Aliağa Çocuk Cezaevinde Zulüm, Şiddet ve Irkçılık Var!

TBMM İnsan Hakları Komisyonunun kabul ettiği Aliağa/Şakran Çocuk ve Gençlik Ceza İnfaz Kurumu İnceleme Raporu ağır çocuk hakları ihlallerini görmezden geliyor. Rapora karşıyız.

 

I. Arka Plan

1.  Çocuk hakları savunucuları ve hukukçularca raporlanan İzmir Aliağa Cezaevi Kampüsü içindeki Çocuk ve Gençlik Ceza ve İnfaz Kurumu’nda gerçekleşen ciddi hak ihlali iddialarını göz önünde tutarak, 23 Mayıs 2013’te “Çocuk Cezaevlerindeki ihlaller” ile ilgili bir alt komisyon kurulması için yazılı olarak İnsan Haklarını İnceleme Komisyonu’na başvurmuştum. Bu iddiaların yaygın medyada da yer alması üzerine, İnsan Hakları İnceleme Komisyonu yeni bir Alt Komisyon kurmak yerine mevcut Cezaevleri Komisyonu’nu konuyu incelemekle görevlendirdi. Elimizdeki rapor, başvurumun da gerekçesini oluşturan hak ihlali iddialarının araştırılması amacıyla kurumda yapılan incelemenin sonucudur.

 

2.  23 Mayıs tarihli başvuruma temel teşkil eden birinci rapor Mersin’de kurulu Çakıl Derneği(www.cakildernegi.org) ve Ankara’da kurulu Gündem Çocuk Derneği (www.gundemcocuk.org) tarafından kaleme alınmıştı. Aileleri Mersin’de yaşayan ve Aliağa Çocuk Ceza ve İnfaz Kurumundan kısa süre önce salıverilen çocukların gösterdiği ağır ruhsal travma belirtilerinden yola çıkılarak yapılan incelemelere dayanan raporda şunlar ifade ediliyordu:

 

“ İzmir Şakran Cezaevinde bulundukları süre içerisinde insanlık dışı ve onur kırıcı muameleye uğradıkları açıkça anlaşılan çocukların ifadelerinden bazı alıntılar aşağıda sunulmuştur. İfadeler değerlendirilirken dikkatle ele alınması gereken husus çocukların kuruma girmeden önce siyasi eylem ve protestoların yaşandığı bir ilde yaşıyor olmalarının gördükleri muamele için gerekçe oluşturmuş olmasıdır.”

 

Söz konusu rapor ekte sunulmaktadır. Uzman psikolog ve psikiyatrlar çocuklarla yaptıkları görüşmeler sonunda elde ettikleri ifadelere, gözlem ve incelemelerine dayanarak şu yargıya varmışlardı:


“İfadeler çocuklara karşı etiketleme-damgalama, sindirme, korkutma, tehdit gibi ayrımcı, insanlık dışı ve onur kırıcı muamele eylemlerinin gerçekleştiğini, çocukların aileleriyle iletişimlerinin sınırlandırıldığını ve en vahimi çocukların doğrudan veya akranları aracılığıyla fiziksel, duygusal ve cinsel şiddete açık hale getirilerek her birinin şiddet mağduru olduğunu göstermektedir.”

 

Uzmanları bu yargıya götüren kimi beyanlar da raporda şu şekilde sıralanmıştı:

 

  •   “Şakran Cezaevi’nde özellikle Mersinli çocuklara (çoğu Pozantı Cezaevi kapatıldıktan sonra gönderilmiş) yönelik işkence ve kötü muamele var. Özellikle cezaevi müdürü (…) ‘Sadullah Ergin benim arkadaşım’ diyerek çocuklara bizzat kötü muamelede bulunup şiddet uyguluyor. Bunun dışında cezaevinde bulunan İzmirli çocuklara yönelik kötü muamele yok. Fakat bu çocuklar özellikle de ideolojik farklılıklar ön plana çıkartılarak Mersinli çocuklara şiddet ve baskı uygulamaları yönünde teşvik ediliyor. İzmirli çocuklardan bazılarının elinde 3 hilal dövmeleri var ve Mersinli çocuklar onların koğuşlarının önünden geçerken onları tehdit ediyorlar.”

 

  • “Şakran Cezaevi dışardan görünüşü itibariyle 5 yıldızlı otel gibi. İçerde her yerde kameralar var ama kameranın görmediği noktalarda her şey yapılıyor.”

 

  • “Çocukların kaldığı toplam 36 koğuş var. Bunlardan birisi cinsel suçlardan hüküm giyen çocukların kaldığı koğuş… Mersinli çocuklar sık sık buraya atılmakla tehdit ediliyor. Burada kalan çocuklar ise elleriyle yuvarlak işareti yaparak “siz teröristsiniz, biz sizi ne yapacağımızı iyi biliyoruz” diyorlar.”

 

  • “Arkadaşlarımız başka bir koğuşta tecavüz olduğunu söyledi. Onların koğuşunda birkaç çocuğa yapmışlar. Cezaevi müdürü bizi “sizi cinsel koğuşa göndereceğim” diyerek tehdit ediyordu.”

