Kürkçü: Bu yasadan sonra, Hükümet ihbar edilen Kürtlerin mallarını müsadere edecek!

Ertuğrul Kürkçü’nün TBMM’de görüşülen Terörizmin Finansmanının Önlenmesine dair kanun tasarısı ile ilgili konuşması

isadamSayın Başkan, sevgili arkadaşlar; bu yasanın bütünü ve bu maddesi, görünüşte, 9 Aralık 1999 Tarihli Birleşmiş Milletler Genel Kurulunun Terörizmin Finansmanının Önlenmesine Dair Uluslararası Sözleşmesi’nin iç hukuka yerleştirilmesi amacına yönelik, ancak doğrusu Meclisin önüne getirildiği şekliyle bu yasa iç hukuku uluslararası sözleşmeye yerleştirme çabasından öteye geçmiyor. Her şeyden önce bu uluslararası sözleşme uluslararası terörizm üzerine bina edildi. Kavram bu, “uluslararası terörizm” ve bu nedenle sözleşmenin 3’üncü maddesi şu hükmü kayıt altına alıyor  madde 3: “Bu sözleşme, suçun tek bir devlet içinde işlenmesi, suçlu olduğu iddia edilen kişinin o devletin uyruğu olması ve onun toprağında yaşaması hâlinde geçerli değildir.” Şu hâlde, 3713 sayılı Terörle Mücadele Kanunu kapsamında terör suçu olarak kabul edilen fiillerin bu yasa tasarısına sokulmasının anlamı ne olabilir? Aslında yasa bu hâliyle uluslararası hukuka karşı bir hile girişiminden öteye gitmemektedir. Birleşmiş Milletlerin üye devletlerden iç hukuka sözleşmeyi yerleştirmesini istediği tasarı bu hâliyle Meclisi değil, Birleşmiş Milletleri de hamakatle malul saymaktadır. Bu saygısızlık kabul edilemez.

 

Dahası, Birleşmiş Milletler Sözleşmesi’nin gönderme yaptığı Ad Hock Komite kararının dayandığı 18 Aralık 1972 tarihli Birleşmiş Milletler Kararı, devletleri uluslararası terörizmi önleyici kararlar almaya çağırıyor ama bunu yaparken iki şey söylüyor: Birincisi, masum insanların yaşamlarını tehdit eden ya da canlarını alan uluslararası terörizmi önlemek. İkincisi, bu terörizm formunun altında yatan nedenleri ve köklü değişiklikler gerçekleştirme çabası içerisinde, insanları kendi hayatları da dâhil olmak üzere insan canına kıymaya götüren sefalet, çaresizlik, mutsuzluk ve umutsuzluktan kaynaklanan şiddet eylemlerini araştırmak. Ama elimizdeki kanun tasarısında böyle herhangi bir şey de yok.

 

Öte yandan, bu 1972 tarihli Genel Kurul Kararı başka şeylere de dikkat çekiyor. Birincisi, her ne kadar can kayıplarına yol açan, masum insanların öldürülmesine yol açan ve temel özgürlükleri ihlal eden eylemleri kınamakla başlasa da söze, devletleri bu şiddet eylemlerine yol açan nedenleri anlamak ve bunlara barışçı çözümler getirmeye çağırıyor. Ulusların kendi kaderlerini tayin hakkı, sömürgeci ve ırkçı rejimler altında yaşayan halkların bağımsızlık hakları, yabancı egemenliğinin bütün biçimleri altında yaşayanların hakları ve onların mücadelelerinin meşruluğu, özellikle de ulusal kurtuluş hareketlerinin Birleşmiş Milletler şartı ve çeşitli organların geçerli kararları bakımından koruma altında olduğuna dikkat çekiyor.

 

Yani bu, aslında, haklı mücadelelerin, özgürlükler, halklar, bağımsızlık, ırkçılığa karşı mücadelenin meşru zeminini geçersizleştiren şiddet eylemlerini dikkate alıyor ve bunların bir bakıma değerlendirilmesi yoluyla devletleri önleme faaliyetini yaparken sadece teknik nedenlere sığınmamaya çağırıyor.

 

Bu hâliyle, aslında, bu yasa, bize Kutlu Savaş raporunda adı edilen, adı geçen kimi tutumların sürdürülmesi gibi gözüküyor. Behçet Cantürk’ün öldürülmesiyle ilgili konuda Kutlu Savaş şunu yazmıştı: “Bu şahıs şu ya da bu şekilde öldürülmüş olsa da, Türk emniyeti tarafından hakkında karar alınmış ve bu karar infaz edilmiştir. Bu, tartışılacak olan şey değildir. Tartışılacak olan şey, bunun hangi sırayla ve kimler tarafından yapılacağıdır.” Şimdi, bu Bakanlar Kurulu kararıyla da artık görünüşe göre insanlar öldürülmüyor; onların malları, mülkleri müsadere ediliyor. Neye dayanılarak? Birleşmiş Milletlerin bu çağrısına dayanılarak. Birleşmiş Milletleri kendi suçuna ortak etmeye çalışmamalıdır Hükûmet. Bu yasayı ve bu maddeyi derhâl geri çekmelidir.

