İnsan yoksa, bilim insanı yoksa ne bilim ne gelecek var.

Kürkçü, TBMM Plan ve Bütçe Komisyonu’nda Bilim Sanayi ve Teknoloji Bakanlığı bütçesi görüşmelerinde: “İbn-i Haldun’un evrim konusundaki düşüncelerini bile TÜBİTAK, eğer Türkiye’den, Türkiye’nin insanlığından saklayacak olursa, “B” harfinin ne TÜBA’da ne TÜBİTAK’ta bir kıymeti kalır,”  dedi. “Geri kalanı, teknolojilerin ödünç alınarak adapte edilmesinden ibarettir ki, bunu bütün organize sanayi bölgelerinde, sanayi sitelerinde ustabaşları yapıyor, bunun için hakikaten bu kurumlara hiç ihtiyaç yok.” 

ERTUĞRUL KÜRKCÜ (İzmir) – Sayın Başkan, sevgili arkadaşlar, Sayın Bakan; ben sizin sunduğunuz bu Bilim, Sanayi ve Teknoloji Bakanlığı bütçesinde 2 kurum üzerinde durmak istiyorum. Birincisi, TÜBA; ikincisi, TÜBİTAK. Çünkü aslında Bilim, Sanayi ve Teknoloji Bakanlığının ufkunda olan bütün işlerin gerçekleşebilmesi Türkiye’de etkin bir biçimde iş görebilen bir bilimsel araştırma, çalışma, üretme kapasitesinin varlığına bağlı. Bunlar yoksa aslında ne anlamlı bir sınai faaliyet ne bilimsel üretim ne teknolojik gelişme olabilir. Besbelli bunun temel ham maddesi insani sermaye, bu da bilim insanları. Dolayısıyla, bu bilim insanlarıyla ilgili olarak sizin yaptığınız çalışma Millî Eğitim Bakanlığı ve YÖK’le beraber ya da onlardan sonra en önemli iki büyük kalem fakat bunlar çok büyük bir tartışma konusu –siz de biliyorsunuz- Türkiye’de. Ben gene de bu tartışmayı belki sizin   de bizim tarafımıza, bizim baktığımız yere bakarak bu tartışmayı sürdürmeniz için katkıda bulunabilirim diye söz aldım. Çünkü bu konuda çatışmayı sürdürmek çok kolay, zaten argümanlar belli, biz de orada duruyoruz. Fakat şimdi olağanüstü hâl ilanının üzerinden neredeyse iki yıla yakın bir zaman geçmişken acaba yeniden bu meseleleri düşünme imkânımız olabilir mi?

Birinci konu, Türkiye Bilimler Akademisinin faaliyet alanında apansız bir değişiklik oldu. 15 Temmuz sonrasında 40 üye üyelik veya asosiye üyelikten sessiz sedasız çıkartıldılar. Biliyorsunuz, Türkiye Bilimler Akademisi 2011’deki bir kanun hükmünde kararnameyle şekil değiştirdikten sonra zaten bir ayrışmaya uğramıştı. Geride kalanlar aslında TÜBA’nın yeni konumuyla şu ya da bu şekilde uyum içerisinde olanlardı. Demek ki onların bilim insanı kapasitelerine biçilmiş bir değer vardı her türlü siyasi tartışmadan bağımsız olarak. Fakat ne oldu da 15 Temmuzdan sonra 40 kişi üyelikten çıkartıldılar? Bilimsel değerlendirme ölçütlerinde ne gibi bir değişiklik oldu? TÜBA’nın dahaönceki bilimsel değerlendirme çerçevesine ne gibi bir yeni parametre eklendi? Besbelli bu, şu ya da bu şekilde siyasi duruşları ya da bilimsel araştırmalarının siyasi imaları dolayısıyla bu insanların TÜBA dışına atılmış olmaları gerçeğini bize anlatıyor. Bu, kabul edilebilir bir şey midir?

