İzmir’de hava bizden yana esiyor

Halkların Demokratik Partisi Onursal Genel Başkanı İzmir 1. Bölge birinci sıra adayı Ertuğrul Kürkçü ile ‘ithal milletvekili’ yakıştırmasına nasıl baktığını da konuştuk, İzmir’deki değişimi ve yerel yönetimlerin güçlü olmasından ne anladığını da… Ve elbet ki sonuç üzerine tahminlerini de. Sınırları ‘seçim ve İzmir’ olarak çizsek de uzun ama kesinlikle farklı bir söyleşi oldu diye düşünüyorum. Bakalım siz ne düşüneceksiniz…

11162196_815995921782667_2715329973486540500_n

Ertuğrul Kürkçü İzmir’deki seçim çalışmalarını yerel basınla düzenli olarak paylaşıyor

GÖNÜL SOYOĞUL: Siz Mersin milletvekilisiniz. Partinizin yetkili kurullarında alınan kararla, İzmir’deki oylara talip oldunuz, o zaman soralım İzmir adı sizde ne çağrıştırıyor?

ERTUĞRUL KÜRKÇÜ: Ben o kararı alan kurulun da üyesiyim aynı zamanda. Birlikte aldık bu kararı. Tabii biz her şeyden önce siyasi olarak düşündük bunu. Partimizin kamuoyu tarafından daha çok tanınan ve siyaseten daha çok parti adına söz söyleyen arkadaşlarımızın mümkün mertebe bütün kentlere dağılmasına gayret gösterdik. Mersin bizim için daha önce 2011’e kadar vekili olmayan bir kentimizdi. Oradan vekaleti aldık. Artık oradan bir milletvekili hep çıkacak. Şimdi ben vekaletimiz olmayan bir kente geldim. Sırrı Süreyya Önder Ankara’ya gitti. Bu daha çok bir ortak kararın eseri ama ben İzmir’e gelirken benim için yabancı olmayan bir kente geldiğimi biliyorum. Bunun için iki sebebim var. Birincisi, Dev-Genç genel başkanlığından itibaren bizim en önemli ayaklarımızdan birinin İzmir olmasına çok alışkın biriyim. Dolayısıyla İzmir Dev-Genç’in işlerine bakmak için en son sıkıyönetim ilan edilmeden gelmiştim Hapisten çıktıktan sonra da burada sosyalist hareketin yeniden kuruluş tartışmaları burada başladı. Hatırlıyorum Türkiye’deki en büyük ortak toplantılardan birini burada bir sinemada yapmıştım.

Tarih?

KÜRKÇÜ: 1988 olması lazım. Murat Belge vardı Mustafa Yalçıner vardı.. O açıdan İzmir siyasi olarak Türkiye’de bir yeniden örgütlenme bir yeni adım atma telaşındaki herkesin uğramadan geçmeyeceği bir merkez. Bu açıdan önemli. 88’den bu yana ben her yıl 4-5 kere geldim İzmir’e. Bazılarından haberiniz oluyor bazılarından olmuyor. Newroz için geliyorum 1 Mayıs için geliyorum. Pek çok sebeple geliyorum. Ve buradaki devrimci, demokratik, sosyalist kamuoyu ile yakın bir ilişkim var. Bu açıdan kolay hareket edebileceğimi umduğum bir kent.

Dev Genç gözlüğüyle baktığınız o yıllardaki İzmir ile bugünkü İzmir’ desem, değişimi sorsam, ne dersiniz?

