Bir dakikalık özgürlüğü bir işçinin bir nefesine değişmeyiz

Bütün işçiler hep birlikte ya özgür olacaklar ya hiç birimiz özgür olmayacağız; bunu çok iyi biliyoruz. Hem savaşın bitmesi için, ölümlerin olmaması için, üniforma giydirilmiş işçilerin ve köylülerin karşılıklı birbirlerini öldürmemeleri için çaba göstereceğiz hem de öte yandan asla ve asla herhangi bir işçinin ücretini, emeğini, hayatını, soluğunu bizim herhangi bir özgürlüğümüzle ne değiş tokuş edebiliriz ne bunlar değiş tokuş edilebilir ne de böylece barışa hizmet edilebilir.

___________________________________________________________________________________________

somaHDP Grubu’nun Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanı Taner Yıldız Hakkında verdiği gensoru üzerine Ertuğrul Kürkçü’nün TBMM konuşması:

HDP GRUBU ADINA ERTUĞRUL KÜRKCÜ (Mersin) – Meclis-i Kebir-i Millî Reisi Hazretleri, muhterem mebusefendiler ve hanımefendiler; Kuvvet ve Menba-i Servet-i Tabiî Nazırı Devletlü Taner Yıldız Beyefendi’nin kanunen memur idüldüğü vazâifin ifasında irâe eylediği acz, maâdinde, icraında mesul olduğu tanzimattan sarfınazar iderek amaleyi sermayedarın keyf ve arzusuna terki, kendü Adalat-ü İnkişaf Fırkasının tarafdârânını memleketin menba-i servet-i tabiînin yağması içün muktedir kılması ve nihayet vazife esnasında ifası muktezi tedâbirden imtinası ve maâdin civarlarındaki istihsalin kanun ve nizamnameleri ihlaliyle tamamiyle taşeron dimekle maruf kumpanyalara terki neticesiyle vuku bulan amele cinayâtında evleviyetle mesul bulunduğuna mebni merkum mûmâ-ileyhin istifasını talep eyleyeceğiz.*

Evet, tefhimde müşkülatla dûçâr olduğunuzu rü’yet eyliyorum**, o yüzden ne dediğimi anlatayım, anlamadığınızdan eminim.

RECEP ÖZEL (Devamla) – Anladık, anladık, devam et, anlat, güzel oldu.

ERTUĞRUL KÜRKCÜ (Devamla) – Hakikaten mi, ne dedim? Hiçbir şey anlamadınız. Ama işte bu boş işlerle bizi uğraştırıyorsunuz, ister istemez üç-beş dakikamız buna gidiyor.

Aslında bizim ecdadımızın lisanı değildir. Bizim ecdadımız böyle konuşmaz. Osmanlı sülalesi ve onların memurları böyle konuşurdu. Şimdi “ecdadın dili” diye bize bunları söylüyorsunuz ama bizim ecdadımız göçebe Türkmenler, göçebe Kürtler, Türkiye’nin dört bir tarafındaki rençber, çoban, amele insanlardır. Onlar, bu insanlar hakkında şöyle derler:

“Şalvarı şaltak Osmanlı,
Eğeri kaltak Osmanlı,
Ekende yok, biçende yok,
Yemede ortak Osmanlı.”

Biz, bu Osmanlı’nın âdetlerini, usullerini sürdürerek üzerimizdeki kapitalist baskıya ek olarak bir de böyle çökertilmiş, geriye savrulmuş bir iktidar ve sömürü mekanizmasının hayaletini, gölgesini üzerimizde taşıyarak iktidar eylemeye kesinlikle karşı olarak bugün karşınızdayız. Biz, Sayın Taner Yıldız’ın istifasını istiyoruz ve elle tutulur sebeplerimiz var.

