Filistin davası, bir din kavgası değil esaret altındaki halkların sömürgecilikle savaşıdır

TBMM Genel Kurulu’nda söz alan Kürkçü: “Osmanlı’nın gölgesi Arap dünyasında hiç de sevilen ve istenilen, beklenilen bir gölge değildir. Araplar, Osmanlı hâkimiyetinden kurtulmak için verdikleri mücadeleyi kendi millî kimliklerinin bir parçası sayarlar. Türkiye Cumhuriyeti, onlara özgür, demokratik, laik bir cumhuriyetin dayanışması içerisinde yaklaştığı takdirde Filistin davasına en büyük hizmeti yapmış olacaktır.” dedi.

HDP GRUBU ADINA ERTUĞRUL KÜRKCÜ (İzmir) -Gündemimizdeki en önemli, en yakıcı mesele Filistin’de İsrail işgalciliğinin yol açmış olduğu büyük katliamlar, büyük insani trajediler ve bununla karşı karşıya gelme yolları ve fırsatları. Türkiye bir devlet olarak, Türkiye’nin halkları toplumsal olarak bu saldırganlıkla başa çıkmada Filistin halkına yardımcı olabilir mi? Görünüşe göre lafta yardımcı oluyoruz fakat sabah oturumunda yani bu toplantıdan önceki oturumda grubumuz adına konuşan Ayhan Bilgen’in ifade ettiği gibi, aslında elde hamasetten başka bir şey yok ve de üstelik bu hamasetin büründüğü boyutlar itibarıyla da verilen zararlar var. En önemli mesele, İsrail-Filistin meselesini bir din meselesi olarak kavramak ve zalim Museviler ile mazlum Müslümanlar arasındaki bir çatışma olarak bunu okumak, bundan daha yanlış bir şey olamaz. İki sebeple olamaz.
Birincisi: Hakikaten böyle değildir. İkincisi: Filistin halkı Müslümanlardan ibaret değildir, çok etnili bir toplumdur bütün Orta Doğu toplumları gibi. Batı Şeria ve Doğu Kudüs’te yaşayan 3 milyon insanın yüzde 83’ünü Filistinli Araplar, yüzde 17’sini Yahudiler oluşturuyor yani Yahudilerle Arapların bir arada yaşadığı bir toplumdan söz ediyoruz ve bu toplumun sadece yüzde 75’i Müslüman, yüzde 17’si Yahudi, yüzde 18’i de Hristiyan. Dolayısıyla bir kere Filistinlilerin tamamı İsrail’in bu saldırısına maruz kalıyorlar. Gazze’de de durum farklı değil, orada Müslüman yapı daha geniş, yüzde 99,5’i Araplardan, bunun da yüzde 98’i Müslümanlardan oluşuyor ama bir bütün olarak baktığımızda Filistin’in çok etnili, çok kimlikli, çok kültürlü, çok dinli bir toplum olduğu ortada. Zaten Kudüs’ü göklere çıkarırken 3 dinin buluştuğu bir kentten, bir ülkeden söz ediyorsak…
RUHİ ERSOY (Osmaniye) – Ölenler neden hep Müslümanlar oluyor o zaman? Ölen niye hep Müslüman oluyor Sayın Hatip?
ERTUĞRUL KÜRKCÜ (Devamla) – Ya, sen işine bak.
RUHİ ERSOY (Osmaniye) – İşim bu benim.
ERTUĞRUL KÜRKCÜ (Devamla) – Şimdi, bu mücadele bir dinler mücadelesi değil, bu, sömürgecilikle esaret altındaki milletlerin mücadelesi. Sömürgeciliğin bir tarafında hem dini Müslüman olanlar hem de Amerika Birleşik Devletlerinin yanında saf tutan devletler var. Filistin’in sömürge hâline gelmesinde hâkim Arap devletlerinin ve İslam dinine bağlılık iddia eden yönetimlerin son derece büyük günahları olduğu gibi, aslında İslamiyet’e bağlı olmayan, başka bir dine, başka bir itikada mensup fakat Filistin’in bağımsızlığı için mücadele eden Araplar da vardı. Bunların arasında Filistin Demokratik Halk Kurtuluş Cephesi Lideri Naif Havatme’yi, Filistin Demokratik Halk Kurtuluş Cephesi Lideri George Habaş’ı sayabiliriz. Bu ikisi de Hristiyan Araplardı ve İsrail saldırganlığına karşı mücadele ediyorlardı. İsrail’in içinde de siyonizme karşı ve siyonist işgalciliğe karşı mücadele eden demokratik güçler var. Bir bütün olarak Amerikan hâkimiyetinin ya da emperyalist hâkimiyetin Orta Doğu’daki koçbaşı olması dolayısıyla İsrail’in ortaya çıkmış olan bir dizi gerilimin içinde Türkiye bir ileri, bir geri rol oynadı ama esasen hep Amerikan ekseninde durduğunu söylemek hiç de zor değil.

2015’te bir İsrail hava saldırısında öldürülen Filistinli direniş önderi Samir el Kantar 2011’de Rakka’da Ertuğrul Kürkçü ile Direniş Sempozyumunda: “Temel mesele direniş-teslimiyet geriliminde. Halkın iradesine saygı göstermek ve Amerikan emperyalizmine ve siyonizme karşı bir program savunmak asıl can alıcı konu.”