 

II. Konuşma

 

Sevgili arkadaşlar, Sayın Başkan; bu yasanın tartışılması artık bir çevrim edindi. Belli ki bizim için, muhalefet için iki kritik unsur var. Birisi Terörle Mücadele Yasası hükümlerine yapılan atfın bu yasadan çıkartılması; ikincisi, yargı kararı olmadan Bakanlar Kurulu kararlarıyla kişilerin mal ve mülklerine el konulması hususunun yasanın dışına çıkartılması. Bunlar Birleşmiş Milletlerin üye devletlerden yasalaştırılmasını istedikleri hususlar arasında değil. Birleşmiş Milletlerin istediği şey, uluslararası terörizmin finansmanına dair yaptırımlar. Dolayısıyla, bu yaptırımların Birleşmiş Milletlerin dayandığı temel esaslara aykırı olması düşünülemez. Adil yargılama, kişi hak ve özgürlükleri Birleşmiş Milletler İnsan Hakları Evrensel Beyannamesi’nde kapsandığına göre buradan çıkacak bir telkinin bu sonuçları vermesi düşünülemez. Bunlar, Hükûmetin bu kanunu çıkartırken kendi mevzuatını uluslararası hukuka dercetme çabasının sonucu. Bunu zaten hep birlikte eleştirdik.

Ben şimdi, burada tabii, Hükûmetin bu ısrarında şöyle bir yan görüyorum, bir önceki konuşmamda da söylemiştim: Bu bir süreklilik. Yani “terörle mücadele” denilen konsept bakımından bütün Türkiye hükûmetlerinde bir süreklilik var. Güvenlik merkezli ve bertaraf etme merkezli bir yaklaşım. Bu yaklaşım Tansu Çiller hükûmetleri sırasında bir felakete yol açtı, Susurluk felaketi. Bu Susurluk felaketini ele almak ve düzeltmek için görevlendirilen Kutlu Savaş, Başbakanlık görevlisi, bir rapor verdi. Bu rapor aslında Susurluk’tan daha vahim sonuçlara yol açıyordu çünkü Susurluk, netice olarak başıbozuk bir olaydı. Bu başıbozuk olayın düzene girmesi bakımından Kutlu Savaş devlete şunu teklif etti, demin de okudum: Behçet Cantürk’ün öldürülmesi olayıyla bağlantılı olarak “Aynı şey Savaş Buldan için de geçerlidir.” diyor. 100 kişiye yakın olduğu tespit edilen PKK finansörü iş adamlarının elde olan listesinden bir kişi eksilmiştir. Behçet Cantürk’ün öldürülmesinin doğruluğu, yanlışlığı veya gerekli olup olmadığı tartışılmasına girilmemiştir. Ancak, zaruri bazı sualleri sormak gerekir.

 

Cantürk’ün öldürülmesi emrini kim vermiştir? Bu yetki kim tarafından kullanılabilir? Kim, kime karşı sorumludur? “Hukuk devletinde bu suallerin yeri olamaz.” itirazı da kanaatimizce geçerli değildir ve realiteye uygun düşmez. Bu uygulama, tüm dünya ülkelerinde olduğuna göre bizde de olacaktır. Hukuk devleti kuralları içinde bu tip kararlar alınacak ve devlet ciddiyeti içinde uygulanacaktır. Hukuk devleti içinde alındığı söylenilen karar şudur: Cantürk’ün devlete biat etmesi beklenirken, adı geçenin yeni bir tesis, bir matbaa kurmak üzere harekete geçmesi üzerine Türk Emniyet Teşkilatı tarafından öldürülmesi kararlaştırılmış ve karar infaz edilmiştir. Şimdi bu sürekliliği bu yasada görüyoruz, bir tek farkla. Bu sefer, öldürmek yerine malına el koyulması kanun hükmü hâline getiriliyor ve bunun için yürütme aygıtı dışında herhangi biri kurum ya da makam görevli değil.

 

Şimdi, yasama, yürütme ve yargıyı bu şekilde tek elde toplayan bir hükûmet uygulaması, neye karşı mücadele yasası olursa olsun antidemokratiktir, faşizandır ve uluslararası hukukun güvencesi altında olamaz. Devlette devamlılık asıldır prensibi eğer geçerliyse, Kutlu Savaş prensipleri, bugün Hükûmeti kuşatan güvenlikçiler bakımından Hükûmete bir akılmış gibi satılmış; alelacele, çarçabuk çıkartılacak bir yasanın içerisine bu hükümler sokulmuştur. Terörle Mücadele Yasası hükümlerinin bu yasada yer alması, Hükûmete kişilerin mallarını müsadere yetkisinin verilmesi aslında bir yeni Susurluk olayının tetiklemeye adaydır. Şimdi herkes bundan sonra malı müsadere edilecek Kürt arayacak, bulacak, Hükûmete ihbar edecek, Hükûmet de onların mallarını müsadere edecektir. Edecek midir arkadaşlar? Buna izin verecek misiniz?