Diplomasi Hükümetin Tekelinde Değil, Yurttaş Diplomasisi Var, Biz Varız!

Ertuğrul Kürkçü, TBMM Genel Kurulu’nda yaptığı konuşmada ” İnsan hakları, ulusal değil, uluslararası bir meseledir, HDP bu esas üzerinden uluslararası diplomasi yürütüyor.” dedi.

HDP GRUBU ADINA ERTUĞRUL KÜRKCÜ (İzmir) – Sayın Başkan, ve sevgili arkadaşlar; Rusya’yla suçluların iadesi konusunda bir anlaşmaya varılmış olmasına itiraz edecek bir şey yok fakat Rusya’yla yapılacak anlaşmaların kuvvet ve para dışında hususlara da değineceği bir gün umarız gelecektir.

Doğrusu Rusya’yla Türkiye’nin çatışma hâlinde olmuş olması fikrine başından beri itiraz ediyoruz. 1960’larda -Sovyetler Birliği iken Rusya o zaman- da Türkiye ile Sovyetler Birliği’nin dost olmasını isterdik, bugün de Rusya bir tür tek adam rejimiyle yönetilirken de Rus milleti ile Rusya halkları ile halklarımız arasında dostluk olsun isteriz. Bunu tabii, devletten önce yurttaşlar çok daha iyi görüyorlar. Partimiz, bu konuda Rusya uçağının düşürülmesi dolayısıyla ortaya çıkan krizde -henüz Hükûmet, uçağı “ne kadar güzel düşürdüğünü” anlatırken- iki ülke halkları arasında bir köprü olabilmek maksadıyla Moskova yolunu tutmuştu. O zaman eş başkanımıza “hain” diyenler, şimdi her gün askerleri öldürüldüğü hâlde Rusya’yı yönetenlere “Kaza yaptınız, anlayışla karşılıyoruz.” diyebiliyorlar. Demek ki roller çok hızla değişebilir. Ancak “Bu, Türkiye’nin uluslararası konumunda esaslı bir değişiklik yaratabilir mi?” sorusuna ciddiyetle bakmamız lazım. Çünkü Türkiye’yi yöneten irade yani Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan ve partisi, esasen Rusya’yla girişilen ilişkileri Türkiye’nin küresel sistemdeki bir konum değişikliğinin başlangıcı, prelüdü olarak görme eğilimindedir; Şangay Beşlisine dâhil olma konusunda Rusya’nın aracı olmasını, mutavassıt olmasını istediğini açıkça söylemiştir. Fakat ben çok kuşkuluyum Şangay İşbirliği Örgütünün Türkiye’nin bugün dâhil olduğu anlaşmalar rejiminin yerini tutacağından. Çünkü Türkiye esasen kendisini insan hakları, demokrasi ve hukuk devleti ilkeleriyle bağlayan bir uluslararası konum içindeyken, Şangay İşbirliği Örgütü esasen insan haklarını bir iç mesele kabul etmekte ve bu iç meselelere haricen müdahale edilmesini son derece esaslı bir problem olarak görme eğilimindedir. Dolayısıyla başlıca ilkesi insan hakları olmayan kurum ve kuruluşlarla bu kadar heveskâr buluşmalar -evet düşmanlık olmasın ama- palas pandıras da böylesine ilkesiz ilişkiler de kurulmasın diyoruz.

Biz, insan haklarını bütün uluslararası meselelerin ve iç meselelerin başlıca mihengi sayıyoruz. İnsan haklarına saygısı olmayan, insan haklarını gözetmeyen, insan hakları bağlamındaki bütün uluslararası anlaşmaları kendi iç hukukuna dâhil etmeyen hiçbir ülkeyle, hiçbir kurumla canciğer kuzu sarması olunması kanaatinde değiliz. Öte yandan, bunları ilkesi hâline getirmeyen uluslararası ilişkiler ve paktlara da daima şüpheyle bakıyoruz.

İnsan hakları, ulusal bir mesele değil, uluslararası bir meseledir, ulusları aşan bir meseledir. Zaten dünyada eğer barış ve kardeşlik esas olacaksa bir gün, insan haklarının bütün ülkelerin temel ilkesi hâline gelmesiyle mümkün olacak. Türkiye Cumhuriyeti Anayasası’nın 90’ıncı maddesi, bu bakımdan -olağanüstü hâle rağmen, kanun hükmündeki kararnamelere rağmen- hâlâ Türkiye halklarının elindeki en önemli tutamaklardan birisidir. Çünkü Türkiye Cumhuriyeti Anayasası’nın 90’ıncı maddesinde “Usulüne göre yürürlüğe konulmuş milletlerarası andlaşmalar kanun hükmündedir. Bunlar hakkında Anayasaya aykırılık iddiası ile Anayasa Mahkemesine başvurulamaz. Milletlerarası andlaşmalarla kanunların aynı konuda farklı hükümler içermesi nedeniyle çıkabilecek uyuşmazlıklarda milletlerarası andlaşma hükümleri esas alınır.” denilmektedir.

