HDP, AKPM heyeti: Üzerimize düşeni yaptık, hakları çalınanların temsilcisi olduk

HDP Eş Genel Başkan Yardımcısı Hişyar Özsoy, Grup Başkanvekili Filiz Kerestecioğlu ve İzmir Milletvekili Ertuğrul Kürkçü’den oluşan HDP’nin Avrupa Konseyi Parlamenterler Meclisi (AKPM) heyeti, konseyin kararına ve karardan sonra yaşanan tartışmalara ilişkin Meclis’te basın toplantısı düzenledi. Konseyde ‘evet’ oyu kullanmalarına yönelik eleştirilere de yanıt veren heyet üyeleri şöyle konuştu: 

Ertuğrul Kürkçü:

Avrupa Konseyi Parlamenter Meclisi’nin (AKPM) 25 Nisan günü Türkiye ile ilgili kararına ilişkin HDP’nin tutumu gerçekte olmadığı kadar bulandırılıyor. Bahçeli dün yaptığı grup toplantısı konuşmasında, bir karardan dolayı aynı anda hem AB’yi hem Avrupa konseyini hem de tüm Avrupa’yı hedef aldı. Bunca cahilliği karşısında şaşırdım. Olay, Avrupa Konseyi’nde geçiyor. Biz Avrupa Konseyi üyesiyiz ve TBMM, buraya 18 üyeden oluşan bir delegasyon gönderiyor. Biz de HDP olarak 2 asil ve 2 yedek üye şeklinde katılıyoruz.

Avrupa Konseyi Avrupa’nın insan hakları merkezidir. Ne AB gibi ticaretin meseleleriyle ilgileniyor ne de NATO gibi silahla, işgalle ilgileniyor. Konusu insan, insan hakları, demokrasi, idamsız bir Avrupa. Türkiye buraya kendi rızasıyla üye oldu, 1950’den beri kurucu üye. 1 yıldan bu yana da en çok para veren ülkelerden. Kimse Türkiye’yi zorla almadı, konsey Türkiye’yi işgal etmedi.

Türkiye 2004’te gözlem sürecinden çıkmıştı. Bu yıla kadar da diyalog sürecindeydi. Ancak hem 2015 7 Haziran seçimleri sonrasında alevlenen çatışmalar hem de 15 Temmuz darbe girişimi sonrasında kitlesel insan hakları ihlal süreciyle karşı karşıya kalmamız sonucu bu tartışma yeniden başladı. Yani tartışma esasen Türkiye’nin insan haklarını askıya alması sonrasında tüm temel hakların ihlal edilmesi ve Türkiye hükümetinin verdiği sözleri yerine getirmemesiyle ilgilidir.

Türkiye’den istenenler; milletvekili dokunulmazlıklarının kaldırılmasına son verilmesi, tutuklu milletvekillerinin serbest bırakılması, OHAL’in kaldırılması, kitlesel temizliklerin sona erdirilmesi, OHAL inceleme komisyonunun göreve başlaması, tutukluluk hallerindeki istisnai durumların kaldırılması, avukat görüşlerine izin verilmesi, el konulan mal mülkün geçici olduğu kabulüyle yargı denetimine açılması, kamu görevlilerine cezasızlık getiren yasanın değiştirilmesi, cezasızlığa son verilmesi, işkenceyi önleme komitesinin raporunun üzerindeki yasağın kaldırılması, gazeteciler ve insan hakları savunucularının serbest bırakılması, ifade özgürlüğünün önünün açılması, Terörle Mücadele Kanununun değiştirilmesi…

AKPM’de evet dediğimiz için gurur duyuyoruz

HDP’nin Konsey’de oy kullanma hakkı olan 2 milletvekili olarak, hem bu kararlara hem de Türkiye’nin yeniden gözlem statüsüne alınmasına evet dedik. Bu kararımız için gurur duyuyoruz. Çünkü biz milletvekili olurken yemin ettik. İnsan haklarının böylesine ayaklar altına alındığı bir dönemde Türkiye’nin bizzat kurucusu olduğu bir insan hakları kurumunda Türkiye’nin hukuksuzluklarının giderilmesi yönünde alınan karara hayır diyen milletvekilliği yemininden ayrılmış olur. Anayasaya sadakatte ısrarlıysak yapmamız gereken, AKPM’de evet demek olmalıydı.

