Asker Aileleri Çocuklarının Hayatı ve Hakkı için Örgütlenmeli

Kürkçü, Manisa’da zehirlenen askerler üzerine HDP Grubu adına TBMM’de yaptığı konuşmada: “Erat kimsenin kölesi, kimsenin üzerinde şu ya da bu şekilde maliyet düşürme operasyonları yapacağı canlılar değillerdir; onlar bizim gençlerimizdir. İçlerinde bütün partilerimize oy veren ailelerin çocukları vardır, hiçbirini diğerinden ayırt edemeyiz.” dedi.

Sayın Başkan, sevgili arkadaşlar;

Her şeyden önce bu, en son, gıda zehirlenmesi olaylarında hastalanan erlerin hepsinin bir an önce iyileşmesini ve ailelerinin kaygılarının son bulmasını diliyorum. 23 Mayıs 2017’deki zehirlenmede hayatını kaybeden er Hüsnü Özel’e de rahmet diliyorum, ailesinin acısını paylaşıyorum.

Türkiye’de askerlik görevi yapmak insanların seçimi değil. Askerlik, zorunlu bir kamu hizmeti olarak, yasayla, 20 yaşını tamamlamış erkek yurttaşlara dayatılmış bir görevdir. Hiçbir er bulunduğu yerde olmayı kendisi seçmemiştir. Türkiye’de askerlik çağındaki gençler için vicdani ret hakkı tanımadığı için ister bu görevi benimsesinler ister benimsemesinler 20 yaşın üzerindeki herkes eğitim ve daha sonra kıta hizmetleri için askerlik altına alınmaktadır.

O nedenle devletin bütün öteki yurttaşlardan daha çok bu erata, erlere karşı görevleri vardır, kendilerine emanet edilmiş olan bu insanları nasıl girmişlerse kışlaya ailelerine öyle teslim etme yükümlülüğü vardır. Hukuken, anayasal olarak, siyaseten bu böyledir ama askerliğin gerçeği bu değildir. Herkes bilir ki, askere gidenlerin bir bölümü “eğitim zayiatı” olarak “eks” olacaklardır. Bu kaderin değişmediği yerde gıda zehirlenmeleri de Türkiye’yi yönetenler için o kadar önemli görülmeyebilir.

Ben Millî Savunma Bakanımızı dikkatle dinledim ve bize şunu söyledi, dedi ki: “Aslında bunlar gıda zehirlenmesi de olmayabilir çünkü hiç yemek yemediği hâlde rahatsızlananlar var. Dolayısıyla, esrarengiz bir olayla karşı karşıyayız.” Millî Savunma Bakanlığı araştırmasını hangi kurumlar üzerinden yapıyor ben bilmiyorum ama Manisa Valiliğinin Manisa Cumhuriyet Savcılığına havale ettiği araştırma görevi sonucunda ortaya çıkan, 23 Mayıs 2017’deki zehirlenmenin “bakteriyel bağırsak enfeksiyonu”na bağlı olduğu ortaya çıkmış, salmonella [bakterisi] dolayısıyla; bunun gerçekleştiği anlaşılmış ve uzmanlar demişler ki: “Kırk sekiz saat sonra, hatta beş altı gün sonra bu [bakterinin]  yaşam döngüsüne bağlı olarak yeni zehirlenme vakaları ortaya çıkabilir.” Nitekim, 27 Mayıs 2017’de Kırkağaç 6’ncı Jandarma Komando Er Hüsnü Özel Eğitim Alayı’nda 70 asker zehirlenmişler. Ne kadar ironik değil mi? Aslında hiçbir “vatani” özelliği olmayan bir şirketin obur karnını doyurmak için askerlere yedirdiği kokmuş etlerden ötürü hayatını kaybeden erin adını kışlaya vereceksiniz, o kışladakiler aynı oburluk dolayısıyla bir kere daha zehirlenecekler ve yaşamsal tehlikeyle karşı karşıya kalacaklar. Ve 16 Haziranda, Manisa’da aynı şey devam etti. Fakat Millî Savunma Bakanımız bir noktayı eksik belirtti. Dün gece itibarıyla Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’nde konuşlu 28’inci Mekanize Piyade Tümeni’nde 68 asker daha zehirlenme tanısıyla hastaneye kaldırıldılar.

