye gözetim sürecinden çıktı. O zaman Abdullah Gül başbakandı. Abdullah Gül geldi Konsey’e ve Parlamenter Asamble’de reformlar yönünde son derece net açıklamalar yaptı ve hakikaten söz icraata, icraat söze uydu. Türkiye 2004 ile 2007 arasında çok geniş çaplı Anayasa’da, Ceza Yasasında, diğer medeni hukukta epey önemli değişiklikler yaptı. Milli Güvenlik Kurulunun statüsü değişti, ifade özgürlüğü önünde kimi engeller kalktı, vakıflar önündeki engeller kalktı, dolayısıyla Türkiye verdiği 12 sözün bir bölümünü yerine getirdi. Fakat işin doğrusu Türkiye denetimden çıkarken vermiş olduğu 12 sözden sadece ikisini tam olarak yerine getirdi, diğer 10 husus açıkta duruyor. Bir ombudsman seçmek…
AYŞEGÜL DOĞAN – Bir ara o da Türkiye’nin gündemini bayağı meşgul etmişti.
ERTUĞRU KÜRKCÜ- Evet. Ombudsman aslında şu an bir devlet memurundan ibarettir ve Türkiye’nin altı üstüne gelirken ombudsman hiç bir kanaat ifade etmeden yaşamını sürdürmeye, maaşını almaya devam etti. İkincisi de, Seçim Yasasında yurt dışındakilerin oy kullanmasına yönelik bir değişiklik yapılması vaadini tuttu ama bu bir yarım vaat, öbür yarısı yüzde 10 barajının indirilmesiydi, bu baraj indirilmedi. Bunun dışında yerel yönetimlerde ademi merkeziyet yönünde yapılması gereken reformlar yerine gelmedi. Vicdani reddin tanınması yönündeki reform yerine gelmedi, Partiler Yasası’nda yapılacak olan değişiklikler yerine gelmedi vs. Fakat bu gözlem sonrası diyalog süreci sürüyordu. Tam bu tartışma Gezi olayları ile birlikte yeniden kapısı açılmışken arkadan 2015 seçimleri sonrasında, Haziran seçimleri sonrasında başlayan yeni Kürdistan operasyonları, onun arkasından 15 Temmuz 2016 sonrasındaki olağanüstü hal uygulamaları ile birlikte Türkiye’de masif bir biçimde kitlesel, yüz binleri, milyonları ilgilendiren insan hakları ihlalleri başlayınca Türkiye ile bu konuda ne yapılacağı konusu ister istemez Avrupa Konseyi’nin ve Parlamenter Asamble’nin konusu haline geldi. Çünkü bir insan hakları kulübünde, bir insan hakları merkezinde insan haklarından başka tartışılacak konu yok ki. Bunlar sadece üçüncü, dördüncü kuşak çevre, sosyal haklar meseledir. Temel haklar, Türkiye derogasyona gitti. Yani Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesini askıya aldı. Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesinin 15 maddesinden dördünün dışındakilerini hepsini askıya aldı. Adil yargılamayı, ifade özgürlüğünü, örgütlenme özgürlüğünü. seyahat özgürlüğünü, ticaret özgürlüğünü. Ne varsa şu an askıda ve bu askı altında darbenin gerekçesi ile herhangi bir ilişkisi olmayan kıyımlar kitlesel olarak gerçekleşti.
AYŞEGÜL DOĞAN – Bu karar neyi değiştirme gücüne sahip Türkiye’de? Ne olacak şimdi böyle bir gözlem başladığında?
ERTUĞRUL KÜRKCÜ- Bu kararın alınmasının sebeplerini anlatıyorum. Bütün bunlar olurken, biz Türkiye’de bunun mücadelesini veren bir parti olarak bizzat bu saldırının mağduruyuz. İki eş başkanımız Selahattin Demirtaş ve Figen Yüksekdağ ile 10 vekilimiz cezaevinde. Yani başka hiçbir şey olmamış olsa sadece bununla yetinecek olsak biz bu karara bir kere değil, iki kere değil, oniki kere evet dememiz gerekir. Hiç bir suçu olmayan eş başkanımız, vekillerimiz hapiste yatarken biz ne diyelim? “İyi yaptınız, aferin, çok hoşumuza gitti, hükümetin insafına göre insanlar cezaevinden çıksın mı” diyelim? Yoksa “adalet hüküm sürsün mü”? Şimdi bu kararla Türkiye’ye “Sen adil değilsin, sen verdiğin sözleri yerine getirmedin biz de bunu seninle tartışmak istiyoruz” dedik. Burada tamamen bir ahlaki yükümlülük var. Türkiye bu ahlaki yükümlülüğün gereklerini yerine getirir veya getirmez. Getirmediği taktirde Avrupa Konseyi, Avrupa’nın ve hatta dünyanın en önemli insan hakları merkezi olduğu için, insan haklarına uygunluk kriterinin geçerli olduğu her yerde Türkiye elinde bu sertifika olmadan kapıda kalacaktır. Bunun Türkiye’nin karşısına çıkartacağı en önemli engel budur.
AYŞEGÜL DOĞAN – Yani Türkiye AB sürecini de ilgilendiren bir boyutu olduğunu söylüyorsunuz.
ERTUĞRUL KÜRKCÜ-  Türkiye hükümetini ilgilendirir daha doğrusu,  öyle söyleyelim. Çünkü bizim ortaya koyduğumuz ya da Konsey’de ifade edilen taleplerin hepsi milyonlarca insan tarafından talep ediliyor Türkiye’de. İnsanlar cezaevleri önlerinde, gazeteciler cezaevinin içinde, insanların evleri başlarına yıkılmış. Sadece Avrupa Konseyi değil Birleşmiş Milletler İnsan Hakları Komiserliği Türkiye’de son derece vahim, kitlesel cinayetler işlendiğine dair bir rapor hazırladı. Türkiye Uluslararası Ceza Mahkemesinin kapısındadır bugün. Kendisi Roma statüsüne dahil olmadığı içinUluslararası Ceza Mahkemesinde belki dava açılamaz ama Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyinin gündemindedir bugün Türkiye’deki ihlaller. Yani böyle bir rejimden, böyle bir hükümetten, böyle bir uygulamadan söz ediyoruz. Şimdi dolayısıyla Avrupa Konseyi’nde yapılan tartışma bununla ilgili. Fakat burada bir ayrıntıdan söz etmek isterim: Bu karar Türkiye’nin hükümetinin icraatı ile ilgili, Türk milleti ile Türkiye’de yaşayanlarla vs değil. Yani Anayasa oylamasında ‘hayır’ diyen 25 milyon, Tayyip Erdoğan’a niye itiraz ediyorsa bu karar onların bütün itiraz gerekçelerini alt alta koymuş olan bir karar. Şimdi burada sorulacak soru şu olabilir:  “Peki öyledir ama gözetim sürecine alınsın mı? Burada bir ihlaller sertifikası Türkiye’nin eline verilsin mi?” Bu itirazlar başladığından beri Türkiye’deki durum daha iyileşmedi, daha kötüleşti. Olağanüstü hal kalkmadı. Tek değişiklik 7 kişilik komisyonun OHAL uygulamaları dolayısıyla, kararnameler dolayısıyla hakkı ihlal edilenleri dinlemek üzere bir komisyon kuruldu, bu komisyon da hala kurulmadı.
AYŞEGÜL DOĞAN – Burada bir parantez açmak istiyorum. Bu komisyonun kurulması Avrupa Konseyi Parlamenterler Asamblesi’nin bir önceki oturumundan önce neredeyse aynı gün yanlış hatırlamıyorsam öyle değilse düzeltin lütfen beni.
