İnternet Koruculuğu Sistemine Karşı Direneceğiz!

“Şimdi o zaman ben de sana soruyorum. Korkacak bir şeyin yoksa niye bizi takip ediyorsun? Niye yurttaştan korkuyorsun? Niye yurttaşın ne konuştuğunu öğrenmeye çalışıyorsun?”

Sevgili arkadaşlar hepinize geldiğiniz için çok teşekkür ederim. Bugün bu hafta Mecliste görüşüleceğini varsaydığımız 5651 Sayılı İnternet Ortamında Yapılan Yayınların Düzenlenmesi vs. hakkındaki yasadaki değişikliklerle ilgili olarak partimizin ve kendimin tutumunu sizlerle paylaşmak için buradayım.- Tabi ki kamuoyuyla sizin aracılığınızla.-internet yas

Ancak bugün bundan daha önemli bir şey var. Bu vesileyle söz almışken şunu belirtmek isterim. Bugün Kayseri’de görülmekte olan Eskişehir Anadolu Üniversitesi öğrencisi Ali İsmail Korkmaz’ın, Gezi eylemleri sırasında polis memurları ve sivil katillerce dövülerek öldürülmesinin, sanıklarının doğal hakim ilkesi çiğnenerek Kayseri’ye kaçırılmasını ve yargılamanın aleniyeti ilkesinin ve koşullarını ihlal girişimini kınayarak başlamak istiyorum. HDP milletvekilimiz İstanbul Milletvekili Sayın Levent Tüzel ve HDP Merkez Yürütme Kurulu Üyeleri de bugün Kayseri’deler bu davayı izleyen diğer gözlemciler, diğer aktivistler, insan hakları savunucularıyla birlikte oradalar. Şunu söylemek istiyoruz. Bu dava nereye kaçırılırsa kaçırılsın, nasıl görülmeye çalışılırsa çalışılsın sonunda katillerin cezalandırılacağı, adil bir biçimde cezalandırılacağı şekilde bu dava sonuçlanıncaya kadar bunun takipçisi olacağız.

Umarım Telekomünikasyon İletişim Başkanlığı bu davada yargılanan katil sanıklarına “katil sanığı” demememizi de onların kişilik haklarına bir saldırı sayarak re’sen TBMM çatısı altındaki bu basın toplantısında söylediğimiz ve söyleyeceğimiz sözlerin meclisin internet sitesinden ve sizin bağlı olduğunuz kuruluşların Web sayfalarından kaldırılması emrini vermez. Biliyorsunuz bu emirler daha sözü edilir edilmez bu yasa değişikliğinin, yağmur gibi yağmaya başladı. Her şeyden önce bugün mecliste görüşülmeyi bu hafta mecliste görüşüleceği varsayılan bu yasanın meclise getiriliş usulünün tamamen benimsenmiş usullere aykırı olduğunu söylemek isteriz. İhtisas komisyonlarında ve ilgili komisyonlarda görüşülmeden Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığının mevzuatına dair bir torba kanun içerisine yerleştirilerek getirildi. Kamuoyunda ve uzman kuruluşlarca, sivil toplum örgütlerince, telekomünikasyon iletişimi sürecinin bütün taraflarında yer alanlarca birlikte tartışılarak olgunlaştırılmadı. Yani bir toplumsal ihtiyaca tekabül etmediği apaçık. O nedenle bu yönüyle bir kere yasanın böyle ele alınması ve bütün öteki yasalar AKP’nin son dönem benimsediği bütün öteki yasa değişiklikleri gibi bir gece yarısı baskını, bir kapma kaçırma usulü içerisinde görüşülmek istenmesinin tamamen karşısında olduğumuzu ve görüşmeler başladığında bu yönde yasanın bu şartlar altında görüşülemeyeceğine dair itirazlarımızı dile getireceğiz.

