Petrol Kanun Tasarısı, Enerjinin değil Paranın Yeniden Üretimiyle İlgilidir!

Ertuğrul Kürkçü’nün TBMM Genel Kurulu’nda Petrol Kanun Tasarıssıyla ilgili yaptığı konuşma.

 

petrolBDP GRUBU ADINA ERTUĞRUL KÜRKCÜ (Mersin) – Sayın Başkan, sevgili arkadaşlar; karşımızda bulunan Petrol Kanunu Tasarısı aleyhinde konuşuyorum. Çünkü bu kanun tasarısı, aslında, Türkiye’nin sınırlı petrol, hidrokarbon kaynakları üzerindeki kamu kontrolünün bütünüyle ortadan kaldırılması sonucuna varacak ve öte yandan bu sınırlı kaynakların kısa süre içerisinde yerli ve yabancı şirketler tarafından sömürülerek buradan doğabilecek kamu yararının tamamının, neredeyse, uluslararası ve özel şirketlerin kasalarına gönderilmesi sonucunu doğuracak niteliktedir. Bu açıdan, bu yasa tasarısına esasen, temelden karşıyız.

 

Ancak, bununla birlikte, eski yasanın şimdiki yasadan farkı: Belki bu yasa maddelerinin belirtik bir biçimde millî menfaatler üzerine kurulu olması ve bir önceki Cumhurbaşkanı Ahmet Necdet Sezer’in, bu hükümlerin yasa maddelerinde, bu belirtiklik hâlinde ifade edilmemesi yüzünden geri çevirmesine yol açmışsa da en temel mesele bu olmayabilir, çünkü eninde sonunda Türkiye’nin mevcut iktisadi rejimi ve mevcut iktisadi rejimi içerisinde başlıca rolü oynayan kapitalist şirketler ve bunların menfaatlerini koruyan devlet şirketleri arasındaki ilişki aslında değişmemiş olarak kalmaktadır.
Ancak gene de eski hâliyle, yasanın, bir bakıma kamu tarafından yani Meclis tarafından, meslek kuruluşları tarafından şu ya da bu şekilde denetlenmesi ve yönlendirilmesi mümkün iken şimdiki hâlinde bu yönlendirmenin imkânları son derece daralmıştır ve Türkiye kendi sınırlı petrol kaynakları üzerindeki kontrolü de kaybetmek üzeredir. “Bunun önemi nedir?” derseniz, Türkiye kendi yıllık petrol ihtiyacının sadece yüzde 7’si kadarını kendi kaynaklarından karşılayabilmektedir. Bu kaynakların rezerv olarak korunabilmesi, bunların acil durumlar ve beklenmedik felaketler karşısında kontrol altında tutulabilmesi bakımından, bu büyüklük dahi önemlidir.

 

Öte yandan bakacak olursak Türkiye bugün dünyanın 13’üncü büyük petrol ithalatçısı ve dünyanın yeterli petrol üretiminde bulunmayan 8’inci büyük tüketicisidir, dolayısıyla Türkiye petrol bakımından esasen dışa bağımlı ve ithalata kilitli bir biçimde ekonomisini sürdürecektir. Fakat buradaki kritik mesele, bu sınırlı kaynak üzerinde dahi kontrolün ortadan kaldırılması meselesidir. Oysa dünyanın hem büyük petrol üreticisi ülkeler hem de petrol tüketen ülkeler mümkün mertebe bu kaynakları kamu kontrolü altında tutabilmeye önem veriyorlar; örneğin Arjantin, özelleştirilmiş bulunan petrol çıkartan ve petrol üreten şirketlerin bir bölümünü son yıllarda yeniden kamulaştırdı. Rusya, öncelikler devlet tarafında belirlenmekle birlikte ve kontrol daima kamunun elinde kalmak kaydıyla yabancı şirketlere ve özel şirketlere eskiden yüzde 100 kamu kontrolü altında bulunan kaynaklara tasarruf etme imkânı sağlamaktadır. Venezuela, son on yılda tamamen petrol kaynaklarını ulusallaştırdı, kamulaştırdı.

 

Bütün bu şartlar altında görüyoruz ki kapitalizm zorunlu olarak kamulaştırmamayı öngörmüyor. AKP’nin iktisadi politika anlayışı bakımından ise özelleştirme, iktisadın temel anahtarı olarak gözüküyor. Oysa bu, bir bütün olarak baktığımızda kapitalist mantık açısından dahi tutarlı değil.

