Bir an önce Suriye’den elinizi çekin!

AKP’nin Suriye politikalarındaki yanlışlarının belirlenmesi amacıyla, BDP grubu tarafından TBMM’ye verilmiş olan Meclis araştırma önergesi lehinde Ertuğrul Kürkçü’nün konuşması.

suriyeSayın Başkan, sevgili arkadaşlar; bu BDP önerisinin desteklenmesi sadece bir tercih meselesi değil, bunun bir zorunluluk olması gerekir çünkü hakikaten Türkiye, Suriye’yle ilgili olarak benimsediği dış siyaset ve bunu destekleyen iç siyasetler dolayısıyla, bundan dört yıl önceyle kıyaslandığında hem bölgede hem içeride son derece esaslı bir kredibilite, saygınlık kaybına uğradı ve şu an için bölgenin ne tanzim edici ülkelerinden ne de barış kurucu ülkelerinden biri olarak görünüyor.

Tabii, bunun çok açık bir nedeni var: Bu, Suriye halklarının bugün maruz kaldığı çatışmanın, savaşın, Amerika Birleşik Devletleri’nin Orta Doğu’da yanlış bir hesaba dayalı olarak yeni bir güç dizilişi elde etmek üzere desteklediği bir vekaleten savaşla ilgili. Suriye’de bir vekaleten savaşın sürdüğü apaçık ortadadır. Baas rejiminin Suriye, Çin ve belki İran, sözüm ona muhalif güçlerin de Amerika Birleşik Devletleri, Katar, Kuveyt, Suudi Arabistan’dan ve Türkiye’den oluşan bir başka eksen üzerinde dizildiği apaçık ortadadır. Fakat asıl büyük mesele şudur ki Türkiye bu savaşa boylu boyunca girerken bu yanlış hesabı kendi organlarında doğru bir biçimde tartışmamıştır. Ne Meclis bu konuda doğru dürüst bir tartışma yapmıştır ne medya bu konuda doğru dürüst bir tartışmanın parçası olmuştur.

Tıpkı Libya gibi, tıpkı diğer Arap ülkeleri gibi Suriye’nin kısa zamanda bir iç isyanla çökertilebileceğine dair varsayım, hepimizin gördüğü gibi, bir insani facia pahasına doğrulanmamıştır çünkü Suriye’yle ilgili bütün bilgiler, hesaplar son derece yanlıştır. Suriye’deki seküler rejimin tamamen bir zorlama olduğu, bunun, Suriye’nin iç hayatının, iç dinamiklerinin bir parçası olduğu akla bile getirilmemiştir. Çoğunluğun Sünni olduğu bir yerde, bir Alevi azınlığın yönettiği bir ülke olarak Suriye’nin, kısa sürede yönetiminin devrileceği düşünülmüştür ama bu kaba, sosyal realitelerle, tarihle hiçbir alakası olmayan hesap gümlemiştir çünkü Suriye ne azınlık Aleviler tarafından yönetilen bir ülkedir ne de Suriye’de Nusayriler iktidardadır aslında.

Baas rejiminin en önemli dayanaklarından bir tanesi, Şam ve Halep’in Sünni ama seküler burjuvazisidir. Bu çerçevede, ayaklanma, sonunda kendi yörüngesinden çıkmış, hak ve adalet arayan halkın, bir tek parti rejiminin yerine demokratik bir rejim kurmak için uğraştığı bir mücadele olmaktan çıkmış, dünyanın her tarafından, hemen hemen her ülkesinden, batı Avrupa’dan, Amerika Birleşik Devletleri’nden, Bangladeş’ten, mağripten maşrıktan ve tabii Türkiye’den ve tabii Irak’tan gelen binlerce, on binlerce, “İslam mücahidi” adını kendilerine veren, büyük bölümü El Kaide ve onun bağlı unsurlarının kontrolü altında bulunan çetelerin yürüttüğü, Suriye’yi yerle bir eden, onun tarihî kazanımlarını yok eden bir savaşa dönüşmüştür.

Türkiye’nin bu savaşta tuttuğu rol, ne yazık ki bir haydut devletin tutabileceğine neredeyse yakın bir rol olmuştur. Ne kendi ülkesinin kurumlarına ne kendi ülkesinin kamuoyuna ne sınır boylarında yaşayan halkın iradesine değil, çok basit, Amerika Birleşik Devletleri’nin stratejik hesaplarına bağlı bir tutum benimsemiş, insan hakları ihlallerini göze almış ve almaya devam etmiştir. Biraz önce, AKP sözcüsü buradan konuşuyor “Ortaya çıkan fotoğraflar ne kadar büyük zulüm.” Doğru, o zulüm hep vardı. O zulüm, Başbakan, Esad’la birlikte yeni bir dostluk kampanyası açtığı zaman da vardı. Suriye o zaman da özgür bir ülke değildi bu bakımdan ama çatışma başladığında orduların neler yapabileceğini herkesin bilmesi gerekir. Evet, bir ordu böyle davranır ama onun karşısındaki muhalefetin ondan farklı davranması gerekir. Peki, muhalefetin bu açıdan yüz ağartıcı bir durumda olduğunu kim söyleyebilir? Herkesin kuralları ihlal ettiği, hiçbir savaş kuralının geçerli olmadığı, hiçbir geçerli askerî hukukun yürürlükte bulunmadığı bir savaş içerisinde Suriye bir kan deryası hâlinde almış başını gitmektedir.

