Medya özgürlüğünün bir düşmanı devlet zulmüyse diğeri, uşak ruhlu korkak medya sermayesi

Kürkçü, TBMM Genel Kurulu’nda yaptığı konuşmada “Medya bu kadar devlete bağımlı, devletin başındakilere bağımlı, kendi kırılgan sermaye-devlet ilişkilerinin içerisinden medya sahipliğine yürümüş inşaatçılar, nakliyatçılar, arsa spekülatörleri, emlakçılar, onun bunun üreticileri medyacı olmasaydı medya böylesine kokuşmazdı.” dedi.

Sayın Başkan, sevgili arkadaşlar; [CHP’nin basının özgür hale gelmesi, gazetecilik mesleğine dayatılan sansürün kaldırılması ve etkili çözüm önerilerinin getirilmesi aracıyla verdiği) bu araştırma önergesinin] lehindeyiz.

Tabii, bu araştırma önergesi 5 Mayıs 2016’da Meclise sunulmuş, bugün gündeme geldi. Bunun içinde, son ayda 9 gazetecinin tutuklanmış olduğu ve 4 yayın yasağı dolayısıyla bunun gündeme getirildiği yazıyor. Ama tabii ki bunu güncelleştirmemiz lazım. Şu anki duruma göre, 150’den fazla gazeteci cezaevindedir ve sadece yayın yasakları değil, aynı zamanda yayınların kapatılması da söz konusudur.

Kanun hükmünde kararnamelerle el konulan medya kuruluşu sayısı şöyledir: 28 televizyon kanalı, 3 haber ajansı, 29 basımevi, 15 dergi, 45 gazete, 34 radyo. Tabii, bu koşullar altında “basın özgürlüğü” diye bir meselemiz ister istemez vardır. Öyle olduğu için de zaten Türkiye ya da Türkiye’yi yöneten Hükûmet, bütün bu özgürlük ile otorite arasındaki çatışmada kendisinin haklı olduğunu hiçbir uluslararası kurumda ne savunabilmekte ne de ispat edebilmektedir. NATO’dan tutun yani bir askerî güvenlik örgütünden Avrupa Konseyi Parlamenter Meclisine, Avrupa Parlamentosuna, uluslararası bütün gazetecilik ve medya özgürlüğü sıralama Ve takip kuruluşlarına kadar hiçbir yerde güvenlik ile özgürlük arasındaki bu çatışmada güvenlik gerekçeleri kabul edilmiyor.

Dolayısıyla, Türkiye’nin son derece ağır bir ifade özgürlüğü, basın ve medya özgürlüğü meselesi var. Bunun bir sonucuyla da dün karşı karşıya geldik. Enis Berberoğlu cezaevine kondu ve Enis Berberoğlu’nun cezaevine konulmasında herhangi bir biçimde adalete, hukuka, ifade özgürlüğünün istismarına dair ikna edici kanıt ortaya konulamadı.

Ben şuna dikkatinizi çekmek istiyorum: Başından beri bize, bu tezlere karşı çıkanlar arkadaşlarımız diyorlar ki: “İyi ama mahkeme karar vermiş.” Sevgili arkadaşlar, Enis Berberoğlu’nun açıklanmasına yardımcı olduğu söylenen haberle ilgili olarak iki vaka var. Bunlardan bir tanesi Cumhuriyet gazetesinin şu haberi, diğeri ise Aydınlık gazetesinin şu haberi. Aydınlık gazetesi 21 Ocak 2014’te bu haberi yayınlamış, Cumhuriyet gazetesi ise yaklaşık bir yıl kadar sonra. Ben demiyorum ki niye Aydınlıkçıları içeri atmıyorsunuz? Ben diyorum ki aynı haberden, bütün unsurlarıyla aynı olan haberden ötürü Cumhuriyet gazetesinin habercilerini ve onlara bilgi tedarik ettiği gerekçesiyle bir milletvekilini niçin hapse atıyorsunuz? Doğru olan birincisi çünkü bu haberin herhangi bir biçimde bir suç oluşturma kabiliyeti yok, olsa idi öyle davranılmazdı. Burada tamamen siyasi gerekçelerle yargının ifsat edip olmayacak bir şekilde bir hüküm kurması meselesi var.

Deniyor ki: “Devlet sırrını ifşa etmiş, dolayısıyla casusluk yapmış.” Bir yıl önce öyle olmayan bir yıl sonra nasıl oluyor, onu bir türlü bilmiyoruz. İkincisi, deniyor ki Devlet Sırrı Yasası’nda: “Bu, hukuk devleti ilkesine ve demokratik toplum düzeni gereklerine aykırı biçimde yorumlanamaz ve uygulanamaz.” Yani aslında bunun içinde ne olduğuna dair siz keyfî olarak bir hüküm, bir karar kuramazsınız. Önce, açığa çıktığı zaman dahi bunun demokratik toplum düzenine uygun olduğunu kanıtlamanız lazım. Öyle olmadığı için denildi ki: “Bunun içerisinde, Bayır Bucak Türkmenlerine gidiyordu, mama vardı.” Fakat öyle olmadığı anlaşılınca “Devlet sırrıydı, casusluk yaptın.” oldu. Ama öyle olsa bile hangi yasa, hangi hukuk, hangi kamu düzeni ilkesi bunların transferine, nakliyesine izin veriyordu? Bunların üzerinde mahkemede bir tartışma bile olmadı çünkü bir suç olgusuna ilişkin bilgiler devlet sırrı olarak gizli tutulamazlar. Bu yönden mahkeme herhangi biçimde tartışmadı.Ama mahkemeyi tartışacak değiliz. Demek istediğim şey, ifade ve basın özgürlüğü üzerinde işte böylesine muazzam bir baskıyla karşı karşıyayız. Bunca yayın organı, bunca gazeteci hapisteyken Türkiye’de herhangi bir biçimde ifade özgürlüğünden söz etmek mümkün değil. O yüzden, bunun üzerine Meclisin gitmesi lazım.