KÜRKÇÜ:Türkiye çok değişti tabii ki. Onunla beraber İzmir de ister istemez değişti. Birkaç yönünü söyleyebilirim. 1970’lerin İzmir’i bizim için daha çok antiemperyalist mücadelenin taraftar bulduğu bir kent olmasıydı. İkincisi de Ege bizim için kentleri değil kırları dolayısıyla önemliydi. Manisa’daki tütün köylülerinin, Söke’deki toprak işgallerinin peşinden biz İzmir’e akıyorduk. O nedenle İzmir bizim için kentin merkezi kadar kırların köylerin çok önemli olduğu bir yerdi ve burada önemli devrimci damarlar vardı. 80’lerin başında yeniden geldiğimde burası 12 Eylül öncesinin tahribatından kendisini kurtarmaya çalışan ve biraz da Ankara’dan, İstanbul’dan daha az örselenmiş bir kentti 12 Eylül’ün zulmünden. O yüzden ikinci bir hayat arayarak buraya gelenlerin yeniden doğuş çabaları burada kendisine bir karşılık buluyordu ama o zaman da gördüğüm şey İzmir’in aslında Ankara, İstanbul’un emeklilerin kendilerine benzettiği bir kent olarak gözüme çarptı. Ve bence İzmir’in bugünkü dokusunda onların izi çok diye düşünüyorum. İzmir çünkü yaşamanın diğer Büyükşehirlere kıyasla daha kolay olduğu bir kent. Ev kiraları daha ucuz. Beslenme nispeten ucuz. Isınmak, İzmir’in iklimini, 3-4 aylık kışını düşünürseniz daha ucuz… Dolayısıyla İzmir, Ankara ve İstanbul’da hayatlarını idame ettiremeyen ama burada kendi kalibrelerine yakın bir kent hayatı bulacağını uman, nispeten okumuş yazmış emeklilerin kenti gibi gözüktü ama bu tabii ki şehrin merkezi Kordon, Üçkuyular, Hatay, Karşıyaka biraz. Tabii İzmir aslında geçen zamanda iflas etmiş, yoksullaşmış köylülerin iş arayanların ülkesi. Ve köylerinden zorla koparılıp atılan Kürtlerin iltica ettiği bir kent burası. Aslında hep bir göçmen kenti İzmir neresinden bakarsanız… Çünkü İzmir’in asıl sahipleri Kurtuluş Savaşı’ndan sonra ülkelerini terk etmek zorunda kalınca ve onlardan geriye hiçbir fiziki miras da kalmayınca, her şey yanıp kül olunca sonradan gelenler kendilerine yeni bir İzmir yaptılar. Ve burası her gelen göçmen kuşağının, sonra geleni göçmen sandığı bir şehir! Ben öyle görüyorum. Şehre, Smyrna’ya Smyrnalığını verenler de ben Atina’ya gittiğimde görüyorum, ‘ah Smyrna’ diye iç çekiyorlar. Ve aslında tarih anlamında ortadan yarılmış bir şehir. Ama bugün itibariyle artık o eski İzmir’den hiçbir eser olmadığını ben söyleyebilirim. Dün bir fotoğraf paylaştım Twitter’da. Çok güzeldi deniz. Kordon’da çekmişti bir muhabir arkadaşımız. Şöyle yazmıştım altına ‘İzmir hala çok güzel bir şehir, fakat yüzünü denize döndüğünüz zaman’ diye. Buradan kastetmek istediğim şey aslında… İzmir’in bütün bu meltemi kendisinin doğal parçası kılmaya özgülenmiş o geleneksel mimarisi, dokusu yok edilmiş bir şehir burası. Meltemle ilişkisini koparan şehir, şehir değildir diye düşünüyorum artık. Bunlar üzüntü verici şeyler. Eski hayat, doğayla insanın birbirine baktığı dantel gibi işlenmiş bir şehir İzmir. Fotoğraflara baktığınız görüyorsunuz aradaki büyük farkı ama olan oldu, şimdiye bakalım. Öyle baktığımız zaman da ben sanıyorum İzmir’de insanın içini en acıtan iki şey var. Bunca akına rağmen aşağı yukarı AKP’nin bütün 12 yılı ve öncesi boyunca İzmir sanayisizleşti. Burası bir işçi kentiydi. Burada işçi kültürü oluşmuştu. Büyük TARİŞ direnişleri, direniş mirası oluşmuştu. Şimdi ondan eser yok. Ve burası tarım havzasının denize açılan yeriydi, şimdi tarım da yok. Onun yerine turizm geldi. Türkiye’nin en büyük sebze-meyve, tütün bölgesi.. ben yurtdışına gittiğimde görüyorum. En kaliteli incir hala Aydın inciri. Onların bile korunmadığı, kamu koruması altında olmadığını görüyoruz. O çerçevede bugünkü İzmir’e karakterini kazandıracak olan bir yeniden kuruluş ihtiyacı olduğunu görüyorum. Zaten bir kimlik tartışmasıdır gidiyor. Ben İzmir’in bir dünya şehri olmasını değil de bir Ege şehri olmasını istiyorum. Ege’yi bütün deniz manasında öteki yakanın da bir şehri olabilir. Bu kriz ortamında Türkiye aslında bir ortaklık bütün Ege’ye sunabilir. İzmir bunun için bir liman olabilir. Bu çerçevede bakınca İzmir Ege kenti olmaya talip olsa Akdeniz havzasının bir merkezi olmaya talip olsa. Şimdi Yunanistan’da daha elverişli politik iklim var. Türkiye’ye düşmanlık gütmeyen, ‘Ege Denizi balıklarındır’ diyen komşumuz var. Burada bir ortaklık kurmak, İzmir’in bakış açısını muhayyel bir dünyaya değil de somut bir Ege kenti olmaya yöneltebilsek o zaman bütün bunlar içinde kendimize bir çıkış yolu bulabiliriz.