 

  • “Çocuklara 60 güne varan hücre cezaları veriliyor. Çocuğa hücre cezası verilebilir mi?”

 

  • “Ailelerimiz ile telefon görüşmelerimiz dinleniyor. İçerde yaşadıklarımızı anlatmaya başlayınca telefon hemen kesiliyor. Bir seferinde “Baba İHD” dedim, hemen telefon kesildi. Ertesi hafta telefonla görüşmeme cezası aldım.”

 

  • “I.Z. isimli arkadaşımız cezaevi müdürünün önünde jandarmalarca dövüldü. Yediği dayak sonucu kollarında şişlikler oluştu. Kendi ihtiyaçlarını göremez hale geldiği için diğer çocuklar ona yardımcı oluyordu. Kolunun kırık olduğunu ve doktora gitmesi gerektiğini bildirdiğimizde gardiyanlar tarafından dikkate alınmadık. Müdüre ‘Sizi şikayet etmeyeceğim beni hastaneye götürün’ dedi fakat yine de tedavisi sağlanamadı. Birkaç gün sonra kapıya çok sert biçimde vuran I.Z. koğuştan alınarak hücreye konuldu. Tedavi görmeden 50 gün hücrede tutuldu. I.Z.’ın ruh sağlığı iyi değil. Hastalanıp cezaevinden kurtulmak için yüzünü buradan buraya kadar (eliyle şakaktan çenesine kadar olan bölümü işaret ederek) camla kesti. Ama hala orada tutulmaya devam ediyor. Jandarma I.Z.’ı döverken kafası kanadı. En çok ağırımıza giden de yüzüne postalla bastılar.

 

  • “İçeride bir akrabasının şah damarını kestiği için bulunan 9 yaşında bir çocuk vardı. Sadullah Ergin cezaevini ziyaret ettiğinde ona oyun parkı yaptırdı.”

 

  • “Cezaevi müdürü masasının arkasındaki Atatürk resmini göstererek arkasının sağlam olduğunu, onu kimsenin oradan atamayacağını söylüyordu. Mahalledeki TEM’ciler de “sizi bir daha eylemlerde görürsek tekrar Şakran’a yollarız” diyorlar.”

 

Çakıl ve Gündem Çocuk’un ortak raporu şu yargı ve taleplerle sonuçlandırıyordu:

 

Çocukların ifadeleri ve uzman değerlendirmeleri, çocukların Şakran Cezaevinde işkence, insanlık dışı ve onur kırıcı muamele gördüklerini ve çocukların travma geçirdiklerini göstermektedir. Bu raporla talep edilen, hızlı bir şekilde, özgürlüklerinden yoksun bırakılmış çocukların nasıl bir muameleye tabi tutulduklarını değerlendirmek üzere başta Şakran Cezaevi olmak üzere çocukların bulunduğu tüm infaz kurumları ivedilikle, bütüncül bir inceleme ve soruşturmaya tabi tutulmalıdır. Söz konusu inceleme, soruşturma ve ziyaretler Avrupa İşkencenin ve İnsanlık Dışı veya Onur Kırıcı Ceza veya Muamelenin Önlenmesi Komitesi (CPT) standartlarına uygun bir şekilde yapılmalıdır.

 

Ayrıca süreçte çocuklara özgü bir adalet sisteminin gerekliliği olarak aşağıdaki konuların özellikle ve önemle göz önünde tutulması talep edilmektedir:

 

–          Öncelikle çocukların “çocuk” olduğunun ve bu tür hak ihlallerinin çocukların yaşamında kalıcı ve telafisi çok zor izler bıraktığının unutulmaması,

 

–          Kapalı kurumlarda bulunan çocukların yaşadıkları il, etnik köken, siyasi olaylarla ilişkilendirme vb. nedenlerden dolayı hak ihlallerine açık hale geliyor olmalarının dikkate alınması,

 

–          Hak ihlallerinin incelenmesi, araştırılması ve cezalandırılması ile ilgili süreçte çocukların daha da örselenmesini ve etiketlenmesini önleyecek bir yaklaşım sergilenmesi,

 

–          Çocukların infaz kurumlarında karşılaşmış oldukları hak ihlallerinin önlenmesi, tespiti ve sorumluların cezasız kalmaması için etkin hak arama ve bağımsız izleme mekanizmalarının geliştirilmesi.

