İç Tüzük Değişikliği,TBMM Genel Kurulu’na Dayatılmış OHAL Kararnamesidir.

Ertuğrul Kürkçü, TBMM Genel Kurulu’nda İçtüzük değişikliği tasarısı üzerine yaptığı konuşmada ” Şöyle ya da böyle bizden kurtulmak isteyebilirsiniz fakat onun yolu bu değil, onun yolu şu olabilir, açıkça ilan edersiniz: Türkiye’de Halkların Demokratik Partisinin takip ettiği siyaseti takip etmek kanunen yasaktır. Ondan sonra, ona göre kendi anayasanızı, yasalarınızı düzenlersiniz ama onun için de bütün dünyaya “Biz demokrasiden faşizme geçtik, faşizme yükselttik memleketi.” diye göğsünüzü yumruklarsınız.” dedi.

Sayın Başkan, sevgili arkadaşlar; bu teklifin bütünü hakkında konuşacağım kendi adıma. Şununla başlamak istiyorum.

Birincisi: Özellikle Başbakan Binali Yıldırım’ın iki gün önceki hatta belki üç gün önceki beyanlarından sonra gerçekte buradaki tartışma yani böyle bir İç Tüzük’ün neden demokrasinin hızlı ve verimli çalışması için gerektiği konusundaki bütün iddialar, bunları ispatlamak için dünyadan, ahiretten örnekler getirmekler falan, bunların tamamı lüzumsuz hâle geldi. Ben aslında Binali Yıldırım’ı çok takdir ediyorum, dan dan dan diye her şeyi söylüyor, ağzında hiçbir zaman bakla ıslanmaz.

Bakın, ne diyor Binali Yıldırım: “Bu İç Tüzük, geçici bir İç Tüzük, 2019 Cumhurbaşkanlığı hükûmet sistemi devreye girdikten sonra yeni bir İç Tüzük’e ihtiyacımız olacak, bu değişiklikler 2019’a kadar geçerli olacaktır.” Yani demek ki karşımızda elli yıllık, kırk yıllık müktesebatı değerlendirip sonra mükemmel bir şey yapmak için karşımıza getirilmiş bir taslak yok, tamamen 2019’a geçiş için Türkiye Büyük Millet Meclisini tanzim üzere iktidar ve iktidarla ittifak hâlindeki Milliyetçi Hareket Partisinin ortaya getirdikleri bir tüzük taslağı var. Dolayısıyla, bu tüzük taslağının biricik anlamı bu. Onu anlamlandıran, içinde yaşadığımız, içinden geçtiğimiz konjonktür. O da Türkiye Büyük Millet Meclisine de bir OHAL kararnamesi indirilemeyeceği için bir İç Tüzük ile OHAL düzenlemeleri yapılıyor, Türkiye Büyük Millet Meclisi OHAL’in muhatabı hâline getiriliyor. Özetle, Adalet ve Kalkınma Partisinin 2019 hazırlıklarına Milliyetçi Hareket Partisi de kendi açısından dâhil oluyor, bu tüzük değişikliğinin biricik anlamı budur.

Bu İç Tüzük gerçekleştiği zaman olacaklar konusunda bütün söylenenler ortada, bunlara eklenecek çok fazla bir şey yok. Fakat ben iki nokta üzerinde durmak istiyorum, daha doğrusu amacıyla ilişkilendireyim. Bunlardan bir tanesi, amaçlarının başında Halkların Demokratik Partisi milletvekillerini inançları, düşünceleri, felsefeleri, dünya görüşleri dolayısıyla yapmaktan ve söylemekten kaçınamayacakları eski İç Tüzük’ün varlığı döneminde herhangi bir yaptırımı gerektirmeyen tutumları dolayısıyla cezalandırmak üzere Halkların Demokratik Partisi milletvekillerine tuzak kurmak; öte yandan, genel olarak muhalefette çalışamaz, işleyemez, mecliste hareket edemez hâle getirmek. İdeolojik amaçla getirilmiş bütün engeller ve bütün kısıtlar bununla ilgilidir.