Ben, tezinin esasına katılmadığım hâlde Milliyetçi Hareket Partisi sözcüsünün medya sermayesinin, medya özgürlüğünün ortadan kaldırılması, sınırlanması ve kokuşmasına yol açmasına dair söylediklerinin esasen doğru olduğu kanaatindeyim. Zaten öyle olmasaydı; medya bu kadar devlete bağımlı, devletin başındakilere bağımlı, kendi kırılgan sermaye-devlet ilişkilerinin içerisinden medya sahipliğine yürümüş inşaatçılar, nakliyatçılar, arsa spekülatörleri, emlakçılar…

ERKAN AKÇAY (Manisa) – Tüpçüler…

ERTUĞRUL KÜRKCÜ (Devamla) -…onun bunun üreticileri medyacı olmasaydı medya böylesine kokuşmazdı. Öyle olmasaydı Başbakan telefonu açıp “Alo, Fatih” dediğinde oturduğu yerde hazır ola geçmezdi Fatih. Öyle olmasaydı böyle olmazdı. Bugün Türkiye medyasının, medya özgürlüğünün çöküşünde medya ve sermaye arasındaki bu uğursuz evliliğin muazzam bir payı var. Editoryal bağımsızlık diye hiçbir şey bırakmayacak şekilde sermaye tarafından, büyük sermaye, kompleks, çapraz sermaye girişimleri tarafından medya böylesine sahiplenilmiş olmasaydı bu kadar uşak ruhlu, bu kadar korkak, bu kadar “Evet efendim”ci bir medyamız olmazdı. Bugün referandum sürecinde bütün uluslararası gözlemcilerin tespit ettikleri hakikat o hakikat olmazdı. “Hayır” tezini savunan, “Evet”le eşit değerde ve eşit hakka sahip tezi savunanların medyada yer aldıkları süre ile “Evet” diyenlerin medyada yer aldıkları süre ve medya genişliği arasında bu kadar muazzam bir fark olmazdı. Her gün Cumhurbaşkanı medyaya çıkıp, her saniye, neresi açılacaksa oraya gidip orayı açıp, devrimcilere, solculara, sosyalistlere, “hayır” diyenlere, Kürtlerin hakları için mücadele edenlere, Gezi için mücadele edenlere, çevrecilere saydırır ama ötekilerin sesi kısılmazdı, böyle olmazdı. Ama maalesef, durum budur. O yüzden, bu medyanın kendi kendine iyileştirilmesi imkânı olmadığını bir araştırma çıkartacaktır. Sermaye ile medya arasındaki bu uğursuz bağ kopartılmadıkça Türkiye yalanlar ülkesi hâlinde, insanların bile bile, kasten, bunun için kurulmuş örgütler vasıtasıyla cahilleştirildikleri bir ülke olarak kalacaktır. Böyle olmamasının gene de ama bir imkânı var. Ben buradan sızlanmak da istemiyorum. Meclisin bu araştırmayı yapmayacağından da eminim.  Keyfi yerinde çoğunluk grubunun. Türkiye medyasının, devlet medyasının, kamu medyasının tamamını kontrol altına almış, medyayı genel olarak, yaygın medyanın yüzde 70’ine yakınını kendi gözdelerine teslim etmiş, el konulmuş medyanın hepsini şimdi, peyderpey, kendi taraftarlarına aktarırken böyle bir araştırmayı niçin istesin? Ama bu vesileyle şunu söylemek isterim: Önümüz o kadar kapalı değildir. Cebinde bir akıllı telefonu bir iPad’i olan herkes artık bir medya patronudur. Bütün yurttaşlar bu medyanın hiçbir dediğine bakmadan kendi bildiklerini, kendi söylemek istediklerini, kendi işittiklerini, kendi haberleştirmek istediklerini birbirleriyle ağlar kurarak, ilişkiler kurarak, birbirleriyle yeni ortamlar meydana getirerek çok güzel bir biçimde değerlendirebilirler. Şimdi hakikat yaygın medyada değil, şimdi hakikat ticari medyada değil, şimdi hakikat sosyal medyada, alternatif medyada. O yüzden, böyle olduğu için, şimdi Emniyet işi gücü bırakıp ev ev dolaşıp sosyal medyada şunu ya da bunu söyleyenlerin peşine takılıyor. Ama bu, bir vahşi hayvanla sivrisinekler arasındaki ilişki gibidir. Asla o sivrisineklerden kendi başına kurtulamaz. Sosyal medyadan da hiç kimse kurtulamayacaktır. (HDP sıralarından alkışlar)