İstediğiniz Fezlekeyi Yazın HDP’liler Soma İşçilerinin Yanında Olacak

Kürkçü, TBMM’de Soma Araştırma Komisyonu’nun raporu sonrası sürecin değerlendirilmesi amacıyla verilen araştırma önergesi üzerine yaptığı konuşmada  TBMM araştırmasının hükümet tarafından gözardı edildiğini söyledi: “Soma katliamının ikinci yıl dönümünde bıraktığımız yerdeyiz.” 

20140514_047601Sayın Başkan, sevgili arkadaşlar; bugün, bu büyük işçi katliamının 2’nci yıl dönümünde, Türkiye Büyük Millet Meclisinin bu katliamla ilgili hazırladığı -tabii, onlar adına “katliam” demiyorlar- raporun gereklerinin yerine getirilip getirilmediğini denetlemek üzere bir tartışma açılmış olması iyi.  Hiç değilse bize bir muhasebe imkânı veriyor. Çünkü, bizim muhalefet şerhimizde ifade edilen bütün yetersizlik ve eksikliklerine rağmen, bu cinayetin gerisindeki maddi hakikatin Hükûmetin cinayet gerçekleştiği sırada ortaya koyduğu tutumdan fersah fersah ötede, son derece yıkıcı bir gerçekliğe işaret ettiği Türkiye Büyük Millet Meclisi raporunda var. Hatırlayın, o zaman Başbakan olan Tayyip Erdoğan bu cinayet haberleri yayıldığında şöyle demişti: “Daha kötüsü, aslında, 19’uncu yüzyılda İngiltere’de, başka yerlerde olmuştur, gene de bu onlar kadar kötü değil. Ayrıca, bu işin fıtratında var, böyledir.” Ve bu umursamaz tutuma karşı doğan çok büyük toplumsal reaksiyon, işçi hareketinin sürece müdahil olması, insan hakları ve emek hakkı savunucularının devreye girmesiyle birlikte Soma’daki büyük katliamın arkasındaki gerçekler birer birer aydınlandı ve bunlar Mecliste de yankısını buldu. Bu raporun bu hâliyle pek çok gerçeğe işaret ettiğini söylemeliyiz ama yine de rapor, esasen, çoğunluk partisinin görüşleri doğrultusunda -ister istemez- olayları yorumladığı için bu facianın, bu cinayetin gerisindeki 3 esaslı meselede bir orta yol, bir uzlaşma yolu aramaktadır.

Birincisi, bu sürecin gerisindeki özelleştirme dolayısıyla kamuya ait iş yerlerinde kamu çıkarları gözetilerek yapılacak olan işlerin kâr mantığına terk edilmiş olması hakikatiyle herhangi bir biçimde ödeşmemekte, hesaplaşmamaktadır.

İkincisi, yerel, en geleneksel, en eski, en kahredici çalışma ve sömürme biçimlerinin modern olduğu söylenilen bu ocağın içine taşınmış olmasını geleneğe ve kültüre devrederek neredeyse buna karşı bir şey yapılamayacağını söylemektedir.

Ve nihayet, aslında, rödövans sisteminin kendisini değil, bu “dayıbaşılık” rejimini bir taşeronluk müessesesi olarak ele almakta fakat taşeronlukla ilgili herhangi bir tartışmaya girmemektedir. O yüzden, ortaya çıkan sonuç tablosunda Hükûmete ve sanayi erbabına, kapitalistlere verilen herhangi bir direktif yoktur. Bu raporun hazırlandığı tarihte tek önemli şey olan yanmaz malzeme ve yaşam odaları uygulaması tavsiyesinin de gerçekleşmesi ancak 2017 sonrasına bırakıldı. Diğer ek önlemler sadece küçük ocakların kapatılmasına yol açtı fakat büyük ocaklar tarafından da uygulanmadı. Yani, Soma katliamının ikinci yıl dönümünde bıraktığımız yerdeyiz, bir adım ileriye gittiğimiz söylenemez. Ve bunun nedenleri üzerinde düşündüğümüzde, Hükûmet ve sanayi arasında, devlet ve sermaye arasındaki uğursuz ittifakın aslında bütün önlemleri uygulanamaz kıldığı açıkça ortadadır.