-Yerel yönetimlerle mi, merkezi idareyle mi?

KÜRKÇÜ: İzmir’in kendi başına çözebileceği problemler değil bunlar. Genel makro iktisat politikası, tarımsal dönüşüm politikası gerektiriyor. Bizim ekolojik toplum dediğimiz topluma doğru bir adım atmayı yani kentin kırı yutmasına değil kırın yeniden kente hayat verdiği bir hamleye ihtiyaç var. Tabii bunun için bizi bir kelepçe gibi kavrayan neoliberal iktisadi düzene son vermemiz lazım. Hem onunla hem bu hayal içinde bir arada yaşayamayız çünkü o hayali sürekli boğuyor.

– İzmirlilerin milletvekillerinden bir beklentileri var doğal olarak ve bu anlamda ‘ithal aday olmasın bizden olsun’ arzularını yüksek sesle dile getiriyorlar. Bütün bu anlattıklarınız çerçevesinde Ertuğrul Kürkçü ne söyleyebilir ithal adaylığa? Bu mantıkta siz de bir ithal adaysınız nihayetinde….

KÜRKÇÜ: Demin söylediğim gibi ithal aday olmayan kim? Herkes bir zaman ithal edilmişti. Yerel meselelere aşina olsun isteniyor ama o kadar aşina değil gibi değiliz. Ben hep çalışıyorum. Bütün kentleri çalışıyorum. Gaziantep’i de Diyarbakır’ı da çalışıyorum. Türkiye’de siyaset yapacak olan birisi bunları bilmeden edemez. Türkiye’nin 10 büyük kenti hakkında bilgisi olmayan Türkiye’de siyasetten söz etmesin. Aşağı yukarı her şeyin döndüğü yerler burası. Benim kardeşim yaşıyor burada çok uzun yıllardır. Akrabalarım var. Kız kardeşim Turgutreis’te yaşıyordu. Ege bize hiç yabancı değil ama bunlardan daha önemlisi şu: İzmir’e, halka vekil olacak olan insan iki şey yapacak bence. Birincisi, yerel yönetimlerle iyi geçinecek ve onların ihtiyaçlarını ve taleplerini bilgi dağarcığına dolduracak. İkincisi, İzmir’in köylüleriyle konuşacak. Çünkü İzmir sadece şehir demek değil. İzmir aynı zamanda köy demek… Mesela ben şunu söyleyebilirim çok çarpıcıydı benim için. Madenciler bir sosyal katliama uğradılar Soma’da… Somut madencinin elini tuttuğun zaman onun iflas etmiş tütün köylüsü olduğunu görüyoruz. Burada her şey kırın çöküşü üzerine kurulmuş. Bütün zenginlik, bütün sanayi. Dolayısıyla, hakikaten bu acı çekenlerin sesi olabilirseniz, sizin nereden geldiğinizin bence hiçbir önemi yok. Acının sesini anlayıp anlayamadığınız, güzellikleri takdir edip edemediğiniz önemli. Mesela ben bakıyorum kaç zamandır oralar aklımda zaten her gittiğimde görüyorum. Bornova’ya gittiğim zaman, Bornova bir taraftan kente yeni gelenlerin tırmandığı dağlar tepeler ama Bornova’nın ovasına indiğiniz zaman eski Rum hayatının size bıraktığı çok güzellikleri görüyorsunuz. Köşkleri, mimarisini vs. şimdi tarihin içinden düşünebilirseniz İzmir’le bir diyalog kurabilirsiniz. Ama yok bunlara aldırmıyorsunuz, bütün meseleniz merkez siyasete tırmanmak için burası sizin için bir tramplense, her yer sizin trampleniniz olabilir ama böyle bir aidiyetiniz her zaman olacak. Yerel yönetimlerle içli dışlı olduğunu düşünüyorum.