Halkların Demokratik Partisi, bu esas üzerinden hem Türkiye içinde hem uluslararası alanda ilişkiler ve diplomasi yürütüyor. Evet, bir yurttaş diplomasisi yürütüyoruz çünkü -geçen gün ben burada yokken hakkımda “Konuşup sataşıyorum, laf atıyorum.” diyen Hamza Dağ’ın sandığının aksine- Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi, Avrupa Konseyi Parlamenter Asamblesi, bu anayasal hüküm dâhilinde Türkiye Cumhuriyeti’nin organik bir parçasıdır. Türkiye’nin sınırları cumhuriyetin coğrafi sınırlarında bitmemektedir. Bütün bu anlaşmalarla birlikte yayılabildiği bütün uluslararası alan bizim siyasi toprağımızdır, bizim hukuki toprağımızdır. Dolayısıyla, Anayasa Mahkemesinin kendisini yetkisiz ilan ettiği yerde Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi bizim mahkememizdir. Bu mahkemenin önünde, eş başkanlarımıza yapılan zulmü, milletvekillerimize yapılan zulmü, halklarımıza yapılan zulmü tartışmamız “Türkiye’yi dünyaya şikâyet etmek” demek değildir, kendi tayin ettiğimiz hâkimin önünde hakkımızı savunmaktır. Eline sopayı alan, halkı döven, milletvekilini hapseden, son merci olan mahkemeye gittik diye bize değneği sallayamaz. Her yerde halklarımızın hakkını eşit hakla ve eşit güçle savunmaya devam edeceğiz. Diplomasi sadece Hükûmetin tekelinde olan bir şey değil. Dünya değişti, yurttaş diplomasisi diye bir şey var, bizim de diplomasimiz var ve bu diplomasi, köpeksiz köyde değneksiz gezer gibi uluslararası alanda hükûmetlerin tek başına dolaşmasına artık son verdi. Avrupa Konseyinde biz varız, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinin önünde biz varız ve biz olduğumuz için Türkiye hakkındaki görüş iki kere tartışılır. Hükûmeti dinlerler, sonra da muhalefeti dinlerler, Halkların Demokratik Partisini dinlerler. Halkların Demokratik Partisi eğer haklı olmasa, iki üyeyle, Avrupa Konseyinde, Adalet ve Kalkınma Partisinin 11 üyesinden daha fazla etki yapamazdı. Bu haklılığa dayandığımız için Nursuna Hanım maalesef geçen dönem işini kaybetti, ümit ediyorum ki Talip Küçükcan’ı da işinden etmek bana nasip olacak, Filiz arkadaşıma nasip olacak. O yüzden, hak arıyoruz diye, hak iddia ediyoruz diye bize kimse onu bunu söylemesin. Hele Hamza arkadaşımıza hiç yakışmaz. O henüz doğmamışken, “Gelsin, Türkiye’de, İzmir’de beraber yarışalım.” dediği insanlar, Türkiye’nin dağını, taşını, toprağını kateder, işçinin, köylünün,

yoksulun hakkı için kavga eder, bunun için hapse girer, bunun için mücadele ederdi. Bizi neyle korkutacak, neyle korkutacağını sanıyor? “Türkiye’ye gelemiyormuşuz.” Aha, buradayız. Var mı? Yapacağın bir şey vardı da mâni mi oluyordum? Hadi geldim, ne yapacaksan yap bakalım. Öyle, Türk medyasının lağım çukurlarından feyiz alarak milletvekili suçlayamazsınız; öyle bir şey yok, öyle bir hak kimseye verilmiş değil. Yalanlar imparatorluğunun içerisinde o yalanlara bulanarak yaşayabilirsiniz ama hakikat ışığıyla yıkandığımız zaman bütün o kirler sizde kalır, biz pırıl pırıl çıkarız. İşte, bütün bu nedenlerle, sevgili arkadaşlar, insan hakları bir uluslararası mesele olduğu için, insan hakları bir millî mesele olmadığı için burada da, her yerde de, mazlum Kürt halkının da, Türkiye’nin bütün ezilen halklarının da, Türk’ün de, Kürt’ün de, kadının da, erkeğin de hakkını savunmaya devam edeceğiz. Eğer Avrupa kurumlarının, yani Türkiye’nin doğrudan doğruya üyesi olduğu kurumların sizden yana karar vermesini istiyorsanız halkın indinde bir kıymetiniz olmalı; halk sizden bir şey beklemeli, bir şey görmeli, daha yüksek bir uygarlık seviyesini temsil etmelisiniz ki onlar milletvekillerini sıkıştırsınlar. Bugün halkların değerleri Halkların Demokratik Partisi milletvekillerinin değerleriyle örtüştüğü içindir ki bütün bu kurumlarda, Adalet ve Kalkınma Partisi ne isterse istesin, sadece ve sadece hükûmetler düzeyinde bir karşılık görüyor ama bütün parlamentolarda itibarı, ne yazık ki, Halkların Demokratik Partisinin gerisindedir.

Bütün bunlara, umuyorum, 16 Nisanda son vereceğiz. Halklarımız bir tek kelimeyi, demokrasinin özünü oluşturan “hayır” deme hakkını kullanarak bu kararı verecek; “hayır” diyecek, “Na” diyecek, “La”diyecek, “oxi” diyecek, “voch” diyecek.