“Kadro” yalan, 720 bin güvencesiz hala güvencesiz!

HDK Eşsözcüsü, İzmir milletvekili Ertuğrul Kürkçü, taşeron şirketlerde çalışanlarla ilgili Meclis araştırması önergesi üzerine TBMM Genel Kurulu’nda HDP adına konuştu: “Taşeron çalışanlar için sözleşmeli işçilerin kaderiyle karşı karşıya kalmak herhangi bir kurtuluş değil, aslında kurtuluşlarının daha da karmaşıklaşması demektir.”

headlineSayın Başkan, sevgili arkadaşlar; Milliyetçi Hareket Partisinin “taşeron” sıfatıyla, taşeron işletmelerde, çalışan işçilerin durumlarına ilişkin bir Meclis araştırması gerçekleştirilmesi yönündeki teklifi esasen desteklenmeyecek bir teklif değil. Bu açıdan bunun karşısında değiliz. Ancak artık, bence tartışma, bizce tartışma bu noktaya geçti. Çünkü Adalet ve Kalkınma Partisi Hükûmeti ve Başbakan ile Maliye Bakanının peş peşe yaptıkları açıklamalarla birlikte şimdi yeni bir tartışmayla karşı karşıyayız. Aslında devletin bugüne kadar Uluslararası Çalışma Örgütünün kurallarını, Anayasa’nın hükümlerini, çalışma yasasını ihlal ederek, gerçekte asıl işi yapan işçileri taşeron sıfatıyla yüklenici firmalara çalıştırması işlemine bir biçimde son verilmesi için kimi adımlar atılacak. Çünkü bunlar bütün kuralları çeliyor. Ama öte yandan bunlar şimdi yapılan açıklamalara göre “sözleşmeli işçi” statüsünde yeniden kayıt altına alınacak. Bunun, Hükûmetin “kadroya alma” vaadinin bir karşılığı olmadığı apaçık ortada. Buna iyi bir şeymiş gibi bakmak mümkün değil. Çünkü aslında üzerinde durulan şey, taşeron işçiliğin karşısındaki mesele güvenceli çalışmadır. “Sözleşmeli çalışma”, güvenceli çalışma değildir. Dolayısıyla Hükûmet aslında ILO normlarını ihlal ettiği gerçekliğini bir nebze ortadan kaldırabilmek için bunları “kadroya aldığını” söylemektedir ama ortada bir “kadro” hakikati yoktur. Dolayısıyla Hükûmetin bu açıklamalarından, yapacağı yeni işlemlerden sonra da aslında “taşeron işçiliği” sözleşmeli işçilik olarak devam edecektir. Çünkü taşeronluktan yapılan şikâyetler, taşeron çalışmadan duyulan sıkıntı taşeron çalışmanın kadrolu çalışmaya, güvenceli çalışmaya göre işçinin haklarını -iktisadi haklarından kültürel haklarına, sosyal haklarına kadar bütün haklarını- tırpanlamasıydı ve o yüzden bir güvenceli çalışma mücadelesinin parçasıydı. Şimdi, bugün karşı karşıya kaldığımız şey, devletin ebedi işçisi olmak ile olmamak arasındaki tartışma değil, güvenceli çalışma ile güvencesiz çalışma arasındaki tartışmadır. Yüklenici firmalar işçileri sahip oldukları hak ve özgürlükleri muhafaza edecek şekilde çalıştırsalardı işçilerin illa kadrolu olmak diye bir dertleri olmayacaktı, mesele onları güvencesiz çalışma koşullarına sürüklemekteydi. Şimdi, güvencesiz çalışmayı devlet kendi işletmelerinde kural hâline getiriyor.

Bakın, nedir taşeronluktan sözleşmeli işçiliğe geçince işçilerin karşı karşıya kalacakları durumlar: “Üçer yıllık sözleşme yapılacak.” Yani belirli süreli sözleşme, süresiz sözleşme değil, güvencesiz çalışma, madde 1. Eskiden on bir aydı, şimdi üç yıl olacak.

“Kamuya geçişte sınav yapılacak.” Kim yapacak sınavı, neye göre yapacak? Bugüne kadar sonsuz rezaletler halkalarının birbirine eklenmesi yoluyla sürüp giden sınavların bir benzerinden bunun ne farkı olacak? Mutlaka ve kesinlikle burada bir sözlü sınav da olacak ve tabii ki, işçilere şu soru sorulacak: “Bizim değerlerimizi paylaşıyor musun?” Paylaşmayanlar dışarı, paylaşanlar içeri. Böyle olmadı mı bugüne kadar? Bugün de böyle olacak.

“Devlet memurluğuna atanmak için aranan şartlar aranacak.” Ama bir devlet memurunun sahip olduğu hiçbir hakka sahip olmayacak. Yani sözleşmeli personel olarak asla bulunduğu işte yönetici duruma geçemeyecek, kademe atlayamayacak, kıdem kazanamayacak. Aslında gene taşeron işçi olmaya bu manada devam edecek.

“1 Kasım 2015’ten önce” işe girme mecburiyeti var, yani seçimlerden önce girmişse ancak, yani oyunu Adalet ve Kalkınma Partisine vermişse olabilir.

