Karşınızda, kendi elimizle, gücümüzle, yeni bir kültür inşa edeceğiz

Kürkçü Kültür ve Turizm Bakanlığı Bütçesi üzerine TBMM’de HDP adına yaptığı konuşmada şunları söyledi:  “Devlet eğer bir işe yarayacaksa, ona toplumun herhangi bir üyesinin, bazı üyelerinin kendi başına yapamayacakları işleri sırtlanmak ve bunları kâr amacıyla değil halkın geçmişiyle ve geleceğiyle, bugünüyle birbirine bağlanacağı bir süreklilik içerisinde kendi kültürünü yeniden üretmesi için ihtiyaç vardır. Bunu da yapmayacaksa çekiverin kuyruğunu, gitsin.

zeugmaHDP GRUBU ADINA ERTUĞRUL KÜRKCÜ (Mersin) – Sayın Başkan, sevgili arkadaşlar; Kültür Bakanlığı bütçesi üzerine partimizin görüşlerini ifade edeceğim ancak tabii, kültür çok geniş bir kavram. Bu toplumda, hatta bu dünyada ne kadar insani ilişki varsa hepsini kuşatan, kucaklayan, hepsini birden ifade eden bir kavram. Bunun içerisine ister istemez bizzat toplumsal bir ilişki olması dolayısıyla iletişim ve onun kültürü de girer. İletişim ortamımıza yönelik düzenlemelerin giderek şiddetlendiği bir dönemde buradan söze başlamanın uygun olacağını düşünüyorum.

Son günlerde, aslında iki gündür, kamuoyunu işgal etmekte olan cemaat basınına karşı Hükûmet kuvvetlerinin girişmiş olduğu operasyonlara bir tutum almadan Türkiye’deki gidişat hakkında doğru bir şey söylemek mümkün değil, bunu görmezden gelemeyiz. Biz, esasen bu durumda basın ve ifade özgürlüğünün ve gazetecilik deontolojisinin yanındayız, onun savunulmasından yanayız. Bu çerçevede, düşünce ve kanaatleri ne olursa olsun, gazetecilerin işlerini herhangi bir korku olmaksızın, herhangi bir baskı olmaksızın gerçekleştirmelerinin vazgeçilmez bir ilke olduğu görüşündeyiz. Bu nedenle Zaman gazetesi ve bağlı birimlere yönelik bir polis operasyonunun, neredeyse bir sıkıyönetim saldırısı gibi gelişen bu operasyonun ifade özgürlüğü üzerine düşürülmüş ağır bir gölge olduğundan kuşkumuz yoktur.

Bu noktada, gerek Zaman gazetesi gerek cemaat basınının gazetecilik kalitesi hakkında herhangi bir şey söylüyor değiliz, siyasi kanaatleri hakkında da bir şey söylüyor değiliz. Bizim açımızdan, bize karşı da olsa, bize uzak da olsa, bize düşman da olsa, zulme uğrayanın zulme uğradığını söylemek esastır, bu zulmün ortadan kaldırılmasını istemek esastır. Haksız, adil olmayan bir saldırı yerli yerinde değildir. Bunun ifade özgürlüğüyle, ifade özgürlüğünü korumakla bir ilgisi olamaz.

Şüphesiz, herkes kadar biz de biliyoruz ve en yakından biliyoruz, tenimizde ve bilincimizde hissetmiştik ve hissediyor idik, bu camiadan bize yönelik haksız saldırı ve eleştirileri. Partimizin kriminalize edilmesi çabalarının doğrudan muhatabıyız, bunu tenimizde hissettik. Kürt gazetecilerin tutuklandıkları bütün operasyonların gerisinde bu zihnin olduğunu biliyoruz. Ahmet Şık ve Nedim Şener’e yönelik kovuşturmanın gerisinde bizzat bu camiaya bağlı polis şeflerinin olduğunu biliyoruz, bütün bunların hepsini biliyoruz fakat bunlar hiçbir şeyi değiştirmez. Bu, gazetecileri tutuklamanın ve gazetecilerin tutuklanmasına bigâne kalmanın gerekçesi olamaz. O nedenle, zulme “zulüm” demek şarttır, baskıya “baskı” demek şarttır.

Ve şunu da hatırlatarak bitirmek isterim: Demek ki basın özgürlüğü, adalet bir gün herkese lazım olacaktır ya da tersinden söyleyecek olursak; bir gün herkes eninde sonunda, Adalet ve Kalkınma Partisi iktidarının – o iktidarda durduğu sürece- sopasını tadacaktır. O sopayı tutmaya ortak olmuş olmak onların bugün adil olmayan bir biçimde yargılanmalarını gerektirmez.