 

Üçüncü Rapor ise Çağdaş Hukukçular Derneği İzmir Şubesi’nden avukat Serdar Gültekin tarafından iki çocukla yapılan görüşme notlarına dayanıyordu. Gültekin ekteki raporlarında İ. A. ve S. B. adlı her ikisinin de aileleri Mersin’de yaşayan çocuklarla yaptığı görüşmelerde şu tespitlere yer vermişti:

 

  • Görüşmeci (İ. A.) cezaevinde 1. Müdür Emrullah ve 2. Müdür Ercan ve bunların gözetiminde bulunan başta “baş efendi” olarak belirttiği Uğur isimli başgardiyan olmak üzere bütün gardiyanlar tarafından kendisi ve cezaevinde kalan diğer kişilere ağır işkence yapıldığını belirtmektedir. Görüşmeci müdürler ve gardiyanlar tarafından kendilerine sürekli olarak yoğun şiddet uygulandığını belirtmektedir. Gardiyanlar tarafından süngerli odaya alındıklarını (görüşmeci süngerli odayı  “memurlar bizi mavi odaya götürüyorlar, duvarlar pamuk kaplı, yumuşak” şeklinde tanımlamıştır. ) burada kameralar kapatıldıktan sonra şiddetli ve yoğun şekilde dövüldüklerini beyan etmiştir. Ayrıca çoğu zaman süngerli odaya götürülen çocukların elleri ve ayakları plastik kelepçeyle kelepçelendikten sonra gardiyanlar tarafından dövülmektedirler. Çocuklar elleri ve ayakları plastik kelepçeyle bağlanıp dövüldükten sonra çoğu kez saatlerce bu şekilde bekletilmektedirler.

 

  • Gardiyanlar çocukları ağır şekilde dövdükten sonra, kurum müdürünün kararı ile,  müşahede odası denen, içinde bir yatak, musluk ve tuvalet olan 2 – 3 metrekare hücrelere kapatılıyorlar. Bu hücrelerde günlerce hatta aylarca tutulduklarını beyan etmektedirler. Hücreye kapatılan çocuklar günlük 1 saat havalandırmaya çıkmakta ve geri kalan 23 saati yukarıda belirtilen hücrede tek başına geçirmektedir. Cezaevinde toplam  22 tane hücre bulunmaktadır. Çocukların beyanına  göre bu hücreler hiçbir zaman boş kalmamaktadır.

 

  • Görüşmeci (S. B.) cezaevinde 1. Müdür Emrullah ve 2. Müdür Ercan ve bunların gözetiminde bulunan gardiyanlar tarafından kendisi ve cezaevinde kalan diğer kişilere ağır işkence yapıldığını belirtmektedir. Görüşmeci müdürler ve gardiyanlar tarafından kendilerine sürekli olarak yoğun şiddet uygulandığını belirtmektedir. Gardiyanlar tarafından süngerli odaya alındıklarını, burada kameralar kapatıldıktan sonra şiddetli ve yoğun şekilde dövüldüklerini beyan etmiştir. Ayrıca çoğu zaman süngerli odaya götürülen çocukların elleri ve ayakları plastik kelepçeyle kelepçelendikten sonra gardiyanlar tarafından dövülmektedirler. Çocuklar elleri ve ayakları plastik kelepçeyle bağlanıp dövüldükten sonra çoğu kez saatlerce bu şekilde bekletilmektedirler.

 

  • Görüşmeci Şakran cezaevinde geçirdiği 5 aylık tutukluluk süresinin 2,5 ayını hücrede geçirmiştir.

 

  • Görüşmeci cezaevine dışarıdan bir heyet geldiği zaman müdürün bütün hücreleri boşalttığını ve hücrelerde kalan çocukları koğuşlara aldığını beyan etmektedir.

 

  • Kurum 2. Müdür olan Ercan çocukları hortum ile dövmektedir.   Görüşmeci hortumla dövüldükten sonra kollarındaki morluk ve kızarıklıkları “ortada ince beyaz, yanlarda iki şerit şeklinde morluklar” şeklinde (ray şekli tanımana uygun) tanımlamıştır.

 

  • 2. müdür Ercan’ın  kullandığı hortumun tanımlanması istendiğinde, iki eliyle hortumun boyunu göstererek (40-50 cm tahmini uzunluk) beyaz düz hortum şeklinde tanımlamıştır.

 

3.  Bu raporların medyaya yansıması üzerine 27 Mayıs’ta TBMM’de bir basın toplantısı düzenleyerek iki kuruluştan gelen raporlara dayanarak şu açıklamada bulundum:

 

  • Şüphesiz biz Türkiye Büyük Millet Meclisinde milletvekili olarak bulunan yasama görevi ile yükümlenmiş olan vekiller olarak sadece bunları duyurmakla yetinemeyiz. Yapmamız gereken ve yapmamız mümkün olan işler vardır. Bunları sırasıyla yapıyoruz ama şunu söylemek istiyorum. Önümüzde şimdi var olan kanalların hiçbirisi bu zulmü önlemeye yetmiyor. İnsan Hakları İnceleme Komisyonunun, komisyonumuzun çabaları yetersizdir ve gönülsüzdür. Adalet Bakanlığına yönelik şikâyet mekanizması herhangi bir sonuç yaratmamaktadır. Uluslararası kurumlara yapılan yakınmaların sonuca bağlanması son derece uzun sürmektedir ve aslında bu kurumların yetki alanında olmadığı için Türkiye, genel olarak Türkiye hükümetine yönelik uyarılarla yetinilmektedir. Ama biz bu 24’üncü dönem milletvekili olarak bu meclise geldiğimizden bu yana iki yıldır bu şartlarda herhangi bir iyileşme olmadığını ben gördüğümü söyleyebilirim onun için daha etkin mücadele yolları bulmak üzere tabi ki grubun önüne bunu götüreceğim aynı zamanda birlikte çalışmaya arzulu olan bütün milletvekilleri ile beraber de yapacaklarımız var. Ancak ben şöyle düşünüyorum: Asıl güç Türkiye Büyük Millet Meclisi dışındaki gönüllü kuruluşlarda, meslek kuruluşlarında. Onların yaratacağı kamuoyu ilgisi de,  bu dilin doğması için sizin de kameralarınızı ve mikrofonlarınızı bu taleplere daha hassas hale getirmenizi diliyorum. Medyanın bu konuda bir uyarıcı görev yerine getirmesi pek çok inceleme komisyonunun yapacağı işten daha önemli. Bu beş olayı gözünüzün önüne getirmekle şu aşamada yetiniyoruz ancak bu ilgili konularla birlikte bundan sonrasında planlamaya devam edeceğiz 

