IŞİD’e karşı Rojava devriminden başka güvenebileceğiniz bir güç yok

Kürkçü, TBMM Genel Kurulu’nda yaptığı konuşmada “Bugün Rojava devriminden başka, IŞİD karşısında, insan kafası kesen, insan ciğeri yiyen bu haydut sürüsü karşısında Rojava devriminden başka güvenebileceğiniz bir güç var mı? Konsolosluğunuz işgal edilmiş, diplomatlarınız rehin alınmışken onun karşısında Suriye ve Irak topraklarında direnebilen biricik güç Kürdistan devrimiyken, bununla dövüşmek niye?” dedi

pydERTUĞRUL KÜRKCÜ (Mersin) – Sevgili arkadaşlar, Sayın Başkan; hepinizi sevgi ve saygıyla selamlıyorum.

Grubumuz adına bu araştırma komisyonu kurulması için görüşülecek önergemizi sunmak isterim.

Biliyorsunuz, bu önerge 2012’de verilmişti, şimdi 2014’teyiz ancak “Değişen ne var?” diye soracak olursanız hiçbir şey olmadığını ben şahsen Suruç’ta deneyimledim.

Önerge, Diyarbakır’da gerçekleşen ve bir halk yürüyüşünün kuvvet zoruyla önlenmesinin sonucunda ortaya çıkan olaylarda halktan, vekillerimizden insanların, orantısız şiddet kullanımı dolayısıyla uğradıkları yaralanmalar… Bunlar arasında Sevgili Grup Başkan Vekilimiz Pervin Buldan’ın yakın mesafeden ayağına hedef alınarak sıkılmış bir gaz kapsülü sonucunda ayağının kırılması, vekillerimizin darp edilmesi ki o zaman ben de bu darbelere maruz kaldım… Ve sonuç
olarak, Diyarbakır bütün gün boyunca bir sıkıyönetim hâli yaşadı. Yasada herhangi bir karşılığı olmayan bir fiilî sıkıyönetimin, fiilî olağanüstü hâlin sonucu olarak toplantı ve gösteri özgürlüğünden doğan haklarımızı kullanamadan, bu Diyarbakır’daki etkinliğimiz bertaraf edilmek istendi.
Bu Meclis araştırma önergesi bununla ilgiliydi fakat bugün buna konuşma sırası geldiğinde, aslında sanki bir dejavu gibi Urfa’nın Suruç ve Birecik ilçelerinde çok benzer, bununla bütünüyle paralel davranışlarla karşı karşıyayız. Öyle anlıyoruz ki, Adalet ve Kalkınma Partisinin Hükûmet etme yöntemi, tekniği içerisinde en önemli yer tutanlardan birisi, valilerin birer derebeyi özgürlüğüne sahip olarak Anayasa’dan, yasalardan, uluslararası sözleşmelerden doğan yurttaş haklarını sadece tahdit etmekle kalmamaları, bu hakları çiğnemeleri ve bu hakların sahiplerine karşı ölçüsüz, orantısız, kabul edilemez bir şiddet uygulamalarıdır.

Suruç’ta meydana gelen olaylar, esasen, Rojava devriminin 2’nci yıl dönümü dolayısıyla Suruç halkının ve çevre illerden, ilçelerden gelen halkın bir araya gelerek, karşıda biriken, sınırın öte yakasında biriken Rojava devrimcilerini selamlamak istemesi sırasında ortaya çıktı. Bizler orada milletvekilleri olarak bulunduk, yerel yöneticilerle, askerlerle ve polisle müzakereler yürüttük ve belli bir mesafeden bu selamlamanın yapılacağı konusunda anlaştık. Ancak, daha sonra gelen “Taşkınlık oluyor.” haberiyle tekrar harekete geçmek üzereyken, burada emniyet güçlerinin, jandarmanın başlattığı saldırıyla, hava kararmışken, orada biriken bini aşkın insanın hem ağır bir biber gazı saldırısı altında hem cop ve diğer darbeleyici vasıtalarla saldırıya uğrayarak kaçışmaya başladıklarını gördük ve onlara yardımcı olmaya çalışırken kendimizi Suruç Devlet Hastanesinde bulduk.

Manzara vahimdir. Tutalım ki yasayı aşan bir davranış olmuş olsun -öyle bir davranış yok ama tutalım ki öyle olmuş olsun- bunun bedeli şu olabilir mi: Suruç Devlet Hastanesine kaldırılan 13 hastadan 3’ü Suruç’ta bakılamadığı için Urfa’ya cankurtaranla gönderildi, ambulansla gönderildi. 1’isi kulağından boynuna kadar ortaya çıkan bir kesikle kısmi yüz felci geçiriyordu, öteki başına aldığı darbeyle bir kafa travması geçiriyordu, diğerinin de sol kolu iki yerinden kırılmıştı. Ayrıca, gaz fişeğinden darbe alan ancak Suruç’ta tedavisine devam edilen insanlar vardı. Gaza maruz kalarak solunum yetersizliği çeken insanlar hastanede solunum cihazına bağlanmışlardı. Bu arada, farkında değildim ama ben de bir darbeyi alnımdan almıştım.