Bu süreçte bir tek olumlu şey olduğunu söyleyebilirim: Hem emekçilerin, işçilerin hem de canlarını cezadan kurtarmak için çırpınan ikinci derecedeki işverenlerin, işveren temsilcilerinin tutuklu olarak yargılandıkları mahkemede verdikleri ifadeler, itiraflar oldu. Aslında, bu iş cinayetinin gerisindeki sebebi yani bu aşırı üretim zorlamasını, dayıbaşılığı ve rödövans uygulamasını gerçekleştiren şirket, bunu gerçekleştirirken siyasi iktidarla arasındaki bağı Soma Kömür İşletmeleri Anonim Şirketi Genel Müdürü Ramazan Doğan’ın şu itirafında söyledi -bir soru üzerine: “Efendim, bizim 2011 seçimlerinden önce Tayyip Bey’in Manisa mitingi vardı. O dönem, Geventepe işletmemizde çalışan 3 bin tane işçimiz vardı, 3 bin tane insan. Rezervimiz bitmek üzereydi, kömürümüz bitmek üzere. Bu iş, 3 bin tane insan işsiz kalmayla yüz yüzeydi -ifade bozuklukları ona ait- rezerv bitmek durumu olduğu için aynı zamanda yan taraftaki İmbat firması da aynı şekilde, Uyar Madencilik de aynı şekilde Manisa mitingine insan götürdüler. Bu olay sadece… Ocak, pardon, ağustos ayında Soma’da ihale vardı, ihale olacaktı, şu anda Demir Export’un almış olduğu sahanın ihalesi, bu ihalenin bir an önce açılmasıyla ilgili bizim icradan -sonuçta, Hükûmet icranın başıdır- böyle bir talebimiz vardı, bu sahanın ihale olmasıyla ilgili, 3 bin çalışanımızın işsiz kalmamasıyla ilgili. Bu ihale ağustos ayında oldu, bu ihaleyi biz alamadık, Demir Export firması aldı. Olayın aslı budur.” Yani ihale almak için Adalet ve Kalkınma Partisinin mitinglerine işçi taşımak, işverenle, patronla Hükûmet arasındaki bu uğursuz ittifak, ister istemez bütün bu yıkıcı çalışma koşullarının devamı anlamına gelir.

Şimdi, ben, Türkiye Büyük Millet Meclisinin almış olduğu önlemlerin gerçekleşebilir olmasının yolunun Hükûmetin bu önlemlere gönül yatırması, bunlar doğrultusunda karar vermesi olmadığını, asıl meselenin bu çalışma koşullarına, bu çalışma rejimine tabi olan işçilerinin önünün açılmasında olduğunu bir kere daha söylemek istiyorum. İsterse dünyanın en müşfik hükûmeti olsun, kaçınılmaz olarak çıkarlarının ifadesi olduğu, merkezî çıkar rejiminin ifadesi olduğu güçlerin çıkarını kollayacaktır. Oysa, işçinin kendi çıkarını kollamaktan başka bir çıkarı olmadığı için bu çıkarı kollamanın önündeki engelleri aşmak en önemli önlemdir. Yani bütün bu tedbirlerin, işçi denetiminin, ocaklardaki denetimin doğrudan doğruya işçiler tarafından yapılmasının yolu açılmalıdır. Bütün bunların tartışılması, gerçekleşebilmesi için ifade özgürlüğünün, işçilerin sendikada örgütlenme özgürlüğünün önünün açılması gerekir. Aşırı kâr, aşırı sömürü, aşırı üretim, hepsi birbirini beslediğine göre bütün bunlar karşısında işçinin direnme kapasitesini artıracak yollar ancak, bütün tedbirlerin gerçekleşmesine imkân verebilir. Fakat son güncel tartışmalarla ilgili bir yöne de bağlayıp bitirmek istiyorum: Bütün bunları ifade etmek herkes için, özellikle işçiler için son derece güçtür. Bakın, yine Adalet ve Kalkınma Partisinin finansörlerinden olan, onun koruyup kolladığı Torunlar İnşaat Şirketinin İstanbul’daki bir inşaatında gerçekleşen bir başka iş cinayetinde 10 işçinin hayatını kaybetmesi sonucunda işçiler, inşaat sektöründe çalışanlar, 2 bin kişi İstanbul’da bir gösteri yaptılar, “Bu kaza değil, cinayettir.”, “Taşeronluk sistemi kaldırılsın.”, “Gün gelecek, devran dönecek, AKP halka hesap verecek.” sloganlarıyla yürüdüler ve sonuç: Benimle ilgili bir fezleke var, ben bir Milletvekili olarak bu yürüyüşteyim -Mahmut [Tanal] Bey de orada, suçumuz “izinsiz gösteri yürüyüşüne katılmak”, “görevli memurlara direnmek.” Şimdi, Parlamento bunları tartışacak.

Her şeyden önce size sormak istiyorum, “izinli gösteri” diye bir şey var mı? Anayasamız son derece açık: “Bütün yurttaşlar önceden izin almaksınız toplantı ve gösteri hakkına sahiptirler.” Ama işçiler bu haklarını kullanmak için sokağa çıktıklarında, vekiller onların yanına geldiğinde savcının ve Emniyetin ilk yaptığı iş, vekilleri Parlamentoya şikâyet etmek. Vekillerin böyle olduğu bir durumda işçilerin ne hâlde olabileceğini siz varın düşünün. Ama gene de biz işçi hareketinin kendi çıkarlarını, kendi haklarını korumasından ümidi kesecek değiliz.

Soma’daki katliamın bir kere daha tekrar etmemesinin biricik güvencesi patronlara yalvarmak ya da hükûmetlerin müşfik olmasını talep etmek değil, işçilerin kendi hakları için harekete geçmeleri, yaşama ve çalışma koşullarının nasıl tanzim edileceğine dair söz ve karar hakkına sahip olmaları, bu hakları savunan siyasetlerin, politik güçlerin yanında yer almalarıdır. Halkların Demokratik Partisi başından beri bunun için mücadele ediyor; istediğiniz kadar fezleke yazın, sonuna kadar da bunun için mücadele edecektir.

Hepinizi sevgi ve saygıyla selamlıyorum. (HDP sıralarından alkışlar)