 

4. Ertesi gün 28 Mayıs’ta iddiaları araştırmak amacıyla Aliağa Ceza İnfaz Kurumları Kampüsü’ne giderek Cumhuriyet Savcısı,Turan Güzeloğlu’na başvurdum Sayın Savcı’nın kolaylaştırıcı tutumu sayesinde zaman darlığı dışında hiçbir kısıtlama olmaksızın Cezaevinin B-4, B-9, B-10 ve B-11 koğuşlarını ziyaret ettim. Burada 26 çocukla baş başa yaptığım görüşmelerde çocuklar bu raporlarda yer alan iddiaları teyit ettiler. Bu iddiaları şöyle özetleyebilirim:

 

  • İnfaz Koruma memurlarınca, yumruk, tekme ve tokatla dövülme, dayak.

 

  • Cezaevi müdürü ve ikinci müdürlerince, idarenin kameralarla izlenmeyen bölümlerinde, yumruk ve tekme ile dövülme, plastik boru ve hortumlarla falaka ve dayak.

 

  • Cezaevinin dış korumasından sorumlu Jandarmanın mahkeme ve hastane gidiş gelişlerinde kollarını bükerek, postallarla tekmeleyerek, yere yatırıp kafa ve yüzlerine postallarla yaptığı eziyet.

 

  • Cezaevi infaz koruma memurları, müdür ve ikinci müdürlerince tutuklu ve hükümlü çocuklara, küçültücü ve aşağılayıcı biçimde hitap edilmesi; bu onur kırıcı muamelelere her itirazın şiddetle karşılık görmesi.

 

  • Cam ya da demirbaşların bilerek ya da istem dışı bir biçimde zarar gördüğüne bakılmaksızın bu durumlarda hücre cezasına çarptırılmanın yanı sıra, bu zarar ziyanın çocukların emanetteki harçlıklarından kesilerek para cezasına da çarptırılmaları

 

  • Keyfi hücre (müşahade) cezalarıyla 5 günden 55 güne kadar kapalı yerde tutulma.

 

  • “Mavi oda” adı verilen ve çocukların kendilerine zarar vermelerini önlemeye yönelik olarak düzenlendiği söylenen yumuşak malzemeyle kaplanmış taban ve duvarları olan odanın eziyet mahalli olarak kullanılması. Plastik kelepçelerle elleri bağlanan çocukların burada dayak ve eziyete maruz kalmaları.

 

  • Kürtçe şarkı ve türkü söylediklerinde infaz koruma memurlarınca “terör sloganı” attıkları iddiasıyla toplu saldırılara uğramaları.

 

  • Okumak istedikleri gazetelerin kendilerine verilmemesi.

 

  • Dilekçe ve suç duyurularının yazıldıkları makam ve kişilere ulaştırılmaması.

 

  • Çocuklar cinsel taciz ve tecavüze şahsen maruz kalmadıklarını ancak “Suriyeli” takma adıyla bilinen bir çocuğun tecavüze uğradığını duyduklarını söylediler. Ayrıca; zaman zaman “cinsel koğuş” denilen daha çok cinsel saldırı suçlamasıyla cezaevine konulmuş çocukların tutulduğu koğuşa gönderilmekle tehdit edildiklerini bildirdiler.

 

Bu gözlemlerimi, koğuşlardan ayrıldıktan sonra Cumhuriyet Savcısı Turan Güzeloğlu ile paylaştım. Sayın Savcı, bana bu iddiaların hepsini kovuşturacağını beyan etti. Nitekim daha sonra Cezaevleri Komisyonu ile birlikte yeniden cezaevine geldiğimizde idari kovuşturmaya temel teşkil edecek şekilde benim ziyaret ettiğim koğuşlardaki çocukların ifadelerini ve benimle yaptığı görüşmenin tutanağını ve Aliağa Cumhuriyet Savcılığına yapılan suç duyurularını içeren bir klasör belgeyi bütün heyet üyelerine teslim etti. Sayın Güzeloğlu’nun bu görevini hakkıyla yerine getirmiş olduğunun altının çizilmesi gerekir.