Ancak en az bunun kadar, usul kadar bu yasanın esası bakımından da insan haklarına, kişi haklarına, Türkiye’nin tarafı olduğu uluslararası İnsan Hakları Sözleşmelerine, Avrupa Konseyi hükümlerine, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesine, ifade özgürlüğüne, Anayasanın düşünce ve ifade hürriyetini güvence altına alan bütün maddelerine karşı hükümler içerdiğini hepimiz biliyoruz. Bu kamuoyunda önemli ölçüde tartışıldı. Bu bakımdan yeni bir şey belki de söylenemez. Bunun böyle olduğunu herkes biliyor. Her internet kullanıcısı bu yasanın haklarını tehdit ettiğinin farkındadır Türkiye’de. O zaman hükümetin bu yasayı bu şekilde niye sevk ettiğini düşünecek olursak burada bunları bilmeden ya da bunların etrafından dönüleceğini umarak değil, bile bile bu yasaların bütün bu yasa değişikliği tekliflerinin bütün bu kuralları, ilkeleri uluslararası sözleşmeleri ihlal ettiğini bile bile getirilmesinin bir tek gerekçesi vardır. O da Anayasa Mahkemesi tarafından bozuluncaya kadar ya da Cumhurbaşkanı tarafından iade edilinceye kadar yerine yeni bir yasa yapılıncaya kadar bu hükümlerin geçerli olacağı koşullarda hükümetin kendisini bir siber kalkan halkasına alması ihtiyacıdır. Böylelikle aslında yaygın medyaya güveni büyük ölçüde sarsılmış olan kitlelerin sosyal medya aracılığıyla, internet haberleşmesi aracılığıyla gerçeklerden haberdar olma hükümet ile ilgili gerçekleri anlama ve açıklama, birbirlerine iletme imkânını ortadan kaldırmakla ilgilidir. Eğer hükümet bu şekilde bu seçimleri atlatabilir önümüzdeki bir yıl boyunca kendisini kamuoyu basıncından bu şekilde koruyabilirse iktidarını bir nebze olsun uzatabileceği ümidindedir.

Fakat bence boşuna ümit etmektedir. Bu yolla korunmuş, bu yolla korunabilmiş bir hükümet biçimi Türkiye’nin dâhil olduğu âlemde yoktur. Bu yasa Türkiye’yi aslında kategorik olarak İran ve Çin gibi ülkelerle aynı sıraya yerleştiriyor. İran’ı ve Çin’i küçümsediğimiz, bu ülkeleri hiçe saydığımız için değil. Bu ülkeler genellikle otoriter rejimlerle yönetiliyorlar. Ancak Türkiye gibi Avrupa Konseyi üyesi değiller, Avrupa Birliği(aday)üyesi değiller bu kuruluşların benimsemiş olduğu genişlikteki ve genlikteki özgürlük garantilerini bu âleme ve kendi halklarına vermiş değiller. O yüzden onlar kendi halklarına karşı vermedikleri bir taahhüdü ihlal ediyor değiller ya da uluslararası ortaklarına, paydaşlarına kendileriyle aynı ilkeleri paylaştıklarını söyledikten sonra yalan söylüyor değiller. Onlar “biz böyle yaparız” diyerek hükümet eyliyorlar. Sonunda bu hükümet biçimi o halklar tarafından reddedilinceye kadar da böyle var olabilirler.

Ama Türkiye için bu geçerli değil. Türkiye hem Avrupa Birliği aday üyesidir hem Avrupa Konseyi üyesidir hem bu birliklerin ortaya koymuş olduğu pek çok uluslararası sözleşmeyi ifade özgürlüğünü iletişim özgürlüğünü güvence altına alan pek çok uluslararası sözleşmenin altına girdiği halde böyle yapmaktadır. Bu yüzden de zaten hem bizim hem bütün dünyanın eleştirisini son derece sert eleştirisini, kınamasını, ayıplamasını üzerine çekmektedir. Ancak öyle görünüyor ki hükümet bütün bunları göze almıştır.