Kimse kimseyi peşine takmadı

Tutumumuz dolayısıyla yöneltilen eleştirileri doğal karşılayabilirdik. Ayrı düşünülebilir ama AKPM’de ‘evet’i tercih etmemiz dolayısıyla ayrı bir statüye indirgenmemiz sadece demokrasi dışı rejimlerde geçerli olabilir. Sayın Başbakanın, başkalarının peşine takıldığımıza ilişkin eleştirisini fıkra gibi görüyoruz. Kimse kimseyi peşine takmadı.

AKPM’de bir milli maç oynanmıyor, bir savaş yapılmıyor. Kendi siyasi eğilimlerimize göre gruplara dağılıyor. Biz Birleşik Sol’un üyesiyiz. AKP ve MHP çeşitli sağ gruplara üye. Dolayısıyla tartışmalar bu gruplarda yapılıyor. TBMM’de nasıl oy kullanıyorsak Konsey’de de öyle oy kullanıyoruz. AKP’li üyeler bulundukları grubun hiçbir üyesini ikna edememişken gruptaki meslektaşlarına ne diyecekler? Onların Türkiye düşmanı olduklarını haçlı olduklarını söyleyecekler mi?

Filiz Kerestecioğlu:

15 Aralık 2004 yılındaki Avrupa Parlamentosu toplantısında Avrupalı parlamenterler, Türkiye’nin tam üyelik müzakerelerine başlaması için, aralarında Türkçe “evet” yazısının da bulunduğu, tüm Avrupa dillerindeki “evet pankartlarını” kaldırmışlardı. O toplantıda 407 Avrupalı vekil, “evet” oyu kullanırken, 262 vekil hayır demişti. Üyelik müzakereleri için 3 Ekim 2005 tarihi hedef olarak koyulmuştu.

Gökçek gündüz vakti havai fişek patlatmıştı

Erdoğan ve Abdullah Gül müzakere için tek tek ülkeleri ziyaret etmişlerdi. AKP’li Ankara Büyükşehir Belediye Başkanı Melih Gökçek, AB’nin kararını Ankara’da gündüz gözüyle havai fişekler atarak kutlamış, Meclis’e, üyelik müzakerelerinin başlayacağı tarihe doğru geri giden bir saat bile konulmuştu.

O günlerde Türkiye’nin en büyük destekçileri Sol milletvekilleriydi. Sosyalist ve Sosyal Demokrat milletvekilleri, Avrupa’nın demokratik biçimde büyümesinden yanaydı.

Aynı şekilde, AKP ve özellikle bir dönem Avrupa Konseyi Başkanlığı yapmış Mevlüt Çavuşoğlu, Avrupa Konseyi ve insan hakları güzellemeleri yapıyor, “ortak değerlerden”, “kültürler arası diyalogdan söz ediyor, Konseyin “insan hakları ve hukukun üstünlüğü adına çalışmalarının öneminden” bahsediyordu.

Bugüne benzer biçimde, AKPM’de, 2008’de AK Parti’ye açılan kapatma davası gerekçesiyle Türkiye’nin denetim sürecine alınması gündeme gelmişti. Kapatma gerçekleşmeyince karar çıkmadı. Yani bu şu demekti: Türkiye’de hükümet kim olursa olsun, eğer insan hakları açısından endişe verici bir durum varsa, yeri geldiğinde herhangi bir hükümeti, örneğin AKP’yi korumak için de Konsey Türkiye’yi daha yakından izleme kararı alabilir!