ERTUĞRUL KÜRKCÜ- [AKPM oturumundan bir gün önce] Pazar günü bu kararname çıktı Pazartesi günü de Konsey’de acil gündemle Türkiye görüşmesinden vazgeçildi çünkü…
AYŞEGÜL DOĞAN – Çünkü tam ben de bunu soracağım. Bu zamanlamaya dair de bir takım yorumlar, eleştiriler de var. Siz ne diyorsunuz?
ERTUĞRUL KÜRKCÜ- Bu çok açık. Genel Sekreterlik ile beraber çalıştılar bunu. [Genel Sekreter] Jagland ile Adalet Bakanı bu konuyu çalıştılar. Onlar da dedi ki; “o zaman biz Konsey’deki nüfuzumuzu kullanırız, Türkiye’ye acil gündem yapmayız, Türkiye iyileşiyor” deriz. Dolayısıyla biz bunun aslında hiçbir işe şeye yaramayacağını Jagland ile tartıştık. “Nasıl olabilir? Burada  ilk defa biz mahkeme kapısını açıyoruz, bu kararlara mahkemede itiraz edilebilir. Oradan da AİHM kapısı açılıyor” diye bunu savunmaya çalıştı ama bunun için [önce] kurulması gerekiyordu. Kurulan bu kurulun on binlerce, yüz binlerce davayı tek tek görmesi gerekiyordu. Bu kadarcık şey karşılığında üç ay kazandı Türkiye. Ama sonuçta şöyle söyleyeyim ben: Hükümetler başka bir şey, Konsey Parlamenter Asamblesi başka bir şey. Parlamenter Asamble halkın seçtiği insanlar. Bakanlar komitesi ise Dış İşleri bakanlarından oluşuyor. Bu da devletler arası ilişkileri götürüyor. Halkın temsilcileri bu konuda son derece net ve açık bir görüşe sahipler. Parlamentonun önüne geldiğinde bu kararın alınacağı belliydi. Türkiye’yi yönetenler Türkiye’de insan haklarını iyileştirecek yerde, yukarıda yaptıkları pazarlıklar yoluyla bundan kaçmaya çalıştılar ve kaçınılamadı. Fakat şimdi olan biten şudur: Türkiye ahlaki bir sorumlulukla yüz yüzedir. Bu ahlaki sorumluluktan bu karara “evet” diyen yani ‘Türkiye’de insan hakları hakim olsun” diyenleri suçlayarak çıkamaz, bu arada bizi suçlayarak çıkamaz. Çünkü “Türkiye’de insan hakları hakim olsun” Türkiye lehine bir şeydir, Türkiye aleyhine değil. Biz milletvekilleri olarak çok tartışmalı bir yemin ediyoruz ama bu yeminin tartışmayacağımız bir bölümü var. “Herkesin temel insan haklarından yararlanma ülküsünden ayrılmayacağıma” diye yemin ediyoruz. Ayrılmıyoruz. Anayasaya bu manada sadığız. Bundan ötürü biz Türkiye aleyhine çalışmış oluyoruz, insan haklarını ayaklar altına alanlar, bu ülküden ayrılmış olanlar Türkiye’nin sadık kulları mı oluyorlar? Bence tam tersi doğru. O yüzden buradaki mesele sürüp giden hakimiyet mücadelesinde taraflaşma meselesidir. Hükümetin tarafında mısınız, değil misiniz? Burada tartışmalı olan konu Cumhuriyet Halk Partili  milletvekillerinin tutumudur. Onlar bütün bizim  bu eleştirilerimizi burada ve her yerde paylaşıyorlar ama iş tutum takınmaya gelince hepsi müştereken, oy birliğiyle hükümet partisi üyeleriyle birlikte oy kullandılar. Yani Yenikapı’da bir araya gelenler orada da bir arada durdular. Biz orada da, Yenikapı’da da değildik, biz 15 Temmuz’da da kendi olduğumuz yerdeydik, bugün de kendi olduğumuz yerdeyiz.
AYŞEGÜL DOĞAN – Şöyle bir şey sorsam. “Bu bütün herkesin temel insan hakları için aslında bir ‘evet’ demekti “ diyorsunuz ve referandumda çıkan sonuca da bir gönderme yaptınız. Onların itirazlarıyla da yan yana durmak olduğunu söylüyorsunuz. Bir yandan da Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın açıklamaları var. Mesela referandum akşamı, hemen, sıcağı sıcağına yaptığı açıklamalardan biri de bu yöndeydi. Türkiye-AB ilişkilerine ilişkin uzun zamandır olmazsa, “gerekirse biz Avrupa Birliği’nden çekiliriz.” Hatta zaman zaman Şanghay Beşlisi meselesini de konuştuğumuz oldu IMC Tv ekranlarından sizinle birlikte yaptığı açıklamalara istinaden. Şöyle yorumlar yapanlar da var: “Bu tür kararlar, böyle bir kanaati özellikle toplum nezdinde daha da  çok güçlü ya da meşru kılmaya yarıyor” diyenler var. Katılıyor musunuz buna?
ERTUĞRUL KÜRKCÜ- Hayır katılmıyorum.
AYŞEGÜL DOĞAN – Bunu yeterince, mesela yüzde 49 dışındaki bir kesime anlatmak konusunda nasıl bir yöntem izlemek lazım. Herkesin temel insan hakları ile ilgili bir şey olduğunu, insan hakları karnesine istinaden alınmış bir karar olduğunu, zaten 2004’den bu yana Türkiye’nin yapması gereken ama yerine getirmediği bir takım maddeler olduğunu, bunları anlatmanın aracını, yöntemini nasıl bulacaksınız peki?
ERTUĞRUL KÜRKCÜ- İşte geldim buraya. Sonuç olarak bizim bunu dört başı mamur bir şekilde Tayyip Erdoğan ile eşit hak sahibi olarak anlatmamızın Türkiye’de maddi bir imkanı yok. Birincisi, “milletvekillerimiz hapiste” diyorum. Parlamentoda bu anayasa değişikliğinin gerçekleştiği yerde, parlamentonun kendi kendisine darbe yaptığı bir yerde bunu konuştuk. Milletvekilleri kendilerine ihanet ederek, kendilerini hükümetin insafının kucağına attılar. Bunun için oy verdiler ve bunun doğru bir şey olduğuna inanarak “Anayasaya aykırı ama yapıyorum” diye göğsünü yumrukladı Kılıçdaroğlu. Şimdi böyle bir yerdeyiz. Ta buradan başlayalım. OHAL daha ilan edilmeden önce bütün medya kanallarının HDP’ye kapandığını herhalde biliyoruz. HDP’li olsun olmasın insan hakları eksenli bir akademik tutum sürdüren hocaların hepsinin üniversiteden atıldığını, bütün gazetelerin kapatıldığını, televizyonunuzun kapatıldığını, bunların hepsini biliyoruz. O yüzden şimdi bu sınırlı imkanlarla bunları anlatmaya çalışıyoruz ve çalışmaya devam edeceğiz. Önemli olan şey bizim doğru bildiğimizde ısrar etmemiz. Bunu güçlü bir biçimde anlatamayabiliriz, hemen kulağa gitmeyebilir. Zaten bütün müesseseler bir saptırma yönünde çalışıyor ama nihayet insanlar bir yandan da düşünüyorlar. ‘’Niye peki?’ diye. İşte biz bu “niye peki” sorusunu kulağa getirebilecek, akla getirebilecek bir şey yapmasak, biz orada akıntıya kapılsak, biz orada Cumhuriyet Halk Partililer gibi davransak, bu konular hiç bir şekilde tartışılmayacaktı. O nedenle bence yapılması gereken şey doğru olanı yapmak. Ve biz samimi Müslümanların dediği gibi davranalım, “iyilik yapalım, denize atalım, balık bilmezse halik bilir”. Bence bu fedakarlığı yapacağız. Lince razı olacağız ki, kimse linç edilmesin. Mesele budur.
