Aile Kanun Tasarısı; Kadınları Eve, İşçileri Esnek Çalışmaya İtiyor

Nüfus artışı için böyle devletin insanların yatak odasına girip ne zaman, nasıl üreyeceklerine dair talimatlar, özendiriciler vesaireyle uğraşmak yerine, var olan emek gücünün daha yüksek bir verimlilikle çalışmasını sağlayacak kamusal tedbirler alması yaşlı nüfus baskısı karşısında alınacak en ciddi tedbir olabilir.

kep_aileye_kole_ermayeye_kul_olmayacagiz_h6151Ertuğrul Kürkçü’nün Avrupa Birliği Uyum Komisyonu’nda “Ailenin ve Dinamik Nüfus Yapısının Korunması Kanun Tasarısı” üzerine konuşması:

Tabii ki bu tartışmanın esasen kadın üyelerimiz tarafından yapılıyor olması daha yerinde olurdu fakat biz bir tek üyeyle temsil edildiğimiz için bu görev de benim sırtımda. Ama tabii ki şimdiye kadar söz alan sendikalardan gelen kadın arkadaşların itirazlarını esasen benimsediğimizi söyleyerek başlayayım.

Fakat onların yasanın daha içinden konuşmalarına mukabil, ben yasanın maksatları üzerinde de birkaç söz söylemek istiyorum. Birincisi, bu yasa iki noktada, Hükûmetin ve esasen Cumhurbaşkanının ideolojik yaklaşımlarını yasalaştırma hedefi güdüyor, bunu çok iyi anlıyoruz. Birincisi, her ne kadar bakanlıklar tarafından da bazı rakamlarla desteklendiyse de kısa süre içerisinde altmış beş yaş ve üstü nüfusun 20 milyona ulaşacağı ve bu yüzden bağımlı nüfusla başa çıkabilmek için hızlı bir nüfus artışına ihtiyacımız olduğunu varsayımının Türkiye’nin sosyal ve iktisadi koşullarıyla bir ilgisi yok, bir takıntıdan ibaret. Ne yaparsanız yapın, şehirleşme oranı yüzde 80’lere varmış bir ülkede, sanayi, hizmetler ve ticaretteki çalışmanın başat çalışma hâline geldiği, tarımsal iş gücünün yüzde 20’lere düştüğü ve önümüzdeki on yirmi yıl içerisinde yüzde 10’lara kadar gerileyeceği bir yerde, hiçbir şekilde bu doğurganlık hızını şimdiki 2,1 seviyesinden 3 seviyesine çıkartamazsınız, bu işin doğasına aykırı.

Varsayımlar neye göre yapılıyor, bilmiyorum ama ortadaki şeyler, hem hesaplama yöntemleri hem de dünyadaki bütün trendlere baktığımızda gördüğümüz şey, eğitim düzeyi yükseldikçe, şehirleşme oranı yükseldikçe ailelerin daha çok çocuk yerine daha çok imkânlara sahip, daha az sayıda çocukla çok yakından ilgilendiklerini görüyoruz. Zaten bu uygarlığın, gelişme çizgisinin ister istemez bugün ortaya çıkarttığı sonuç. Bunu fantastik teorilerle alt etmek mümkün değil. Demirden yasaları var iktisadın, sosyolojinin. Bunlara ideolojik takıntılarla, bir çeşit toplum mühendisliğine davranarak şekil vermeye çalışmanın, yasanın amacı açısından beyhude olduğunu söylemek isterim. Yani bütün bu tedbirler, doğurganlık hızını  2,1’den 3’e kısa zamanda çekmek üzerine alınmış tedbirlerse bu tedbirler hiçbir işe yaramayacaktır ama böyle bir varsayım var, “Eğer biz teşvik edersek nüfus artar.” diye. Teşvik diye ortaya konulan şeylere baktığımızda da kadın sendika yöneticisi, sözcüsü arkadaşlarımızın söylediği gibi, esasen esnek çalışmayı yerleştirmekten başka bir tedbir de önerilmemektedir. Bunun da esasen öngörülen amaçlara destek olmaktan çok, kadınları çalışmaya katmak ve çocuk sahibi yapmak, aynı anda ikisini birden yapmak yerine çalışma hayatından dereceli olarak kerte kerte uzaklaştırma sonucunu vereceğini de hem işverenler hem işçi sendikaları sözcüleri söyleyeceklerdir. Çünkü Türkiye’deki çalışma yaşamının, özelikle kentsel çalışmanın, hem hizmetler hem sanayi hem ticaretteki ve büro hizmetlerindeki işlerin çok büyük bir bölümü küçük ölçekli ve kurumsal yapısı güçlü olmayan şirketler tarafından sürdürüldüğü bilinmektedir.İstihdamın çok büyük bir bölümü buralardadır ve bu kurumların yasada öngörülen destekleri sürekli olarak sağlamaya istekli olmayacakları, böylelikle kadın çalıştırmaktan kaçınma, tıpkı taşeron çalışmaya ilişkin olarak getirilen tedbirler karşısında maden ocaklarının kapatılması gibi kadın çalışmasından vazgeçilmesi şeklinde sonuçlanacağı aşikârdır. Bu da iktisadın demir yasasıdır.