 

İkinci nokta, eski yasada da olmayan, bu yasada da olmayan şey, petrolün çıktığı yerlerdeki halkın bu petrolün üretimi, çıkartılması, tüketimi ve üretilme koşulları bakımından herhangi bir tasarrufa sahip olmayışıdır. Burada “millî menfaatler” denilerek kabaca üstünden geçilen husus, Türkiye bakımından son derece önemlidir çünkü bu petrolün çıkartıldığı yerler bir bütün olarak Türkiye’nin Güneydoğu’sunda esasen Kürt halkının yoğun olarak yaşadığı yerlerdir. Ancak bu bölgeler dünyanın petrol çıkartan başka ülkelerinden farklı olarak Türkiye’nin en yoksul insanlarının en yoksun koşullarda yaşadıkları yerlerdir. Bu petrolün çıkartılmasından o bölgede yaşayan insanlar bu bugüne kadar hiçbir elle tutulur menfaat sağlamamışlardır, bu kaynaklardan elde edilen gelirler hiçbir biçimde bölgeye geri dönmemiştir, bu insanlara herhangi bir biçimde kalkınma, ilerleme, kendini geliştirme, kentsel gelişim, refah, eğitim vesair insani ihtiyaçlar bakımından geri dönmemiştir.

 

O nedenle, burada üstü örtük olarak konuşulan “millî menfaatler” kavramının kendisi de aldatıcı bir kavramdır. Her şeyden önce, bütün kaynaklar kendi bulundukları yerde yaşayan halklara en büyük yararı sağlamadıkça ortada bir millî menfaatten söz edilemez. Belki, olsa olsa, devlet menfaatinden söz edilebilir. Ancak millî menfaat dediğiniz zaman “Milletin hangi bölümü, milletin hangi unsurları?” diye sormanız gerekir. Bu soruyu sorduğumuzda, eskiden de bugün de bu petrolün üretildiği, esasen, çıkartıldığı arazinin etrafında, içinde, o bölgede yaşayan insanlar bakımından hiçbir elle tutulur yararı da yoktur. Kanun bunu değiştirmek açısından herhangi bir önlem öngörmemektedir. Tersine total bir liberalizasyon, her şeyin liberalleştirilmesi, piyasalaştırılması mantığı içerisinde, aslında, çok kısa sürede eğer yeni kaynaklar bulunmazsa önümüzdeki on beş-yirmi yıl içerisinde tüketilmesi kaçınılmaz olan bu kaynakların bir an önce tüketilerek bölgeden emilmesi yönünde hoyratça bir karar alınmıştır ve bölge halkına önerilen herhangi bir çıkar, bölge halkına önerilen herhangi bir öncelik de yoktur.

 

Tıpkı elektrik üretiminde olduğu gibi, tıpkı suyun regülasyonunda olduğu gibi genel olarak kaynaklara tasarruf etmek ama bu kaynakların sahibi olan, orada yaşayan, her şeyden önce, doğrudan doğruya kendileri bu kaynaklarla doğal bir ilişki içerisinde olan insanlara yani Kürt halkına buradan herhangi bir karşılık da sağlanmamaktadır. O nedenle, bu eşitsizliği derinleştirici, ayrımcılığı kökleştirici ve doğayı gözetmeyen siyasetin de kabul edilebilir bir tarafı yoktur.
Üçüncü nokta, sevgili arkadaşlar, bir bütünsel enerji politikasının içerisine bu Petrol Yasası ve petrolle ilgili kamu ve özel sektör yatırımları yerleştirilmiş değildir. Türkiye’nin enerji üretimindeki öncelikleri bakımından bir master planı olduğu, bir ana planı olduğu şüphelidir. Aslında dünyanın çok büyük bir bölümünde hidrokarbonlar yani fosil yakıtlara, fosil kaynaklı yakıtlara dayalı enerji ve güç üretimi artık terk edilmek üzeredir çünkü bunun ortaya çıkarttığı gerçek şudur ki dünya bir bütün olarak sera gazlarının üretiminde son derece kritik bir aşamaya gelmiştir. Petrol üretimi ve petrole dayalı enerji üretimi bir bütün olarak dünya çapında bir tehdittir. O nedenle, petrole dayanan, petrolle bağlantılandırılan kalkınma yöntemleri de bir bütün olarak insanlığın tamamına karşı hareket ettiği için sürdürülebilir bir kalkınma sağlamadığı herkesçe bilinen bir gerçektir. Ancak biz bilmiyoruz Hükûmetin hangi vadede hangi kaynaklara dayanarak nasıl bir enerji kullanım planına sahip olduğunu ve petrolü neyle ikame edeceğini.