AYŞEGÜL DOĞAN – Saldırılar sizce bir anda neden arttı mesela? ‘İlk iki gün böyle değildi’ dediniz.
ERTUĞRUL KÜRKCÜ- İlk iki günden sonra bir yana bırakmışlardı biraz didikleyip. Fakat sonuçta Devlet Bahçeli buradan bir yeni karşıtlık üretmeye kalktı ve bütün toplumun gözü önünde “alçaklık bu” diye konuştu. Alçaklığın Türkiye’de uzun bir tarihi var, bu tarihi hatırlatmak gerekirdi. İster istemez burada bir pozisyon almamız icap ederdi, buna bir yanıt vermemiz gerekirdi. Çünkü bizimle beraber olan, bizi oralara gönderen, haklarını savunduğumuz insanların haklarını savunmamız beğenilmeyebilir. Denebilir ki: “Bunlar PKK taraftarıdır.” Zaten diyorlar, desinler. Bu nihayet politik bir suçlamadır. Ama iş şuraya gelirse, “alçaklığa” gelirse o zaman biz, buna bir yanıt vermek zorundayız. Çünkü bu yanıtı vermediğimiz takdirde bu, herşeyi aşındıran, manevi olarak herşeyi çürüten bir durum. Bu yanıtı vermemiz gerekti. O nedenle de alttan alıp, “oldu bitti, oy verdik tamam, şimdi başka işe bakalım”da kalsa idik o zaman yeni bir saldırı, linç dalgası başlamayabilirdi. Fakat hiçbir haklı dayanağı olmadığını ben şuradan da görüyorum: Basın toplantısından sonra hükümetin lağım kanallarında ne denmiş diye bakıyorum. Bizim basın toplantısında söylediğimiz hiçbir hususa yer vermeden “ihanetleri ile iftihar ettiklerini” söylediler. Bu lafın ciddiye alınacak bir tarafı yok. Onları bu sefalete mahkum etmiş olmak da bizim açımızdan iyidir. Sonuçta bu dalgalar gelecek, geçecek, arkamızda kalacak bütün bu yaşananlar, oraya dönüp baktığımızda ‘sel gitmiş, kum kalmış’ onu göreceğiz.
AYŞEGÜL DOĞAN – Türkiye sizce dikkate alacak mı bunu? Hükümet ve Cumhurbaşkanı açısından değerlendirmenizi istiyorum.
ERTUĞRUL KÜRKCÜ- Şimdi bu ciddi bir soru, biraz daha yukarıdan bir yerden alayım. Türkiye şu an esasen şunu tartışıyor. Referandumda adı konulmadan tartışılan şey şuydu: Türkiye, Tanzimattan bu yana geldiği  şekliyle bir ana doğrultu üzerinde yani genel olarak uygarlığın yürüdüğü istikamette yürümeye devam edecek mi? Yoksa Türkiye nerede başladığı ve nerede bittiği bilinmeyen bir kargaşa okyanusu içerisinde kendisine yol mu bulmaya çalışacak? İnsanlar biraz da bunun için referandumda oy kullandılar. Yani demokrasi, cumhuriyet, bunun toplumsallaşması, bunun çoğulculaşması, bunun özgürlükçü olması yönündeki bir yürüyüşe Türkiye’nin yüzde 50’si “evet” dedi. Geri kalan yüzde 50’sinin de aslında buna “hayır” dediğini düşünmek zor. Ancak Cumhurbaşkanı’nın Türkiye’yi çekmek istediği yer, esasen kendisini insan haklarıyla bağlamayan bir devletler topluluğu oluşturmak. Şanghay Beşlisinden söz edilmesi boşuna değil.
AYŞEGÜL DOĞAN – Ama öyle sanıldığı kadar da kolay bir şey değilmiş. Şanghay Beşlisine dahil olmak bile -uzmanlar daha sonra bunun üzerinde pek çok görüş beyan ettiler-.
ERTUĞRUL KÜRKCÜ- Onları çeken yanı şudur: Şanghay Beşlisinde yer alan ülkelerin hepsi insan hakları konusundaki dayatmaların bu ülkelerin bağımsızlık ve egemenliğini tehdit ettiği konusunda bir ortak görüşe sahipler. Dolayısıyla Tayyip Erdoğan’ı asıl ilgilendiren, bu alandan çıkmak ve orada kendisine muhataplar bulunduğunu sanıyor. Ama doğrusu Şanghay Beşlisi büyüdü o şimdi Şanghay İşbirliği Örgütü haline geldi. Bunun etki ve nüfuz alanında o kadar güçlü devletler, o kadar büyük bir piyasa mücadelesi, o kadar zalimane rejimler içi ve rejimler arası çatışma var ki Türkiye’yi kimse orada kollarını açmış beklemiyor. Hiç değilse bu tarafta bu çatışma bir kurala bağlı. Öbür tarafta bu kurallar da işlemiyor. Birleşmiş Milletler Sözleşmesi de bunlara hakim olmaya yeterli değil. Uzatmayayım ben esas mesele budur. Şimdi Türkiye bu kararları verecek.
AYŞEGÜL DOĞAN – Sizce ne yönde, ne doğrultuda verilecek bu kararlar? Her ne kadar başka bir tartışma sürüp, devam ediyorsa da.
ERTUĞRUL KÜRKCÜ- Buna bizim ne diyeceğimiz önemli. Türkiye’de yaşayan halklar, insanlar, erkekler, kadınlar, kent ahalisi, her yaştan ve her cinsten insanlar bir kere daha oturup bu meseleyi düşünecekler. Tayyip Erdoğan avaz avaz bağırdığı gibi, İnsan Hakları Sözleşmesini inkar ederek, Türkiye’de ölüm cezasını yeniden uygulamaya koyduğu anda biz başka bir aleme gittik demektir.
AYŞEGÜL DOĞAN – Bu mümkün mü sizce?
ERTUĞRUL KÜRKCÜ- Bence zor. Ama böyle ülkeler var. Dolayısıyla böyle ülkelere dahil olmak için can atanlar, devlete hakim oldukları takdirde oraya sürükleyebilirler. O yüzden boşuna demedik biz referandum öncesi Türkiye’ye “biz faşizmden önceki son çıkışı gösteriyoruz” diye. Bu istikamete Türkiye yönelebilir. Fakat şunu diyeceğim ben: Referandumda ortaya çıkan ve hile ile değiştirilmiş olan sonuç bu yürüyüşü duraksattı, sekteye uğrattı, sendeletti. O yüzden eskisi kadar kolay değil. Ama bu bir mücadele konusu olmaya devam edecek. Sonuçta şöyle diyebiliriz: Türkiye esasen Tanzimat’tan bu yana kör-topal geri düşerek, ileriye giderek yürümekte olduğu yolu mantıki sonuçlarına kadar ilerletecek ve bir demokratik ve özgürlükçü cumhuriyet olacak mı? Yoksa Türkiye bir otoriter, post-modern sultanlık mı olacak?