Öte yandan, ben bütçeleri dikkatle şu açıdan değerlendirmeye çalıştım: Daha önceki başka bakanlık ve kurum bütçelerinde kurumun genel toplam bütçesiyle yatırıma harcanan değerler arasında şöyle bir asimetrik ilişki vardı: Mal ve hizmet giderleri, sermaye giderleri çok küçük bir bölümünü; bürokrasiye ve sigortaya harcananlar daha büyük bir bölümünü oluşturuyordu. Fakat, bu iki kurumda örneğin, Türkiye Bilimler Akademisinin bütçesi 16 milyar 575 milyon lira, ancak mal ve hizmet giderlerine, cari transferlere ve sermaye giderlerine ayrılan karşılık, neredeyse 13-14 milyar lira. Demek ki dışarıya çok fazla para veriyor. Aynı şey, TÜBİTAK için de geçerli. TÜBİTAK’ın bütçesine baktığımız zaman gördüğümüz, 3 milyar 179 milyon 412 bin 314 lira, geçtiğimiz dönem bütçe gerçekleşmiş. Bunun mal ve hizmet alımlarına, sermaye transferlerine, sermaye giderlerine ve cari giderlere ayrılan bölümü, neredeyse 2 milyar liradan fazla. Demek ki bütçesinin üçte 2’sini dışarıya aktarmış ya da mal ve hizmet üretimi ve sair işler için harcamış.

Yani, bu iki kurum, kendi içlerine değil, kendi dışlarına kaynak aktarıyorlar ve bir şeyler yapıyorlar. Fakat, bu yapılan şeyleri neyle ölçüyoruz? Örneğin TÜBİTAK’ın ve TÜBA’nın gerçekleştirdikleri işlerin hem uluslararası bilim alanında hem Türkiye’deki özgülendikleri alanlarda gerçek katkıları neler? Çünkü, sizin sunumunuza baktığım zaman, ben şunu görüyorum: Örneğin, TÜBİTAK’ın gerçekleştirdiği AR-GE ve yenilik faaliyetlerini içeren programlar kapsamında, binden fazla firmaya, akademilere, o kadar çok kaynak aktarılmış ki o zaman şu soruyu sormak gerekiyor: Peki, bunların ortaya çıkarttığı değer ve katkıyı neyle ölçüyoruz? Mesela, belki de boşa kaynak akıtıyoruz veya bunlardan bir fayda ya da kıymet doğuyor. Ben bunu ölçebildiğimiz bir parametre, sizin sunduğunuz veriler arasında görmedim. O nedenle, şöyle düşünüyorum: Bütün bu tartışmalardan sonra ve bilim insanlarına yönelik bunca kıyımdan sonra, acaba hakikaten kendilerine kaynak aktarmaya değecek projeler oldu mu ve tartışmalı projelerin kurum üzerine düşürdüğü gölgelerin giderilmesi bakımından neler düşünülüyor ve neler yapılıyor? Çünkü, -siz de çok iyi biliyorsunuz bu tartışmaları- örneğin, TÜBİTAK projeleri arasında, gökyüzünün neden mavi olduğunun araştırılmasına kaynak ayrılmış, Tillo evliyalarına kaynak ayrılmış. Fasulyelere dinletilen şeylerden -çevre gürültüsü, müzik ve Kur’an-ı Kerim- sonra Kur’an-ı Kerim’den “2 kat fazla verim alınmış”.

Şimdi, bunları, ben, sizin Bilim, Sanayi ve Teknoloji Bakanı olarak ciddiye almayacağınızı düşünüyorum, en azından bunları ciddiye almazsınız. Fakat, bunlara kaynak aktarılmış. O zaman, bunun gibi başka nelere kaynak aktarıldığı ister istemez bir soru işareti oluyor.

Şimdi, öte yandan – ben başlangıçta söylediğime tekrar geri döneyim. Başlangıçta söylediğim şuydu- bu insani sermayenin, bu insan kaynağının yaratılması kadar korunması da hem çok zorlu bir şey hem de çok fazla kaynak ve imkân gerektiriyor. Ama, sizler de çok iyi biliyorsunuz, 15 Temmuz sonrasında, 4.224 bilim insanı görevlerinden uzaklaştırıldı ve bunların 2.341’i ihraç edildiler meslekten. Bu, Türkiye gibi bir ülke için, yani bilim insanının kolay yetişmediği ve kolay muhafaza edilemediği bir ülke için, çok büyük bir insan gücü israfı ve sanmayın ki bu insanlar Hükûmetle şu ya da bu şekilde siyasi sebeplerle ya da dünya görüşü sebebiyle aykırı düştükleri için bilimsel bir değerden yoksunlar. Belki siz de Bakan olarak, alanınıza girdiği için bunu takip ediyorsunuzdur. Türkiye’den göç eden bilim insanı sayısı tarihin en yüksek oranlarına, mutlak sayılarına vardı. İkinci Dünya Savaşı öncesinde Nazi Almanyası’ndan Türkiye’ye bilim insanları göç ederlerdi. Türkiye üniversitesini aslında bir bakıma onlar kurdular ya da yeniden kurdular. Şimdi, Türkiye, aynı şekilde, siyasi sebeplerle, Türkiye’den kaçan yani 15 Temmuz sonrasında gerçekleşen, 20 Temmuz olağanüstü hâliyle birlikte, üniversitede barındırılmayan insanların Avrupa’ya ihraç edildiği bir ülke oldu. Hepsi orada kendilerine çalışacak yer buldular ve üretmeye devam ediyorlar.