İkinci nokta, bizim temel siyasetimiz zaten yerelin siyasette giderek dayanak olması, temel olması. Siyasetin kurulduğu yer, yerel olmalı. Bize göre valiler gereksiz bir asalak, bir ur gibidir. Bunlar gidecekler ve halkın seçtiği belediyeler ve belediye başkanları şehri yönetecekler. Esas önemli olan belediye meclisi olacak. Milletvekili de genel makro siyasetin konuşulduğu yerde bu şehrin temsilcisi olacak. Şimdi vekillere TBMM’nin bu şehirdeki temsilcisi diye bakılıyor, halbuki bunun tersi olması lazım. Ben bunu Mersin’de de yaşadım. Şöyle de bir şey var, onu da söyleyelim. İnsanlar seçtikleri vekille haşır neşir olmak istiyorlar. Onlar kendi aralarından memleket çapında birisini çıkarıyorlar ve sonra onun kendisine dönmesini istiyorlar. Böyle bir yanılsamalı bir durum var ve ben bunu mümkün mertebe anlıyorum. Yakın olmak, tartışmak, insanların oldukları yerlere gidip aracısız onlara gitmek. Bu duyguyu (ithalliği) ben dert etmiyorum. Varsa böyle bir dert, bunların kampanya sırasında bir bölümünü aşarız diye düşünüyorum.

– Ev tutacak mısınız burada?

KÜRKÇÜ: Şu an için ev tutacağım. Seçimden sonrası da işbölümünü nasıl yapacağımıza bağlı. Çünkü benim ister istemez merkezi görevlerim de var. Ben daha çok uçakta yaşıyorum. Ankara, İstanbul, Mersin, yurtdışı… çeşitli örgütlenme yürüttüğümüz yerler arasında. İzmir’de kardeşimin evine yerleşirim diye düşünüyorum. Seferihisar’da oturuyor o.

-Yerel idare demişken buradaki yerel yönetimi nasıl buluyorsunuz? Büyükşehir için konuşursak…

KÜRKÇÜ:Tabii az önce söylediğim şeyleri akılda tutarsak, Büyükşehir belediyesi çözemeyeceği bir sorunla karşı karşıya. İstanbul da, Ankara da öyle. Burada İzmir’in farkı, yerel yönetimin İstanbul, Ankara gibi hükümet partisinden olmaması. Onlar hükümetle beraber kenti satıyorlar. Fakat sorun çözmeye gelince bu o kadar makro ölçekli bir mesele ki. Mesela İstanbul’da bu kadar çok insanın yaşamaması gerekiyor aslında. Ama ekonomi o istikamette çalıştığı siz avuç içi kadar yere birbirine eklemleyerek 200 kilometre boyunca 15-17 milyon insanı yığıyorsunuz. Bu kent aslında yönetilemez. O yüzden başka bir ülke politikası gerekir. Ama bütün bunlar içinde halkın kendini ifade edebileceği ve halkın taleplerini önceleyen bir belediye var mı yok mu diye baktığımızda; ben İzmir belediyesinin İzmir’de yaşayanlarla daha sıcak bir ilişkisi olduğunu görüyorum. Ama İzmirliler bundan ne kadar memnunlar ne kadar değiller, biraz da şöyle bir şey, AKP karşısında ellerinde bir kale var ve kusurlarını konuşmak istemiyor İzmirliler. Ben de şimdi ağızlarının tadını kaçırmayayım (gülüyor) çünkü yerel seçimde değiliz. Ama dediğim gibi, ben ayrıca başkanı da uzaktan tanıyorum ahbaplığımız olmasa da. Dönemsel olarak yakınlıklarımız var… İyi kalpli bir insan olduğunu biliyorum.