Birincisi: Madenlerdeki sosyal cinayetlerden birinci derecede sorumlu tutuyoruz kendisini. “Sosyal cinayet” diyorum çünkü bir sınıfın bir başka sınıfa karşı girişmiş olduğu bir cinayetten söz ediyoruz. Sermaye sahiplerinin, kapitalist sınıfın asla ve asla bugün çalışma normlarıyla ilgisi olmayan koşullarda işçileri çalıştırarak, çalıştırmaya mecbur ederek, orada öyle çalışmaktan başka bir yol bırakmayarak, onların yaşam, çalışma, dinlenme, bakım, eğlenme gibi tüm insani taleplerini göz ardı ederek tabi tutukları kırıma, soykırıma biz bir “sosyal cinayet” diyoruz ve bu sosyal cinayet bu Bakanımızın gözetimi altında cereyan ediyor. Başından sonuna, bütün süreçlerden birinci derecede sorumlu tutarız. Şundan ötürü sorumlu tutarız, Bakanlıklar hem Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı hem Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanlığı sürekli olarak bize şöyle bir tezle geliyor: Biz değiliz sorumlu, alt işverenlere buraları verdik, onlar usulüne göre çalışmadılar. Biz şimdi onları bak cezalandıralım da görün.” Aslında bu da doğru değil. Çünkü, Türkiye Kömür İşletmelerinin maden sahalarında kömür çıkartılmasından, üretilmesinden birinci derecede sorumlu olan Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanlığıdır, kamudur. Dolayısıyla kamunun bu işleri, alt işverenlere, esas işini, üretim işini, kömür çıkarma işini alt işverenlere vermeye hakkı da yoktur, yetkisi de yoktur. Kanun ona asla ve asla böyle bir hak tanımaz. Kanunun etrafından dolaşarak rödovans denilen usulle hem Soma’da, hem Ermenek’teki facianın, büyük facianın, bu sosyal cinayetin temeli atılmıştır; o nedenle Sayın Bakanı sorumlu tutuyoruz.

Bakın, rödovans dediğiniz şeyin ne olduğunu bir kere daha hatırlayın. Siz, bir maden sahasında kömür çıkartma işini hiçbir normla bağlamadığınız bir sermayedara veriyorsunuz. O sermayedara, çıkarttığı bütün ürünü peşin parayla satın alma taahhüdünde bulunuyorsunuz ve üstelik diyorsunuz ki: “Sana bir sınır koymuyorum, bir alt sınır koyuyorum fakat hiçbir üst sınır koymuyorum. Bu sınırın üstünde ne verirsen onu da alıyorum.” Böylelikle bu sermaye sahibine, aslında sermaye ile emek arasındaki temel ilişkiyi, zamanın nasıl kullanılacağı meselesini tamamen onun keyfine bırakarak orayı işletme yetkisi veriyorsunuz; olan şeylerin hepsinin gerisinde bu var. Maliyetleri düşürmek, işçileri mümkün olduğu kadar çok çalıştırmak, mümkün olduğu kadar ucuza çalıştırmak ve bunun için mümkün olduğu kadar kölece çalıştırmak. O yüzden bütün antik, feodal sömürü ve çalışma biçimlerini de toprağın altından çıkartıp madenlere sokuyorsunuz. Dayıbaşılık dediğiniz müessese bu sayede yeniden ürüyor. Dayıbaşılık dediğiniz, eskiden ağalara ırgat toplamak için kullanılan yöntemdi, şimdi kapitalist firmaya işçi toplamak için bu yöntemin kullanılmasına imkân verdiniz.

Ben bugün bir kere daha videodan izledim söylediklerinizi. “İşte böyle ya, böyle olacak, işletme dediğin budur. Artık, bak, Türkiye nerelere geldi?” dediniz. Meğer nerelere gelmişiz? O makyajın altında bir Orta Çağ çalışma usulü, bir ücretli kölelik bilediyemeyeceğimiz, aslında ücretlerin başka işçilerle, başka taşeron işçilerle paylaşıldığı tuhaf bir ilişki biçimi içerisinde insanların ölesiye çalıştırıldıkları bir işletmeymiş meğerse. O insanlar oraya gömüldüklerinde siz oraya gittiniz ve onların cenazelerini çıkartmakla Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanı olarak yükümlüydünüz.

Şimdi o nedenle biz size diyoruz ki: Siz Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanı olarak, Soma’da bu durumu bizzat uyguladığınız iktisadi politikalarla, enerji politikalarıyla yarattınız. Ermenek’te havza madenciliği esaslarına uygun olarak eski işletmelerin neleri geride bıraktığı hakkında en ufak bir bilgi olmadan yeni madenler çalıştırılmasına izin verdiniz ve insanlar olmayacak bir kazayla, aşağı yukarı artık dünyada görülmeyen bir kaza şekliyle, bir faciayla, dolayısıyla bir sosyal soykırımla karşı karşıya kaldılar, yerin yüzlerce metre altında su baskınıyla hayatlarını kaybettiler.