AYŞEGÜL DOĞAN – Bu halkların pozisyon alma biçimiyle ve tutumlarıyla da ilgili bir şey diyorsunuz. Hatta esasında daha da çok bununla ilgili öyle değil mi? Nasıl bir mücadele yürütüleceği ile ilgili. Şimdi buradan siz de referanduma bağladınız oradan biraz yol alalım isterseniz. Bugün HDP Eş Genel Başkanı Demirtaş’ın cezaevinden sanıyorum paylaştığı bir mesajı da epey tartışılan, konuşulan bir mesaja dönüştü bir kaç saat içerisinde merak edilen. Buna ilişkin gelen sorular var onları da sormak istiyorum. Yüzde 49’a dair yazılar, yorumlar. “Bu yüzde 49’a başka türlü liderlik edilseydi aslında 49’un üzerine çıkabilir bir rakamdı” diyenler, öncesi ve sonrasının tartışmalarını biliyorsunuz, benden çok daha iyi takip ediyorsunuzdur. Ama öte yandan ‘bundan sonra nasıl olacak’ sorusu var. Çünkü homojen bir yüzde 49 değil bu.
ERTUĞRUL KÜRKCÜ- Şüphesiz, doğru.
AYŞEGÜL DOĞAN – Oldukça heterojen. Dolayısıyla bunun nasıl -doğru kelime yönlendirme değil ama- belki bu biraradalığı nasıl sürdürmek konusunda ortaya çıkacak rotasyona dair de bir takım fikirler var. Muhtemelen siz de çalışıyorsunuzdur buna. Önce nasıl değerlendiriyorsunuz bunu siz HDP olarak, kendi içinizde bundan sonrasına dair. Yüzde 49’a mesela Deniz Baykal’ın bir takım yaklaşımları var, açıklamaları oldu. Onunla ilgili de bir gündem söz konusu. Buna istinaden Abdullah Gül konuştu. O taraftan gelecek bir muhalefet mi? Yani Adalet ve Kalkınma Partisi içerisinden doğması muhtemel mi sizin için mesela bir muhalefet söz konusu olabilir mi oradan? Böyle ihtimaller üzerinde mi yoğunlaşıyorsunuz yoksa daha çok ortaya çıkan diğer dinamikler üzerinden yol almaya dair mi bir fikriniz var?
ERTUĞRUL KÜRKCÜ- Şimdi önce referandumun anlamı üzerinde bence bir iki kelime ile duralım. Çeşitli partiler seçime girmiş ve bir sonuç çıkmış onun hakkında konuşmuyoruz. Bütün partileri aşağı yukarı şöyle ya da böyle enine kesen bir farklılaşma içerisinde bir oylamaya gidildi ve rejim hakkında bir karar verildi. Bu kararın meşru olup olmadığı tartışması bitmedi. Ben bu kararın meşru olmadığı kanaatindeyim. Karar verenlerin oylarının meşruiyetinden şüphe etmiyorum ama seçimin yapılması, yürütülmesi, oyların sayılması ve tasnifinin tamamen hile, hurda, desise ve yalan ile gerçekleştiğini ve gerçekte tam tersine olan yüzde 51- 49 olan ‘hayır’ lehine oylamanın, 49-51 olarak değiştirildiğinden adım gibi eminim, bundan şu kadar olsun şüphe duymuyorum, bunun sonsuz sayıda belirtisi var.
AYŞEGÜL DOĞAN – Yüksek Seçim Kurulu resmen başka rakamlar açıkladı biliyorsunuz, söylediğinizin tam tersine açıkladı sonuç olarak. Hatta bu konudaki iddialara ilişkin de ‘suç duyurusunda bulunacağını’ söyledi.
ERTUĞRUL KÜRKCÜ- Yüksek Seçim Kurulu, kanuna aykırı olarak bir sayım yaptı. Yüksek Seçim Kurulu’nun bu kararını kendi kendisi tanımış olabilir. Fakat dünyanın hiç bir mahkemesinde bu karar tanınmayacaktır. Halk vicdanında da tanınmayacak. O yüzden bizim için meşruiyet tartışması bitmedi. Bu meşruiyet tartışmasını bitirmeden “2019’da ne yapacağız” diye tartışmaya başlamak bir kere bu gayrimeşruluğa siyasi anlam kazandırmaktır. Ben bütün demokratların bundan titizlikle kaçınması gerektiğini söylemek isterim. Ben, -dün mü konuştu bilmiyorum, dün yansıdı Gazete Karınca’da- bizim sözcümüz Osman Baydemir’in bu konudaki açıklamasını çok hassas, tutarlı ve doğru bulduğumu söylemeliyim.
AYŞEGÜL DOĞAN – Sizinle aynı içerikte bir açıklamaydı yaptığı açıklama.
ERTUĞRUL KÜRKCÜ- İşte onun için zaten öyle buluyorum ama biz bunu zaten kurullarımızda konuştuk. Dolayısıyla Halkların Demokratik Partisi’nin Merkez Yürütme Kurulu ve Parti Meclisi’nin tutumu budur.
AYŞEGÜL DOĞAN – Ama bunun yanı sıra bundan sonra ne yapılması gerektiği de, 2019’e endekslemeden tartıştığınız konulardan biridir muhtemelen.
ERTUĞRUL KÜRKCÜ- Tabi ki. Bunu yarın, öbür gün biz Meclis grubumuz ve Merkez Yürütme Kurulumuzla beraber Parti Meclisi kararları ışığında tartışacağız, konuşacağız. Ben kişisel kanaatimi ancak size söyleyebilirim. Onu da çok fazla derine gitmeden, bütün öteki müzakere yollarını da henüz tüketmemiş olduğumuzu bilerek söyleyeceğim. Ben bu “hayır” sonuçlarını elde bir olarak almak gerektiğini düşünüyorum. Çünkü -hayır cevabı- “ben sizin diktatörünüz olayım mı?” diye soruldu ve “olma” diye verildi. Bu demokratik bir reaksiyondur ve bu demokratik reaksiyona sahip çıkmak gerekir. Bu demokratik reaksiyon öte yandan heterojendir. Bunun içerisinde Bahçeli’den daha sıkı bir faşist olduğunu iddia eden kesimlerin de oyları var.
AYŞEGÜL DOĞAN – Farklı çıkar buluşmalarından da söz etmek mümkün değil mi? Heterojen bir grup diyorsunuz ama tek bir soruya…
ERTUĞRUL KÜRKCÜ- Evet ama bu sorunun cevabını ‘“hayır” diye verdiler. Bu denge olmasaydı bugün bunları tartışmıyor olacaktık. Tayyip Erdoğan bizim yeni imparatorumuz olarak bu oylamadan çıkmış olacaktı. Bunu kuvvetle iddia edemiyor artık. Çünkü 51-49. Onlar neyi değiştirdiklerini biliyorlar. Aslında 49-51’in son derece kırılgan bir denge olduğunun farkındalar. Şimdi bizim için önemli olan önce bunu tahkim etmek. İkincisi, evet cephesinde duranların demokratik ve özgürlükçü damarlarını bulup çıkartmak. Daha da önemlisi halk kitleleri açısından baktığımızda  referandum haritaları ilginç tablolar ortaya sundu. Aslında evet bölgesinde yıllık ortalama gelir kişi başına 13.000 Lira. Hayır bölgesinde yıllık ortalama gelir kişi başına 56.000 Lira. Şimdi bu çok önemli bir fark. 13.000 Lira ve 56.000 Lira. Neredeyse beş katı bir farktan söz ediyoruz. Bu demektir ki; aslında yoksul ve kamu desteği olmadan yaşantısını sürdüremeyen kesimler “evet”e mecbur bırakılmışlardır. Dolayısıyla hayır cephesinin demokratlarının ve toplumcularının orada muhatapları vardır. Orası ile bir diyalog kurmadan biz yürüyemeyiz. Ama oranın sözcüsü olarak Tayyip Erdoğan’ı görerek müzakere ve pazarlığa başladığınız zaman geçmiş olsun. Orada kendi muhataplarınızı bulmanız gerekir.