Demin Özgür Özel’in söylediklerine bir şey daha eklemek istemiyorum, tekrar edeyim, hepimiz tekrar edelim, bilelim: Türkiye Büyük Millet Meclisi üyelerine genel olarak yurttaşların sahip olduğundan daha az özgürlük, daha az fikir hürriyeti, daha az ifade özgürlüğü getirerek aslında Türkiye Büyük Millet Meclisini kısıtlı, hacir altında bir kurum hâline getiriyor. Hiçbir Türkiye Cumhuriyeti yurttaşı bu tüzük hükümleri dolayısıyla sakıncalı ifade edilen, bundan ötürü cezalandırılması istenilen şeylerden ötürü cezalandırılmazlar. Anayasa’nın ilk dört maddesi hakkında herkes dilediği gibi, bildiği gibi konuşur, bugüne kadar da bundan ötürü yargılanan, cezaya çarptırılan hiç kimse olmamıştır ama Türkiye Büyük Millet Meclisi, Anayasa’nın değişeceği yerde, Anayasa hakkındaki kararların verileceği yerde bunları konuşmak yaptırıma bağlıdır.

Türkiye Büyük Millet Meclisinin milletvekillerine dayattığı yemin, bu yemin esaslarına uygun olarak milletvekillerinin yemini tekrardan kaçınmaları hâlinde Meclisten çıkartılmaları bir kural hâlinde dayatılmaktadır. Bu kuralın esasen Leyla Zana için, Leyla Zana örneğinden hareketle getirildiği herkesin malumudur. Esasen içerici bir yaklaşım, Leyla Zana’nın bu yemini bütün külfetlerine rağmen, eğer etmediği takdirde karşı karşıya kalacağı bütün yüklere rağmen niçin etmediğini düşünmek için en ufak bir zahmet sarf edilmemiş fakat bu metnin olduğu gibi tekrarı ya da Meclisin dışına çıkmak arasında iki seçenekten başka bir seçenek kendisine bırakılmamıştır.

Ben Komisyonda da söyledim. Bu yemin metni hiçbir şekilde bir mutlaklık, bir kutsallık, bir değiştirilemezlik, bir başımıza gelmişlik hâli değildir. Türkiye Cumhuriyeti’nin şunca yıllık ömrü içerisinde 1921 Anayasası’nda bir yemin metni yoktu, 1924 Anayasası’nda insanlar sadece ve sadece Anayasa’ya mugayir hareketler içinde olmayacaklarına yemin ederlerdi, 1960’ta halkın mutluluğu için çalışacaklarına yemin ederlerdi. 1981’de hem etnisiteye dayalı bir millet tanımı hem de bir doktrin insanlara yemin olarak dayatıldı.

Şimdi Komisyon bize dedi ki: “Biz dünyadaki bütün anayasaları inceledik. Dünyadaki bütün iç tüzüklere, bütün yeminlere baktık. Bizimkinin aslında münasip olduğuna karar verdik.” Ben de hakikaten nedir diye baktım. İnanın, dünyada, Türkiye’den başka, milliyetçilik üzerine yemin edilen bir tek ülke yoktur. Din üzerine, iman üzerine, yemin edilen ülkeler vardır. Anglosakson ülkelerinde de din, iman üzerine yemin etmek istemeyenler için “yeminsiz beyan” anlamına gelen “affirmation” imkânı bütün üyelere sağlanır. Allah üzerine, din üzerine, kitap üzerine yemin etmek istemiyorsa neyi doğru biliyorsa onun üzerine namusu, şerefi üzerine ant içer.

Şimdi Leyla Zana’ya dayattığınız bu yemini etmediği için onu Meclisin dışına atmak ya da aynı yolu takip edecek başkalarını Meclisin dışına atmak yerine onları nasıl içereceğimiz konusunda dünyadaki başka örneklere bakmak gerekmez miydi? Ama olsun, olur a arada bir gelen olur; hazır başlamışken milletvekillerini hapse atmaya, tek tek vekilliklerini düşürmeye, Leyla Zana’yı da aradan çıkarıverelim diye düşünmüş olabilirsiniz ama bunun bu kadar büyük iddialarla, bu kadar büyük felsefi izahlarla falan anlatılmasına gerek yok ki. “Biz, HDP milletvekillerini birer ikişer şu ya da bu sebeple Meclisten çıkartmak, mefluç hâle getirmek, siyaseten iş yapamaz kılmak istiyoruz çünkü olur a, bu Meclis kürsüsünde gelir Ermeni soykırımı hakkında konuşurlar. Yurttaşlar dışarıda konuşabilir ama biz onları burada konuşturmayız, onlar Türkiye’nin idari yapısı üzerine konuşmak isteyebilirler. Evet, Anayasa Mahkemesi, federasyonu tüzüğüne koymuş olan bir partinin bu tüzüğünden ötürü kapatılamayacağını karara bağlamış olduğu hâlde, o parti bu Mecliste olmadığı zaman biz, başka milletvekillerini bunları tartıştığı için cezalandırabiliriz. Hem öyle cezalandırabiliriz ki onların siyaset yapması için, kamunun siyasete finansman yolu olarak ortaya koymuş olduğu ödenek ve yollukları da ellerinden alırız, halka gidemezler, seyahat edemezler, hiçbir yerde hareket edemezler; böylelikle onların siyasetini de baltalamış oluruz.” cezacılığı bunun arkasında yok mu?