 

II. Çoğunluk görüşünün eleştirisi

 

1. Raporun  2. sayfasında I I. BAŞVURUCULAR  başlığı altında şöyle denmektedir:
“Bazı medya kuruluşlarının haberlerinde ve Komisyonumuza da intikal eden bir kısım sivil toplum kuruluşu raporlarında Aliağa Ceza İnfaz Kurumu Kampüsü içerisinde yer alan İzmir Çocuk ve Gençlik Ceza İnfaz Kurumu’nda cinsel taciz-tecavüz, dayak, eziyet ve diğer kötü muamele iddialarına yer verilmekteydi. Bu iddiaların yoğunlaşması ve konu üzerinde kamuoyunda oluşan hassasiyet üzerine, Komisyonumuz iddiaların yerinde incelenmesi kanaatine varmıştır.”

 

Doğrusu, Komisyon, medya kuruluşlarınca haberleştirilmeden önce bu ihlallerin bilgisini çocuk cezaevleriyle ilgili yeni bir alt komisyon kurulması önerisi yaptığımda benden edinmişti. Bu bilgiye bu bölümde yer verilmeliydi. Bu bilginin raporda yer almaması, Komisyon’un üyelerden gelen çağrılara yönelik duyarsızlığını ve bu bilgiler medyaya düşmeden önce harekete geçebileceği halde harekete geçmekten imtina etmiş olduğunu da örtmektedir.

 

2. Komisyon aynı cezaevinde 04.01.2013 tarihinde de bir inceleme gerçekleştirmiş ve o inceleme sonuçlarının yer aldığı raporunda şu gözlemlere yer vermişti:

 

  • “Özellikle Çocuk ve Gençlik Ceza İnfaz Kurumu’nun bir ceza infaz kurumundan çok eğitim birimini andırdığını belirtmek gerekir.”

 

  • “Çocuk Ceza İnfaz Kurumu’nda suça sürüklenmiş çocukların yaşam ortamı ile onlara sunulan olanaklar takdirle karşılanmıştır.”

 

Oysa, elimizdeki raporun 3.-5. Sayfaları arasında yer verilen ve komisyonun ziyaret ettiği 1.- 4. ünitelerdeki çocukların anlatımları birinci raporun çizdiğiyle taban tabana zıt bir tablo sunmaktadır. Rapor bu farkın nedenlerine dair bir açıklama sunması gerektiği halde bunu yapmamaktadır.

 

Bu farkın en belirgin nedeni ilk inceleme raporunda “Heyet tarafından rastgele seçilen koğuşlarda hükümlü ve tutuklularla cezaevinden hiçbir görevli olmaksızın görüşme gerçekleştirilmiştir.” denmesine karşın gerçeğin böyle olmamasıdır.  İlk  incelemede ziyaret edilen bütün mahallerde birkaç koğuş dışında cezaevi yöneticileri  heyete eşlik etmişti.  Bunun çocuk, kadın ve adli hükümlü ve tutukluların -politik olanlar dışında- kendilerini rahatça ifade etmelerini engellemiş olduğu açıktır. Ayrıca ihlallere en açık kategori olan çocuklara yeterince vakit ayrılmamış olduğu da başka bir gerçektir.

 

Bunun ötesinde önceki raporda dile getirdiğim bir başka konuyu burada da aynen tekrar etmek isterim:

 

“Raporun 3. Sayfasında  IV. İNCELEMEDE UYGULANAN YÖNTEM başlığı altında ifade edilen yöntemin tutuklu ve hükümlü haklarına yönelik ihlallerin incelenmesi açısından uygun olmadığını ve bu yöntemin değiştirilmesi gerektiğini düşünüyorum.

 

“Bir insan hakları inceleme alt komisyonu olduğumuza göre incelemelerimizin amacı öncelikle ve esas olarak tutuklu ve hükümlü haklarının korunması ve ihlallerin ortaya çıkarılması olmalı ve kullandığımız yöntem de buna hizmet etmelidir.

 

“Oysa komisyonumuz bir kural olarak incelemelerine ilgili il idaresinin ve bağlı kurumların ziyaretin zamanı ve amaçları konusunda önceden bilgilendirilmesiyle başlamakta ve bir yarım gününü il yöneticilerinin ziyaretine ayırmaktadır. Buysa, incelenecek cezaevlerinin yönetimiyle doğrudan ve dolaylı ilgisi bulunan kişilerin bu cezaevlerindeki ihlal ve kusurları komisyondan gizlemek, kaçırmak ve birbirlerini kollamak için zincirleme işbirliği içine girmelerini; tutuklu ve hükümlülerin yakınmalarının önüne engeller çıkartılmasını kolaylaştırmakta ve komisyonumuzun ceza infaz kurumlarının özellikle tutuklu ve hükümlülere yönelik muamelelerinin gerçeğe en yakın tablosunu ortaya çıkartmasına engel olmaktadır.”

