Ölümlere ve Zulümlere Rağmen Yaşasın Barış Yaşasın Hayat

HDP TBMM Grup toplantısını eşbaşkanlar Tuncel ve Kürkçü ile Lice’de yaptı. E. Kürkçü’nün konuşma metni.

Eşbaşkanlar Tuncel ve Kürkçü , Lice’de kürsüye birlikte çıktı.

Sevgili arkadaşlarım, sayın milletvekilleri, Halkların Demokratik Partisinin bileşenleri, onların temsilcileri, başkanlar, halkımız, sevgili basın emekçileri, burada bulunduklarını baştan daha bilmediğimiz daha sona aramıza katılmış sivil toplum kuruluşlarının, demokratik kuruluşların temsilcileri, sevgili basın emekçileri hepinize merhaba, hoş geldiniz, rojbaj hevalno.

Doğrusu Sebahat Tuncel eş başkanımızın bu harikulade konuşmasından sonra sözü uzatmak hiç istemem, tadında bırakmak iyi olabilir ama belki onun konuşmasını ve tutumunu yorumlayabilirim. İşte burada çözüm halinde, devrimci bir çözüm halinde canlı bir Kürt sorununun kendisini görüyorsunuz. Bunu çözmek için iradeyi, siyaseti ele alan bir milletvekilinin nasıl olması gerektiğini görüyorsunuz. Açık sözlü, dürüst, amaçlarını ve hedeflerini saklamayan neyi nasıl yapacağını açıkça söyleyen ve bunun peşinden giden bir siyaset. Kürtlerin Türkiye’ye, Türkiye halklarına, Türkiye siyasetine en büyük katkıları budur. Açıkça hedeflerini ortaya koyarak, özgürlük ve eşitlik ve kardeşlik için canla başla çalışmak bunun için hiçbir şeyden sakınmamak, hiçbir şeyi sakınmamak. Bugün Lice’de bulunuşumuzun sebebi de budur. Burada kendi amaçlarını ve kendi hedeflerini açıkça ortaya koymuş olan halka karşı girişilmiş bir katliam var. Türkiye bu katliamı unutmamalıdır. Burada sivil halka, yoksul halka, silahsız halka ateş açıldı ve öldürüldüler. Türkiye’nin asıl meselesi budur. Bu, ayrıca on yıllardır, yüz yıllardır sürüp giden ve son 1,5 yıldır bitmiş olmasını ümit ettiğimiz ama halâ bitmediğini gördüğümüz bir gelenektir. Halkı, isteklerini dinliyormuş gibi yapıp kurşuna dizmek. Son 1,5 yıl içerisinde Kürt meselesinin çözümü bakımından taleplerini eylemli olarak dillendirdiği için Kürt halkının ondan fazla evladı hayatını kaybetti. O nedenle bir kere daha durup düşünelim.

Evet. Dağda bayırda gerillayla asker o şekilde karşı karşıya gelmedi ama devlet ile Kürt Halkının başka evlatları, Kürt Halkı “ben şöyle bir barış istiyorum” dediği için karşı karşıya geldiler ve kurşuna dizildiler. Bunun peşinde olmamız gerekir. Bunun üzerini hiçbir bayrakla örtemezsiniz. Bunun üzeri Türkiye çapında bir Türk bayrağı da imal etseniz örtülemez. O bayrağın altında gerçekleşmiş olan cinayet, cinayet olarak kalır. Ancak şimdi bu cinayetin sorgulandığı bir aşamada, her şeyi bir Türk bayrağının altında örtmek isteyenlere şunu söylemek istiyorum. Siz, bayrağı bir baskı aracı olarak kullanmaya kalkışmayın. İnsanlar ona zaten saygılarını gösteriyorlar. Çocukla çocuk olmak devlet insanlarına yakışır mı? Dün daha çocukların hayatları, dağa çıkmış çocukların bağışlanması, onların aşağı çağrılması konusunda Halkların Demokratik Partisine başvuranlar, bugün bir bayrak direğine tırmanan çocuk niçin kurşuna dizilmedi diye kuvvet komutanlarını sigaya çekiyorsa bu işte bir tuhaflık yok mu? Bizim meselemiz bu mu gerçekten? Böyle bir meselesi var mı Türkiye’nin? Ne zaman Kürt meselesinde derli toplu bir çözümün eşiğine geliriz o zaman gelenektir, bir bayrak yere düşer Türkiye ayağa kalkar. Artık bu dördüncü rauntta bunu hiçbir şekilde yutacak değiliz. Burada karşı karşıya kaldığımız tertibi ortaya çıkartmaktır Türkiye’deki –eğer hakikaten milliyetçilerse o milliyetçilerin görevi- milliyetçiler demelidirler ki, “bizim bayrağımızla nasıl olur da siz başka bir halkı baskı altına almak için oyun oynayabilirsiniz?” Bu soruyu sormayan milliyetçiye ben “milliyetçi” demem doğrusu. Onlar kendileriyle ne kadar övünürlerse övünsünler. O yüzden Türkiye’nin batısında yaşayan halkımız, halklarımız, buradaki meseleye kulak kabartmalıdırlar.