Şimdi, Cenevre’de düzenlenen görüşmeler, aslında bu hesabın, bu vekâleten savaş hesabının tutmadığının apaçık bir kanıtıdır. Suriye rejimiyle muhalifler aynı masaya önünde sonunda oturmak zorunda kalmışlardır. Bu kan banyosuna girmeye gerek kalmadan Türkiye yapıcı bir diplomasiyle, yapıcı bir dış siyasetle pekâlâ bu sonucu, bu kan deryasına girmeden sağlayabilecek siyasi ve diplomatik üstünlüğe sahipken bu kozu elinden böylelikle kaçırdı ve şimdi, üstelik kendisini bu savaşa sürenlerin, kendi hesaplarını Türkiye’ye dayatanların giriştikleri arabuluculuk faaliyetlerinin sonucunda masanın da en dışında kaldı; sürece en son dâhil edilen, fikrine en son başvurulan oldu. Avrupa Konseyi Parlamenter Meclisinde iki yıl önceki tartışmalarda, Türkiye’nin rolünü övgüyle karşılayan bütün parlamenterlere o zaman da söyledik “Yanlış hesaba Türkiye’yi övgülerinizle alet etmek istiyorsunuz; sizin hesabınız da yanlış, Türkiye’nin hesabı da yanlış.” diye, nitekim bu çıktı ortaya.

Şimdi, sevgili arkadaşlar, bu, sadece Suriye’nin bir iç meselesi olarak kalmadı, Suriye’deki iç mesele Türkiye’nin iç meselesi oldu; Hatay’da patlayan bombalar, bütün sınır boylarındaki mülteci akınları, Hükûmet sözcüsü tarafından nüfusu 600 bini aştığı söylenen göçmenlerin, muhacirlerin, bunların hiçbir statüye sahip olmadan yaşamak zorunda kaldıkları güçlükler ve kaçınılmaz olarak sınır boylarında değişen demografik yapı. Bu kentlerin yerli halkı bu akan göçmen yığını karşısında şimdi kendilerinin azınlıkta kaldığı düşüncesiyle pek çok insan hakları ihlaline denk gelebilecek ama tamamen sebepsiz olmadığını söyleyebileceğimiz karşılıklı nefret gerilimleri içerisine girebiliyorlar. Bütün bunların bir hesaba sığmadığı apaçık ortada değil mi? O nedenle Barış ve Demokrasi Partisinin bunu Meclisin baştan sona konuşması gerektiğini konusundaki ısrarını herkesten önce Hükûmet partisinin arzuyla karşılaması lazım çünkü belki de Amerika Birleşik Devletlerinin hesaplarından, Suudilerin hesaplarından, Katar’ın, Kuveyt’in hesaplarından başka bir hesap yapmanın mümkün olduğuna dair bir akıl bu Meclisin sıralarından çıkabilir.

Türkiye daha ne kadar böyle gidebilir ve ne kadar gidecektir? Üstelik, Türkiye Suriye’deki bütün bu çatışmanın biricik olumlu eseri olan, biricik olumlu ürünü olan Rojava Kürdistanı’nın kendi kendini yöneten seküler, demokratik, çoğulcu, öz yönetimci bir yeni yerel yönetim kurmuş olmasını da sempatiyle değil, husumetle karşılıyor ve onları bir an önce bulundukları mevzilerden itelemek için örtülü harekâtlara da giriyor. O nedenle kendi iç meselemiz, Türkiye’nin içinde cereyan eden Kürt sorunu henüz çözüm beklerken, çatışmadan çatışmasızlığa geçmek ve bir çözüm aralığı yakalamak icap ederken hemen güneyimizde başka bir Kürt nüfusun kendi işlerini kendi bildiği gibi çözmesine Türkiye askerî ve siyasi yöntemlerle müdahil oluyor. Çok yönlü bir savaş içerisinde yok yere kaynaklar tükeniyor, yok yere Türkiye tecrit ediliyor, yok yere insan hakları sınırın her iki tarafında da ağır ihlallerle karşı karşıya.

O nedenle, sevgili arkadaşlar, yanlış hesap sadece Bağdat’tan değil, Şam’dan da döner. Her yerde yanlış hesap eninde sonunda gelir döner de niçin Hükûmetin hırslı güç icrası, güç ilanı hesaplarının bedelini Türkiye’nin halkları, Kürtler, Araplar, Türkler ödesin, niçin bunun maliyetini Türkiye’nin bütçesinden ödeyelim, niçin Türkiye’nin güvenliği için kurulmuş olan kuruluşlar başka ülkelerin iç güvenliğini tehdit eden casusluk örgütleri hâline gelsinler?

Bir an önce bu araştırma önergesinin kabulü yönünde oy kullanmanızı diliyorum.

Hepinizi sevgi ve saygıyla selamlıyorum.