AYŞEGÜL DOĞAN – Bu sözünüz Cumhuriyet Halk Partisi’ne mi?
ERTUĞRUL KÜRKCÜ- Bu sözüm “şimdi olan oldu işimize bakalım” diyen herkese. Olan olmadı ve daha işimize bakamayız. Daha henüz halletmemiz gereken bir meşruiyet meselesi var. O nedenle Cumhuriyet Halk Partisinin yani Deniz Baykal’ın önerisine geldiğimiz zaman; Deniz Baykal’ı şu açıdan takdir etmemiz lazım. Kristof Kolomb’un yumurtası gibi yumurtayı dikine masanın üstüne koydu: “Böyle bir mesele var kardeşim” dedi ve birden hakiki bir tartışmanın içine herkesi soktu. “Meşru” diyor muyuz, demiyor muyuz? Diyorsak ne yapacağız? Hayır bloku yekpare midir, değil midir? Burada Kürtlerin rolü nedir, milliyetçilerin rolü nedir? Herkese sorulması gereken bütün soruları peş peşe sormuş oldu. Cumhuriyet Halk Partisinin bu sorulara müşterek ve anlamlı bir cevabının olmadığını hemen gördük. O açıdan bence Başbakan Binali Yıldırım’ın bugünkü demeci çok manidardı. Binali Yıldırım; “demek ki seçim sonuçlarını meşru kabul ediyorsunuz, çok güzel bir ilerleme” diyerek aslında kucağında beklenen pası bulmuş olduğunu söyledi. Evet onlara söylüyorum: Bu tartışma için erkendi.
AYŞEGÜL DOĞAN – Abdullah Gül’ün açıklamalarını takip edebildiniz mi? Ne düşünüyor sunuz?
ERTUĞRUL KÜRKCÜ- Ettim, evet.
AYŞEGÜL DOĞAN – Deniz Baykal’ın açıklamalarını ciddiye almadığını ama bir yandan da kendisi ile ilgili yapılan açıklamalara dair bir kırgınlık ve alınganlık gösterdiğini ilk defa belki doğrudan ima eden bir şeyler söylemiş oldu. Bir anlamı var mı bu tartışmanın ya da bu konuşmaların ya da bu konuşamama halinin diyelim doğrudan.
ERTUĞRUL KÜRKCÜ- Abdullah Gül, “Deniz Baykal’ı ciddiye almadığını” söylemiş ama ben bütün bu sözlerin söyleniş biçiminin, bağlamının, yerinin ve zamanının göz önüne alınması halinde Abdullah Gül’ün, “beni ciddiye almayın” demiş olduğunu ben anlıyorum ve almıyorum ciddiye.
AYŞEGÜL DOĞAN – “O açıklamaları aslında ciddiye almadım ilk başta” dedi ama sonra tartışma başka bir kulvara doğru kayınca “konuşma gereği hissettim” dedi.
ERTUĞRUL KÜRKCÜ- Yapacağı hiçbir şey olmayan, ortaya koyacağı bir sözü olmayan, bir perspektifi olmayan, kimseye hiç bir vaatte bulunmayan bir insanın niye ciddiye alınıp tartışılması söz konusu olsun ki?
AYŞEGÜL DOĞAN – Bir kaç senedir bu hep öyle değil mi zaten?
ERTUĞRUL KÜRKCÜ- Bence öyle zaten.
AYŞEGÜL DOĞAN – Yani hep Adalet ve Kalkınma Partisi içinden ve çevresinden Abdullah Gül liderliğinde yeni bir muhalefet partisi doğacak, Türkiye’de her şey mesela başta insan hakları temelinde, demokratikleşme, Kürt meselesi, buna benzer bütün konularda da yeniden bir ilerleme dönemine girilecek ve her şey bambaşka olacakmış gibi bir tartışma yok mu hep?
ERTUĞRUL KÜRKCÜ- İnsanlar umutsuzluk anlarında böyle hayaller yaratıp, peşlerinde koşabilirler. Ben çok iyi hatırlıyorum, aklıma getirdiniz. Bu 12 Eylül darbesi olduğunda o kadar insanlar umarsız kaldı, bir anda darbe karşısında toplumsal hareket yenilmeye başladı ki -ben Niğde cezaevinde kalıyordum o zaman- Niğde’nin solcu halkı arasında o zaman Milli Güvenlik Kurulu Genel Sekreteri olan bir orgeneral -şimdi adı aklımdan çıktı- [Haydar Saltık] onun aslında solcu olduğuna dair rivayetler yayılmaya başlandı. Çok daha eski zamanlarda Romalılar tarafından ezilen Hristiyanlar da Roma imparatorlarından şunun ya da bunun aslında Hristiyan olduğunu yayarak kendilerine bir güvence alanı egemenlik içinde yaratmaya çalışırlarmış. Sosyal psikoloji böyle bir şey. Abdullah Gül, bugün açıkça “benden bir şey beklemeyin kardeşim” dedi.
AYŞEGÜL DOĞAN – Yani size göre Gül’ün Erdoğan’dan, Erdoğan’ın Gül’den bir farkı yok mu?
ERTUĞRUL KÜRKCÜ- İnsan olarak, mizaç olarak… farkları var.
AYŞEGÜL DOĞAN – Politik açıdan soruyorum. Tamamen siyaset ve yönetme biçimi ile ilgili bir soru soruyorum.
ERTUĞRUL KÜRKCÜ- Bir şey demesi lazım benim bir fark görmem için. Sonuçta hukuk devletine Gül sanki daha çok itibar edermiş gibi duruyor ama bütün bu hukuksuzluklar olduğu zaman da cumhurbaşkanı idi. Cemaat de, hükümet de onun cumhurbaşkanlığı altında fersah fersah yol kat ettiler. Bunlar benim için bir imkan gibi ya da o cenahta bir bel bağlanacak farklılık, bir çatlak gibi  gözükmüyor.
AYŞEGÜL DOĞAN – Sizce o cenah dediğiniz için -siz de bana hatırlatmış oldunuz- aslında en başta da sormuştum. Adalet ve Kalkınma Partisi içerisinde ne oluyor? Bir şeyler olduğu fikrine sahip misiniz siz? Çok sık seyahat eden biri olarak da soruyorum. Kulisler vardır mutlaka dönen. Strazbourg’da, Ankara’da, başka seyahatlerde karşılaşmalarınız ve buluşmalarınızdan ne olduğuna dair  bize de bir fikir verebilir misiniz? Mesela ‘yeni bir operasyon’ olabileceği söyleniyor, ‘kabinenin değişebileceği’ söyleniyor,     -aksi yönde açıklamalar geliyor olsa da- oradan da bir tırnak içerisinde söylüyorum Cumhurbaşkanının bir temizlik yapmak istediği -temizlik tamamen tırnak içerisinde- ifade ettikleri şekilde atıfta bulunarak söylüyorum. Böyle şeyler olacağı da iddialar ve rivayetler arasında. Siz ne diyor sunuz?
