Kürkçü:Kişi yargılamanın tüm aşamalarında savunmasını tercih ettiği dilde, sözlü ve yazılı olarak yapmalı

TBMM İnsan Hakları İnceleme Komisyonunda görüşülen “Anadilde savunma Kanun tasarısı üzerine Ertuğrul Kürkçü’nün yaptığı konuşma

 

ERTUĞRUL KÜRKCÜ (Mersin) – Sayın Başkan, sevgili arkadaşlar, Sayın Bakan; Şimdi, ben en son söyleyeceğimi en baştan söyleyeyim; bu kanun maddesinin başka türlü yazılmasına dair bir önerge verdim size. Bütün üye arkadaşlarımızın da bunu duyması için okuyacağım, sonra da gerekçemi anlatacağım.
Tasarının 1’nci maddesiyle eklenen dördüncü fıkrasının “Meramını anlatabilecek ölçüde Türkçe bilip bilmemesine bakılmaksızın, sanığa yargılamanın; soruşturma ve kovuşturma aşamalarında savunma yönelik hususlar, tercüman vasıtasıyla tercih ettiği dilde anlatılır ve kişi yargılamanın tüm aşamalarında savunmasını tercih ettiği dilde, sözlü ve yazılı olarak yapar.” Bu şekilde değiştirilmesini istiyorum, neden?
Şimdi, birincisi: Bu kanun bize Türkiye mevzuatına, uluslararası anlaşmalar dolayısıyla 1924’ten beri girmiş olan bir hususu hafifçe kayıt altına almaktan başka yeni bir şey söylemiyor. Size okumak istiyorum, 1924’ten bu güne kadar nasıl ağır bir ihlal düzeni içerisinde yaşadığımızı ve bunun aslında çok geç ve çok az olarak bu ihlalin bir kısmının ortadan kaldırılmasına hizmet ettiğini düşünmeye sizi davet ediyorum.
Lozan Anlaşmasının 39’uncu maddesinin dördüncü fıkrası şöyle diyor: “Herhangi bir Türk uyruğunun, gerek özel gerekse ticaret ilişkilerinde; din, basın ya da her çeşit yayın konularıyla açık toplantılarında dilediği bir dili kullanmasına karşı hiçbir kısıtlama konulmayacaktır.” Bu kısıtlamalar çok uzun yıllar, son on yıla gelince kadar vardı. Ama bizim konuştuğumuz konu 39’ncu maddenin beşinci fıkrasının tam metni de şu: “Devletin resmî dili bulunmasına rağmen, Türkçeden başka bir dil konuşan Türk uyruklarına, mahkemelerde kendi dillerini sözlü olarak kullanabilmeleri bakımından uygun düşen kolaylıklar sağlanacaktır.”
Şimdi, demek ki aslında 1924’den beri var olan bir hakkın kullanılmasının sistematik olarak engellenmesi özellikle son KCK duruşmalarında bunun artık buna karşı direnen güçlü siyasi kanaate sahip muhataplar, nesneler bulmuş olması dolayısıyla Türkiye’nin gündemine geldi bu konu. Şimdi, bunu değiştirmek için bir adım atıldı. Bu adımın atılmasını, arkadaşlarımız da söyledi, olumlu görmekle birlikte bu çok geç ve çok az. Çünkü apaçık ortada, bu yasa maddesi, bize mahkemede sadece sözlü savunma hakkı sağlıyor, kişinin kendi istediği dilde sadece sözlü savunma. Peki, yazılı savunma yapmak istersem, buna göre yapamam ya da yargıç yapmamamı uygun bulabilir. Çünkü der ki bana, “sözlü savunma” diyor, başka da bir şey demiyor. “Yaptın mı sözlü savunmanı? Otur yerine.” Oysa kendini ifade etmek meselesi, kendini en iyi ifade edeceği dilde etme meselesi o kadar önemli ki bunu sadece bir mahkemede değil, bir uluslararası toplantıda da hissedebilirsiniz. Bunu polisle konuşurken de hissedebilirsiniz, bunu herhangi bir resmî makamla konuşurken de hissedebilirsiniz. Siz ancak kendinizi rüyanızı gördüğünüz dilde en iyi anlatırsınız. Bu, bilinen, çok esaslı pedagojik, psikolojik bir hakikattir. Şimdi, bu burada dururken kalkıp bunu sözlüyle sınırlamak, aslında bizi 1924 koşullarına iade etmektir. 1924’te öyleydi, okuma yazma bilmeyenlerin sayısı bilenlerden çok daha fazla idi. O nedenle, akla gelmemiş bile olması… Aslında yargılama mevzuatının da nasıl olduğunu iyi bilmiyorum. Eminim ki yazılı savunma diye bir şey belki de yoktu avukatlar haricinde. O nedenle bunun böyle girmiş olması mevzuata şaşıracak bir şey değil ama bunca yıl yaşadıktan sonra, bunca mücadelelerle karşılaştıktan sonra, Türkiye, bunca uluslararası anlaşmanın altına imza attıktan sonra, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’ne, ayrımcılığa karşı sözleşmeye, başka pek çok bu konuda özgürlükleri ve hakları teminat altına alan sözleşmelerin altına girdikten sonra, artık bununla yetinemez. Artık diyemez “Sadece sözlü savunma yapabilirsin.” Polis karakolundan, hatta trafik polisiyle konuşmaktan başlayıp mahkemeye, hapishaneye gelinceye kadar bu hak bütün imkânlarla birlikte güvence altına alınmalıdır. Eğer bunda şaşacak bir şey buluyorsanız, ben buna şaşarım çünkü altına girdiğiniz bütün uluslararası sözleşmeler bu deneyimlerden çıkıyor.