-Peki ‘Diyarbakır petrolden hakkını almalı’ diyen Gülten Kışanak ile ‘İzmir 5 ödüyor 1 alıyor’ diyen Kocaoğlu’nun öz olarak söyledikleri ne? Farklılığı ya da benzerliği?

KÜRKÇÜ: Aşağı yukarı aynı şeyi söylüyorlar. Bu çok esaslı bir mesele. Merkezi idare, ülkede yaratılan bütün zenginliğe, vergilendirme yoluyla el koyuyor. Üretimin bütün sonuçları merkezi bütçeye ve merkezi sermaye güçlerine aktarılıyor. Bunun eski tabirle neşet ettiği, içinden doğduğu yere işe sadece çöplük ve kir kalıyor. Şimdi şehrin bununla başa çıkabilmesi için toplumun o şehre bir şey ödemesi lazım. Bu basitçe, aldım-verdim meselesi değil. Bir telafi mekanizmasının çalışması lazım. Şimdi Kışanak’ın söylediği sadece Diyarbakır için değil, Antalya için de doğrudur. Ben kısa bir hesap yaptım mesela, Antalya’nın turizm gelirlerinden o kente dönen miktar o kadar düşük ki; Antalya aslında yoksullaşıyor oradaki turizm işletmeleri zenginleşirken. Petrolün yerel bir hak olduğunun aslında devlet farkında. Devlet payı diye bir şey alıyor. Bunun yarısını merkezi idareye, yarısını da il özel idareye veriyor. Hala belediyeye bir şey vermiyor. İl Özel İdareleri de belediyelerle rekabet ediyorlar. Merkezi idare daima yerel idare karşısında bir el üstün. Gülten hanımın dediği olabilse bu devlet payından çok büyük bir kayıp yaratmaz, yerellere büyük bir olanak tanınır kendini geliştirebilecek. Bu dengelenir. Az geliri olan, büyük bir üretim merkezi olmayan yereller de bu pozitif ayrımcılıktan yararlanırlar. Yeter ki yönetimin merkezinin yerelde olacağını kabul edelim, adem-i merkeziyetçilik üzerine yeniden yeniden düşünelim. Türkiye çok büyüdü nüfus olarak ve idaresi karmaşıklaştı. Ve Tayyip Erdoğan’ın yapmak istediği ise bunun tam tersi. O Beştepe’de oturup muhtarların işine karışmak, burada hangi bahçeye ne çiçek ekilecek, Taksim’e ne kondurulacak… bütün bunları nasıl aklında tutar? Tutulamaz zaten. Bir keşmekeş haline geliyor. Bence artık yerellerin özerkliklerini ilan zamanıdır.

– Gülten Kışanak bunu söyleyince bölücü ilan ediliyor da Kocaoğlu deyince İzmirli ‘evet, evet’ deyip destekliyor. Burada ne devreye giriyor? Önyargılar mı?