ERTUĞRUL KÜRKCÜ- Ben Erdoğan’ın esasen bugün kurmuş olduğu ittifakın elindeki aygıtla yürütülemeyecek kadar dengesiz bir ittifak olduğunu söylemek istiyorum. Milliyetçi Hareket Partisi, Türkiye’nin bütün diğer sağ muhafazakar, faşist, mezhepçi güçleriyle ve ordu ve polis içerisindeki ultra milliyetçi gruplarla ve bütün yer altı yapılarıyla oluşturulmuş bulunduğu ittifak bağlamında eldeki Adalet ve Kalkınma Partisi teşkilatı artık iş görmez. Tayyip Erdoğan mantıken yapması gerekeni yapacaktır. Şimdi Yiğit Bulut, Cem Küçük gibi insan tiplerinin giderek belirgin bir tipoloji oluşturmaya başlayacağı AKP’nin kuruluş dönemi, kuruluş felsefesi, bunun arkasındaki zihniyet, maneviyat ile ilişkisi çok fazla kalmış olmayan bir yeni ırkçı, milliyetçi yapıya AKP’yi kavuşturması gerekecektir ki, diğerleriyle olan rekabette bir adım öne geçebilsin. Şu an Tayyip Erdoğan’ın aslında kuruluş prensipleri itibarı ile bakacak olursak -çok beğendiği bir tabirle söylemem gerekirse- bir “mankurt” olduğunu söyleyebiliriz. Ergenekoncuların devlet yönetme düsturlarını, MHP’nin devlet-kitle ortaklığı düsturunu devralmış gözüküyor. Benim için 1 Mayıs kutlamaları çok semptomatikti bu açıdan. Devlet ilk defa 1 Mayıs’a el koydu. 1 Mayıs, 1 Mayıs olduğundan beri -bilmem farkında mısınız- İstanbul hariç her yerde bir “devlet 1 Mayıs’ı” ile karşı karşıya kalındı ki bu, “milliyetçi toplumculuk” diye kendisini ifade eden nasyonal sosyalizmin hemen hemen her yerde iktidara yürürken ilk yapmaya çalıştığı, denemeye çalıştığı şeylerden biridir. İşçi sınıfını örgütsel olarak mülksüzleştirmek ve onu temellük etmek. Bu konuda ben bunun son derece mühim bir semptom olarak görülmesi gerektiğini düşünüyorum. Pek az insan üzerinde durdu ama ben bu yeni AKP’nin üzerinde kurulacağı yeni bir toplumsallık biçimi olarak bunları görmemiz gerektiğini düşünüyorum. Dolayısıyla her şey olacak. Hükümet değişecek, revizyon olacak, parti değişecek.
AYŞEGÜL DOĞAN – Belki yeni bir parti doğacak mı oradan?
ERTUĞRUL KÜRKCÜ- İşte AKP’nin içerisinden yeni bir AKP doğabilir. AKP markası durur yerinde ama Tayyip Erdoğan’ın kendisine baş danışman olarak seçtiği insanlara bir bakar mısınız? Ahmet Hakan’ı dövdüğü için yargılanan adam baş danışmandır. Meclisteki AKP’nin bodyguard timinin başında duran, meclisteki özellikle İç Güvenlik Yasası tartışmaları sırasında kadın arkadaşlarımıza bu arada onları korumak için ileri atılan benim gibi insanlara saldıran Oktay Saral, Cumhurbaşkanının baş danışmanıdır. Bütün ağzı bozuk, saldırgan amigolar, demagoglar danışmandır. Şimdi bu tipe baktığınız zaman Tayyip Erdoğan için AKP’nin prototipinin ne olduğunu görebilirsiniz. Bu insanların öne çıktığı yapılar önem kazanacak. Tabi bu şununla da ilgili: Eğer siz palamarı açmak, kendinizi esasen Türkiye’nin yüz yıllık yürüyüşünün ötesine taşımak isterseniz sizin serdengeçtilere ihtiyacınız var.
AYŞEGÜL DOĞAN – Biraz önce mecbur bırakılanlardan bahsettiniz, ‘evet’e mecbur bırakılanlar mesela. Bir takım rakamlar hatırlatarak, gelir düzeyinden bahsederek. Bir yandan da bu tartıştığımız konuların hepsi aslında uzun zamandır konuşulan, onlara nasıl ulaşılır sizler açısından, sizin gibi siyasi partiler açısından, bir de o tarafa ulaşma sorunu var, nedenlerini de konuştuk. Tam buradan hareketle soracağım. Yakında madem Meclis Grubunuz da toplanıyor. Demirtaş diyor ki; “biz HDP olarak her koşulda ilkelerimizi esas alacağız, bu vesileyle referandumda hayır veya evet şeklinde görüş açıklayan bütün yurttaşlarımıza da teşekkür ediyorum, selamlarımı iletiyorum, referandum sonuçlarından HDP olarak demokrasi adına doğru dersler çıkaracağımızdan kuşkunuz olmasın.” Şimdi evet cephesine de bir şey söylüyor, hayır cephesine de birşey söylüyor. Ama bir de evet ve hayır içinden de olabilecek bir takım çalışmalardan bahsediyor, böyle de bir cümle var. Biz bundan ne anlamalıyız, gazeteciler olarak mesela? Bu mesajı nasıl yorumlamak lazım? Yeni bir çalışma mı geliyor? Mesela Cumhuriyet Halk Partisi içerisinden kopmalar olabileceği söyleniyor. Başka bir buluşma mı söz konusu olacak?
ERTUĞRUL KÜRKCÜ- Net olarak konuşmam gerekirse bununla ilgili bir belirti görmüyorum. Tabi ki hayal gücü yüksek olan insanlar bunların muhtemel gelişmelerini sezmiş olabilirler. Ama ben şu an için kopma belirtileri her iki cenahta da görmüyorum.
AYŞEGÜL DOĞAN – Hem iktidar partisi hem de ana muhalefet partisinden bahsediyorsunuz değil mi ….
ERTUĞRUL KÜRKCÜ- Ben kendi payıma bu tartışmayı politik yapılar üzerinden değil toplumsal tabakalar üzerinden yapmayı tercih ederim. Mesela ben kadınlar arasında son derece önemli bir itiraz dinamiğinin her tarafta yeşermeye başladığını görüyorum. Burada başka bir dinamik işliyor ya da yoksullar arası dayanışmalar, emekçiler arası dayanışmalar, politikanın böldüğü bu insanlar sosyal alanda aslında egemenlik mekanizmalarıyla çatışma halindeler. Tabi bu konuşmada merkezine alamadık ama Kürtler ve Aleviler bu bakımdan tarihi bir öneme sahipler. Dolayısıyla ben bunların içinde yeniden kendini tahkim edecek bir demokratik ittifakın bütün partileri aşan, kesen bir yönde ilerleyebileceğini düşünüyorum. Dolayısıyla partilerden o kopmuş, bu kopmuş bunun bir önemi yok. Size basit bir örnek, kendi pratiğimizden vereyim. 7 Haziran’da eğer Kürt halkı, Kürt toplumu içerisinden kültürel, sosyolojik ve tarihsel nedenlerle AKP’nin etki alanından sıyrılıp HDP’ye gelen muazzam bir akış olmasaydı, bizim Türkiye’de bir dönüm noktasına siyaseti getiren bir başarı kazanmamız söz konusu olmazdı. Ama bu partilerin içinden yürümedi bu tartışma. Bu tamamen aşağıdan, sosyal alandan yürüdü sonra sosyal alanda tamamlanamadığı için geriye doğru düşüldü. Ben asıl hareket noktasının bu olması gerektiğini düşünüyorum. O yüzden 2019’la da kendimi meşgul etmiyorum.
