“Kayyım Yasası” Çöktürme Harekat Planının Devamıdır

Kürkçü, TBMM’de Belediyelere Kayyım atanmasını öngören kanun teklifinin görüşmeleri sırasında yaptığı konuşmada “Eğer siz doksanlara dönmeyi düşünüyorsanız, öyle bir Türkiye yaratmayı düşünüyorsanız; o zaman doksanların insan hakları mücadelesi geleneğini, doksanların Kürt özgürlük mücadelesi geleneğini, doksanların emek özgürlüğü mücadelesini hatırlayın, titreyin ve kendinize gelin.” dedi.

tbmmmmmHDP GRUBU ADINA ERTUĞRUL KÜRKCÜ (İzmir) – Sayın Başkan, sevgili arkadaşlar; bu tasarının birinci bölümü üzerine grubumuz adına söz aldım. Ancak tasarının teknikalitesine girmeyi düşünmüyorum. Esasen, bu yasanın birinci bölümü ve diğer bölümleriyle birlikte bize çizdiği çok esaslı bir gelecek Türkiye panoraması var. Bu gelecek Türkiye hakkındaki kaygılarımızı, itirazlarımızı ve alternatiflerimizi ifade etmek isteriz.

Çoktandır üzerinde konuştuğumuz -yani bu benim Türkiye Büyük Millet Meclisindeki beşinci yılım ve beş yıldır- [gibi] biz torba yasalarla yasama yapılamayacağını söylüyoruz ancak hakikat ortada ki, Türkiye Büyük Millet Meclisinin yasama pratiği Adalet ve Kalkınma Partisi Meclis çoğunluğunu oluşturduğu sürece torba yasalarla olacaktır. Bu hakikati, tıpkı Cumhurbaşkanının kendinde olmayan yetkileri kullanarak Cumhurbaşkanlığı yapması, Hükûmetin kendinde olmayan yetkileri kullanarak yargının ve yasamanın alanına girmesi gibi “de facto” bir yeni rejim pratiği olarak görüyoruz, görmemiz gerekir. Kendimizi hayale kaptırmayalım. Türkiye artık buyruklarla yönetilen bir otokrasiye doğru doludizgin yol almaktadır, yasama pratiği de ona uygundur.

Bu tasarıya baktığımız zaman gelecek Türkiye açısından birkaç önemli noktanın altının çizildiğini görüyoruz.

Birincisi: Kamusal alanın piyasalaştırılması. Yani, kamusal alanda, aslında kâr amacı gözetmeyen, hizmet merkezli hemen hemen hiçbir faaliyetin kalmayacağına dair bir perspektifle yüz yüzeyiz. Elde kalmış olan az sayıdaki kamusal varlığın da piyasaya devri bakımından sonsuz kolaylıklar sağlayan bir yasayla karşı karşıyayız.

İkincisi: Müştereklerimizin yani hava, su, toprak, kent arazisi, mera, çayır, orman gibi hiçbirimizin olmayan, herkesin olan ve herkes adına devlet tarafından çekip çevrilmesi gereken varlıkların piyasaya hızlıca devrine yönelik tedbirler manzumesi; devletin bireye karşı tahkimi, merkezin yerele karşı tahkimi ve bütün bunların somut aracı olarak kanun hükmündeki kararnamelerle yönetim.

Ben, gerek Başbakanın gerek Cumhurbaşkanının kanun hükmündeki kararnamelerle ilgili yaklaşımlarını değerlendirdiğimde görüyorum ki, aslında olağanüstü hâl kalksa da kanun hükmündeki kararnamelerle Türkiye’yi yönetme alışkanlığı devam edecektir. Çünkü bu, aslında çok önemli bir başka kurumu, Parlamentoyu bypass etmenin en önemli aracıdır. Fakat, bunun bize verdiği bu nispeten soyut gibi gözüken bu açıklamalardan somuta yüzümüzü döndüğümüzde en önemli 2 meseleyle karşı karşıyayız. Bir tanesi, Türkiye’nin aslında Kürt halkının hakları için sürdüğü, ister barışçıl ister barışçıl olmayan yollarla Kürt halkının çeşitli kesimlerinin, büyük çoğunluğunun, bazı kentlerinin ya da tamamının sürdüregeldiği mücadelelerin artık gayrimeşru addedilmesi, bunun ortaya çıkardığı siyasi, kültürel, toplumsal varlıkların ve varoluş şekillerinin merkezî devlet karşısında sıfırlanmasına yönelik tedbirlerdir. Bu, Türkiye’de bambaşka bir yerel yönetim pratiğinin kapısını açmaktadır. Belediyelerin devletleştirilmesi kapısı çoktan açılmıştır.

Tabii ki, bu kendi başına ele alındığında acaba bir yasal tartışmanın kapısını açar mı diye düşünebiliriz. Ama, çok başka bir tartışmanın da kapısını açmaktadır. Türkiye Avrupa Konseyinin kurucu üye ülkelerinden biridir ve 2004’te Konseye geri dönerken yaptığı başlıca taahhütler arasında yerel yönetimlerin Avrupa Yerel Yönetimler Özerklik Şartı’na göre yeniden düzenlenmesi taahhüdü vardır. Türkiye [bu yasayla] bu taahhüdünden tamamen vazgeçmektedir. Bu aslında idamın geri getirilmesi tartışmasıyla birlikte ele alındığında, Türkiye’nin Avrupa Konseyi ve daha sonra Avrupa Birliği’yle ilişkilerini artık terk etme eğilimini taşıdığını bize göstermektedir.