Hükümet neden bu kararın alındığını çok iyi biliyor

Bugün Türkiye’deki insan hakları ihlalleri nedeniyle Türkiye’yi düzenli periyotlarla izlemek anlamına gelen Denetim Süreci lehinde oy kullanan milletvekillerine “İslamofobik”, “Haçlı zihniyeti”, “Tanımıyoruz”, “Siyasi karar”, “Düşmanlık”, “Kendine baksın” diye hakaret edenler, 2004’ten bugüne Türkiye’yi desteklemiş milletvekillerinin neden bu kararı verdiğini aslında çok iyi biliyorlar; ama bilmezden gelmeyi tercih ediyorlar!
Türkiye’nin baskıcı yönetiminden memnun olanlar ise yalnız Erdoğan’a benzeyen Avrupalılar, yani başından beri Türkiye’yi AB’de istemeyenler…

AKP Avrupa ile sadece ekonomik ilişki istiyor

AKP’nin istediği, insan hakları kriterlerini dikkate almadan yalnızca Avrupa ile ekonomik ilişkiler içinde olmak. Böylece Ortadoğu’da “patron” olmak… AB’nin özelleştirmeler, serbest ekonomiyle ilgili, yani halkın cebinden çalmakla ilgili tüm önerilerini hemen uygulayan AKP, insan hakları konusundaki uyarıları ise hiç dikkate almıyor. Şirket devletini, insan haklarını gözetmeden yönetmek istiyor.

Kuruluş amacı “insan hakları, demokrasi ve hukukun üstünlüğünü desteklemek” olan Avrupa Konseyi’ne üye olmak, hele ki kurucu üye olmak bu değerleri her ülke için önemsemeyi gerektirir. Ne var ki, sadece Türkiye uyarıldığında veya sadece kendilerini ilgilendiren konularda Avrupa Konseyi tartışmalarına katılan AKP’liler, AKPM’de azınlıklarla ilgili engelliler, göçmenler, kadınlar, çocuklarla ilgili ne kadar önemli çalışmalar yapıldığının farkında bile değiller.

CHP için derin çıkarlar üstün geldi

Nasıl bir yıl kadar önce CHP, dokunulmazlıklarla ilgili düzenleme için “anayasaya aykırı ama EVET” dediyse, bugün de Avrupa Konseyi’nde “evet insan hakları ihlalleri var ama Türkiye’nin daha yakından izlenmesine HAYIR” dedi. Belli ki yine, bazı derin çıkarlar, Türkiye vatandaşlarının çıkarlarından üstün geldi ve CHP Türkiye’nin imzacısı olduğu Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesini ve Avrupa Konseyi üyeliğini tamamen işlevsiz hale getiren bir karar verdi. KHK’larla işten çıkarılanları, Referandumdaki şaibeleri, tutuklu gazetecileri, tutuklu milletvekili ve Belediye Başkanlarını, OHAL’i, Türkiye’deki basın ve düşünce özgürlüğünü gündeme getiren bir Rapora Hayır diyen bir Ana muhalefet Partisinin, üstelik Sosyalist Enternasyonelin de üyesi olan bir Ana Muhalefet Partisinin düştüğü durumu kendisinin değerlendirmesi gerekir.

MHP’nin özür borcu var

Diğer muhalefet Partisine gelince -ki artık bu Parti’ye muhalefet partisi dememiz de gerekmiyor sanırım- 7 Haziran’dan beri Türkiye’yi savaş, işsizlik ve düşmanlık politikalarına elleriyle teslim eden bu partinin bize söyleyecek tek bir sözü yoktur! Ancak, Türkiye’ye bu tekçi rejimi elleriyle paketleyip armağan ettiği için büyük bir özür borcu vardır! Türkiye’nin, Avrupa Konseyinin ve onun bir organı olan Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin kararlarına uymayı kabul ettiğini belirten Sözleşmenin altında imzası var ve bizler HDP Milletvekilleri olarak bu kuralları tüm Türkiye yurttaşları için savunmakla yükümlüyüz.