Şimdi, bütün bunlardan ötürü biz kimi sorumlu tutalım? Çalışma Bakanı sizden önce konuştu, dedi ki: “Bunlardan bizi sorumlu tutmayın, işçiler gidip öyle aptal aptal çalışıyorlar, sonra da ölüyorlar. İnsan öyle çalışır mı, insan orada sigara içer mi, insan böyle yapar mı?” Şimdi, bütün bu facianın açıklaması, işçinin aslında çalışmayı bilmemesi ya da doğru olmayan koşullarda çalışmaya razı olmasıyla ilgiliydi.

Peki, ben, size soruyorum: O insanlar acaba niye öyle çalışıyorlardı? Bunun arkasında tarım siyasetiniz yatıyor. Her maden işçisi, iflas etmiş bir çiftçidir. Soma’daki madende çalışanların hepsi eski tütün çiftçileriydiler. Tütün ekimi sınırlandırıldı. Bunun herhangi bir başka üretimle ikame edilmediği koşullarda, yokluk, yoksulluk içerisinde karşı karşıya kaldıkları banka borçlarıyla başa çıkmak için o madenlerin içine girdiler. Gırtlağına kadar banka borcuna batmamış, kredi kartı borcuna batmamış, bir müflis çiftçi olmayan bir maden işçisi gösteremezsiniz bana. Ermenek’te lastik ayakkabılarıyla babasını hatırladığınız işçi aldığı… Ermenek’te… Recep…

SÜLEYMAN ÇELEBİ (İstanbul) – Recep amca.

ERTUĞRUL KÜRKCÜ (Devamla) – Oğlu öldü, kendisi ölmedi. Bu oğlu onun…

SELAHATTİN KARAAHMETOĞLU (Giresun) – 10 liraya yeni lastik gönderdiler.

ERTUĞRUL KÜRKCÜ (Devamla) – …10 bin lira traktör borcunu ödeyebilmek için o madende çalışıyordu. Bu koşullar altında çalışmaya razı olabilmesi için insanların tutunacak hiçbir dalı olmadığını bilmeniz lazım, uyguladığınız tarım siyasetlerinin kaçınılmaz sonucu olarak buraya geldiğini bilmeniz lazım. Siz bana diyebilirsiniz ki: “Ben Tarım ve Orman Bakanı değilim, ben kendi alanımdan sorumluyum.” Ama bir de hükûmetin kolektif sorumluğu var. Bu sorumluk içerisinde hareket ettiniz ve sonuçta bu durumla karşı karşıya kaldık.

Sizin bakanlığınız sırasında ve sizin birbirini izleyen hükûmetleriniz sırasında, Türkiye, bir Avrupa birinciliği kazandı. Bununla ne kadar övünseniz azdır. İş kazalarında, ölümlü iş kazasında her 100 bin çalışan başına Avrupa’da birinci, dünyada üçüncü sıradayız. Bu bile başlı başına bir sorumluluk, bir hicap, bir istifa nedenidir. Nasıl olabilir? Siz elinizden gelenin en iyisini yapacaksınız -öyle diyorsunuz- ve sonuçta karşılaştığınız sonuç dünyadaki en kötü üçüncü, Avrupa’daki en kötü birinci sonuç olacak. Tabii eğer içeriye doğru bakarak konuşursanız belki diyebilirsiniz: “Bundan önceki on yıllarda on, on, on yıllar öncesinde işler başkaydı.” Ama siz bu dünyada yalnız, yalıtık bir yerde bir adada yaşamıyorsunuz. Bütün dünya insanlığı hep birlikte bir mesafe kat ediyor, siz kendi ülkenizi, kendi madenlerinizi bu sıranın sonuna sokarak aslında işinizi yapamadığınızı itiraf etmiş oluyorsunuz.

4857 sayılı Yasa’nın 2’nci maddesi çok açık. Bu yasayı ihlal ettiniz, çünkü, bu yasa, size, başta da söylediğim gibi, asıl işi, asıl üretim işini taşerona veremeyeceğinizi söyler. Siz, bütün maden ocaklarını rödevansa vererek, bütün maden ocaklarında aynı yolu kullanarak sınırsız sömürünün kapısını açtınız, o kapıdan bu felaketler girdi içeri.