Şimdi bir başka mesele var burada. Hükümet öte yandan bu yasayı geçirebilmek ya da bu yasayı uygulanabilir kılmak bakımından internet içerik ve yer sağlayıcılarının internet haberleşmesi bakımından bir altyapı, kapasite bulunduran ve bunları satan, kiralayan kuruluşların, şirketlerin bir araya gelerek bir birlik oluşturmasını istiyor. Eğer bu olmazsa bu yasa icra edilemez. Şimdi büyük soru şudur: Vodafone gibi, Turkcell gibi, Türk Telekom gibi yer ve içerik sağlayıcılar bu yasanın dayatılmasını kabul edecekler mi etmeyecekler mi? Çünkü bu kuruluşlar bakımından hiçbir profesyonel, ticari, mesleki, teknik bir mecburiyeti yoktur bir araya gelmenin. Onları bir araya gelmeye kendi doğal gelişimleri sevk etmemektedir. Hükümetin güvenlik ihtiyacı bakımından onlar bir baskı altına alınmaktadırlar. Şimdi bu baskıyı kabul edecekler mi etmeyecekler mi? Açıkça şuna benzetebiliriz bu durumu. Hükümet bir internet koruculuğu sistemi, korucu başları sistemi oluşturmak istiyor. Vodafone’u, Turkcell’i, Türk Telekom’u birer korucu başı olarak zapturapt altına almak, komuta altına almak istiyor. Girecekler mi, girmeyecekler mi? Kendi kullanıcıları, müşterilerinin haklarını hükümete bu şekilde teslim edecekler mi etmeyecekler mi? Önemli soru budur.

Korucu olmamak için koruculuğa baş eğmemek için hayatlarını veren bunun için her türlü baskıya, zillete, yerinden edilmeye razı olan ama asla koruculuğa tevessül etmeyen Kürt köylüleri kadar onurlarına düşkün, kendileriyle iş yapan insanlara, bireylere, Türkiye Cumhuriyeti yurttaşlarına karşı saygılı olacaklar mı olmayacaklar mı? Göreceğiz. Hükümet burada büyük oyuncuları kendi oyununa ortak etme çağrısındadır. Bunların gırtlağına sarılmıştır. Tıpkı iş adamlarının gırtlağına sarılıp “şu gazeteyi satın alın”, “bu televizyon şirketini satın alın”, “orada benim propagandamı yapın” dediği gibi şimdi bu yer ve içerik sağlayıcılara internet iletişimi sağlayıcılarına demektedir ki “benim muhbirim olun”. Müşterilerinizin bütün bilgilerini bana verin. İstediğim gibi onları kullanayım, takip edeyim, istediğimi istediğim gibi suçlayayım. Şimdi bakın bunun pratikte bir karşılığı var. Şimdi çok büyük bir tartışma konusu olan özel yetkili Ağır Ceza Mahkemeleri savcılarının açmış olduğu davalardaki iddianamelerin nasıl kurulduğuna bakalım. Bu iddianameler şöyle kuruluyordu: Telefon iletişimi takip ediliyordu. A B ile B C ile C D ile konuşmuştur. Demek ki o zaman A D ile konuşmuştur, A D’nin suçuna ortaktır. Şimdi bunun internet ortamında aynı şekilde bir haritaya yerleştirildiğini düşünün. Her gün ziyaret ettiğiniz onlarca site, onlarca insandan aldığınız e-mail kimileri için yüzlerce insanla girdiğiniz Twitter’da, Facebook’da başka sosyal iletişim ortamlarında girdiğiniz ilişkilerin ya da izlemelerin her birimden sorumlu tutulabileceğiniz yeni suç dünyası karşınızda oluşturuluyor. Bu tıpkı şunun gibi. Karşınızda harikulade güzel bir orman var fakat hükümet sizi o ormana girerseniz orada yırtıcıların sizi ham yapacağı ile tehdit ederek o ormanın kıyısında durmaya çağırıyor.

İnsanları kendi hayatları bakımından aslında bugün uygarlığa erişimin temel imkânı haline gelmiş olan internet haberleşmesinin dışında durmaya davet ediyor çünkü o dünyaya girdiğiniz takdirde herhangi bir biçimde suçlanmayacağınızdan artık emin olamazsınız. Bu yaratılmış olan korku dünyasını biz kabul etmiyoruz, halkımızın da kabul etmeyeceğinden eminiz. Buna karşı bir direniş olacaktır. Tıpkı daha önceki bütün yasaklara karşı direnişler olduğu gibi. Şahsen ben bugünden başlayarak bu muhtemel yasaklar ne ise bunların her birini ihlal etmek için her gün pek çok iş yapacağım ve herkesi de ona çağırıyorum. Hükümeti en sert biçimde eleştirmek, hükümetin yaptığı gizli işleri öğrenmek ve açıklamak, Başbakan’ın girdiği bütün ilişkiler dünyasına dahil bildiklerimi, duyduklarımı, işittiklerimi paylaşmak ve bütün bunları her şeye ve her kese dair genişletmek ve yaymak. Herkes bunu binlerce kere yaptığı zaman sonuçta bu yasa işlemez hale gelecektir. Daha doğrusu yasa koyucunun bu konudaki iradesini bir kere daha gözden geçirmeye ihtiyacı olacaktır. Türkiye böyle bir duruma, bizler böyle bir hayata layık değiliz. Bizim ne yaptığını bilmeyen ve yaptığı her şeyin kendisine karşı bir suç isnadı olarak geri döndürülebileceği aciz yaratıklar dünyasında yaşadığımızı bize kim söyleyebilir? Onurlu, korkusuzca yaşamak bizim hakkımız. Türkiye’de yaşayan herkesin hakkı.