O nedenle, eğer anlamlı bir şey yapılacaksa belki de hapiste yirmi yıl yattıktan sonra serbest bırakılan Filistinli bir militan Samir El Kantar’la Rakka’da yaptığım, o zaman gazeteciyken yaptığım bir söyleşide El Kantar’ın bana aktardıklarını anlatmak isterim. Belki de o zaman Türkiye’den Filistin’e bakıldığında gerçekten özgürlük için mücadele eden ve esasen mücadelenin İslami kanadında yer alanların bile özlemlerine ne kadar yakın ya da uzak olduğunu herkes görebilir. Öldürülmeden önce Kantar bana şunu -serbest bırakıldıktan birkaç yıl sonra bir İsrail hava saldırısında öldürüldü- demişti: “Birlik için siyonizme karşı güçlü bir ulusal program gerek. Bir program olmadan yapılacak bütün girişimler boşuna. Direniş bizim geleneğimizde var. Bu kültür ve geleneği canlandırmamız ve Amerika Birleşik Devletleri’ne başkaldıran bir kurtuluş siyaseti izlememiz gerekir. Temel mesele direniş-teslimiyet geriliminde. Halkın iradesine saygı göstermek ve Amerikan emperyalizmine ve siyonizme karşı bir program savunmak asıl can alıcı konu.”

İşte, bütün mesele burada. Bu teslimiyet-direniş geriliminin neresinde duruyoruz? Mesela Adalet ve Kalkınma Partisi hükûmetlerinin özellikle Filistin kurtuluş hareketini Gazze ve Batı Şeria olarak iki ayrı yönetime doğru itekleyen yarılmada bu direnişi ikiye bölen bir hat izlediği ve burada özellikle Gazze’de Hamas yanlısı bir tutum izleyerek direnişin yarılmasına çok net bir biçimde hizmet ettiği apaçık ortadadır. Nihayet Filistinliler bu yarılmayı kendileri aşmayı başardılar. Hamas ile Filistin Kurtuluş Örgütü yeniden bir ortak direniş hattı kurmayı başardı ama kendilerine bunca yıl verilen zarardan sonra. O nedenle biz hakikaten Filistin halkının özgürlük ve kurtuluş mücadelesi yanında yer alacaksak, o zaman, birincisi, kurtuluşu için mücadele ettiğimiz Filistin halkının çok etnili bir halk olduğunu bilmemiz, burada kurtuluşçu bir demokratik perspektifi destekliyor olmamız ve nihayet bunun içerisinde aktif olarak yer almamız gerekir.
Demin bana oradan laf atan arkadaşımıza şunu söyleyelim: Filistin’de ne olup bittiğini Türkiye’nin devrimcileri, sosyalistleri çok iyi biliyorlar, orada şehitler verdiler. 1980’ler başında, 1970’ler sonunda orada Türkiyeli devrimciler öldürüldüler. Onların arasında hayatını kurtarabilen, öldürülmeden yakalanan Faik Bulut arkadaşımız çok uzun yıllar İsrail hapishanelerinde hapis kaldı. Beyrut işgalinde Kürt devrimciler Beyrut’un savunulması için Filistin Kurtuluş Örgütüyle birlikte mücadele ettiler, yüzlercesi hayatını verdi. Dolayısıyla Filistin davasının ne olduğunu biz biliyoruz.
Türkiye’nin tamamına bunu benimsetebilmek için din kardeşliği esası herhangi bir şeyi çözmeye yetmez. Önemli olan, emperyalizmden bağımsızlık ve Amerika Birleşik Devletleri-İsrail eksenindeki bütün süreçlere Orta Doğu’da meydan okuyacak bir cesur siyasete ihtiyaç vardır. Ama biz bu cesur siyaseti göremedik. Trump’ın iktidara yükselmesinden medet umulmuştu. “Trump döneminden ümitliyiz.” diyordu Türkiye’yi yönetenler. Şimdi bu ümidin Filistin halkı için bir kâbus hâline dönüşmüş olmasının mesuliyetini de üzerlerinde taşımıyorlar mı? O nedenle, yapacağımız şey, her şeyden önce serinkanlı bir stratejiye sahip olmak bunu dinsel ve etnik bağnazlıktan uzak, bir milletin kendisini yeniden kurma, mevcut hâkimiyet rejiminin dışına çıkarak burada bir yeni özgürlükçü paradigma içerisinde kendini inşa etme çabasına herhangi bir karşılık beklemeden destek vereceğiz mi vermeyeceğiz mi? Bunun Osmanlı’yı ihya etme, Osmanlı’nın Filistin siyasetini ihya etme beklentileriyle bir ilgisi yoktur. Aklımızda tutalım, sevgili arkadaşlar, Osmanlı’nın gölgesi Arap dünyasında hiç de sevilen ve istenilen, beklenilen bir gölge değildir. Araplar, Osmanlı hâkimiyetinden kurtulmak için verdikleri mücadeleyi kendi millî kimliklerinin bir parçası sayarlar. Türkiye Cumhuriyeti, onlara özgür, demokratik, laik bir cumhuriyetin dayanışması içerisinde yaklaştığı takdirde Filistin davasına en büyük hizmeti yapmış olacaktır.
Hepinizi sevgiyle ve saygıyla selamlıyorum. (HDP sıralarından alkışlar)
________________________________________________
Konuşmanın görüntü kaydı için tıklayın: