Hamas’ı Destekleyerek Filistin’le Dayanışamazsınız

Kürkçü, TBMM Genel Kurulu’nda Filistin ile uluslararası anlaşma imzalanması üzerine  yaptığı konuşmada: “Eğer biz Filistin’in özgür, İsrail baskısından arınmış, İsrail işgalinden topraklarını kurtarmış, birleşmiş bir özgür ülke hâline gelebilmesine destek olmak istiyorsak genel olarak Arap dünyasına yönelik siyasetimizde hegemonyacılıktan, Osmanlı mirasını canlandırma heveslerinden uzak durmak zorundayız” dedi.

Sayın Başkan, sevgili arkadaşlar; sözlerime aslında, bugün burada keşke benim yerime Ayhan Bilgen arkadaşımız olsaydı diyerek başlamak istiyorum. Çünkü, üzerinde konuşmakta olduğumuz maddenin kapladığı alan, ilişkiler, tarih, siyaset, kültür bahsinde Halkların Demokratik Partisi milletvekilleri arasında bu konuda Meclise bir feyz verebilecek, ufkumuzu açabilecek, sonuçta, önerileri reddedilse bile bir beyin fırtınasına fırsat verebilecek olan belki aramızdaki oydu. Ancak onu hapishaneden çıkartamayan Meclis kendisini de böyle bir kıymetli katkıdan hem yoksun bıraktı hem de öte yandan yasama sürecinin sakatlanmasını seyretmiş oldu. Vekilleri hapishanede, yasa tartışan bir Meclis aslında tutsak bir Meclistir, yürütme tarafından tutsak edilmiştir, adliye tarafından tutsak edilmiş bir Meclistir. O nedenle, böyle bir Meclisin yapacağı tartışma da ancak bu kadar olabilir, beni Ayhan Bilgen’le ikame eder. Bakalım onun yerine size bazı faydalar sunabilecek miyim.

Birinci mesele, birinci nokta bu anlaşmanın tabii ki onaylanması iyidir. Ramallah’taki Filistin yönetiminin hem dünya çapında tanınırlığa, meşruiyete ihtiyacı vardır hem de Gazze ile Ramallah arasında bölünmüş gibi addedilen Filistin’in aslında ulusal birliğinin sağlanmasına bütün Filistin dostlarının yardımcı olması gerekir. Bu anlaşma bu bakımdan buna bir katkıda bulanabilir fakat bir bütün olarak Türkiye’nin Filistin’e yönelik politikası Filistin’in ulusal birliğini sağlamaya katkıda bulunmaktan son derece uzaktır. İsrail’le yapılan, Mavi Marmara saldırısı sonrasında ortaya çıkan zararların tazminine yönelik anlaşma esasen, son tahlilde Gazze ile Ramallah arasında Gazze’nin elini güçlendiren, Filistin üzerine yapılacak müzakereleri Gazze’nin avantajlı kılınması üzerinden sağlamaya çalışan, Gazze açıklarında yapılacak olan yüzer limanı hem İsrail hem Mısır hem Gazze arasındaki pazarlıkların konusu hâline getiren bir yönelimle gerçekleşti. O nedenle, bu yaklaşımların hiçbirisi esasen Filistin’e yönelik hakiki, sahici, Filistin’in özgürlüğü ve kurtuluşuna katkıda bulunan bir sonuç yaratmıyor. Nitekim, bugün, Hamas’ın bir şekilde iltica etmiş olduğu Katar’daki sürece alelacele dâhil oluş da bu bakımdan Filistin’deki taraflar arasında Hamas’ın elini tutan, Müslaman Kardeşlerin elini tutan ama Filistin merkez yönetiminin, Filistin Kurtuluş Örgütü’nün siyasi konumunu dikkate almayan bir yaklaşımdır.

Bu çerçevede, esasen baktığımızda, bugünkü Adalet ve Kalkınma Partisinin Filistin’e yönelik siyaseti bütün Arap dünyasına yönelik siyaseti gibi bir, mezhep kardeşliği; ikincisi, eski Osmanlı hinterlandında yeniden bayrak gösterme tutkusuyla örülen, irrasyonel, irredantist bir siyaset oluşturuyor. Bu çerçevede baktığımız zaman da biz, Türkiye’nin Filistin siyasetinde esasen Filistin’in İsrail işgalinden kurtulması, Filistin’in kendi devletine sahip olarak bir yeni özgür devlet olarak ortaya çıkması sürecine katkıda bulunmaktan çok uzak olduğumuzu görmek durumundayız. İşin doğrusu, sadece bu açıdan değil aynı zamanda, Filistin’in düşmanlarıyla kurulan yakın ilişkiler dolayısıyla da Filistin siyasetinde Türkiye’nin rolünün esasen olumsuz bir rol olduğunu söyleyebiliriz. Bu nedenle, bir tek bu anlaşma imzalandı diye Filistin’le ilişkiler, Filistin halkının davasına katkı gerçekleşmiş olmaz ama öte yandan bunun olması iyidir.