Şimdi, ben, o yüzden çok merak ediyorum, gerek TÜBİTAK olsun gerek TÜBA olsun…

BAŞKAN – Sayın Kürkçü, lütfen tamamlar mısınız?

ERTUĞRUL KÜRKÇÜ (İzmir) – Tamamlıyorum efendim.

Onların katkı verdikleri bilim insanlarının uluslararası dergilerde yayınlanan makaleleri, uluslararası ölçüde değer kazanmış olan buluşları, patentleriyle, görevlerine son verilenlerinkini karşılaştırdığımızda aslında tablo nasıl çıkacak, bunu bilmiyoruz.

İbni Sina demiş ki -ben de sizin bütçenizi eleştirmek için bakınırken buldum, çok da hoşuma gitti- “Bilim ve sanat istenmediği yerden hicret eder.” [Sözü]  bu hicreti de besbelli çok iyi açıklıyor. Hakikaten Türkiye, çok büyük bir bilim insanı ve sanatçı hicretine sebep oldu.

Son olarak şunu söylemek istiyorum: Bizim bütün bilim ve eğitim dünyamıza son on yılda damgasını vuran çok önemli bir tartışma TÜBİTAK’a da damgasını vurdu ve evrim düşüncesi TÜBİTAK’ın değerler skalasından dışlandı; bunun üzerine çalışma yapılmıyor, bunun üzerine yapılan araştırmalar değerlendirilmiyor. Fakat, ben şunu söylemek isterim: İnsan soyunun ortaya çıkışı bakımından en çok tartışmaya muhatap olabilir bu teori, fakat bütün bilim esasen evrim teorisi üzerine kuruludur; kâinat evrim hâlindedir, maddi dünya evrim hâlindedir, ister istemez o maddi dünyanın içinde hayat bulan insan türü evrim hâlindedir. Fakat, bu, diyelim ki tartışılacak bir konudur; bu tartışmanın bir kutbunu TÜBİTAK ya da TÜBA devreden çıkartıp diğer kutbu, aslında bir bilim olmayan, sadece bir inanç sistemi olan bir yaklaşım muhafaza edilirse ne kadar bilim olmayı hak eder? Ben size sadece şu kadarını söyleyeyim: Bu, inanç dünyasında bile bu kadar kategorik bir ayrıma tabi tutulmuyordu 14’üncü yüzyılda, 13’üncü yüzyıld.  İslam bilginleri evrim düşüncesine kendi yönlerinden başka türlü varmışlardı. Maddi varlıklarla bitkilerin alt türlerinin, bitkilerin alt türleriyle bitkilerin üst türlerinin, bitkilerin üst türleriyle hayvanlar dünyasının alt türlerinin ve onların üst türleriyle insanlar arasında bir geçişlilik olduğu İbni Haldun’un bilim dünyasına kattığı, daha 14’üncü yüzyılda kattığı bir bilgiydi.

BAŞKAN – Sayın Kürkçü…

ERTUĞRUL KÜRKÇÜ (İzmir) – Tamam, bitiriyorum, bu son cümlemi söyleyeyim.

Şimdi, bu bilgiyi de TÜBİTAK, eğer Türkiye’den, Türkiye’nin insanlığından saklayacak olursa, bunun tartışılmasına kapatılacak olursa, o zaman bu “B” harfinin ne TÜBA’da ne TÜBİTAK’ta bir kıymeti kalır; geri kalanı, teknolojilerin ödünç alınarak adapte edilmesinden ibaret olur ki bunu bütün organize sanayi bölgelerinde, sanayi sitelerinde ustabaşları yapıyor; bunun için hakikaten bu kurumlara hiç ihtiyaç yok. Bu açıdan probleme yeniden yaklaşmanızı doğrusu dilerim. Ne kadar özerklik, ne kadar bağımsızlığı varsa bu kurumların, sırf bunun için kullansalar, Türkiye’nin geleceğine, Türkiye’nin kendi bilgisini ve kendi imkânlarını yeniden üretebilecek bir kapasiteye erişmesine en çok faydayı sağlamış olabilirler. İnsan yoksa, bilim insanı yoksa ne bilim var ne gelecek var.

Çok teşekkür ederim.