Ve bir başka suçunuz, istifanızı gerektiren bir başka suçunuz şudur: Siz bütün bu maden sahalarını partinizin yerel unsurlarına devrettiniz, emanet ettiniz. Bütün ihalelerde onlara bu maden sahalarını paylaştırdınız. “Eş dost kapitalizmi” diye Türkçeleştirebileceğimiz “crony capitalism” denilen şey sizin zamanınızda oldu. Bakın, bunları uydurarak söylemiyorum.

Saffet Uyar, Ermenek’teki ocağın sahibi olan şirketin sahibi, 2004 ve 2009 yıllarında sizin belediye başkan adayınızdı. Bölgedeki bütün madenlerin işletme hakkını da o aldı. Bunu nasıl aldığını sanıyorsunuz, ihale mi açtınız? Öyle bir şey yapmadığınızdan eminim, dağıttınız.

Soma; Soma’daki Soma maden işletmesinin Genel Müdürü Ramazan Doğru ve eşi Melike Doğru; her ikisi de Adalet ve Kalkınma Partisi teşkilatının organik bir parçasıdırlar. Hanımefendi, belediye meclis üyesidir ve bu sıfatla, aynı zamanda, bu maden ocağında yöneticidir de. Dolayısıyla, bu sömürüden, bu kâr dağıtımından pay almaktadır. Her birini tek tek tahkik edecek olsak, yeni verilen maden ruhsatlarının tamamının partiniz taraftarı ve mensuplarına dağıtıldığını görebiliriz. Bu nedenle, ayrıca bir başka durum da var: Her ne kadar biz üretimin, maden ve tabii kaynakların üretiminin piyasalaştırılmasına esasen karşı olsak bile, bu piyasa ilişkilerinin de bir demokratik bir de cebri işleyişi var. Demokratik işleyiş, ihaleye çıkarsınız en çok parayı kim verirse o alır. Cebri işleyişte aslında başkalarını diskalifiye ederek kendi bildiklerinize bunları dağıtırsınız. Sizin Bakanlığınızda eş-dost kapitalizmi Türkiye madenciliğinin asıl işletme doğrultusu olmuştur.

Siz sadece bununla değil… Tabii ki gensoruyu vermemiz bu kazalarla ilgili ama sizin Bakanlığınız sırasında Türkiye kendisini nükleer riskle karşı karşıya bıraktı. Israrla bu nükleer santrallerin yapılması için inisiyatif aldınız, aslında öldürücü, yararsız, verimsiz, herhangi bir biçimde temiz enerji kaynağı olmayan bu santrallerin Türkiye’de inşası için bütün sınırları aşarak, bütün kayıtları aşarak, bütün argümanları boşa sararak bunların yapımına giriştiniz ve insanlarla alay edercesine dediniz ki: “Bekârlıktan ötürü ömürden kayıptan çok daha az kayıptır nükleer risk dolayısıyla ortaya çıkan kayıplar.” Böyle bir karşılaştırmayı, siz okumuş, yazmış, bu karşılaştırmaların ne manaya geldiğini bilecek bir insan olarak nasıl yapabildiniz? Ben hakikaten çok şaşırıyorum.

Ve Sayın Yıldız, siz, aynı zamanda, 17 Aralık yolsuzluk sürecinin de zeminini hazırlayan temel ilişkiyi kurdunuz. Petrol karşılığı altın siyasetini enerji ithalat ve ihracatında devreye sokarak İran’la yapılan enerji alım satımında uluslararası ambargoyu, Amerikan ambargosunu delebilmek için bu gri altın piyasasının Türkiye’de işlemesine yol açan ilişkileri kurdunuz ve bugün 4 bakanınızın başını yiyen ve yiyeceği de neredeyse kesinleşmiş olan, eğer başkalarınınkini yemezse, bu yolsuzluk sürecinin de tamamen irrasyonel ve herhangi bir biçimde Türkiye’nin ihtiyaçlarıyla doğrudan doğruya mütenasip olmayan bir alışverişin parçası olarak Türkiye’de bu yolsuzluğun zeminini hazırladınız. İllegal altın ticaretinin illegal her şeye yol açacağını bilmeliydiniz, bilebilirdiniz ve bunu, kalktınız, savundunuz: “Biz paralarını yatırırız onların. İster patatesle bunu ikame eder, ister altınla, biz buna karışmıyoruz.” dediniz. Ama gördünüz, Türkiye karıştı siz karışmasanız da. Sonuçta, şimdi hem Hükûmetiniz hem bakanlarınız Türkiye tarihinin en ağır yolsuzluk bunalımına bu mesele dolayısıyla girdi. Sizin adınız karışmadı bu sürece. Ben sizi de zaten öyle karıştırmıyorum, “Siz bu yolsuzluktan kâm aldınız, siz bu yolsuzluktan nemalandınız.” demiyorum ama bir bütün olarak böyle bir ilişkinin temelini kurduğunuz zaman birileri buraya dalacaktı. Ama bu zaten insan hayatı bakımından devede kulak kalır. Yolsuzluk mu önemli, yoksa insan hayatı mı önemli dediğimizde, ben 301 işçinin, 18 işçinin, her yıl sizin bakanlığınız sırasında iş cinayetlerinde ölmeye devam eden bin, bin, bin, bin işçilerin hayatı hakkında konuşmayı çok daha önemli görürüm ama demek istiyorum ki: Hem insanidir hem maddidir hem manevidir hem ahlakidir, her bakımdan son derece ciddi bir sorumluluk altındasınız.