 

Nitekim bu sorun,  son incelemede kendisini çok çarpıcı bir biçimde ortaya koymuştur.  Raporda görüşlerine yer verilen çocuklardan  1.-4. ünitelerde kalanlar, daha önce benimle görüştükleri sırada, yukarıda belirttiğim ve Sayın Savcı Güzeloğlu’na verdikleri, ekteki tutanaklardaki ifadelerde dile getirdikleri hak ihlallerini komisyona da eksiksiz tekrarladıkları halde, daha önce görüşülmeyen çocuklar hep bir ağızdan bunlarla neredeyse taban tabana zıt bir tablo çizmişlerdir.  Hayatın olağan akışına uygun olmayan, yöneten yönetilen çelişkisinin hiçbir izini taşımayan  ve diğer çocukların anlatımlarıyla tam bir zıtlık içindeki bu “sonsuz uyum” tablosunun tek açıklaması, cezaevi yöneticilerinin çocukları komisyon ziyareti için özel olarak hazırlamış, onlara söyleyeceklerini “ezberletmiş” olmalarıdır. Neredeyse tek bir kalıptan çıkmışçasına her ünitede duyduğumuz bir örnek “hiçbir sorunumuz yoktur”, “taciz, tecavüz iddialarından çok rahatsız oluyoruz”, “bize memurlar çok iyi davranıyor” ifadelerinin inandırıcılıktan uzak olduğu ve çocuklara yöneticilerce telkin edildiğini düşünmek için yeterince neden vardır.

 

Bu ünitelerde kalanların belirgin özelliği, çoğunluğun İzmir ve Ege havalisinden gelen çocuklardan oluşmasıdır. Yöneticilerin böl ve yönet ilkesini uygulamaları için çok elverişli bir ortam olan  klasik yerli-yabancı mahkum  geriliminin ihlalleri dile getiren çocukları sindirmek, hiç değilse bunları dengelemek üzere yöneticilerce manipüle edildiğini anlamak hiç güç değildir. Nitekim Komisyon çoğunluğunun,  cezaevi yönetimi ile ters düşme pahasına, bundan hiçbir maddi ve somut menfaatleri olmayacağı halde olumsuzlukları ifade eden çocukların beyanlarını değil de cezaevi yöneticileriyle aynı doğrultuda konuşturulan çocukların beyanlarını asıl kabul etmeleri ve sonuçta idareyi aklayan bir rapora imza atmaları da bu açıdan semptomatiktir.

 

3. Çoğunluk raporu, Komisyon’a ulaşan ihbarlar ve Cezaevinde yapılan incelemeler sonucunda elde edilen bulgular arasında bir ihlaller hiyerarşisi oluşturmakta ve en üste yerleştirdiği “tecavüz” iddiasının gerçekleşmemiş olduğu saptamasını yürek ferahlatıcı bir bulgu olarak sunmaktadır. Komisyon çoğunluğu bu türden bir ihlalin gerçekleşmiş olup olmadığını titizlikle araştırmak yerine, her ne pahasına olursa olsun bu cezaevinde bir tecavüz vakası olmadığını ortaya koyma gayreti içinde olmuştur. Raporun  7. Sayfasında VII. DEĞERLENDİRME VE SONUÇ başlığı altında yer verilen şu saptama gerçeği yansıtmamaktadır.

 

“İzmir Çocuk ve Gençlik Ceza İnfaz Kurumu çoğunlukla bazı sivil toplum kuruluşlarının raporlarında yer alan iddialarla ilintili olarak, 24.05.2013 tarihinden itibaren medyadaki haberlerle gündeme gelmiştir. Söz konusu rapor ve haberlerde cinsel taciz-tecavüz, dayak, eziyet ve diğer kötü muamele iddialarına yer verilmekteydi.

 

“Cinsel taciz ve tecavüz iddialarının yol açtığı infiali Heyetimiz daha Kuruma girmeden somut olarak gözlemiştir. Nitekim Aliağa Ceza İnfaz Kurumu Kampüsü girişinde Heyetimizi durduran bir anne, içerde bulunan evladına sorduğunda bu tip vakaların yaşanmadığı bilgisini edindiğini ancak çıkan haberlerle sürekli tedirgin ve psikolojisinin altüst olduğunu anlatmıştır. Bahsedilen anne bu konunun Komisyonca mutlaka aydınlatılmasını talep etmiştir.

 

“Komisyonumuz inceleme bulunduğu 12 ünitede, Kurumda çalışan öğretmen ve diğer görevlilerle gerçekleştirdiği görüşmelerde bu iddiaları sorgulamıştır. Pek çok ünitede çocukların medya kanalıyla veya ailelerinin kendilerine yönelttiği sorular üzerine bu iddialardan haberdar olduğu görülmüştür. O kadar ki, Heyetimizin herhangi bir soru yöneltmesine gerek kalmaksızın, çocuklar iddiaları kesin bir dille yalanlamışlar ve bu iddiaları ortaya atanlar hakkındaki kızgınlıklarını dile getirmişlerdir. Kurumda halk eğitim merkezlerine bağlı görev yapan öğretmenler de görüşmelerde bu iddiaları sadece dışardan (medyadan) duyduklarını söylemişler ve iddialar hakkındaki şaşkınlıklarını ifade etmişlerdir.