Ben, genel olarak Türkiye’deki bütün hâkim siyasetlerde Arap ülkelerinin, Arap halklarının özgürlüklerine, haklarına ve kültürlerine yönelik ilginin onların tarihsel varlıklarına gerçek bir saygıyla örtüşmediğini düşünüyorum. Dün burada yapılan konuşmalardan birinde Katar meselesine müdahil olmaktan uzak kalmanın tavsiyesinin gerisindeki rasyonel olarak şunun teklif edildiğini duydum ve anladım, hakikaten hayretlere düştüm: “Araplar arasındaki anlaşmazlıklara girmemeliyiz, çünkü Araplar bugün kendi aralarında kavga ederler, yarın döner bizimle kavga ederler, o yüzden durmak en iyisidir.” Bir halkı, bir milleti, bir halk topluluğunu, bir kültür topluluğunu bu şekilde tanımlayabilmek için mutlaka ve mutlaka onlara yukarıdan bakan bir yerden konuşuyor olmak gerekir. Oysa mesele Araplar ya da başkaları arasındaki tartışmalarda taraf olup olmamak değil, haklı ile haksız arasındaki tartışmada haklının yanında durabilmektir. Çoğu kez Türkiye, uluslararası siyasetin de bir türevi olarak, kendi uluslararası bağlılık ve bağımlılıklarının bir türevi olarak pek çok kere Arap dünyasındaki anlaşmazlıklar ya da Arap dünyasının İsrail ile ya da Batı dünyası ile anlaşmazlıkları döneminde Arapların yanında durmadı. Cezayir Savaşı’nda, Cezayir’in Özgürlük Savaşı’nda Cezayir Mağrip Araplarının yanında değil, Fransa’nın yanında durdu Demokrat Parti Hükûmeti. Bu ayıbı temizleyebilmek Türkiye’nin kırk yılını aldı. Ancak kırk yıldan sonra Özal Cezayir’e gittiğinde özür dilemek zorunda kaldı Cezayirlilerden ve Türkiye ile Cezayir arasında mantıklı bir ilişkinin temelleri atıldı.

Bugünkü siyasete baktığımızda -Suriye’nin iç siyasetine- öylesine sömürgeci, öylesine saldırgan bir biçimde dâhil oldu ki Türkiye, yarın yeni Suriye yeni temeller üzerinde kurulurken, bu Suriye ile ilişkisini nasıl kuracak, bunca insan kaybının, bunca can kaybının hesabını nasıl verecek bilmek mümkün değil. Burada mesele Araplar arası anlaşmazlığa dâhil olmak meselesi değildi, haksız olanın yanında durmak meselesiydi. Şöyle ya da böyle meşru bir hükûmeti yıkmak için kurulmuş olan bir uluslararası koalisyona gözü kapalı destek vermekteydi. O nedenle, ben derim ki bu vesileyle: Eğer biz Filistin’in özgür, İsrail baskısından arınmış, İsrail işgalinden topraklarını kurtarmış, birleşmiş bir özgür ülke hâline gelebilmesine destek olmak istiyorsak genel olarak Arap dünyasına yönelik siyasetimizde hegemonyacılıktan, Osmanlı mirasını canlandırma heveslerinden uzak durmak zorundayız çünkü Arap millî kimliğinin, Arap kültürünün, Arap hafızasının en önemli unsurlarından bir tanesi Osmanlı işgali altında yönetilen halklar olarak, işgal edilmiş halklar olarak geçirdikleri yüzyıllardır.

Buradan özgürleşmek, Osmanlı istilasından özgürleşmek Arap mücadelesinin en önemli bileşenlerinden biridir. Onlar ile Türkiye Cumhuriyeti’nin yeniden ortak bir kültüre dâhil olabilmesi, ancak ve ancak sömürgeciliğe, işgalciliğe, tarihî olarak ya da aktüel olarak bunlara karşı çıkan bir politika izlemesiyle ilgilidir. O yüzden bizim Arap dünyasına takdim edeceğimiz şey, bir zamanlar onların efendisi olduğumuza dair Türkiye’yi yönetenlerin hafızasındaki parlak geçmiş değil, Arapların özgür yaşadıkları günlere bugün kendi özgür ülkeleri, kendi özgür yönetimleriyle erişebilmelerine bizim destek olabileceğimize dair bir bilgiyi, bir gerçeği, bir siyaseti takdim etmemizle ilgilidir. O yüzden, bu anlaşma buna benzemektedir, bu nedenle onaylanmalıdır ama onu çevreleyen ortam, onu çevreleyen evren hâlâ bu irredantizmle, bu irrasyonel tarih yorumuyla sakatlanmış durumdadır.
Hepinizi selamlıyorum.