Şu sözünüzün arkasında durmanızı bekliyorum Sayın Bakan, siz dediniz ki: “Ben bu 18 işçinin ölümünden sonra istifayı düşündüm ve bunu Hükûmete götürdüm, Başbakana.” Anladığıma göre Başbakan sizi ikna etti. Ben size diyorum ki: İkna olmayın. Bakın, siz eğer insani bir adım atabilirseniz, ahlaki bir adım atabilirseniz bugün partinizi kuşatan büyük manevi erozyon karşısında belki de ona siz yeni bir hayatiyet kazandırabilirsiniz ama bunu ben düşünmek zorunda değilim sizin partiniz adına. Ben isterim ki sizin yerinize bir an önce bizim partimiz geçsin de bu işlerin nasıl yapılacağını gösterelim hep birlikte ama insan olarak sizin de, belki de, bu Türkiye’ye bu işçi ölümlerini mazur göstermenin dışında, bunların mazur gösterilemeyeceğinin bir nişanesi olarak yapacağınız bir davranış, atacağınız bir adım olabilir. O yüzden biz istifanızı talep ediyoruz ve bununla, Türkiye’de yürüyen çözüm sürecine de bir katkıda bulunduğumuzu düşünüyoruz. Kastımız şudur: Devletle çözüm süreci yürütmek Hükûmetin siyasetleriyle barışmayı asla ve asla gerektirmez. Biz bir dakikalık özgürlüğü bir işçinin bir nefesine değişmeyiz. Bütün işçiler hep birlikte ya özgür olacaklar ya hiç birimiz özgür olmayacağız; bunu çok iyi biliyoruz. Hem savaşın bitmesi için, ölümlerin olmaması için, üniforma giydirilmiş işçilerin ve köylülerin karşılıklı birbirlerini öldürmemeleri için çaba göstereceğiz hem de öte yandan asla ve asla herhangi bir işçinin ücretini, emeğini, hayatını, soluğunu bizim herhangi bir özgürlüğümüzle ne değiş tokuş edebiliriz ne bunlar değiş tokuş edilebilir ne de böylece barışa hizmet edilebilir.

O yüzden barışa hizmet için sizin istifanızı istiyoruz, işçilerin haklarının korunması için istifanızı istiyoruz, Türkiye’de adalete, siyasete ahlakın egemen olması için istifanızı istiyoruz. Umarım buna olumlu bir cevap alabilirim.

Beni dinlediğiniz için çok teşekkür ederim.
___________________________________________________________________

*Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin Sayın Başkanı, sevgili milletvekili baylar ve bayanlar. Bugün burada Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanı Sayın taner Yıldız’ın kendisine yasayla verilmiş olan görevleri yerine getirmekte gösterdiği acz, madenlerde yapmakla zorunlu olduğu düzenlemelerden imtina ederek, işçileri sermaye sahiplerinin insafına terkedişi, memleketin doğal kaynaklarını kendi Adalet ve Kalkınma Partisinin taraftarlarının yağmalamasına imkan sağlamış olaması ve nihayet görevi sırasında alması gereken tedbirleri almaması ve maden alanlarındaki üretim işlerini kanun ve yönetmelikleri ihlal ederek tamammen taşeron şirketlere terketmesi neticesinde gerçekleşen işçi cinayetlerinden birinci derece sorumlu tutarak görevini birakmasını isteyeceğiz.

**Anlamakta güçlük çektiğinizi görüyorum.