“Komisyonumuz gerçekleştirdiği inceleme zarfında taciz ve tecavüz iddialarını doğrulayıcı veya bu konuda şüphe uyandırıcı hiçbir bulguya rastlamamıştır. Aksine Kurumun fiziki yapısı itibariyle, bu tip vakaların yaşanmasını adeta imkânsız hale getirdiği bir kez daha müşahede edilmiştir. Nitekim Kurumdaki çocuklar sürekli olarak ortak alanlardaki kameraların ve akvaryum adlı bölmedeki grup liderlerinin gözetimi altındadır. 17.00’dan itibaren tek kişilik odalarına girebilen çocuklar, gece 24.00’dan sonra kendi istekleriyle dahi odalarına birini alamamaktadır.


“Komisyonumuz elde edilen bilgi ve bulgular ışığında, taciz ve tecavüz iddialarının tamamen asılsız olduğu kanaatine ulaşmıştır.”

 

Bu ifadelerin gerçeği yansıtmadığına dair kanaatim iki somut olguya dayanmaktadır.

 

Birincisi, komisyon en büyük kaygısı “tecavüz iddiaları”nın açığa çıkartılması olduğu halde, bu bakımdan bilgiye ulaşılması en muhtemel ünite olan, “cinsel koğuş” adı verilen ve genellikle cinsel saldırı iddialarıyla irtibatlandırılan, kanunla ihtilafa düşmüş çocukların tutulduğu bölümü incelemek konusunda hiçbir irade ortaya koymamıştır. Bu bölümü ziyaret etmeksizin cezaevinden ayrılmış ve cezaevi yöneticilerinin beyanlarıyla yetinmiştir.

 

İkincisi ve daha önemlisi, ziyaret ettiğimiz koğuşlardan, Raporda “1. Ünite” olarak zikredilen B-9 ünitesinde Komisyona bir tecavüz vakasına bizzat tanık olduğu ve bunun için mahkemede tanıklık yapmakta olduğunu söyleyen B.Ç. adlı çocuğu dinlemeye ilgi göstermemiştir.

 

Komisyon üyeleri B-9 ünitesindeki çocuklara “tecavüz”le ilgili soru yönelttiklerinde komisyonun olumlu yaklaşımlarından cesaretlenen B. Ç. kendisinin  cezaevinde gerçekleşen ve yargıya intikal eden bir tecavüz davasında tanık  olduğunu açıkladı. B. Ç. tam bu konuyla ilgili beyanlarda bulunmaya hazırlandığı sırada, üniteye giren bir infaz koruma memuru  B. Ç’nin ziyaretçisinin geldiğini ve kendisini beklediğini haber vererek, görüşe çıkarmak istedi. Komisyon  başkanının “ziyarete çıksın sonra devam ederiz” demesi üzerine B. Ç. üniteden alındı. Ancak bir daha B-9’a dönülmeden ziyaret bitirildi.

 

B.Ç.’nin görüşmesinin kesilmesinin geçerli bir mazerete dayanıp dayanmadığı kuşkuluydu. Komisyon üniteden ayrıldıktan sonra B.Ç. ziyarete çıkarılabilirdi. Komisyon çoğunluğu da bu bahaneyi sorgulamak yerine, bu tanıklığı unutmayı seçti. Öyle olmasa, birden çok kez “B.’yi unutmayalım” diye uyarmama rağmen, B-9 ünitesine  dönülmezlik edilmez, bu beyan kayıtlara alınırdı. Ne var ki, komisyon çoğunluğunun “tecavüz yok” obsesyonu,  bu çocuğun tanıklığının işitmezlikten gelinmesine ve incelemenin savsaklanmasına neden oldu.  Dolayısıyla, nesnel olarak “elde edilen bilgi ve bulgular ışığında, taciz ve tecavüz iddialarının tamamen asılsız olduğu kanaatine ulaşmıştır.”  yargısı temelsizdir ve gerçeğe aykırıdır. Komisyon çoğunluğu bu incelemenin tamamlanması için gayret göstermeyerek ihlalin gözden kaçırılmasına neden olmuştur.

 

4. Çoğunluk raporunun, 10. Sayfasında dayak, cebir, şiddet ve darp  olaylarına ilişkin olarak yer alan şu sonuç yargısı, durumun vahametini örtücü bir biçimde dile getirilmiştir.

 

“Kuruma dair bazı haberlerde yer alan veya ünitelerdeki kimi çocuklarca dile getirilen dayak ve olumsuz hitap iddialarının hem yerel makamlarca hem de Adalet Bakanlığı tarafından görevlendirilen kontrolörlerce hassasiyetle tetkik ediliyor olmasından memnuniyet duyulmuştur. Böylece zaten fiziki şartları itibariyle mükemmele yakın olan Kurumun insan faktöründen kaynaklı sorunlarının en aza indirilmesi mümkün olacaktır. Gerçekleştirilen inceleme ve soruşturmaların bir başka boyutu ise, hiçbir alanda cezasızlık kültürünün yerleşmemesini temin etmeye yönelik olmasıdır.”