İkinci nokta: “Bunun suistimal edilmesini önlemek.” ne demekse, insan savunmayı nasıl suistimal edebilir ki? İnsan kendini sonsuzca savunma hakkına sahip olmalıdır. Ama diyelim ki suistimal ediliyor, bunu önlemek için aslında günümüzün zihniyetine çok uygun bir yaklaşım. Paran kadar konuş, tercümanı getir, kaç saat çalışıyorsa tercüman o kadar para ödeyeceğine göre, çok konuşursan çok ödersin. Hiç paran yoksa tercümanı da biz sana veremeyiz çünkü artık bununla birlikte hüküm değişmiştir. Devletin tercüman sağlama yükümlülüğü bu maddeyle ortadan kalkmaktadır. Sosyal devlet ilkesi, Anayasa’nın eşitlik ilkesi bu maddeyle birlikte havaya uçmaktadır. Peki, bunu bizi yapmaya ne zorlayabilir? Bunu bizi yapmaya ancak alelacele hazırlanmış bir yasa zorlayabilir. Bu yasa, benim dediğim istikamette, başka arkadaşlarımızın da katkısı olursa değiştirilmelidir, çok iyi olur.
Şimdi, bütün bunların bir siyasete hizmet edip etmediği tartışmasını ben hakikaten bahtsız bir tartışma olarak görüyorum. Meclisten başka siyaset kurumu var mı Türkiye’de? En yüksek siyaset kürsüsü burası. Burada siyaset konuşmayacaksak… “Ya, Yargıtay Genel Kurulu mu burası! Burada siyaset konuşuluyor.” diye bize azar çekiliyor. Burada siyaset konuşacağız, yargıçları da siyaset zapturapt altına alacak. Türkiye’de çünkü ordunun boşalttığı yeri yargıçlar çoktan doldurmuştur. Türkiye, bir yargıçlar diktatörlüğü haline gelmek durumundadır, buraya doğru gitmektedir. Buna da aslında bu vesileyle dikkat çekmek isterim. O nedenle elbette ki biz, bir kere yasa yasa olduktan sonra, bir yasalar tutarlılığı içerisinde adilane bu hükümlerin icra edilmesinden yanayız. Bunu herkesten çok biz isteriz, şahsen ben isterim. Hayatım boyunca her türlü hukuksuzluğa maruz kalmış birisi olarak, yargıçların siyasi otoriteden bağımsızlığına en çok ben düşkün olabilirim aranızda ama şöyle diyemezsiniz: “Kanunun nasıl olacağına yargıçlar karar versin.” Yargıçlar kanunun nasıl adalete tatbik edileceğine karar verebilirler, başka da hiçbir şeye karar veremezler. Bu yargıçlar diktatörlüğü son bulacak Türkiye’de umarım biz iktidar olduğumuz zaman çünkü siz onlarla çok daha yakın ilişki içindesiniz.
Sevgili arkadaşlar, siyasetten bahis açmam boşuna değildi. Biz bu yasayı durup dururken bugün yapmıyoruz. Durup dururken sizin gündeminize de bugün gelmiyor. Programınızda ve politikalar paketinizde neler var neler ama onların değil, birinin değil de bunun bugüne gelmiş olması tabii ki Türkiye’de yaşadığımız gerilimlerle ilgili, açlık grevlerinin yarattığı tansiyonla yakından ilgilidir. Umarım bu tansiyonun düşmesine yardımcı olabilir ama benim dediklerimi yaparsak daha çok yardımcı olur. Böylelikle, bugün cezaevlerini, cezaevlerinin kapısında bekleyen herkesi yürekleri ağzında bir hâle getiren bu gerilimin üç sebebinden birini böylece ortadan kaldırabiliriz. O zaman bizim de yüzümüz olur, başkalarına dönüp gidip, arkadaşlar, şimdi daha iyi bir durum var üçte bir daha iyi demeye benim yüzüm olur ama İhsan Bey’den rica ederim, nasıl diyebilirsiniz. “Onları siz sevk ediyorsunuz, siz onları yönlendirdiniz.”? Bu, cevap ister. Onları biz yönlendirmedik, onları biz yönlendiremeyiz de aslında çünkü o insanlar, kimsenin fikrini sormadan, bundan otuz yıl önce, yirmi yıl önce, on yıl önce kendi verdikleri kararlarla siyasetin tanıdığı en sert mücadele biçimlerinin içine girmişler, hayatta kalmışlarsa eğer cezaevine girmişler ve on, on beş, yirmi yıldır oralarda yatan insanlar. Bunlar, biz istedik diye bu kararlarından vazgeçmez. Ama biz şuna bakabiliriz: Bu istekler meşru mu, mazur mu? Aslında, bu yasa teklifi, bu isteğin meşru ve mağdur olduğuna bir gönderme yapıyor. Çok güzel, ben diyorum ki diğer iki talebe de Meclisimizin başka komisyonları gönderme yaparsa siz o zaman BDP’lilere şunu deme hakkına sahipsiniz: Daha hâlâ siz gidip bu açlık grevlerini sona erdirmek için inisiyatif kullanmıyorsanız size yazıklar olsun. Hakikaten o zaman bize yazıklar olsun ama elde var üçün yarısı, henüz bu bize hiçbir imkân sağlamaz. Eğer hakikaten bizimle birlikte çalışmak istiyorsak bu mevzuatı ilerletmek bakımından, sizden destek istiyorum ve biz size yarım adıma, yarım adımla karşılık veriyoruz. Evet, değiştirilmek koşuluyla bu yasa teklifi makbuldür, biz bununla iş görebiliriz ama lütfen bunun sosyal devlet, eşitlik, insan hakları, uluslararası sözleşmelerle uyarlı hâle getiren bir başka şekilde yazılmasına yardımcı olalım.
Çok teşekkür ederim.