KÜRKÇÜ: Burada öğrenilmiş bir kuşku var. Bu aslında olmaması gereken ve yıllardır tekrar edilerek, malum tabirle ötekileştirilerek ağzından çıkan her şey bir problem olarak kodlanmış olan insanlar tarafından söylendiğinde anlaşılmayan, aslında böyle görülmeyen tarafından söylediğinde anlaşılan, aynı şey olan hakikatler. Ben bu önyargıları kırmak için İzmir Büyükşehir Belediyesi’nin Diyarbakır’ı kendine kardeş şehir ilan etmiş olmasını çok önemli bir adım olduğunu düşünüyorum. Aslında bu İzmir’in ortalamasının üstünde bir adım yerel yönetimin attığı ve bunun faydalarını görüyoruz. Bir haftadır gidip geliyorum ve bu şehirde farklı bir havanın estiğine dair bir izlenimimim var. Kendimi mi kandırıyorum yoksa hakikaten böyle mi… Yolda kimle karşılaşsam ‘hoş geldin’ diyor meseleleri anlatıyor ‘HDP çok güzel’ diyor ve ben hiçbirisini tanımıyorum. Benimle aynı siyasetten de geliyor olamazlar çünkü çiçekçilerden işte öğlen tatiline girmiş beyaz yakalılar ve emekli kadınlara kadar… Sonuç olarak ben kabarmış bir topraktan gelen kokuyu hissettim. Böyle olmasını istediğim için de bana öyle gelmiş olabilir. Bir değişim havası seziyorum.

– Ahmet Türk’ün konvoyunun taşlanmasından, Selahattin Demirtaş’ın cumhurbaşkanlığı seçimlerinde aldığı 200 bine yakın oya gelindi. HDP’nin oyunu en fazla yükselttiği illerin başında İzmir. Bu nasıl oldu? Biraz da yaşayarak mı göreceksiniz?

KÜRKÇÜ: Biraz göreceğiz, biraz biliyorum. Birincisi şu, aslında ben 2013’ten beri Gülten hanıma yönelik kuşku dalgasını çelen ve sürekli olarak tersine olumlu bir yeni deneyim edinen bir kamuoyumuz var. Çatışmasızlık, çözüm süreci, çok insan öldü ama bu manada askeri çatışma çerçevesinde tabutların büyükşehirlere, ilçelere gelmediği bir 2, 2 buçuk yıl insanlara çok iyi geldi. Birincisi bence o. Böyle olunca daha çok düşünme fırsatı buldu. Ve bu durumun muhafazasından yanalar. Bunu muhafaza etmek ve ileriye taşımaktan yana olan bir ses onlara iyi geliyor.
İkincisi, ben bu parti kurulduğunda eş genel başkanıydım. Selahattin beye devrettik. Bunu da çok bilinçli olarak yaptık. Bu sözleri benden, Türkiyeli sosyalistten değil de Selahattin Demirtaş gibi Kürtlerin siyaset ve insan hakları geleneğinden birisinden duymak Türklere daha iyi geliyor. O ortaklık fikrini oradan duymak… Benim tersini söylemem o kadar beklenmeyebilir. Bu kökenden gelen ve kendisine hep ayrımcılık yüklenmiş olan birinin çok temiz bir Türkçeyle, mükemmel bir belagatla bir çok insanın kalbine dokunan bir yerden anlatması bence Kürtlerden çok Türklere iyi geldi. Kürtler belki biraz kıskanıyor olabilir başkanı kaptırıyoruz diye! Bütün bunlar iyi bir iklimde oldu.
Üçüncü nokta, Adalet ve Kalkınma Partisi o kadar büyük bir problem oluşturdu ki Tayyip Erdoğan vasıtasıyla Türkiye için, şimdi Halkların Demokratik Partisi’nin seçimlerde oyunu yarım puan yükseltmesi halinde onun bütün rüyalarına son verecek olduğunu idrak edince insanlar siyaseten de bu ihtimali çok sevdiler. Bu (İslam mitolojisindeki) Davud ile Golyat’ın hikayesi gibi. (Dev zannettikleriniz) Bir sapan taşıyla devrilebilir. İnsanlar bunu fark ettiler. Aslında şimdi Davud’a o kadar kızmıyorlar. Bu iklimde, buralara göçmüş olan büyük Kürt kitleleri Tayyip Erdoğan’ın himayesindense kendileri gibi olmayı seçmeye yöneldiler ve burada Kobane çok etkili oldu. Tayyip Erdoğan’ın ‘Kobani düştü düşüyor’ yani bu haydut sürüleri Kürt kadınlarının ırzına geçecek, erkeklerinin boynunu kesecek bunu bir müjde gibi karşılaması Kürtlerin kalbini kırdı ve arkalarını dönmeye başladılar.