Bugün burada bulunmamız, burada buluşmamızın nedeni Lice halkının dediğini duymanızı istememizdir. Burada bir tartışma var. Kürt halkı, Lice’de yaşayanlar diyorlar ki; “Biz özgürce yaşamak istediğimiz bu topraklarda başımıza yeni jandarma karakolları, savaşan jandarma karakolları istemiyoruz. Çünkü eğer barış yapıyor isek –sevgili başkanımız da söyledi- eğer barış yapıyor isek bize içine 200-300 askeri alacak bir betondan barınak ile gelmeyin. Bize askersizleşmeyle demilitarizasyon ile gelin” diyorlar ve bunu tartışıyorlar. Bu halkın bunu tartışmaya hakkı yok mu? Kendi barışının nasıl olacağını söylemeye hakkı yok mu? Niçin bu halkın fikrini kimse sormuyor? O halkın fikri meclisteki milletvekilleriyiz, bizleriz. Ama halkın kendisidir fikrin sahibi ve halkın kendisi bir yıldır diyor ki: Kalekol yap-ma-yın, is-te-mi-yo-ruz. Bunu anlamak çok mu zor? Deniyor ki bize; “bu aslında kalekol, halka karşı değil”. Peki neye karşı? Burası sınır mı? Sınırdan geçecek büyük devletlerin güçlerini durdurmak için mi? Böyle bir güç mü var? Peki bu PKK’ye karşı mı? PKK’ye karşıysa PKK ile barış yapıyorsanız, PKK’ye karşı niye karakol inşa ediyorsunuz? Niçin onlar birliklerini dışarı çekiyorlar da siz halkın bağrına birlikler sokuyorsunuz? Halk bu kalekollara baktığı zaman şunu görüyor. “Bu aslında bana karşı yapılıyor, o yüzden yapılmasın.” Bunu istemek suç mu? Peki diyelim ki bunu istememek bir problem olarak tartışılabilir. Devlet silahla tartışmak ve bunları tartışanları kurşuna dizmek zorunda mı? O nedenle Türkiye bu meselelere kafa yormalıdır. Kendilerini olmayan bir mesele, olmayan bir tehdit ile başlayan ajitasyonu ellerinin tersi ile bir yana itmelidir. Şüphesiz HDP bu bakımdan üstüne düşen sorumluluğun gereğini yerine getirecektir.

Bizim siyaset yürüttüğümüz hiçbir yerde, bizim elimizin uzandığı hiçbir yerde Türkiye halklarının değerlerine el ya da dil uzanamayacaktır. Biz bu tartışmayı yürütebiliriz. Ama başka bir halkı, bayrakla tehdit etmek, onu rencide etmek, ona hakaret etmek şehirlerarası otobüsleri durdurup şehrin orta yerinde Diyarbakır’a giden otobüslerden insanları indirip lince tabi tutmak Türklük mü? Türklük böyle olabilir mi? Böyle bir Türklük öğrenmiş olan kimse var mı? Büyük uluslar başka ulusların hak ve değerlerine en büyük saygıyı göstermeyi başaranlardır. Büyük uluslar küçük işlerle uğraşmazlar. Onlar büyüklüklerinden eminler, emindirler. İki de bir de, ulusumuzun değerleri tehdit altında diye çırpınmazlar. O değerlerin zaten güvence altında olduğunu, insanların o değerleri benimsediğini bilerek zaten güvenle, geniş yürekle, açık kalple hareket ederler. Eğer bu kadar çok tereddüt, bu kadar çok endişe, bu kadar çok dehşet varsa ya büyüklüğünüzden endişeniz vardır ya da değerlerinizden endişeniz vardır. Bizim doğrusu Kürt halkına eşlik eden Türkiye’nin diğer halklarının evlatları olarak, ne halklarımızın ne uluslarımızın büyüklüğünden ve onların kültüründen, uygarlığından, onların temsil ettiği değerlerden bir şüphemiz yoktur. O nedenle Kürt halkının yürüyüşüne eşlik etmektir Türklüğün gereği. Kürt halkının yürüyüşüne eşlik etmektir Araplığın, pomaklığın(?) gereği. Bu yürüyüşe eşlik etmeyen aslında kendi özgürlüğüne eşlik etmiyor demektir. Bir kere daha tarihi hakikati tekrar ediyoruz. Başka bir milleti ezen bir millet asla özgür olamaz. Kürt halkını ezerek, asimile ederek yeni bir millet yaratılamayacağı artık ortaya çıktığına göre, barış süreci ve çözüm süreci bu yeni varlığı ve kimliği olduğu gibi kendi hakikatiyle kabul etmek ve Türkiye’nin ortak yürüyüşüne dâhil etmek ise o zaman yürüyüşümüzü buna uydurmamız gerekir ve bir çözüm sürecini sürdürdüğü iddiasında bulunan bir hükümetin başındaki insan, milliyetçi histeriyi teşvik etmemelidir. Milliyetçiliği karşısındakilere karşı bir küfür olarak ağzına almamalıdır ve çocukların esenliğinden söz edenler “çocuklar kurşuna dizilmelidir” dememelidir. Ya onlar çocuktur ya da kurşuna dizilemezler. O nedenle har zamanki alıştığımız retoriğin bu şekilde değişmiş olması da son derece şaşırtıcıdır. Silahlı kuvvetler mensuplarının serinkanlılık ve itidal, politikacıların ajitasyon ve histeryayı dile getiriyor olmaları bizim de barış sürecimizin kendisine özgü bir ironisi olsa gerek. Uzun lafın kısası sevgili arkadaşlar barış sürecinin asla ve asla sona ermeyeceğini, Sayın Abdullah Öcalan’ın açmış olduğu yürüyüş yolunun stratejik bir tercih olduğunu, tarihi bir dönüşüm olduğunu bir kere daha buradan açıkça ilan ediyoruz. Bu yolda yeniden gerginlikler, yeniden arızalar çıkabilir. Bunlar pek muhtemeldir. Ama asla ve asla bu ırmaklar geriye doğru akıtılamazlar, bu aşama geçilmiştir artık ırmaklar başka bir yöne akmaktadırlar. Bu yönde akarken ırmaklar yüksekten aşağılara düşebilirler, yer altına girebilirler, uzayan menderesler çizebilirler ama asla ve asla akış yönünün artık başka bir yön olduğu gerçeğini ortadan kaldırmaz. O nedenle biz Sayın Öcalan’ın açmış olduğu ilerleme yolundan Türkiye’nin tamamının ilerlemesi gerektiğini düşünüyoruz.