Biz, bize yönelik saldırıların, bize yönelik karalamaların, damgalamaların hesabının sorulmasını Adalet ve Kalkınma Partisine ihale edecek, havale edecek değiliz; biz, hesabımızı, kendimiz kendi bildiğimiz zeminlerde, siyaset zemininde, hukuk zemininde, adalet zemininde ve doğru gazetecilik, onurlu gazetecilik, sorumlu gazetecilik zemininde bunların cevabını veririz. O yüzden, kimseden iyilik beklemiyoruz ve bizi hesaba katmamalarını istiyoruz bu çatışmada. Eninde sonunda, bunun haksızlar arasındaki bir savaş olduğunun farkındayız. Ancak, gene de, iktidarda olan, kamu gücünü elinde tutan, mali denetim gücünü elinde tutan, bütün bunlarla rakiplerini sindirmek için yasaları aşarak, yasaların etrafından dolaşarak operasyon yapan ve “Buna kimse karışamaz.” diyen despotik bir idarenin karşısında “Her ikisi bakımından eşittir.” diyecek durumda değiliz, altta olanla üstte olan arasında elbette ayrım yapacağız. O nedenle, bir an önce gözaltındaki gazetecilerin serbest bırakılmasını, medyaya yönelik kuşatmanın son bulmasını, diğer yayın organlarına yönelik mali kuşatmanın son bulmasını ve düşüncelerini açıkladıkları için cezaevlerinde olan bir tek kişi kalmayıncaya kadar bu sürecin takipçisi olacağımızı söylemek istiyorum.

Sevgili arkadaşlarım, Kültür Bakanlığı bütçesinin -demin de söylediğim gibi- aslında ilgili olduğu alan son derece geniş. Türkiye’nin maddi ve manevi yaşantısının ve geçmiş maddi ve manevi tarih ve kültürünün hiçbir unsurunu dışarıda bırakmayan bir tanım genişliği var. Üstelik, sadece kültür değil, aynı zamanda Turizm Bakanlığından da söz ediyoruz. Dolayısıyla, bu genişlik çerçevesinde meseleye baktığımızda, Kültür Bakanlığı bütçesinin bütün bütçe içerisinde sadece binde 5 dolayında bir paya sahip olmasının aslında son derece tuhaf olması gerekir çünkü öte yandan, aynı zamanda Kültür ve Turizm Bakanlığı olduğu için bu bakanlık, Türkiye’nin -benim bulabildiğim en son rakam 2012- turizm gelirlerinin toplam gelirler içerisindeki payı yüzde 3,7’ydi, dış ticaret açığının yüzde 35’i turizmden gelen gelirlerle kapatılıyordu. İhracat gelirlerinin yüzde 19,2’si turizmden elde ediliyordu. Demek ki, bütçeye en önemli gelir üreten etkinliklerden birinin nezaretinde bulunan, buna bakan bir bakanlık, bütün maddi, manevi ilişkilerimizi, maddi ve manevi kültür alanlarını kapsayan insani yaşantıyı gözleyen bir bakanlığın bütçesinin binde 5 olmasını mantıkla ve bu işlevlerle birlikte açıklamak neredeyse imkânsız. Ancak bütçeye baktığımız zaman öyle anlıyoruz ki, aslında Kültür ve Turizm Bakanlığı işlerinin önemli bir bölümünü Diyanet İşleri Başkanlığı ile Millî Eğitim Bakanlığına devretmiş görünüyor, geriye kala kala sınırlı sayıda iş kalıyor. Bu sınırlı sayıda işlerin de Türkiye Sanat Kurumu çalışmaları içerisinde esasen özel sektöre devredilmesi, piyasalaştırılması ve merkezîleştirilerek Hükûmete bağlanması yönündeki iradeyi de göz önüne aldığımızda, aslında Bakanlık bütçesinin bu zayıflığını kolayca açıklamak mümkün.

Türkiye Sanat Kurumuna yönelik olarak şunu ifade etmek isterim: Bugün, kamu fonlarından desteklenen yegâne sanat ve kültür etkinliği olarak Devlet Tiyatroları, Devlet Opera ve Balesi ile dolaylı olarak Şehir Tiyatrolarının bu süreç tamama erdiğinde bütünüyle Hükûmet kontrolüne gireceği, şimdi sahip oldukları özerk yapıdan uzaklaşılacağı apaçık ortada olduğundan bütün tiyatro ve opera sanatçıları, sanatın özerk, iktidardan bağımsız olması gerektiğini savunan bütün düşünce insanları bu tasarıya itiraz ettiler ama öyle görüyoruz ki, Kültür Bakanlığının en önemli işlerinden biri de bu tasarıya itiraz edenlerin işlerine son vermek. Bu tasarıya itiraz eden kamu görevlilerinin işleri birer birer sona erdiriliyor.