“Mevcut ücreti üzerinden maaş alacak.” Yani, aynı işte çalışan diğer personel diyelim ki ayda 3 bin lira alıyorsa ama o daha önce taşeron olarak 1.500 liraya çalışıyorsa, aynı işi yaptığı hâlde yarı ücrete tabi olacak, “aynı işi yapmaya devam edecek” çünkü. Evet, kamuya geçtikten sonra emeklilik sisteminde 4/A kapsamında değerlendirilecek fakat kamuya geçmeyecek zaten, “sözleşmeli işçi” olacak.

Şimdi, bunun neresinin taşeron çalışmaya son vermek olduğu, neresinin taşeron çalışan işçilerin kadroya alınması demek olduğu sorusunu soralım: Bunun neresi böyle? Hiçbirisi. Sonuçta, bunun da gerçek olup olmayacağı, bunun da ne zaman gerçekleşeceği herhangi bir biçimde belli değil. Vaatler birbirini takip edecek. O yüzden, “Taşerona kadro müjdesi fos çıktı.” diye bildiri yayınlayan Kamu Emekçileri Sendikaları Konfederasyonu tabii ki doğru söylüyor.

Şimdi, burada aslında Hükûmetin yapması gereken bir tek şey var: En önemli şey işçileri kadroya geçirip geçirmemekten önce onların güvenceli çalışmalarını, nerede çalışıyorlarsa çalışsınlar güven altına almak. Yani, işçinin işinden atılmaması, herhangi bir sebeple sendikal çalışma dolayısıyla işine son verilmemesi, hak ettiği adil ücreti alması, onurlu çalışma koşullarına sahip kılınması için alınacak tedbirler alındıktan sonra, ister kamunun işçisi olsun ister özel sektörün işçisi olsun işçi için bir şey fark etmez. Ama işçiler biliyorlar ki, kamuda olduklarında daha göz önündedirler, Hükûmetler asli işveren oldukları için kamuda çalışanların haklarını kolayca çiğnemek durumunda değillerdir. O nedenle bütün işçiler eğer kamuda çalışıyorlarsa taşeron değil, elbette kadrolu işçi olmak isterler ama işçiye bu talebine karşılık verilen sözden sonra karşı karşıya kaldığımız şey: Onlara sözleşmelilik statüsü, o da sınavı geçerlerse. Yani biat sınavını geçerlerse sözleşmeli personel olacaklar. Bence bu, işçileri bir kere daha kandırmaya çalışmaktan, onların beklentilerini boşa çıkarmaktan, onların beklentilerini yönetmekten, beklentilerini bir iktidar kaldıracı hâline getirmekten başka bir şey değil ne yazık ki.

O nedenle, biz deriz ki: Bu araştırma mutlaka yapılsın, Meclis bu araştırmayı yapsın, göreceğiz ki Türkiye’de aslında artık güvencesiz çalışma kural hâline gelmiştir. Yeni işçi sınıfı güvencesiz çalışanlar sınıfıdır. Hatta onlara bir yeni isim de bulundu: “güvencesiz çalışma” kelimesinin ilk hecesi ile “proletarya”nın son hecesi birleştirilerek onlara “prekarya” deniyor. Yani, artık dünyanın her yerinde olduğu gibi, Türkiye’de de kapitalizmin ve devletlerin genel eğilimi işi parçalara bölmek, dolayısıyla işçi sınıfını da parçalara bölmek ve onları her bir iş için sürekli olarak devlet ve patron karşısında diz üstü getirmekten ibarettir.

Şimdi, bir an için bu söylediklerimizin hepsinin yanlış olduğunu varsayalım. Şimdi, özel istihdam bürolarıyla iş bulma süreci eğer gerçek olacaksa -bizim bütün bu söylediklerimiz yalan olsun- aslında sonuçta özel istihdam büroları aracılığıyla işe giren herkes çok daha güvencesiz koşullarda çalışacaktır. Çünkü devlet kendi işçisini başka iş yerlerinde çalışmak için kiraya verebilir, bütün bu kira sözleşmeleri kamuda da geçerli  olacaktır. Dolayısıyla, herkes gibi kamu işçileri de aslında zaten çoktan güvencesiz kılındıkları için personele, kadroya, vesaireye sonsuzca vaatte bulunulabilmektedir. Çünkü bizzat kamu çalışanlarının kendisinin karşı karşıya kaldıkları genel mesele, hak ve özgürlüklerinden, bugün kadar kazanılmış haklarından yoksun bırakılma, yokuş aşağı gitme süreciyle karşı karşıya olmalarıyla ilgilidir. O yüzden bol keseden atılıvermektedir “Kadroya alacağız.” diye. Aslında “kadro” dediğiniz şey olmadığı için kadroya aldığınızda hiç kimseye hiçbir yeni hak tanımamış olacaksınız. Sözleşmeli personelin, sözleşmeli işçilerin karşı karşıya kaldıkları kaderle karşı karşıya kalmak taşeron çalışanlar için herhangi bir kurtuluş değil, aslında kurtuluşlarının daha da karmaşıklaşması demektir. O yüzden Meclis, işçi sınıfının ve bütün çalışanların çalışma koşullarının derinlemesine araştırılması için kollarını sıvamalı ve halka olan borcunu ödemeye başlamalıdır.

Teşekkür ederim.

(TBMM Genel Kurulu MHP grubunun taşeronlaşma ile ilgili verdiği araştırma önergesi üzerine.)