Öte yandan zaten bu değiştirilmek istenen yasanın kendisi yani 5651 Sayılı yasanın kendisi bir ucubedir. Bu yasanın güvence altına almaya çalıştığı ve suç olarak görmeye çalıştığı ve bununla ilgili tedbirler getirdiği her şey Türk Ceza Kanununda zaten hüküm altına alınmıştır. Türk Ceza kanununun işleyişi dışında yeni hiçbir şey ihdas etmemektedir. Sadece bazı hakları ve bazı yetkileri kimi bürokratlara devretmektedir bu yasa. Bu yönüyle zaten kusurlu iken şimdi Telekomünikasyon İletişim Başkanı’nın kendisini yargıçlardan da güçlü bir yetkiyle donatarak her an resen, herkesin telekomünikasyon iletişimini önlemek, kontrol altına almak, bunu sınırlamak gücünü kendisine vermektedir. Nasıl olabilir? Böyle bir şeye kim, nasıl razı olabilir? Şimdi bu aslında tıpkı hükümetin bütün kamu idari organlarını bir güvenlik mekanizması içerisinde düşündüğü gibidir. Yani, nasıl Diyanet İşleri Başkanlığını bir anti-terör mekanizması olarak görüyorsa, nasıl YÖK’ü yukarıdan aşağıya kontrol mekanizması olarak görüyorsa, nasıl Bankacılık Düzenleme ve Denetleme Kurumunu bir tür mali polis olarak, olağanüstü yetkilerle donatılmış mali polis olarak görüyorsa aynen bunun gibi de şimdi yeni bir internet polisi ve internet koruculuğu sistemini bize dayatmak istiyor.

Ama öte yandan da Terörle Mücadele Yasasını kaldıracağını söylüyor bu hükümet. Yani hem Mersin’e hem tersine gitme iddiasındadır. Fakat öyle anlıyoruz ki, bu gidişattan aslında Terörle Mücadele Yasasının ilgasına dair hikaye de sadece bir hikayedir. Türk Ceza kanununun içine Terörle Mücadele Yasasının gömüleceğini buradan da çıkartabiliriz. O yüzden bu genel eğilim içerisinde baktığımızda bu internet koruculuğu sisteminin kesin olarak karşısında olmamız gerektiğini önce parlamentodaki milletvekillerinin her birinin bu bakımdan bu yasa ile kendisini karşı karşıya koyması gerektiğini öte yandan da iletişim dünyasında ortaya çıkmış olan bütün itirazları sahiplenerek bu yasayı geri çevirmeye çabalamamız gerektiğini, bunun için mücadele etmemiz gerektiğini düşünüyorum. Bu hükümet kendini kâdir-i mutlak görüyor ama bugüne kadar pek çok yasada geri adım atmak zorunda kaldı. Çünkü geri adım atmak zorunda kaldığı bütün yasalar aslında şöyle ya da böyle Türkiye’de Adalet ve Kalkınma Partisinin içinde yer alan, ona oy veren kitlelerinde haklarını kısıtlayan, onları da mağdur eden girişimlerdi tıpkı bunun gibi. Ben her hangi bir AKP’ye oy veren yurttaşında bu yasayla karşı karşıya kaldığında korkudan dudaklarının uçuklayacağını şimdiden görebiliyorum. Bize deniyor ki : “Saklayacak bir şeyin yoksa niye korkuyorsun?” “Sana ne” demek bizim hakkımız değil mi? Sana ne? Saklarım saklamam sana ne? Sen niçin benim saklayıp saklamayacağımla ilgileniyorsun da kendi işini yapmıyorsun? Niçin benim özgürlüğümü güvence altına almıyorsun da benim özgürlüğümü kullanmamdan doğabilecek kimi sorunlardan söz ederek bu özgürlükleri kullananların peşine muhtemel suçlular olarak takılıyorsun? Şimdi o zaman ben de sana soruyorum. Korkacak bir şeyin yoksa niye bizi takip ediyorsun? Niye yurttaştan korkuyorsun? Niye yurttaşın ne konuştuğunu öğrenmeye çalışıyorsun? Hani özel hayat gizliydi? Hani herkes herkese dilediğini söyleyebilirdi? Hani eski yasaklar vardı da biz bunları kaldırıyorduk? Eskiden bu yasaklar askerlerin aklına geliyordu. Yeni dönemin özelliği, sivillerin asker aklıyla yaşamaya ve çalışmaya başlamış olmasıdır. Hükümetin darda kalınca orduya ricat etmesi de zaten bu refleksinin başka bir göstergesi olarak görülebilir.