Kültür ve Turizm Bakanlığından beklenen işlerin başında, eğer Türkiye kültürünü bir çoğul kültür, çoklu kültür olarak göreceksek, tekil bir kültür olmadığını, sadece Türk kültüründen ibaret olmadığını, sadece İslam harsından ibaret olmadığını göz önüne alacak olursak, bu çoğulluk içerisinde Kültür Bakanlığının bir faaliyeti olmasını beklerdik. Ama Kültür Bakanlığının uhdesindeki kültürel sitlerle ilgili olarak verilen kararlarda son derece çarpıcı durumlarla karşı karşıya kalıyoruz. Sivas’ın Şarkışla Hardal Köyü’ndeki köy tüzel kişiliğine ait olan cemevi, kültürel sit mirası içerisinde, kültürel miras içerisinde kabul edilerek korunması gerekli kültür varlığı ve ibadet yeri olarak tescil edildikten sonra, müftülük ve diğer bu durumdan hoşnut olmayanların itirazları üzerine, sonunda Hardal Köyü Camisi olarak tescil edildi. Böylelikle, Kültür Bakanlığı tektipleştirme sürecine aslında, cumhuriyetin başından beri Türkiye’nin, Türkiye’de yaşayan halkların ve kültürlerin karşı karşıya kaldıkları aynılaştırma, farklılıkları hâkim olan lehine giderme yönündeki uygulamaya bir de Sayın Kültür Bakanımız Ömer Çelik’in bakanlığı döneminde maruz kalmış oldu. Ancak bu, Kültür ve Turizm Bakanlığı kültür varlıklarını koruma bölge müdürlüklerinin ilk ve tek işi de değil, Sayın Bakanın bakanlığı döneminde. Hepinizin çok iyi bildiği gibi, büyük, ağır tartışmalara neden olan Atatürk Orman Çiftliği’ndeki Başbakanlık sarayı olarak başlayıp şimdi başkanlık sarayı olarak bitirilmekte olan binanın yapımı için 600 bin metrekare tarihî sit, 800 bin metrekare de doğal sit alanının inşaata açılmasına izin veren bir kurulun başındadır Bakanlık. Şimdi, bu rakamlar belki size çok iyi bir şey ifade etmeyebilir, “600 bin metrekare” ne demek? “800 bin metrekare” ne demek. Bir futbol sahasının 7 bin metrekare olduğunu düşünürseniz, demek ki 100 futbol sahası büyüklüğünde bir alan doğal sit alanı, ona yakın bir alan da tarihî sit alanı böylelikle Kültür Bakanlığının gözetiminde imara açılmış ve böylelikle tahrip edilmiştir.

Bunların hepsinin hukuksuz olduğunu, bunların tümünün keyfîlik olduğunu Kültür Bakanının bilmeyeceğini ben doğrusu düşünmüyorum. Kültür Bakanı olmak bunu icap ettirir. Eğer bu kadar kültürünüz yoksa bu Bakanlığı da yapmamanız daha iyi olur.

Demin söylediğim gibi, Kültür Bakanlığının bütçesinin giderek azalmasına, giderek daralmasına Bakanlığın herhangi bir itirazının olmaması anlaşılabilir çünkü faaliyetleri bilinçli bir biçimde daraltılmaktadır. Kültür Bakanlığına bağlı halk kütüphaneleri sayısı bundan on yıl önce 1.367 iken 2012’de bunun sayısı 1.112’ye düştü, 321 kütüphane önce yerel yönetimlere devredildi, sonra da kapatıldı. Tabii, bunların artan nüfus ile kütüphaneden yararlanan yurttaş sayısını kıyasladığımızda da şöyle bir gerilemeye denk düştüğünü görebiliriz: 2005 yılında yaklaşık 20 milyon 706 bin kütüphaneden yararlanan yurttaş varken 2012 yılında, nüfusumuzda yaklaşık 10-15 artış olmasına rağmen, kütüphanelerden yararlanan yurttaş sayısında 1 milyondan fazla düşüş oldu, 19 milyon 545 bin kişi kütüphanelere girdi, çıktı. Dolayısıyla, bu, bize son derece açık bir biçimde gösteriyor ki Kültür ve Turizm Bakanlığımız aslında gitgide işlevsizleşen, devreden düşen, toplumsal kültüre katkısı herhangi bir biçimde görünür olmayan bir bakanlık hâline geldi.

Devlet tiyatrolarının esasen TÜSAK kontrolüne alınması sürecinde özel tiyatroların da belki de bu çerçevede gözetileceğini düşünebilir piyasa aşıkları. Ancak, geçtiğimiz yıl dağıtılan 4 milyon 265 bin Türk liralık ödenek özel 227 tiyatro için ancak ayrılabilmiştir. Bunun ne manaya geldiğini birlikte düşünelim; İstanbul’da Çengelköy’de 175 metrekarelik 5 odalı bir villanın fiyatı 1 milyon 200 bin TL olduğuna göre, demek ki 3,5 villa parası kadar bir paradır Türkiye’nin bütün özel, amatör ödeneksiz tiyatrolarına ayrılmış olacak olan kaynak.