 

Benim gördüğüm, bizim gördüğümüz şudur ki bu yararlı ve anlamı son derece derin bir tartışmaya muhtaç olan bu yasa önerisi belki de uzun vadeli başka bir planın parçasıdır. Petrol şirketlerini Türkiye’ye çekerek onlarla ortaklık hâlinde Türkiye dışında yeni yatırımlar için bir adım olabilir. Bunun da enerji üretimiyle değil, paranın yeniden üretimiyle bir ilgisi vardır. Türkiye’nin genel enerji ihtiyaçlarıyla herhangi bir ilişkisi kurulamaz. O çerçevede baktığımızda Türkiye’de hiç değilse bugün kamu tarafından petrol, petrol türevleri ve petrol kaynaklarına tasarruf bakımından kamuya yani toplumun tamamına hesap vermeye mecbur bir güce, kaynaklar üzerinde kontrol sağlayan, onun denetimini yasama yoluyla yapmayı mümkün kılan şimdiki yapıdan bu son derece liberal yapıya geçiş aslında hakikaten “millî menfaatlerle irtibatlandırılamayacağı” için yasada bunun belirgin bir biçimde ifade edilmesine ihtiyaç duyulmamış gözüküyor.

 

Oysa, bambaşka bir yasaya ihtiyaç var. Birincisi, Türkiye’nin bütün enerji ihtiyaçlarını ve öngörülebilir üretim kapasitesini bütünsel bir biçimde belirleyen temel bir enerji siyasetine, bu enerji siyaseti içerisinde petrol en sonuncu olmak üzere sürdürülebilir ve temiz enerji kaynaklarına ve bunların üretimine dayanan bir başka model. Bu model elbette uluslararası petrol tekellerinin, uluslararası petrole dayalı sermaye gruplarının çıkarlarıyla doğrudan doğruya çatışan bir model olacaktır çünkü güneş ve rüzgâr enerjisi başta olmak üzere, su ve diğer yenilenebilir, sürdürülebilir kaynaklara dayalı bir enerji su politikası, buna dayalı bir yatırım siyaseti bambaşka bir uluslararası ilişkiler düzenini, bambaşka bir uluslararası ittifaklar düzenini gerektirir. Oysa, bizim gördüğümüz şey şudur ki Türkiye bugünkü enerji temin tercihleri bakımından hem tüketici olarak hem yatırımcı olarak dünyanın bütün merkezî petrol üreticisi ülkeleriyle stratejik anlaşmalar içerisindedir. Türkiye’yi bir enerji nakil koridoru olarak tutabilmek, buradan bir menfaat sağlayabilmek açısından böyle bir menfaat gözeterek bu ittifaklar içerisine girilmekte, böyle bir enerji siyaseti izlenmektedir ancak bunun orta vadede bile değil, kısa vadede Türkiye’nin ne kadar aleyhine, Türkiye’de yaşayanların ne kadar aleyhine bir enerji siyaseti olduğunu göreceğiz. Nükleer santrallerle başlayan, enerji nakil hatları dolayısıyla Türkiye’yi uluslararası petrol üretim ve nakil güçleriyle aynı hatta dizen bu siyaset hem doğa hem çevre hem bunun kaçınılmaz bileşenleri olan akarsular, toprak ve hava üzerinde nasıl ağır bir kirlilik kaynağı hâline geleceğini bize gösterecektir. Bütün bunların yarattığı sonuçlarla başa çıkabilmek, buradan umut edilen kısa vadeli kârlar ile karşılanamayacak kadar çok büyük insani ve toplumsal sorunlara yol açacaktır, açabilecektir. Dünyanın ister kapitalist olsun ister olmasın uzağı görebilen hükûmetler tarafından yönetilen bütün ülkelerinde bu öncelik sıralamaları çoktan yapılmaya başlandı ve petrol bunların en sonunda yer alıyor. Türkiye ise hiç değilse bunun genel olarak kontrolü bakımından kendisine öncelik veren, kamuya öncelik veren bir yasayı böylesine liberalleştirerek bu sınırlı kaynağın da kullanımını esasen uluslararası petrol şirketlerine terk ederek, yerli yabancı kapitalistlere terk ederek, kamunun çıkarıyla sermayenin çıkarı arasındaki dengeyi sermayenin çıkarı lehine bozarak, Türkiye’de hiç değilse nispeten korunabilmiş bir alan üzerinde de tasarrufu tamamen imkânsız hâle getiriyor.