Hakları çalınanların temsilcisi olduk

Biz Konseyde, hakları çalınmış vatandaşlarımızın temsilcisi olduk. Barış çağrısı yaptığı için 1 yıl 3 ay hapis cezası alan Ayşe Öğretmenin temsilcisiydik, Berkin Elvan’ın temsilcisiydik, Prof İbrahim Kaboğlu’nun temsilcisiydik, AKP’nin atadıkları tarafından koltukları çalınan ve hapse atılan seçilmiş Belediye Başkanlarımızın, ihraç edilen öğretmenlerin temsilcisiydik, biz her türlü şantaja, tehdide rağmen diz çökmeyen Türkiyeli onurlu insanların temsilcisiydik. Ve her zaman insan haklarından, insan onurundan daha yüksek bir çıkar olmadığını, tek sorumluluğumuzun yurttaşlarımızın selameti olduğunu savunacağız. Ayrıca biz, “Türkiye’de yaşar, Avrupa’da şaşar” şeklinde politika yürüten bir parti de değiliz. Barış ve demokrasiyi, evrensel prensipleri tüm dünya halkları için savunan bir Partiyiz. Ve Türkiye’de yaşanan bütün hak ihlallerine karşı, tıpkı referandumda olduğu gibi, HAYIR diyen yurttaşlarımızla birlikte yolumuzu yürümeye devam edeceğiz…

Hişyar Özsoy:

Türkiye’nin kat ettiği ilerlemeye göre tekrar sürece alınması söz konusu ancak hükümetten gelen mesajlar gayet popülist bir şekilde iç politika malzemesi yapma yönündeydi. “AKPM kararını tanımıyoruz” gibi açıklamaların geçerliliği yoktur. Türkiye Avrupa Konseyi üyesidir, kararlara uymak zorundadır. Uymazsa kriz derinleşir. Örneğin Türkiye’nin oy hakkı elinden alınabilir. Türkiye’nin alacağı tavra göre ya bu darboğazdan bu ülke çıkacak ya da kriz derinleşecek. Bunun zincirleme etkisi olacaktır, Avrupa Birliği-Türkiye ilişkilerinde belirleyici olacaktır.

Ne istiyor AKPM, örneğin referanduma ilişkin Venedik Komisyonu ve AGİT raporlarının tespit ettiği sıkıntılara cevap üretmek. “Avrupa Konseyi kararını tanımıyorum” demek, gümrük birliği konusunda da ciddi sıkıntılar demektir Türkiye bu katı tavrında devam ederse ticaret alanında da ciddi sıkıntılar önümüzde duruyor.

Üzerimize düşeni yaptık

Türkiye, sistematik olarak uyguladığı hak ihlalleri yüzünden Avrupa liginde küme düşmüştür ve izleme sonrası sürece girip tekrar izleme sürecine dönen ilk ülke olmuştur. Bu noktadan çıkmanın yolu ahkam kesmek, sağa sola bağırıp çağırmak değil, aklı selim ile demokratik reformları gündeme almaktır.

Bunun bu hükümete faturaları olacak ama bu hükümetin yanlışları yüzünden geniş kesimler de ciddi sıkıntıları yaşıyor. Tarımda, ticarette ciddi sıkıntılar var. Şu an gümrük birliği tartışmalarını insan hakları kriterlerine bağlamayı düşünüyorlar. Mevcut durum buyken hükümet afra tafrayı bir köşeye bıraksın, o konseye üyesiniz, bu konseyden atılmaya kadar gidebilecek bir süreçtir.

Biz HDP olarak hem içeride hem dışarıda üzerimize düşeni yaptık ve yapmaya devam edeceğiz.