Bunun niye olduğu son derece açık değil mi? Özelleştirme olan yerde oluyor bu. Özelleştirme niye yapılır? Devlet yükümlülüklerinin bir bölümünü piyasaya devretmeyi seçer. Piyasaya devretmeyi seçtiğiniz zaman bunları çoktan kabul etmişsiniz demektir çünkü piyasada kamu hizmeti [güdüsü], kâr amacından gayri bir güdü yoktur. Niçin bu mevsimde oluyor? Çünkü yaz geldi, çünkü en büyük maliyet olan soğuk hava zincirlerindeki yatırımlardan, bu maliyetten kaçınıldığı için oluyor. Aslında önceki aylarda hâlâ bu zehirlenme potansiyeli olmakla beraber, şimdi bu potansiyel kendisini açığa vurdu ve iyi pişmemiş bütün etler kokmaya başladı. Bu kadar basit, buna esrarengiz gerekçeler bulmaya gerek yok. Sadece Rota Yemekçilik değil, onun sözleşmesine son verdiniz. Fakat ben Sayın Bakana tekrar sormak istiyorum: Bu şirketin sözleşmesine niçin son verdiniz? Çünkü diyorsunuz ki “Son zehirlenme, gıda zehirlenmesi değil.” Demek ki aslında bu şirketin bir kusuru yok, siz bu kanaate varmışsınız fakat öbür taraftan da görevine son vermişsiniz. Nereden baksan, tutarsızlık. O nedenle ben derim ki her şeyden önce, zorunlu kamu hizmetine alınmış olan gençlerin hayat ve geleceklerini güvence altına almak, onlara en yüksek standartta ve en yüksek kalitede bakım, iaşe, ibate sağlamak devletin başta gelen görevidir.

Dün Sevgili Cumhuriyet Halk Partisi Milletvekili Tur Yıldız Biçer’in askerlerin hastanedeki hâllerini kayıt altına aldığı anda  -tesadüfen, kendisi kastetmediği hâlde- askerler infiale kapılarak başlarına geleni anlattılar, dediler ki: “Bize bunları döve döve yediriyorlar. Şimdi kışlaya gideceğiz, gene dayak yiyeceğiz.”

Şimdi, sevgili arkadaşlar, ben Bakanın sözünden çok, bu erin sözünü ciddiye almak isterim çünkü bu haksızlığa, bu hoyratlığa maruz kalan bu insanlardır, bu çocuklardır; kendileri seçmedikleri hâlde kendilerini itaat altına almaya çalışan mekanizmanın onlara zoraki olarak haksız, kötü, kabul edilemez bir muameleyi reva görmesidir. Bunun için aslında sadece bu bilgi yetmez, Meclisin bir araştırma yapması gerekir.

Bu araştırmaya başladığımız zaman göreceğiz ki Manisa’dakine benzer pek çok şey, esasen iaşe ve ibatenin yanı sıra, başka şeylerin, taşıma ve diğer işlerin de özel sektöre devredildiği, piyasalaştırıldığı her yerde bir ölüm tehlikesi, bir kaza tehlikesi, bir risk olarak insanlarımızın, gençlerimizin başında durmaktadır.

Ben -doğrusu bunun bir yolunun araştırma olmasına rağmen, bu araştırmalar nasıl olsa kabul edilmeyeceği ve gerekleri nasıl olsa yerine getirilmeyeceği için- buradan yurttaşlarımıza bir çağrıda bulunmak istiyorum: Oğulları askerde ya da asker yaşında olan bütün aileler[in] -askerlerin örgütlenmesi, hak araması, kendi haklarını kamu otoriteleriyle müzakere etmesi yasayla engellenmiş olduğu için-  oğullarının haklarını korumak için dayanışma örgütleri kurmak, askerde oğulları olan ailelerin bir araya gelerek her bir ihlal anında Millî Savunma Bakanlığına, ilgili komutanlıklara, ilgili birimlere başvurarak çocuklarının haklarını ve geleceklerini teminat altına almak için kendi kendilerini görevli kılmalarını öneriyorum. Ancak, böyle bir dayanışma ikliminde, ancak yönetenler aşağıdan itirazla, basınçla, eleştiriyle, denetimle karşı konulduklarında hizaya gelebilirler. Yoksa kendi hâline bıraktığınızda silahlı kuvvetlerin ve Millî Savunma Bakanlığı emrindeki yapıların kendi kendilerini kendi kendilerine iyileştirmelerinin olanağı yoktur. Toplumdan bir söz gelecek ki, “Öyle olmaz kamu hizmeti, böyle olur.” diyecek ki halkımız ve aileler, sonuçta bu erat da layık oldukları muameleye kavuşacaklar. Ve layık oldukları muamelenin başında, kendilerinin birer birey, hak sahibi birer yurttaş, birer köle değil, sadece ve sadece Anayasa’da yazılı kamu hizmeti görevini yerine getirmek üzere silah altına alınmış insanlar oldukları idrakiyle onurlarıyla ve güvenlikleriyle orada kendilerine verilen işleri yaparak sağ salim ailelerine kavuşmalarını sağlayacak şekilde ayakta durmaları [gelir]. Erler, erat kimsenin kölesi, kimsenin üzerinde şu ya da bu şekilde maliyet düşürme operasyonları yapacağı canlılar değillerdir; onlar bizim oğullarımızdır, onlar bizim insanlarımızdır, bizim gençlerimizdir. İçlerinde bütün partilerimize oy veren ailelerin çocukları vardır, hiçbirini diğerinden ayırt edemeyiz. O yüzden, mutlaka ve mutlaka, toplumu, aileleri, milletvekillerini, bu insan[ların] hak ve geleceğinden sorumlu olan bütün herkesi el ele vererek Millî Savunma Bakanlığının bizi doyurmayan açıklamasının gerçekte ne olması gerektiğine dair cevabı aramaya davet ediyorum.

Hepinizi sevgi ve saygıyla selamlıyorum. (HDP sıralarından alkışlar)