 

Bizim doğrusu bu yasayı Türkiye Büyük Millet Meclisi olarak görüşürken bu Yasa Tasarısı ortaya konduğu andan itibaren, aslında ta 2005’ten itibaren buna karşı itirazlarını dile getiren ve ne piyasayla ne devletle doğrudan doğruya bağlantıları olmayan, hatta hiçbir bağlantıları olmayan meslek kuruluşlarının tezlerini ve itirazlarını göz önüne almalıyız. Şundan ötürü almalıyız: Bu kuruluşlar devlete bağlı değildirler, devlete bağlı bir biçimde düşünmemektedirler, sermayeye bağlı değildirler, sermayeye bağlı bir biçimde düşünmemektedirler, onlar esasen toplumun büyük çoğunluğu ve kendi meslek gruplarının haysiyeti ve ontolojisi içerisinden soruna bakmaktadırlar. Bilimin onlara gösterdiği ve toplumun temel çıkarı olarak bildikleri toplumun refahı, sağlığı, kalkınması gibi temel parametrelerden hareket eden kuruluşlardır. Türk Mühendis ve Mimar Odalarına bağlı Jeofizik Mühendisleri Odası, Jeoloji Mühendisleri Odası, Petrol Mühendisleri Odası ve Petrol Jeologları Derneğinin yaptığı açıklamalar –ki bu kuruluşlar komisyon çalışmalarına da katıldılar ve görüşlerini belli ettiler- bu görüşler kale alınmadı, esasen onların önerileri yok sayıldı. Böylelikle yabancı devlet şirketlerinin petrol faaliyetinde bulunabilmeleri için uygulanan koşullar kaldırıldı yasadan. Stratejik öneme sahip arama ve üretim faaliyetlerinde diğer devletlerin öncelik kazanmasına yol açabilen hükümler getirildi. Bir devletin, bir kamu yönetiminin kendi tekelini bu kadar kolay feda edebilmesini açıklamak çok güçtür. Türkiye Petrolleri Anonim Ortaklığının mevcut kanunda sahip olduğu haklar geri alındı ve bu kamu şirketinin özelleştirilmesinin yolu açıldı. Oysa bunun yapılmamasını tavsiye etmişlerdi. Bu petrol ve doğalgazın aranmasında bu stratejik ham maddelerin aranmasında kamunun önceliğe sahip olması konusundaki itirazlar göz önüne alınmadı. Üretim sahalarının kamuya geri dönmesi konusundaki öneriler göz önüne alınmadı. Petrol faaliyeti sonucunda elde edilen gelirlerin vergilendirilmesinde mevcut vergi mevzuatı hükümleri yerine petrol şirketlerinin gelecekteki vergi ödemeleri sınırlandırıldı. Bir bütün olarak Petrol İşleri Genel Müdürlüğünün süreçteki kontrolü ortadan kaldırıldı.

 

Şimdi, dolayısıyla bu meslek kuruluşlarının yöneticilerinin ve sözcülerinin de itirazları aslında bizim itirazlarımızla örtüşüyor. Bunun çok basit bir nedeni var: Eğer siz, halkınızın, halklarınızın dolaysız çıkarları noktasından bakarsanız, bu itirazları dile getirirsiniz ama eğer siz, mevcut iktisadî düzenin en üstte en büyük kapitalistler, en altta işsizler olarak bu piramidin aynı biçimde sürdürülmesine itirazınız yoksa, elbette ki bu yasada olduğu gibi düşünürsünüz. Ama, gene de bu yasayı ortaya koyanların şunu düşünmesi gerekir: Herhangi bir kriz anında, herhangi bir olağanüstü durumda bu kaynaklar üzerine kamu adına tasarruf etmek için elinizdeki yegane aracı da bu şekilde karşılıksız bir biçimde elden çıkardığınıza göre aslında siz memleketin gelecekteki kaderi üzerinde söz sahibi olanın sadece siz değil, uluslararası kuruluşlar, onların şirketleri, onların kâr maksatlı kuruluşları olduğunu da kabul ediyorsunuz demektir. O nedenle bu, kaçınılmaz olarak bu anlama gelir. Siz, elinizdeki bir kontrol aracını başkalarına devrediyorsanız, buradaki kontrolden vazgeçiyorsanız bu alanın kontrolünü başkalarına devretmekte kamu adına yarar görüyorsunuz demektir. Kamu adına bu yararı göremezsiniz, ancak zengin kapitalist şirketlerin yararı olabilir bunda.

 

O nedenle, biz bu yasa tasarısının geri çekilmesini, bunun bu şekliyle kanunlaşması hâlinde zaten sınırlı petrol üretimi olan Türkiye’nin elindeki sınırlı kaynağın da kısa zaman içerisinde emilerek götürüleceğini ve geriye aslında petrolün cürufundan, kirlenmiş havadan ve hâlâ gerçekleştirilememiş bir sürdürülebilir enerji politikasından mahrum bırakılmış olacağını düşünüyoruz. O nedenle bu yasa tasarısına karşıyız, sizin de karşı olmanızı istiyoruz.

 

İyi günler, hoşça kalın.