Bu şartlar altında, Kültür Bakanlığının, hakikaten, kültürü olduğu gibi devletin başka kurumlarına devrederek aradan çıkarmakla görevlendirildiğini anlamak hiç zor değildir.

Öte yandan, Kültür Bakanlığındaki kadrolaşmalar, kültürle yakından alakası olduğundan emin olamayacağımız insanların, örneğin bir güreş hakeminin İstanbul Şehir Tiyatrolarının yönetimine getirilmesinde, hayvanat bahçesi müdürünün gene bir kültür kurumunun başına tayin edilmesinde ben bir tuhaflık görüyorum. Onların önceden yaptıkları işlerde bir tuhaflık görmüyorum, güreş hakemi olmanın nesinde tuhaflık var ya da hayvanat bahçesi yönetmenin nesi kötü olabilir? Sadece ehliyetle ilgili bir tartışmadır. Güreş hakemi ile tiyatro yöneticiliği arasında bir illiyet kurmak, eğer güreş bir tiyatro değilse son derece zordur. Güreşi tiyatroya herhâlde benzetemeyiz, orada hakiki bir kavga, hakiki bir mücadele vardır, kimse orada rol yapmaz, güreş bir sanat değildir. Bütün bunların ister istemez ehline emanet edilmesi ihtiyacı karşısında bu itirazı ifade ediyoruz.

Öte yandan, Türkiye’nin çoklu kültürel yapısına ve çözüm sürecine baktığımız zaman Kültür Bakanlığına çok önemli bir iş düştüğünü düşünebiliriz. İhmal edilen, yer altına itilen, dışlanan, ötelenen kültürlerin şimdi böyle bir süreç dolayısıyla göze batmasını, öne çıkmasını, bunlara kaynak ayrılmasını beklerdik, bekleriz. Ancak, Osmanlı eserlerinin gün ışığına çıkarılmasını büyük bir gürültüyle ifade eden Hükûmetimiz, gerçekte Osmanlı eserlerine de gerekli ilgiyi göstermemektedir. Eski Osmanlı arşivlerinin suya battığı bir yerde öteki kültürlerin tamamen ihmal edilmiş olacağı aşikârdır. Duymadık, Türkiye’nin Arap halkının, Türkiye’nin Kürt halkının, Türkiye’nin Ezidi halkının, Türkiye’nin Laz, Çerkez, Pomak halkının herhangi bir kültürel mirasının Kültür Bakanlığı tarafından ihya edilmeye gerek görüldüğünü.

Restorasyon işlerine baktığımız zaman gördüğümüz şey de acınasıdır. Bütün restorasyonlar için ayrılmış olan kaynakların tamamı İslam eserlerine giderken diğer kültürlerin maddi varlıklarının restorasyonu için hiçbir ödenek ayrılmadığını ya da bunların gitgide ötelendiğini görebiliriz.

Bu çerçevede şunu söylemek pekâlâ mümkündür: Esasen kültür işleri, Adalet ve Kalkınma Partisinin ideolojik yönelimlerini empoze etmeye geldiği nispette Diyanet İşleri Başkanlığı ile Millî Eğitim Bakanlığına devredilmiş görünmektedir. Öteki kültür faaliyetleri ise bütünüyle yurttaşların kendilerine bırakılmıştır. Ancak, şunu hatırlatmak isterim: Yurttaşların dar, kısıtlı bütçeleriyle, kısıtlı imkânlarıyla bütün bir tarih yükünü omuzlarında taşımaları neredeyse imkânsızdır. Devlet eğer bir işe yarayacaksa, işte işe yaracağı şey burasıdır. Toplumun herhangi bir üyesinin, bazı üyelerinin kendi başına yapamayacakları işleri sırtlanmak ve bunları kâr amacıyla değil halkın geçmişiyle ve geleceğiyle, bugünüyle birbirine bağlanacağı bir süreklilik içerisinde kendi kültürünü yeniden üretmesi için buna ihtiyaç vardır. Bunu da yapmayacaksa çekiverin kuyruğunu, gitsin. O zaman, biz kendi işimizi kendimiz gördüğümüzde bize de “Paralel kuruyorsunuz.” demeyin. Paralel kurmuyoruz; karşınızda yeni bir kültürün inşasına girişeceğiz, bunu kendi elimizle, kendi gücümüzle, kendi dinamizmimizle yerine getireceğiz, o zaman parmaklarınızı ısıracaksınız, kültür karşısında şapka çıkartacaksınız.