ERTUĞRUL KÜRKÇÜ’nün KONUŞMASININ TAMAMI:

Günaydın sevgili arkadaşlar. Bugün sizin gününüz, basın özgürlüğü günü. Hepinize olabildiğiniz kadar özgür bir meslek hayatı diliyorum. Bu vesile ile hapisteki gazeteci arkadaşlarımızın ve bütün diğer haksız yere hapis yatan milletvekillerimizin, belediye başkanlarımızın, insan hakları savunucularının, bilim insanlarının, bütün masum kurbanlarını diktatörlüğünde sevgi ve saygı ile anıyorum.

Bugün Avrupa Konseyi Parlamenter Meclisinin 25 Nisan günü Türkiye ile ilgili aldığı karar, bizim tutumumuz ve bunun içeriği hakkında konuşacağız. Bütün arkadaşlar hep beraber konuştuğumuzda bizim Konsey’deki Halkların Demokratik Partisi delegasyonu olarak tutumumuz hakkında da net bir fikir edinmiş olabileceksiniz. Çünkü bu tutumun gerçekte olmadığı kadar bulandırıldığını ve aslı faslı olmayan suçlamalarla da damgalanmaya, yaftalanmaya çalışıldığını biliyoruz.

Birincisi, olay Avrupa Konseyinde geçiyor. Çünkü dün ben Sayın Bahçeli’nin konuşmasını dinledim. Aynı anda bir tek karardan dolayı hem Avrupa Konseyini hem Avrupa Birliğini hem genel olarak Avrupa’yı hedef alan bir konuşma yapmayı başardı. Ben doğrusu dehşet içinde kaldım. Zamanında devlet yöneticiliği yapmış birisinin bunca cahilliği karşısında şaşırdım doğrusu. Türkiye olarak biz Avrupa Konseyi üyesiyiz , Türkiye Büyük Millet Meclisi de buraya bir parlamenter denetim kurumu olan Avrupa Konseyi Parlamenter Meclisine geçen yıldan beri 18 üyeden oluşan bir delegasyon gönderiyor. Biz bu delegasyon içerisinde iki asil vekiliz, iki de yedek üyemiz var. Hişyar Bey burada ve Feleknas Uca da diğer yedek üyemiz. Yedek üyeler de oy kullanma dışında asillerle aynı yetkiye sahipler. Bu Avrupa Konseyi dediğimiz kuruluş Avrupa’nın insan hakları merkezi. Bu ne Avrupa Birliği gibi paranın, ticaretin ve finans kapitalin meseleleriyle ilgileniyor ne de NATO gibi güçle, silahla, işgalle başkalarının ülkesini tehditle ilgileniyor. Buranın konusu insan, insan hakları, hukuk devleti, demokrasi, işkenceden özgür bir yaşam, idamsız bir Avrupa için çalışan insanların topluluğu. Türkiye buraya kendi rızası ile 1950’den beri kurucu üyedir. Bir yıldan beri de en çok parayı verenler kulübünden olarak üye sayısını 12’den 18’e çıkartmıştır. Yani kimse Türkiye’yi zorla Avrupa Konseyine almış ya da Avrupa Konseyi Türkiye’yi işgal etmiş değil. İster istemez bir insan hakları kulübünde insan haklarından başka konu yok. Yani sizler Türkiye’de İnsan Hakları Derneğine üye olsanız ne gelecekse başınıza Türkiye de Avrupa Konseyine üye olduğunda başına o geldi.