AYŞEGÜL DOĞAN – Peki. Siz etmiyorsunuz. Ama kendini meşgul edenler var, Türkiye bir yandan bununla da meşgul gibi görünüyor. Yine 2019 ile ilgili Demirtaş, sizinkine benzer bir şey de söylüyor aslında. “Şimdiden isimler üzerinde spekülatif tartışmalar yapmak doğru değil.” diyor. Fakat şöyle de devam ediyor; “Evet oyu vermiş seçmenlerin kaygılarını, beklentilerini ve isteklerini anlamaya çalışmadan demokrasi bloğu oluşturmaya çalışmak eksik ve yetersiz kalacaktır.” Kime sesleniyor olabilir sizce?
ERTUĞRUL KÜRKCÜ- Burası en çok tartışmaya muhtaç olan yan burasıdır -Demirtaş’ın söyledikleri açısından değil- bütün bunların -ne diyelim bir paragraftan- çıkabilecek pek çok sosyolojik, kültürel, politik, tarihsel tartışma var. Çünkü başlangıçta da dedim ben, bu çeşitli partiler arasındaki olağan iktidar yarışması değildi. İnsanlar sezgileri, iç güdüleri ve ihtiyaçlarıyla bir denge kurdular ve dediler ki; “biz asla ve asla ‘evet’ demeyeceğiz.” Burada bir blok oluşturdular. Bir bölümü de dediler ki; “‘evet’ demezsek yandık”. Şimdi bunlar tercihlerdi. Fakat bunların hepsi geçişken. Geçişken olduğu için biz evet tarafında kendimize muhataplar bulabiliriz, bunları aramaktan daha meşru bir şey yok. Ama bugünden bunların kimler olduğunu, neler olduğunu bilemeyiz. Mesela, yoksulluğun katlanılamaz ağırlığı dolayısıyla mecburen ‘evet’e yönelen ya da işten atılma korkusuyla ya da başka korkularla ‘evet’e yönelenler var. Bir de şunlar var: Mecliste ki AKP milletvekillerinin tercümanı oldukları kesimler. “Bir gece ansızın geleceğiz” diye kristal gecelerini bekleyenler var. Dolayısıyla biz bu cenahtaki herkesi de birbiriyle eşit ve aynı kılamayız. Burada damarlar var, gelenekler var, Tükiye’nin uzun süren sosyal ve siyasal mücadele tarihinin uzantıları var. Nereden neyi bekleyeceğimizi bilebiliriz. Biz yüzümüzü emekçilere döneriz, yoksullara döneriz, biz yüzümüzü samimi Müslümanlara döneriz ama artık mankurtlaşmış kesimlerden bir arayış içerisinde olamayacağımızı biliriz. Bunları ayrıştırmamız gerekli. Bu uzun sürecek taktik hatlar tartışmasını gerektirir. Fakat ben tabii ki Demirtaş’ın söylediğini yabana atmam. Aynı şeyi söylüyorum. Evet cephesinde doğru bir karar sanarak yanlış bir karar vermiş olan ya da o kararı verirken kendisini haklı hisseden ama bugün bambaşka bir çareye kulaklarını açacak insanlar olduğunu düşünerek hareket etmemiz lazım ve hayır cephesinde de hepimiz çok iyi biliyoruz ki pek çok çeşitli sebeple aslında Kürt halkına, Halkların Demokratik Partisine diş bileyen insanlar da vardı, onların da fikirleri havaya uçmadı. Nesnel olana bakalım. Hayır cephesi olmasaydı bugün Tayyip Erdoğan imparatorluğunu çoktan ilan etmişti.
AYŞEGÜL DOĞAN – Son sorular da bizi izleyenlerden gelmiş olsun. Biri, benim son sorum ondan sonra sözü onlara bırakacağım, onların sorularını soracağım. Yakında bir kongreniz var, zorunda bırakıldığınız bir kongre olacak Figen Yüksekdağ dolayısıyla. Kulislerde bazı isimler de geçiyor ama ben önce bu kongre ile ilgili ne düşünüyor sunuz, nasıl değerlendiriyorsunuz, ne yapmak gerekli? Ne diyor sunuz bu karara dair tabi ki Figen Yüksekdağ ile ilgili verilen karara dair?
ERTUĞRUL KÜRKCÜ- Tabii bu anti demokratik bir [Partiler] Yasası. Faşist bir yargı süreci ve bunun sonunda mahkum edilmiş ama bizim asla bu mahkumiyetini kabul etmediğimiz bir kadın eş başkanımız var. O bizim eş başkanımız. O yüzden biz onu değiştirmedikçe o bizim hep eş başkanımız olacak. Bu şartlar altında …
AYŞEGÜL DOĞAN – Yasal olarak olamıyor anlaşılan.
ERTUĞRUL KÜRKCÜ- Yasanın gerektirdiği şekilde bir seçime gitmemiz icab ettiği bize, bizim hukuk işlerimiz tarafından söylendi fakat bunu tartışacağız. Ben hala bu seçimi yapmaya mecbur olduğumuz kanaatinde değilim.
AYŞEGÜL DOĞAN – Neden? Mesela, “tüzük değiştirebilirler” diyenler de var katılıyor musunuz siz bu fikre, kolay mı?
ERTUĞRUL KÜRKCÜ- Tüzük değişiklikleri geriye doğru işlemeyebilir. Fakat hemen 60 gün içerisinde bu seçimi yapmazsak bunun sonuçları ne olabilir, bunların hepsinin birer senaryo olarak çalışılıp, çalışılmadığını bu hafta sonu göreceğiz. Dolayısıyla bu bizim için doyurucu bir tartışmaya teknik olarak ihtiyaç gösteriyor, ikna olmamız lazım bir seçim yapmamız gerektiğine.
AYŞEGÜL DOĞAN – Fakat ikna olmadan tarih açıkladınız bir yandan da.
ERTUĞRUL KÜRKCÜ- Kongre bizim değil mi, ne istersek yaparız kongrede.
AYŞEGÜL DOĞAN – Ama bu kongre yalnızca HDP’nin eş genel başkanı yerine…
ERTUĞRUL KÜRKCÜ- Hayır, yalnızca onun için değil.
AYŞEGÜL DOĞAN – Böyle yansıdı, böyle tartışılıyor.
ERTUĞRUL KÜRKCÜ- Yanlış tartışılıyor. Boşalmış bulunan Parti Meclisi üyeliklerimiz var vs. Çeşitli ihtiyaçları gidereceğimiz bir usul kongresi.
AYŞEGÜL DOĞAN – Yalnızca Figen Yüksekdağ yerine birini belirlemek ya da seçmek üzerine değil, henüz bunu tartışacaksınız.
ERTUĞRUL KÜRKCÜ- Kongre değil mi? Kongre pekala bir araya geldiğinde “bir dakika gündem öyle olmasın, böyle olsun” diyebilir hakiki bir demokratik süreçten söz ediyorsak. Dolayısıyla tartışma kapısı açık. Şuradan da şu anlaşılmasın: Böyle bir krize gebe bir dönemde değiliz. Fakat bu soruların, bu ihtiyaçların tatmin edilmesi gerekir. İkinci konu da şudur: Ben doğrusu cezaevindeki eş genel başkanlarımızın yerine -umarım hiç bir zaman öyle bir şey olmaz ama- yarın aynı işlemler Selahattin Demirtaş için olsa, bu sefer yeniden bu mesele bizim gündemimize gelebilir ve o yüzden biz bütün bunların önünü kesen bir standart tutum takınmalıyız. Bunu göreceğiz, konuşacağız hepsini, aceleye mahal yok. Sonuçta usulen bir şey yapmamız gerekiyorsa usulen bunu yaparız. Ama orayı bir geçelim, bir görelim benim diyeceğim bu.