Bu nedenle sevgili arkadaşlar biz bu yasaya karşı toplumun tamamını, meclisimizin internet kullanıcılarının hepsini, Türkiye’nin üyesi olduğu uluslararası kuruluşlardaki hak gözetleyicileri, hak denetimcilerinin hepsini bu yasaya karşı elbirliği etmeye, bununla mücadele etmeye çağırıyoruz. İnternetin özgür olmadığı bir yerde herhangi bir biçimde ilerlemeden bilginin paylaşımından, bilgininin paylaşımından doğabilecek fikirlerden, düşüncelerden, bunların yol açabileceği teknolojik, bilimsel, felsefi, edebi gelişmelerden söz edemeyiz. Türkiye böyle bir geriliğe, böyle bir gericiliğe, böyle bir halka düşman uygulamaya ne mecburdur, ne razıdır. Ben eminim ki pek çok yeniliği büyük bir hızla süngerin suyu emdiği gibi emen bir toplum, 36 milyon internet kullanıcısının olduğu bir toplum böyle kölece kendisini hem bu yasaya teslim etmeyecektir hem de bu yasaklar ortaya çıktığında bunları alt etmenin yollarını bulacaktır. Her yasak bunu aşmanın imkânları ile beraber gelir, isterse hükümet bu yasakları ortaya koysun onu aşmanın yolu çıkacak ama bu sadece ve sadece bilgiye, uygarlığa erişimin yolunu uzatacak bunların kitlesel olarak gerçekleşmesinin yolunu uzatacak. Yoksa Türkiye’nin bir avuç seçkinleri için bu yasanın herhangi bir engel getirmediğini de söyleyebiliriz.  Başbakan kendisi bu yasaktan etkilenmeyecektir bittabi. Herhalde oturup bizim internette kimle, neyi, nasıl konuştuğumuzu takip edecektir. Bu merak biliyorsunuz Osmanlı Sultanlarının, son sultanlarının en büyük merakıydı fakat ne Osmanlı devletinin çökmesini önledi ne de onların rezil, rüsva olarak bu topraklardan silinip gitmesini önledi. Başbakan kendisini bu sondan koruyabilir fakat onun için bir tahayyülü var mı? Bundan hiç emin değilim. Malum sona doludizgin gittiğini görüyoruz. Bu sondan onu alıkoymak bizim işimiz değil, istediği yere gidebilir. Fakat bu toplumu arkasından sürükleyemeyeceğini hepimizin bilmesi gerekir. Diyeceklerim bundan ibaret.Sorularınız varsa paylaşalım.

SORU: Umut Oran’ın verdiği bir soru önergesi ile ilgili Telekomünikasyon İletişim Başkanlığı üzerinden bir yasaklama geldi biliyorsunuz. Biz bu konu ile ilgili bir de dört bakanın fezlekesi yaklaşık 1,5 ay oldu henüz meclise gelmedi. Nasıl değerlendireceksiniz bu konuyu?