 

Raporda çocukların dolaysız anlatımlarına dayanılarak sıralanan çok sayıda darp, dayak, kötü muamele, insan onuruna aykırı davranış saptamasının ardından  kontrolörlerin olumsuzlukları gözlemlemelerinin çocukların uğradıkları muamelede hiçbir değişiklik yaratmıyor oluşu asıl üzerinde önemle durmayı gerektiren durumdur. Ancak, “tecavüzün yokluğu”na kanaat getirmiş olan Komisyon çoğunluğu, tecavüzden gayri ihlallere karşı aynı duyarlığı sergilememektedir.

 

Cezaevleri komisyonumuzun Adalet Bakanlığı’nın ilgili birimlerinin bu hak ihlallerinin hiç gerçekleşmemesi için uluslararası çocuk hakları sözleşmelerinin işaret ettiği yönde çalışmak yükümlülüğünü  açık bir dille ortaya koyması ve dolambaçlı ifadeler yerine ihlallerin sorumlularının hızla yargı önüne çıkarılmasını istemesi gerekirdi.

 

5. Raporda, çocukların dile getirdiği personelin ırkçı ve ayrımcı davranışları, hak ettiği önemde yer almamıştır.  Kürt çocuklar, personel arasında yakınları güneydoğudaki çatışmalarda zarar görenlerin kendilerine karşı düşmanlık güttüklerini, kendilerine “terör”, “terörist” gibi sıfatlarla seslenilmesinden  duydukları rahatsızlığı, Kürtçe şarkı ve türkü söylemelerine şiddetle müdahale edildiğini açıkça beyan etmişlerdir. Raporda yer alan farklı kökenlerden çocukların birbirleriyle iyi geçindiklerine ilişkin beyanları elbette memnuniyet vericidir. Özellikle birkaç koğuşta Kürt çocukların yaşadıkları sorunların Türk ve Romanlarca dile getirilmiş olması insanlık için çok ümit vericidir. Ama çocukların infaz koruma personeline yönelik yakınmaları kaygı vericidir. Çocukların zaten yeterince pedagojik eğitime sahip olmayan personelin, kendiliğinden ırkçılığına maruz kalmaya devam etmeleri önemsiz bir durum olarak görülemez.

 

6. Raporda çocukların sağlık hakkı ihlallerine ilişkin olarak dile getirdikleri yakınmalar, yakınma sahiplerinin “geri zekalı” olması gerekçe gösterilerek cezaevi idaresinin savunması yönünde çürütülmeye çalışılmıştır. “Zeka geriliği”nin başlı başına bir tıbbi yardım ve bakım ihtiyacını ifade etmesi gerekirken bir insan hakları komisyonu raporunda bu dezavantajlarının çocukların yakınmalarına karşı bir argüman olarak ileri sürülmesi kabul edilemez.

 

Ailelerince ziyaret edilemeyen ve avukatları olmayan, evlerinden binden fazla kilometre uzaktaki bu çocukların bütün olumsuz koşullara karşın sürdürdükleri mücadeleye saygı göstermek gerekir.

 

7. Sonuç olarak İzmir/Aliağa Çocuk ve Gençlik Ceza İnfaz Kurumu’ndaki incelemelerimiz sonucunda varılması gereken en önemli yargı, fiziki altyapıya ve çocukların barındıkları birimlere yönelik bir dizi iyileşmeye rağmen çocuklara yönelik muamele bakımından Türkiye’nin taraf olduğu çocuk haklarını koruyan uluslararası sözleşmeler ve bunların gerektirdiği uygulama normlarına aykırılık ve ağır hak ihlallerinin  varlığıdır.

 

Bu çerçevede İzmir/Aliağa Çocuk ve Gençlik Ceza İnfaz Kurumu’nda şu uluslararası antlaşmaların, çocukların kapatılmasına dair hemen bütün hükümleri ya da ilgili maddeleri şu ya da bu derecede ihlal edilmiştir.

i. Özgürlüğünden Yoksun Bırakılmış Çocukların Korunmasına İlişkin Birleşmiş Milletler Kuralları(Havana Kuralları) (http://www.gundemcocuk.org/dokumanlar/havana_kurallari.doc)

 

ii. BM Çocuk Haklarına Dair Sözleşme/ Madde 37 (http://www.gundemcocuk.org/dokumanlar/cocuk_haklarina_dair_sozlesme.doc)

 

iii. Birleşmiş Milletler Çocuk Ceza Adaleti Sisteminin Uygulanması Hakkında Asgari Standart Kurallar (Bejing Kuralları)/Madde 26  (http://www.gundemcocuk.org/dokumanlar/bejing_kurallari.doc)

 

Bu ihlallerle ilgili olarak Adalet Bakanlığı derhal harekete geçmeli hem idari ve hem adli soruşturmalara başlayarak ihlalcilerin cezalandırılması ve hem İzmir hem de başka cezaevlerinde çocukların uluslararası antlaşmalara ve çocuk haklarına uygun bir biçimde tutulmalarını sağlamak için üzerine düşenleri yapmalıdır.

 

Bu çerçevede Bakanlık, ihlalleri ortaya çıkaran ve bunların giderilmesi için öneriler sunan çocuk tutuklu ve hükümlü hakları kuruluşlarıyla yakın ve açık bir işbirliğini sağlamak ve sürekli kılmak üzere yeni düzenlemeler gerçekleştirmelidir.