Şimdi, bu tablonun, bir gösterinin, kendi toprağı, yaşadıkları ilçenin topraklarında karşıdaki Kürtlere selam vermek için orada bulunan ve tutalım ki heyecanlı davranan kitleye reva görülmesini makul gösterecek ne vardır? Kaldı ki valinin yaptığı açıklamada şunu okuyoruz: “Hiç kimse yaralanmamıştır, hiç kimse hastaneye kaldırılmamıştır ve haberler abartılıdır.” denmektedir. Üstelik daha fazlası var, orada kurulmuş olan çadırlar ateşe verildi. Sadece çadırlar ateşe verilmekle kalmadı, yurttaşların bu toplanma bölgesinde bıraktıkları iki vasıta yakıldı, ateşe verildi ve bu saldırı dün ve bugün de Birecik’teki toplanma merkezinde devam etti; araçlar ırmağa yuvarlandı, insanlar saldırıya ve gaza maruz kaldılar.

Şimdi, kendi kendimize sormalıyız: Ne yapılmak isteniyor ve ne yapılıyor? İnsanlar gösteri mi yapıyorlar Rojava’yla dayanışma için? Bundan daha doğal ne olabilir? Bugün Rojava devriminden başka, IŞİD karşısında, insan kafası kesen, insan ciğeri yiyen bu haydut sürüsü karşısında Rojava devriminden başka güvenebileceğiniz bir güç var mı? Konsolosluğunuz işgal edilmiş, diplomatlarınız rehin alınmışken onun karşısında Suriye ve Irak topraklarında direnebilen biricik güç Kürdistan devrimiyken, bununla dövüşmek niye? Niçin bununla dövüşmeyi seçersiniz? Bir çözüm süreci cereyan ediyorken bu çözüm sürecinin bu tarafında duranlara saldırıyı ve şiddeti niye uygun görürsünüz ve bunun adına “Hükûmet etmek” mi dersiniz?

Aslında bugün, dün ve önceki gün Birecik’te ve Suruç’ta olanları yapanların gerisinde duran siyasi iradenin Filistin hakkında, Filistin’de sürdürülen şiddet ve vahşet hakkında bu kadar desteksiz konuşması da pek yerinde olmasa gerekir. Önce kendi yurttaşlarına, kendi halkına, kendi ülkesindeki diğer halklara karşı davranışına bakacak Hükûmet, ondan sonra da Filistin’e dönüp söz söyleyecek. Üstelik, Filistin’e söz söylemek isteyenlerin bu sözlerinin gerçek olduğuna bizi inandırmaları için son beş yılın -2009’dan bu yana- ihracat ve ithalat kalemlerine baktığımızda göreceğiz ki esasen İsrail’le ilişkiler tıkırındadır, ticaret gani ganidir, her iki taraf bu ilişkiden kâr etmeye devam etmektedir ama arada olan, Filistin’in Arap halkına ve Türkiye’nin ve Suriye’nin Kürt halklarına olmaktadır.

Ben, Adalet ve Kalkınma Partisi üyesi milletvekili arkadaşlarımızı ve bakanları, İçişleri Bakanını uyarmak istiyorum: Bu yol, yol değildir. Türkiye’nin bugün Orta Doğu’da biricik dostu, sınırın dört bir tarafında yaşayan Kürtlerdir. Kürtlerle, onların yaptıkları devrimlerle, onların, Türkiye’nin ve Orta Doğu’nun diğer halklarına karşı düşman IŞİD çetelerine, El Nusra çetelerine, El Kaide çetelerine karşı savaşını desteklemek var iken onlara karşı saldırgan bir siyaset izlemenin ne İslam kardeşliği iddiasıyla ne halklar arası dayanışma iddiasıyla ne çözüm ve barış iddiasıyla bir ilişkisi olabilir.

O nedenle, buradan Hükûmeti uyarıyoruz ve Meclisi, bu süreci araştırmaya davet ediyoruz. Hükûmetin yerel yetkililerinin, valilerin, kaymakamların, emniyet ve jandarmanın, emniyet müdürleri ve jandarma komutanlarının halka karşı uyguladıkları bu orantısız şiddetin gerisinde Hükûmet siyaseti var mıdır, yok mudur? Var ise Hükûmet bunun hesabını vermelidir.

Yok ise bu valiler ve jandarma komutanları birer derebeyi gibi yaşayamayacaklarını Türkiye Cumhuriyeti’nde öğrenmelidirler.

Aslında Hükûmetin, bugün neredeyse parçalı hâle getirdiği devlet aygıtının var olan hâli, bu derebeyilere cesaret veriyorsa, bu parçalılığa son vermek de bu Meclisin görevidir. Meclisi göreve davet ediyorum.

Hepinizi sevgi ve saygıyla selamlıyorum.