Ben, bunları, bütün bu İç Tüzük tartışmasının yüksek amaçlarla, Meclisin öyle çalışması, Meclisin böyle çalışmasıyla herhangi bir ilgisi olmadığını hepimizin anlaması için o nedenle size söylüyorum. Buradaki mesele şudur: Muhalefetin mümkün mertebe az konuşması ve önümüzdeki bu bir yıllık zaman -çünkü Binali Yıldırım öyle diyor- içinde mutlaka bu düzenlemeleri yapmamız lazım. Öte yandan da eğer mümkünse, mümkün olduğu nispette de Halkların Demokratik Partisi milletvekillerinin sayısını azaltmakla ilgilidir. Böyle bir İç Tüzük’ün bizim karşımıza getirilip savunulması mümkün değildir. Şöyle ya da böyle bizden kurtulmak isteyebilirsiniz fakat onun yolu bu değil, onun yolu şu olabilir, açıkça ilan edersiniz: Türkiye’de Halkların Demokratik Partisinin takip ettiği siyaseti takip etmek kanunen yasaktır. Ondan sonra, ona göre kendi anayasanızı, yasalarınızı düzenlersiniz ama onun için de bütün dünyaya “Biz demokrasiden faşizme geçtik, faşizme yükselttik memleketi.” diye göğsünüzü yumruklarsınız.

Hepinizi sevgiyle selamlıyorum. (HDP sıralarından alkışlar)

 

Sataşmalara Cevaben:

ERTUĞRUL KÜRKCÜ (İzmir) – Sayın Başkan…

BAŞKAN – Sayın Kürkcü…

ERTUĞRUL KÜRKCÜ (İzmir) – Grup Başkan Vekili benim üzerinde tartıştığım hususla ilgili olarak Meclisi doğru bilgilendirmedi çünkü bizim tartıştığımız konu cumhuriyete sövüp sövmemekle ilgili değil, çok daha geniş bir kapsam getirildi.

MUSTAFA ELİTAŞ (Kayseri) – “Hakaret etmek ve sövmek” diyor.

MİTHAT SANCAR (Mardin) – Öyle değil, idari yapıya aykırı tanımlamalar…

MUSTAFA ELİTAŞ (Kayseri) – Hakaret, söylediği o.

MİTHAT SANCAR (Mardin) – Onu demedin, demedin onu, diyemiyorsun.

ERTUĞRUL KÜRKCÜ (İzmir) – Ben sözüme devam edeyim.

MUSTAFA ELİTAŞ (Kayseri) – Efendim, bölücülük yapamazsınız, üniter yapıyı değiştiremezsiniz; olay bu.

MİTHAT SANCAR (Mardin) – Onu demiyorsun.

ERTUĞRUL KÜRKCÜ (İzmir) – Çok daha geniş bir kapsam getirildi. Deniliyor ki: “Anayasa’nın ilk dört maddesinde özellikleri belirtilen idari yapıdan farklı idari yapılar önermek.”

MİTHAT SANCAR (Mardin) – Hayır, “tanımlamalar yapmak.”

ERTUĞRUL KÜRKCÜ (İzmir) – “Tanımlamalar yapmak.” Şimdi, Türkiye Büyük Millet Meclisi bu tanımlamaların ya da idari yapının tartışılacağı yer değilse neresidir? Hakaretle falan ilgisi yok. Bize, ufkumuza, zihnimize, dünyaya bakışımıza dair, yurttaşlara dayatılmayan sınırlamaların dayatılmasının tuhaf, asimetrik…

BAŞKAN – Teşekkürler Sayın Kürkcü.

ERTUĞRUL KÜRKCÜ (İzmir) – En özgür olacağımız yerde en tutsak olacağımız dayatmalar getirilmiş olmasınadır itirazımız. Bölücülükle ne ilgisi var bunun? Esas bölücülük, insanların ifade özgürlüklerini önlemek ve onları başkalarına, herkese benzetmek, tek tip yurttaş yaratmaya çalışmaktır.