– Arka dönmek, siyaseten ne anlama geliyor?

KÜRKÇÜ: Bu şu demektir, Tayyip Erdoğan’a rehin olmuş yüz binlerce Kürdün şimdi siyaseten HDP’ye yüzlerini dönmesi demektir. Bütün bunlar birleşince, hem iklim iyileşti, hem karşılıklı kabul arttı, herkes ortak bir tutum etrafında birleşmeyi başladı ve dolayısıyla… Biz tabii ki siyaseten rakip Cumhuriyet Halk Partisi’ni eleştireceğiz, MHP’yi eleştireceğiz ama elbette ki bir değişiklik yaratmak istiyorsak Tayyip Erdoğan’ın güç iktidarını sınırlamak mecburiyetindeyiz. Burada bir ortaklık duygusu oluştu. Bütün bunlardan ötürü iklim değişti ve biz iklimin böyle kalması için çok gayret ediyoruz. Eleştiri oklarımızı, her zaman eleştirecek bir şey var, MHP’de yok mu? En çok onda var belki. Cumhuriyet Halk Partisi’nde de eleştirecek şeyler var. Onların da bizde var. Fakat benim gördüğüm Kemal Kılıçdaroğlu da HDP-AKP anlaştı demenin kendi seçmeninin kabul görmediğini idrak ederek bu söylemi aşağıya doğru çekti. O yüzden biz genel kabul havasının bunların toplam etkisinden doğduğunu düşünebiliriz. Sert eleştirenler, beğenmeyenler olacaktır ama insan çok yaşayınca artık şöyle düşünüyor, ‘sen konuş, nasıl olsa 8 Haziran günü el sıkışacağız’

– Mersin Milletvekili olarak Mersin’e hangi katkıları koyduğunuz noktasında bir muhasebe yapıyorsunuzdur sanırım. Mersin de özel bir yer bana göre ve bu özel yerle ilgili kendinize verdiğiniz puan nasıl? Kendinizi beğendiniz mi?

KÜRKÇÜ: Ben daha çok Ankara’da ve Avrupa Konseyi Parlamenter Meclisi’nde yaptıklarımın uzun vadede daha da göze batacağını düşünüyorum. Bir kere olmayan bir partiyi kurdum, kurduk. Bunda da bir payım var. Mersin’in adını her gün ulusal ölçeğe taşıdı. Mersin milletvekilleri eskiden böyle anılmazlardı. Mersinlilerin genel olarak memnun olduğunu görüyorum ama dediğim gibi benim mesaimin çok önemli bir bölümü esasen bu işlerde geçti. Fakat Mersin açısından şöyle bir şey yaptığımı düşünüyorum. Mersin’deki Kürt nüfus genellikle kendi içine kapanıktı. Bu 4 yıl içerisinde şimdi birbirlerine bakar hale gelmelerinde bir katkım olduğunu düşünüyorum. Hem seçim döneminde kentin batısından, Yenişehir’den, Mezitli’den destek aldık, oy aldık. Alevi toplumunda çok önemli bir değişim oldu. Bütün bunlarda partinin de benim de şahsen ilgilenmemin payı oldu. Şehrin iki yakası bugün birbirine daha çok bakıyorsa payım olduğunu ben düşünüyorum ama aktüel meselelere o kadar yakından müdahil olamadığı…

– Ama İzmir’de bunu telafi edeceğinizi biraz önceki…

KÜRKÇÜ: Her şeye bir mazeret bulamayız. Halk hep çok yakından görmek ister. Bizim diğer milletvekillerimiz Mersinli olduğu için evlerine gidiyorlar ben ise hafta sonu başka bir şehirdeki panele gidiyorum. Tabii halkımız bunu müsamaha ile karşılamıyor. O kadar hoşgörüsü yok. Vekili görmek ister, taziyeye gideceksiniz, düğüne gideceksiniz, her şeye gideceksiniz. Ama halk şunu iyi biliyordu, ben onlara iş bulamam, işlerini çözemem… O yüzden bunları çok fazla talep etmediler ama genel olarak vekillerden bunlar hep beklenen şeylerdir. Mersin’e gideceğim helalleşmeye. Orada kuvvetli öpücükler varsa durum fena değildir demektir. Size rapor veririm. (gülüyor)

– Her adaya sorduğumuz gibi size de soralım, İzmir’den oy olarak ne bekliyorsunuz?