Daha çok kâr amacı gözetmekten başka hedefi olmayan bir iktisadi işletmenin sosyal sorumlulukları yüklenmesini beklemek bence düşünülemeyecek bir şeydir. Böylelikle kamu yönetimi kendi görevlerinden geriye çekilip çalışma hayatında ortaya çıkan kadına yönelik sorumlulukları piyasaya devrettikçe, bu esnek çalışmayı temel çalışma şekli hâline getirdikçe sonuçta iktisat hükmünü yürütecektir. Kâra dayalı bir piyasa ilişkisi içerisinde istediğiniz sonuçların hiçbirisi, daha doğrusu yasada öngörülen sonuçların hiçbirisi olmayacaktır.

Beri yandan bunun kadınları eve doğru sürükleyen karakteri, aynı zamanda iki kere kadınların evde sömürülmesi sonucuna da yol açacaktır. Çünkü geçimini şöyle ya da böyle sürdürmek zorunda olan aile, ev içini bir çeşit işletmeye çevirmek, kadınların düzensiz ve güvencesiz işlerle daha çok meşgul olması sonucuna yol açacaktır ister istemez. Kaldı ki yasa düzensiz ve güvencesiz çalışanları kapsamıyor. O nedenle, neresinden bakarsak bakalım, kendi öncülleriyle vardığı sonuçlar bakımından tam bir çatışma içindedir.

Kaldı ki bu ideolojik takıntıyı biz iki şekilde en yetkili kişilerin ağzından işitiyoruz. Geçenlerde Sağlık Bakanı bu düşüncesini çok açık bir biçimde ortaya koydu, dedi ki: “Bir kadının bir tane kariyeri olabilir, o da anneliktir.” Budur esas. Oysa, Türkiye aynı zamanda CEDAW sözleşmesinin tarafı. Kadına Karşı Her Türlü Ayrımcılığın Önlenmesi Sözleşmesi, kadının erkekten çalışma hayatında ve diğer alanlarda ayrılmayacağını amirdir ve böyle olduğu hâlde, Hükûmetin bu uluslararası anlaşma, sözleşme hükümlerine göre değil de Hükûmeti yöneten kişilerin kendi keyiflerine ya da yaklaşımlarına göre toplumun bir toplum mühendisliğine maruz kalmasına yol açıyor.

Cumhurbaşkanı geçenlerde bir vesileyle -biliyorsunuz, çok sık görüş beyan ediyor- işte nesillerimizin kökünü kazıdıklarını, doğum kontrolü diye bir şeyin Türkiye’nin nesillerini ortadan kaldırdığını -öyle aklına geliverdi- söyledi. Açıp baktığımız zaman en son değişikliğin Nüfus Planlaması Kanunu’nda 2005 yılında yapıldığını, bu Hükûmet tarafından yapıldığını ve nüfus planlamasının bir devlet, Hükûmet pratiği olarak süregitmekte olduğunu görürüz. Bir yandan da bunun bir vatana hıyanet olduğu anlatılıyor.

Şimdi, dolayısıyla, ortadaki realiteyle, hayatın hakiki yürüyüşüyle bu ideolojik yaklaşımlar arasında derin bir uçurum var ve varsayılan hedefleri yakalamanın esas olabilir, gerçekleşebilir yanları üzerinde pek az konuşuluyor. Derli toplu olarak bu yasaya baktığımızda, bu tarihsel trend, iktisadi işleyişle başka türlü başa çıkılamayacağı için yapılacak tek şey esasen şu olabilir: Birincisi, nüfus artışı için böyle devletin insanların yatak odasına girip ne zaman, nasıl üreyeceklerine dair talimatlar, özendiriciler vesaireyle uğraşmak yerine, var olan emek gücünün daha yüksek bir verimlilikle çalışmasını sağlayacak kamusal tedbirler alması yaşlı nüfus baskısı karşısında alınacak en ciddi tedbir olabilir.