Her şeyden önce ‘senin insan hakların ne durumda’ diye kendini anlatmak ve başkaları hakkında yapılacak tartışmalara da bu sıfatla katılmak hakkını elde etti. Türkiye 2004’den beri gözlem sürecinden çıkmış durumda. 1996’da gözleme girmişti. Türkiye’de sürüp giden özellikle Kürt mücadelesinin geçtiği bölgelerde baş gösteren insan hakları ihlalleri dolayısıyla gözetime alınmıştı. 2004’de buradan çıktı, bu yıla kadar da gözlem sonrası diyalog sürecindeydi ancak hem 2015 7 Haziran seçimleri sonrasında yeniden alevlenen çatışmalar hem 2016 15 Temmuz başarısız darbe girişimi sonrasında kitlesel bir insan hakları ihlali süreciyle karşı karşıya kaldığımız için yeniden bu tartışma başladı. Üç mevsimdir Türkiye Dış İşleri bu tartışmayı atlatabildi ama nihayet bu baharda bu tartışmadan daha fazla kaçamayacağını gördü. Tartışma esasen Türkiye’nin insan haklarını askıya alması sonrasında bütün temel insan haklarının ihlal edilmesi ve bu ihlallerin önlenebilmesi bakamından Türkiye hükümetinin bugüne kadar vermiş olduğu sözleri yerine getirmemiş oluşuyla ilgilidir.

Türkiye’den istenilenler bir bütün olarak baktığınızda şunlardan ibarettir: Milletvekillerinin dokunulmazlıklarının kaldırılmasına son verilmesi ve Venedik Komisyonunun önerilerine uygun olarak durumun değerlendirilmesi, tutuklu bütün milletvekillerinin serbest bırakılmaları, -eğer başka suçtan mahkum değiller ise-  olağanüstü halin mümkün olduğu kadar çabuk kaldırılması, kitlesel temizliklerin kamu emekçileri arasında sona erdirilmesi, OHAL İnceleme Komisyonunun bir an önce göreve başlatılması, tutukluluk hallerindeki istisnai durumların kaldırılması ve avukat görüşlerine izin verilmesi, yurttaşlıktan mahrum bırakılmanın bir duruşma, bir yargılama olmaksızın gerçekleşmemesi, el konulan mal, mülkün el konulmasının geçici olduğunun kabulü ile daha sonra bu kararların yargı denetimine açılması, kamu görevlilerine insan hakları ihlallerinde cezasızlık getirilen 2016’da çıkarılan yasanın değiştirilmesi, cezasızlığa son verilmesi ve İşkenceyi Önleme Komitesinin Türkiye’de yaptığı değerlendirmeler sonucunda ulaştığı raporun açıklanması üzerindeki yasağın kaldırılması, bütün gazetecilerin ve insan hakları savunucularının serbest bırakılması, muhalefetin sesinin kısılması için alınmış bütün tedbirlere son verilmesi, ifade özgürlüğünün önünün açılması ve Terörle Mücadele Yasalarının Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesine uygun olacak şekilde değiştirilmesi ve aslında bildiğiniz diğer hususlar.

Biz Halkların Demokratik Partisinin Konsey’deki iki oy kullanma hakkı olan vekilleri olarak hem bu kararlara hem de bunların bir nihai sonucu olarak Türkiye’nin yeniden ‘gözlem statüsüne alınması’ kararına ‘evet’ dedik. Bu kararı böyle verdiğimiz için kendimizden gurur duyuyoruz, memnunuz böyle yaptığımız için. Çünkü biz milletvekili olurken yemin ettik. Dedik ki: ‘Herkesin insan haklarından ve temel hürriyetlerden yararlanması ülküsünden ve Anayasaya sadakatten ayrılmayacağımıza’ yemin ettik. İnsan haklarının böylesine ayaklar altına alındığı bir dönemde Türkiye’nin bir parçası olduğu, Türkiye’nin haricinde olduğu değil, bizzat kurucusu olduğu ve kendisini içine yerleştirdiği bir insan hakları kurumunda, Türkiye’nin hepimizin şikayet ettiği hukuksuzluklarının Türkiye’de yaşayanların büyük çoğunluğu için giderilmesi yönünde alınan bir karara aslında ‘hayır’ diyen işte bu yerinden ayrılmış sayılır. Bizim dışımızdaki üyelerin bu bakımdan ne yaptıklarını bir kere daha düşünmelerini ben kendilerine tavsiye ediyorum.