KÜRKÇÜ: Ben en kötü ihtimalle iki vekil almalıyız, alabiliriz diye düşünüyorum. Genel olarak memleketteki yükselişe paralel olarak daha da artabilir. Ama hüsranla ayrılmayacağımızı, geldiğimiz gibi geri dönmeyeceğimizi düşünüyorum. Çünkü Selahattin beyin burada estirdiği rüzgar kalıcı olmuş. Ben buraya geldiğimde bunu gördüm. Selahattin beyle İzmir’e gelen HDP havasını İzmirliler ‘iyi tamam burada dursun’ demişler. Ben daha bize esas oy veren ilçelere, mahallelere gitmedim. Şehrin merkezinde gördüğüm hava bile bana bunu düşündürtüyor. Lokantanın yanından geçiyoruz herkes kalkıyor el sallıyor ve bu candan yapılan bir şey. Öncesi yok bunun. Bir kabul olduğunu görüyorum. Bunun da sonuca dönüşeceğini düşünüyorum. Başladığımız yere dönersek Tayyip Erdoğan’ın başkanlık heveslerini kursağında bırakmanın en etkili manivelası Halkların Demokratik Partisi’nin barajı aşmasıdır. Bu da atla deve değildir. Cumhurbaşkanlığı seçimlerden alının oyun 500 bin fazlasıdır. Ki ben daha çoğunun gelmekte olduğunu hissediyorum. Hepimiz için çok iyi olacak. AKP için bile iyi olacak. AKP de Tayyip Erdoğan’dan kurtulacak.

– Çok iyimsersiniz…

KÜRKÇÜ: Çok iyimserim. Ben bu tip öngörülerde muhafazakardım ama gerek Türkiye’de gerek İzmir’de kokladığım havadan çok iyimserim. İyimserlik rehavet olarak değil ama telaşsız bir seçim bize verecek. O çerçevede herkese iyi bir sonuç diliyorum.

– Oy almak kadar sonuçların, sandıkların korunma meselesi de önem taşıyor; bu konuda diğer partilerle işbirliğiniz var mı? Ne yapacaksınız?

KÜRKÇÜ: Bizim temsilcimizin olmadığı her yerde sandıklar CHP ve MHP’ye emanettir. Çünkü bizden çalınacak her oy, aslında AKP’ye gidecektir. Ve tersi. Şöyle bir planlamamız var. Her sandıkta iki kişiyi mutlaka görevlendireceğiz. Parti olarak bir önceki genel seçime girmediğimiz için yasa çok eşitsizlikçi ve bizi sandık kurullarına koymuyor. Ama biz sandıklara müşahit gönderiyoruz. Her sandıkta bir kadın bir erkek olsun istiyoruz. Elimizden geldiği kadar çok sandığı denetlemek istiyoruz. İkincisi inisiyatifler var Oy ve Ötesi gibi. Onlar da sandık kontrolü yapıyorlar. Yan yana çalıcağız. Oy birleştirmek en kritik nokta. Burada gözlerimizi açık tutmak, sandığa ve oya sahip çıkmak bu seçimde herkesin görevi. Uluslar arası kuruluşlardan da Türkiye’ye bu seçimde ilgi var. Onlar da gözetmen işlevi görecekler. Şimdi devlet gücü, zalimane ve her türlü kuralı yıkarak kullanılmadığı takdirde zaten bir sorun çıkmaz. Bunu göze alan da zaten seçime aldırmıyor. O duruma gelmeyeceğimizi tahmin ediyorum.

(Gönül Soyoğul/Egede Sonsöz)