İkincisi, kadınların istihdamda daimi olarak tutulabilmelerinin yolu, demin kadın arkadaşlarımızın da söylediği gibi, CEDAW Sözleşmesi’nden de çok açık olarak görüldüğü gibi, erkeklerin çocuk yetiştirmede üstlenecekleri sorumlulukları hem özendirmek hem de bunun için maddi teşvikleri sağlamaktır. Babalık izninin bu kadar kısaltılması ve bunun devredilmeye çalışılması, aslında yasanın ulaşmak istediği amaca aykırı. Erkeklerin evde çocuk bakmak işlerine gelmeyebilir ama nihayet kadınlar onları eğitiyorlar son yirmi yıldır. Bence bu eğitime devam edilmesinde, devletin bu eğitime destek vermesinde çok büyük bir fayda var.

Netice olarak iş gücü piyasasının esnekleştirilmesi ve birtakım ideolojik takıntıların, sözüm ona nüfusun gençleştirilmesi iddiası içerisinde bu yasanın esin kaynağı hâline getirilmesi, bizi gerçek bir problemle başa çıkmak için sahici yollar aramak yerine birtakım hurafelere dayanak bulma sonucunu yaratıyor. O nedenle, biz, kadın sendikacı arkadaşlarımızın da önerdiği gibi bu yasanın bu yönleriyle aslında var olan durumu daha da kötüleştirmekten başka çok fazla bir sonuç vermeyeceği kanaatinde olarak buna itirazımızı ifade ediyoruz. Tabii ki bazı olumlu yönler var, özellikle belediyelere getirilen yükümlülükler, iş yerlerinde kreş sorunu…

Belki de bu yasanın asıl asılması gereken şey budur. Mümkün olduğu kadar çok çocukların bakım ve yetiştirilmesinin sorumluluğunu topluma aktarmak, toplumla paylaşmak ve hane halkı içerisinde de erkekle kadının bunu eşit olarak paylaşması, belki de çocuk yapmak istediği hâlde bunu çalışma hayatının zorlukları yüzünden yapamayanların önünden bir engeli kaldırabilir. Ama kadınların –yine CEDAW Sözleşmesi’ne geri döneceğim- her türlü kariyer planlarının, yükselme planlarının, işte ilerleme, kendilerini gerçekleştirme planlarının önüne böylelikle sert iktisadi engeller çıkartmaktan başka bir sonuca varmayan… Çünkü, işverenleri kadın istihdamından caydıran bu tedbirlerle kadınların erkekler karşısında son derece sert bir ayrımcılığa bir kere daha maruz bırakılması sonucunu verdiğini bu yasanın söyleyebiliriz. O yüzden biz buna Avrupa Birliği sözleşmeleri bakımından da bakacak olursak orada da bu yönde alınmış olunan tedbirlerin çoğu kez ihmal edildiğini söyleyebiliriz.

Yapılacak işlerin en önemlisi, ILO’nun 183 sayılı Anneliğin Korunması Sözleşmesi’ne Türkiye’nin koyduğu çekincenin kaldırılması olduğu konusunda hemfikiriz çünkü aslında Türkiye’deki çalışma hayatının çok büyük bir bölümü düzensiz ve güvencesiz çalışmayla işgal edilmiştir. O yüzden bu ILO Sözleşmesi kabul edildiğinde, kamu buradaki yükümlülüklerini kabul ettiğinde, çözümü için çare aranan meseleye sahici bir yaklaşım yapılmış olacaktır. O çerçevede, aslında devletin, kadınları, erkenden evlenip iş gücü piyasasından çekebilmek için bir çeşit drahoma olacak şekilde, işte “100 bin lira biriktirirse 15 bin lira da ben koyarım.” şeklindeki yaklaşımı da aslında gerçek durumla herhangi bir biçimde alakalı değil. 100 bin lira bankada parası olan kadın sayısını bana söyleyin, ben de size bu planın sahici olup olmadığını söyleyeyim. O yüzden, kadınların bugüne kadar kazanmış oldukları konumlardan geriletilmesine yol açmaktan başka bir işe yaramayacak olan bu yasalarla… Genel Kurulda da tabii tartışırız ama Komisyon burada kadın emekçi arkadaşlarımızın tekliflerine kulak verirse çok iyi bir iş yapmış olur diye düşünüyorum.