Eğer Anayasaya sadakatte ısrarlı isek yapmamız gereken bunu yerine getirmek olmalıydı. Bundan sonra bize tutumumuz ve kararımız dolayısıyla yöneltilen eleştirileri doğal karşılayabilirdik. Ayrı düşünmek eleştiri hakkını getirir. Ancak üç seçenekten birini ‘evet, ‘hayır’ ya da ‘belki’den ‘evet’i tercih etmiş olmamız dolayısıyla ‘belki’ ya da ‘hayır’ diyenlerden daha ayrı bir siyasi, insani, kurumsal statüye indirgenmemiz gerektiği sadece ve sadece demokrasi dışı rejimlerde, bir tek kararın geçerli olduğu rejimlerde uygun olabilir. Verdiğimiz sözü halkımıza ve milletvekili olurken bütün verdiğimiz sözün gereğini yaptık, bunu yerine getirdik. O nedenle bize yönelik olarak Sayın Başbakanın başkalarının peşine takılıp bu tutumu takındığımıza ilişkin eleştirisini aslında bir fıkra gibi görüyorum çünkü daha öncede deniyordu ki; “bütün Avrupa Konseyini peşlerine takmışlar götürüyorlar” birisine karar versin Sayın Yıldırım. Biz mi onları peşimize taktık onlar mı? Aslında kimse kimseyi peşine takmıyor.

Burada Avrupa Konseyinde ya da insan hakları kuruluşlarında bir milli maç oynanmıyor Avrupa karmasına karşı Türk milli takımı orada bir maç ya da bir savaş yapmıyor. Biz oraya gittiğimiz zaman kendi siyasi eğilimlerimize göre gruplara dağılıyoruz. Biz Birleşik Sol’un üyesiyiz, Cumhuriyet Halk Partililer Sosyalist Grubun üyesi, Adalet ve Kalkınma Partililer üç ayrı sağcı gruba dağılmış durumdalar, Milliyetçi Hareket Partisi bu sağcı gruplardan birinde. Dolayısıyla tartışmalar bu gruplarda yapılıyor ve biz siyasi kanaatlerimize göre tıpkı Mecliste nasıl oy kullanıyorsak Konseyde de öyle oy kullanıyoruz. O nedenle şunu sormak gerekir. Bir arada tartıştıkları grubun hiçbir üyesini ikna edemeyip Adalet ve Kalkınma Partili üyeler, o grubun üyelerinin kararı ile büyük çoğunlukla alınmış olan bu karar karşısında yarın bu ettikleri sözlerden ötürü o gruptaki arkadaşlarına, meslektaşlarına ne diyecekler acaba? Onların Türkiye düşmanı olduklarını, onların aslında Haçlı olduklarını hakikaten yüzlerine karşı konuşabilecekler mi? Ben hiç tahmin etmiyorum böyle olduğunu. O nedenle biz hem siyasi kanaatlerimizin, hem milletvekilleri sorumluluğumuzun gereğince Türkiye’de 16 Nisan gün ‘hayır’ demiş 25 milyon insanın ortaya koyduğu itirazı Avrupa Konseyi Parlamenter Meclisinde de ifade etmiş olduk. Burada ne konuştuysak orada da onu konuştuk. O nedenle ben bizim bu tutumumuzun hakkında, ağıza alınması bile güç bir beyanda bulunan Sayın Bahçeli’ye şunu söyleyeceğim: Eğer, hakikaten o sözün ne manaya geldiğini merak ediyor ise o 25 milyon insandan yankılanan sözün kendi kulağında nasıl bir tını bıraktığını bir daha değerlendirmelidir.

Biz görevimizi yaptık ve Türkiye halklarının demokrasi yolundaki ilerleyişine yeni bir katkıda bulunduğumuzdan bütün kalbimiz ve ruhumuzla eminiz. Çok teşekkür ederim.