AYŞEGÜL DOĞAN – İsimleri hiç sormuyorum bile o halde.
ERTUĞRUL KÜRKCÜ- Bir kere bizim Kadın Meclisimiz var. Bu konuda ilk söz hakkı da, son söz hakkı da onların. Tabii bizim de parti üyeleri olarak, bu partinin emekçileri olarak görüş beyan etmeye belki imkanımız var ama bu konuda karar yetikisi Kadın Meclisinin. Dolayısıyla Kadın Meclisinin dediği olur, onlar da daha bir şey demediler benim bildiğim kadarıyla ama  gazeteciler ister istemez bunları…
AYŞEGÜL DOĞAN- Filiz Kerestecioğlu’nun mesela adının geçtiğine dair haberler çıktı.
ERTUĞRUL KÜRKCÜ- Ben duymadım, bilmiyorum.
AYŞEGÜL DOĞAN – Kadın Meclisinden de duymadınız?
ERTUĞRUL KÜRKCÜ- Kadın Meclisi bize söyler.
AYŞEGÜL DOĞAN – Peki, şimdi “ne olacak bu Baykal’ın hali” diye soranlar da var. Şuradan yola çıkarak soruyorlar bu soruyu. Son sorum olsun, böyle kapatalım. Siz az önce ‘Baykal önemli bir şey yaptı” dediniz.  Ama bir yandan da çok kritik anlarda Cumhurbaşkanı Erdoğan’ı kurtarmış ve ona, can havliyle bir şekilde yetişmiş Baykal olarak da hatırlanıyor Baykal. Yakın zamanda da bunun örneği var biliyor sunuz. Şimdi buradan hareketle bu soru da geliyor. Ne dersiniz buna? Ayrıca tabi bütün bu ittifaklar, Demirtaş’ın mesajı -ittifak ihtimalleri tabi ki- mesajı ve diğer rivayetleri de sordum size, bu da hiç eskimeyen bir sorudur. Soracağım yeniden bu soruyu. “Yeniden bir SHP dönemi gibi bir dönem söz konusu olabilir mi” diye soran seyircilerimiz de var. Ne dersiniz, ikisine beraber baktığınızda.
ERTUĞRUL KÜRKCÜ- Aslında ben seyircilerimiz arasında bu camiaya, bu iç ihtilafları dolayısıyla en az nüfuz kabiliyeti olan kişilerden biriyim. Bilmiyorum yani ben bunları öyle olur mu, böyle olur mu? Fakat şunu biliyorum: Cumhuriyet Halk Partisine oy veren milyonlarca insanın önemli bir bölümü -gençler, yoksullar, kadınlar, Aleviler ve Kürtler- aslında HDP’ye veremedikleri için CHP’ye oy verdiler, bundan adım gibi eminim. Bizim böyle birbirini kesen gri bir bölgemiz var. Ben bu gri bölgeye çok kıymet veriyorum ve o insanlarla diyalog halinde kalmak, temas halinde kalmak bizim için çok önemli diye düşünüyorum. Ben şunu söyleyebilirim: Daha uzağa bakarak konuşmam gerekirse, biz Halkların Demokratik Partisi’ni kurarken dedik ki; “Her yeni katılımla birlikte yeniden karılacak.” Dolayısıyla pekala Halkların Demokratik Partisinin sosyal zeminiyle Cumhuriyet Halk Partisinin yoksul, emekçi, kadın kitlesinin sosyal zemininin bir araya geldiği yerde pekala yepyeni bir ortak yapı ayağa kalkabilir, bunun da önünde hiçbir sosyal ve politik engel yok. O yüzden CHP’nin ne olacağından çok bu kitlelerin nereye yöneleceği ve onların yüzlerinin kime ve neye baktığı, hangi programa baktığı benim için önemli. Ben o yüzden bu alanda hala bizim yapmamız gereken pek çok şey olduğunu biliyorum. Fakat bunu parti içi temaslar, o grup ya da bu grupla temaslardan ziyade, bu büyük toplulukların genel gidişine uyan tekliflerde bulunmak olduğunu düşünüyorum. Örneğin 7 Haziran seçimlerinde -hepimiz biliyoruz, bunu siz de yakından izlediniz, insanlar bunu da açıkça söylediler- Alevilerin daha çok okumuş, yazmış, beyaz yakalı, yoksul emekçilerinin evlerinde, evler ikiye bölündü. Yaşlılar CHP’ye, gençler HDP’ye verdiler pek çok yerde. Bu, yanlışlıkla yapılmış bir seçim değildi. Yaşlılar gençlerin önünü açarken aslında burada bir imkan olduğunu da düşündüler. O yüzden ben o yaşlıları da daimi üye olarak orada (CHP’de) saymıyorum. Sonuçta ben bu imkanlara daha çok bakıyorum, oraya çalışmamız gerektiğini düşünüyorum.
AYŞEGÜL DOĞAN – Deniz Baykal’a ne diyecek siniz?
ERTUĞRUL KÜRKCÜ- Ben üniversiteye başladığım zaman Deniz Baykal CHP’nin parlak doçenti idi. Biz ama Deniz Baykal’ı değil Mihri Belli’yi dinliyorduk.
AYŞEGÜL DOĞAN – Çok teşekkürler.  Var mı sizin eklemek istediğiniz, benim unuttuğum, sizin hatırlatmak istediğiniz.
ERTUĞRUL KÜRKCÜ- Bu yaptığınız işin çok önemli olduğunu söylemek istiyorum ve bunun hiç yabana gitmediğini. Ve aslında bana baştan sordunuz: “Nasıl kıracağız, bu engelleri nasıl kıracaksınız?” İyi ki varsınız, iyi ki işsiz gazeteciler var, ki kendilerine böyle yeni işler, yeni alanlar açtılar. Size yardımcı olmaktan başka bir şey düşünmüyoruz.
AYŞEGÜL DOĞAN – Ne güzel, geldiniz, katkı sundunuz bu yayına, bu işin duyurulmasına. Biz de telefonlarımız mühürlenene kadar diyoruz. Televizyonlarımız, gazetelerimiz, radyolarımız mühürlendi, telefonlar mühürlenene kadar yayında olacağız Haber SİZ siniz’de. Farklı yerlerden, farklı arkadaşlarımızla birlikte, işsiz gazeteciler, gönüllü yurttaş haberciliği yapan arkadaşlarımızla birlikte sürdürmeye çalışacağız haberin olduğu her yerde olmaya çalışacağız.
ERTUĞRUL KÜRKCÜ- Elinize, dilinize sağlık. İyi akşamlar.
AYŞEGÜL DOĞAN- Çok teşekkürler Ertuğrul Kürkcü ile birlikte idik bu akşam. Tabi ki biz de kalın. Çünkü her an her yerde çok önemli bir konu ile karşınıza çıkabiliriz yeniden Haber SİZ siniz’de. Buluşmak üzere diyelim, hoşça kalın şimdilik.
Video: https://www.facebook.com/habersizsiniz2/videos/273043786488881/