Biz herhangi bir kıtaya ya da herhangi bir birliğe aşık değiliz. Türkiye, pekâlâ, ittifaklarını, içinde bulunduğu birlikleri ve uluslararası ilişkileri her zaman yeniden gözden geçirme egemenliğine sahip bir devlettir. Fakat, şimdi, anayasal güç sahibi olan, anayasal güç kazanmış olan bu anlaşma hükümlerinin gerisine düşmek, bunun gerisine doğru çekilmek aslında sadece Türkiye’yi Avrupa’dan değil, aynı zamanda hukuk devleti normlarından da doğrudan doğruya uzaklaştırmayı vadetmektedir. Bu yasa tasarısı da bu vaadin somut bir ifadesidir. Bu, Kürt halkının mücadelesinin sıfırlanması, yerel yönetimlerin tamamen merkezî devlete terk edilmesi aslında Temmuz 2015’ten beri uygulanmakta olan çökertme harekât planının siyasal ve yerel yönetimler alanında tamamlanması anlamına gelmektedir. Dolayısıyla, bu bizi doğrudan doğruya bir savaş düzeni içerisine taşıyan bir Türkiye geleceğinin işaretidir.

Bunu kabul edemeyiz, bir savaş düzeni içinde yaşamayı da, Kürt halkının da, diğer ezilen ve hakları inkâr edilen kesimlerin de geri dönüşsüzce bu haklarından uzaklaştırılmalarına razı olamayız. O nedenle, bu yasaya karşı çıkmak bir teknik mesele değil, aynı zamanda tarihsel ve siyasal bir meseledir. Bunun için karşıyız. Pratikte bu yasayı uygulayan aynı rejimin, düşünce özgürlüğü alanında, ifade özgürlüğü alanındaki bugünkü pratiğine baktığımız zaman, birbiriyle tutarlı bir sapmalar silsilesi görüyoruz.

Özgür Gündem gazetesinin bugün hâlâ gazeteye tebliğ edilmemiş olan, bilinmeyen bir mahkeme kararıyla geçici olarak kapatılmış olması ve ardından gazeteye yönelen inanılmaz özel harekât saldırısı sonucunda insanların yerlerde sürüklenerek gözaltına alınmaları ifade özgürlüğü bakımından da nereye doğru sürüklendiğimizin apaçık bir göstergesidir.

Ben Özgür Gündem gazetesi kurulduğu gün o gazetede çalışmaya başlamış bir arkadaşınızım. Benim fikrim şudur: Gazetenin çizgisi, kalitesi, yayıncılığı hakkında her türlü tartışmayı yapabilirsiniz ama şu tartışmayı yapmak yersiz olur: Özgür Gündem’in var olma hakkı vardır ve üstelik Özgür Gündem Türkiye’de ifade özgürlüğü, basın özgürlüğü, düşünce özgürlüğü bakımından bir turnusol kâğıdıdır. Özgür Gündem varsa, açıksa, çalışıyorsa Türkiye’de demokrasi ve özgürlüklerde bir nispi ferahlama vardır. Özgür Gündem baskı altına alınmışsa, Özgür Gündem’in sesi kesilmişse o zaman Türkiye’de demokrasi ve özgürlüklerden artık söz edemeyeceğimiz bir noktaya gelmişizdir. Bu, Tansu Çiller pratiğidir; bu, Turgut Özal pratiğidir; bu, ANASOL-D pratiğidir; bu, şimdi de bir AKP pratiğidir. Özgür Gündem’e bakın yerinizi tayin edin. Özgür Gündem yazarlarını ve yayıncılarını hapse atıyorsanız totaliter bir rejime doğru meylediyorsunuz demektir. Eğer onları özgür bırakıyorsanız, o zaman siz özgürlüklerle aranızda bir yeni denge kurmaya talipsiniz demektir. Adalet ve Kalkınma Partisinin ilk beş yılı böyleydi, son on yılı böyle değildir.

O nedenle sevgili arkadaşlar, bu, birbiriyle tutarlı bir dizi ihlal bize şimdi bu kanun tasarısı aracılığıyla şu perspektifi sunuyor: Türkiye bir totaliter rejime doğru dolu dizgin gitmektedir. Denetleme mekanizmalarının hepsi zıvanasından çıkmıştır. Parlamento artık bir denetleme mekanizması olmaktan çıkmıştır. Âdeta devlet yurttaşlara “Eğer isyan etmek istiyorsan isyan et, boyunun ölçüsünü görelim.” demektedir. Ben de diyorum ki, bu halkın bir parçası, yurttaşlardan birisi olarak: Eğer siz doksanlara dönmeyi düşünüyorsanız, öyle bir Türkiye yaratmayı düşünüyorsanız; o zaman doksanların insan hakları mücadelesi geleneğini, doksanların Kürt özgürlük mücadelesi geleneğini, doksanların emek özgürlüğü mücadelesini hatırlayın, titreyin ve kendinize gelin. (HDP sıralarından alkışlar)