Halkların Demokratik Partisi olarak bütün muhalefet partilerinin bu ilerleyişe eşlik etmelerini, barış sürecini sabote ederek Tayyip Erdoğan iktidarıyla değil ondan daha yüksek ve daha ileri bir barış projesi ortaya koyarak, onunla rekabet edebileceklerini buradan hatırlatmak istiyoruz. O nedenle Cumhurbaşkanlığı seçimleri açıkça böyle bir test, böyle bir sınav olacaktır. Kim Tayyip Erdoğan’ınkinden daha yüksek bir barış projesi, kim Tayyip Erdoğan’ınkinden daha yüksek bir çözüm önerisi, kim Tayyip Erdoğan’ınkinden daha yüksek bir insanlık dili ortaya koyabilirse cumhurbaşkanlığını o hak etmiş olacaktır. Biz bu cumhurbaşkanlığına talibiz, kendi başkan adayımızı göstereceğiz ve Kürt halkının ve Türkiye halklarının yürüyüşünü, ilerleyişini onunkinden daha mükemmel bir proje ile ifade edeceğiz ama kimsenin elini de tutacak değiliz. Daha iyisini yapanları bekliyoruz. İşte Lice, işte barış arzusuyla kavrulan bir halk, işte onların sözü ve dili, işte hakikat burada. Hakikat, Türkiye’yi kendisine çağırıyor, hakikat Türkiye’yi bekliyor, Türkiye bu hakikate gözünü açmalıdır. Bir kere daha buradan açıkça haykırıyoruz. Her şeye rağmen bütün ölümlere, bütün zulümlere rağmen “yaşasın barış, yaşasın hayat” diyoruz.

Evet sevgili arkadaşlar,

Bugünkü Lice’de ki olağanüstü toplantımız böylelikle sona erdi. Bu arada bana gelen bir haber de var. Biz burada tabi ki uzağa, geleceği, tarihe bakarak konuşuyoruz ve ölümlerin arkamızda kaldığını düşünüyoruz ama aldığımız haberlere göre çevremizde ki köylerde birkaç km ilerde gazetecilere, halka yönelik olarak güvelik kuvvetlerinin açtığı ateşin söz konusu olduğunu da işitiyoruz. Gazeteci arkadaşlarımız bu hakikatin de peşine düşebilirler ama her şeye rağmen dediğimiz gibi biz barış ve özgürlük yolunda ilerlemeye devam ediyoruz ve yolunuz açık olsun. Çok teşekkür ederiz katıldığınız için, uzaklardan gelerek bu toplantıyı var eden yoldaşlarımıza da destekleri için teşekkür ediyoruz. Hoşça kalın sevgili Lice halkı hoşça kalın.