CEVAP: Bugün en son Telekomünikasyon İletişim Başkanlığı “pardon” dedi sehven yapmışlar. Ama bu hiçbir şeyi değiştirmez. Bu Telekomünikasyon İletişim Başkanlığının bu bakımdan nasıl iştahlı, nasıl obur olduğunu gösteren bir işaret. Bu sefer punduna gelmemiş. Ama gelirse mutlaka yapmaya arzulu olduğunu biliyoruz, gözlüyoruz. O yüzden Telekomünikasyon İletişim Başkanlığını daha çok yetkiyle donatmak, değil, yetkilerini azaltmak, sıfıra indirmek Telekomünikasyon İletişim Kurumunu da bir düzenleyici kurum, denetleyici kurum değil düzenleyici kurum haline getirmek gerekli.

Fezlekelerin alıkonması meselesi, tahmin edebileceğiniz gibi herkes bugün Türkiye’de yöneticiler açısından söylüyorum. Herkes kendi tırnak içinde adamını, kadınını kolluyor. Bu bir kollama mekanizması olarak çalışıyor fakat bundan kaçış yok eninde sonunda yargı konusu olan şeyler yargılanacak. Nasıl bizler bu yargıçların bize dayattığı bütün yargılama konularında gidip hesap veriyorsak, hesap vereceksek ister adil olsun ister olmasın bundan eski bakanlarında kaçmasının imkânı yoktur diye ümit ediyorum en azından.

SORU: CHP geçtiğimiz günlerde fezlekelerin Adalet Bakanlığında bekletilmesini içerik anlamında değiştirmek olarak yorumladı ve bu tür kaygıları dile getirdi. Son 2 güne baktığımız zaman hakkında fezleke düzenlenen bakanlar da dışarda, meydanlara çıkmaya başladılar siz de böyle bir kaygı taşıyor musunuz? Fezlekelerin içeriği değiştirilebilir mi?

CEVAP: Tabi bu büyük sahtekârlık olur. Ben bunun olamayacağını düşünmek isterim. Ama öyle oluyorsa bizim fezlekeleri de değiştirsinler, daha hafif hükümlerle bizi suçlasınlar ama bence bu bir şaka olabilir sadece. Yani dediğim gibi bundan kaçılamaz. Nasıl biz şimdi bizi bekleyen fezlekelerle birlikte dönem sonuna kadar siyaset yapacaksak bakanlar da o şekilde yapacaklar. Buna kendileri yol açtılar, sonuçlarına da katlanacaklar.

SORU: Uzun tutukluluklarla ilgili Adalet Bakanlığı bir çalışma yürütüyor. Anayasa Mahkemesi “5 yıl” dedi ama Bakan Bozdağ açıkladı 10 yıldan 7,5 yıla çekiliyor. Siz bunu nasıl değerlendiriyorsunuz?

CEVAP: Ben bu pazarlığın son derece kötü, hürriyetler üzerine bir pazarlık olamayacağını düşünüyorum. Aslında uzun tutuklulukla ilgili Anayasa Mahkemesinin getirdiği sınır bile son derece uzun. Düşünsenize 5 yıl boyunca yargılanıyorsunuz ve halâ tutuklusunuz. Bu ne anlama gelir? Türk Ceza Kanunu ve İnfaz Hukuku içerisinde birlikte baktığımızda neredeyse 12 yıllık bir cezanın yatılacak süresi kadardır. Türkiye’de bu kadar ağır suçla suçlanan kaç kişi var zaten. Bütün yurttaşlar açısından baktığınızda aslında bir peşin cezayla herkes hapis yatmaya devam etsin demek istiyor. Adalet Bakanlığı, üstelik Anayasa Mahkemesinin de getirdiği sınırı makul bulmayarak bunu 7,5 yıla çıkartıyor. Bu çok büyük ihtimalle onların elindeki özel sanıklar, tutuklular listesinden kimilerinin dışarı çıkmasını önlemekle ilgilidir. Mutlaka arkasında bir genel merak değil çok özel bir merak vardır. Yani bir genel endişe değildir bu. Şu, şu, şu, şu kişiler hapisten çıkmasın diye bu yapılıyordur. Öyle olduğu içinde bunun bence yasal olarak, hukuki olarak hiçbir kıymeti olmayan ve Bakanlığın aslında zindancılıkla meşgul olmaya devam etme iradesinin bir beyanı olarak görüyorum doğrusu.

(Ertuğrul Kürkçü’nün İnternet yasakları ile ilgili 3.02.2014’te TBMM’de yaptığı basın toplantısının metni)

Basın açıklamasının videosu: