Emperyalizm Suriye’de Demokrasi Değil Çıkar Peşinde Koşuyor

Ertuğrul Kürkçü, Avrupa Konseyi Parlamenterler Meclisi’nde Birleşik Sol Grup adına Suriye’deki son durum hakkında bir konuşma yaptı. Türkçe çevirisi ile İngilizce konuşmayı aşağıda bulabilirsiniz.

Rapor dengeli ve kapsamlı. Ancak Suriye’deki çatışma 17 Aralık 2010’da Tunus’taki ayaklanmalarla başlayarak Magrib’den Maşrık’a uzanıp sonunda Batı destekli Arap rejimlerinin çöküşüne yol açan geniş çaplı değişiklikler bağlamına yerleştirilebilirse daha iyi anlaşılacaktır. ABD ve Avrupa yaygın medyasının Kuzey Afrika ve Orta Doğu’daki toplumsal değişimin devrimci içeriğini boşaltmak amacıyla uydurduğu tabirle “Arap Baharı“ aslında Arap halklarının devrimlerinin emperyalizmin bu ülkelerdeki başlıca politik müttefiklerince –silahlı kuvvetler ve siyasal İslam- gasp edilmesinden sonra geriye kalan şeyden ibarettir.

İşçilerin, kent yoksullarının, öğrencilerin ve kadınların kitlesel kurtuluş hareketi her ne kadar eski rejimleri sarsarak seçimlere giden yolu açtıysa da iktidar, bütün yaygın toplumsal başkaldırılara karşın mutlak otoritesi sarsılmadan kalan silahlı kuvvetlerin kolladığı gericilerin eline geçti.

Öte yandan böyle bir özgürlükçü halk hareketinin bulunmadığı Kuzey Afrika ülkeleri zincirinin merkezi halkası olan Libya’da ABD önderliğindeki uluslararası toplum –yani NATO- Gaddafi’nin diktatörlük rejiminin yerine yerel gericileri iktidara taşıyan bir ortak askeri müdahaleye girişti.

Ne var ki, Arap dünyası üzerindeki emperyalist egemenliğin bin bir çeşit yolu olsa da değişmeyen bir doğası var –iki yüzlülük ve çıkar güdücülük.

Libya lideri Gaddafi, Türk başbakanının da İtalya’nınkinin de en iyi dostları arasındaydı ama ABD Libya’ya askeri saldırı başlatma kararı verdiğinde ikisi de ona acımadılar ve Libya’da rejim değişikliği için ABD’nin peşine takıldılar. Ama Bahreyn’de, Yemen’de, Katar’da kitleler demokrasi için sokaklara döküldüğünde ne ABD’nin ne Türkiye’nin desteğini duyuyoruz, çünkü bu ülkelerin stratejik önemi yok.

Şu halde Suriye’de tıpkı Libya’daki gibi bir askeri müdahaleye kesinlikle karşıyız. Esad rejiminin acımasız bir diktatörlük olduğu apaşikar. Ama o hep öyleydi. Türkiye Başbakanı 2010’da ona “kardeşim” derken de Suriye bir diktatörlüktü. O yüzden Batı’nın –Suriye’deki- asıl ilgisinin stratejik çıkarlar değil başlı başına demokrasi olduğu ikna edici olmaktan uzaktır.

Dolayısıyla biz Avrupa Konseyi’nin nüfuzunu Suriye krizine barışçı bir çıkış sağlamak için kullanmasını, Türkiye’nin insan hakları ihlalleri ve insanlığa karşı suçlar işleyen “Özgür Suriye Ordusu”na yataklık etmekten kaçınmasını istiyoruz. Biz Avrupa Konseyi’nin çok-etnili, çok-dinli bir demokrasi, çoğulculuk, kadın ve işçi hakları üzerine kurulu bir Suriye istikametinde çalışmasını, Kürtler de aralarında olmak üzere Suriye halklarının kendi kaderlerini tayin hakkını tanımasını istiyoruz.