Roboski’nin hesabını sormayan Meclisin de, Hükûmetin de, ordunun da iki yakasındadır elimiz.

Ertuğrul Kürkçü TBMM’de devam eden bütçe görüşmelerinde Roboski Katliamı konusunda Meclisin, İnsan hakları inceleme komisyonunun, hükümetin ve ordunun tavrını eleştirdi.

 

roboskiERTUĞRUL KÜRKCÜ Mersin – Sayın Başkan, sevgili arkadaşlar; bütçeyi kapatırken, 2012 yılında, bütçenin Millî Savunma, Adalet Bakanlıkları ve Türkiye Büyük Millet Meclisi bakımından hakkıyla ve yerinde olarak kullanılmadığına dair bir olaydan söz ederek bütçeyle ilgili tutumumuzu sonuca bağlamak istiyorum.

 

Bu, 28-29 Aralık 2011 gece yarısı 34 köylünün öldürülmesiyle sonuçlanan Türk Silahlı Kuvvetlerinin sınır ötesi hava harekâtıdır. Bu hava harekâtında 34 yurttaşımız öldürülmüş, bugüne kadar ne Adalet Bakanlığının denetim alanındaki, etki alanındaki mahkemeler ne Millî Savunma Bakanlığının etki alanındaki Genelkurmay Başkanlığı ne de Türkiye Büyük Millet Meclisinin kurduğu komisyonlar, bakanlarını, başbakanlarını, Genelkurmay başkanlarını bu olayın sorumlusu olarak yargı önüne taşımayı, onların eylemlerini ortaya çıkartmayı ve değerlendirmeyi sağlayamamışlardır.

 

Bir yıl olacak, bir yıl bitecek, bir yıldır 34 köylü cenazeleriyle, hayatlarını kaybeden evlatlarıyla baş başa, kendi kaderleriyle baş başa, Hükûmetin tehdidi altında, evlatları her gün tutuklanma tehdidi altında, kendi evlatlarının katillerini, bu olayın sorumlularını arıyorlar.

 

Türkiye Büyük Millet Meclisinin kurduğu Uludere Komisyonu bu gerçeği açığa çıkartmayı başaramadı çünkü bilgi kaynağı olarak bir tek yere baktı: Genelkurmay Başkanlığı. Genelkurmay Başkanlığının bilgi vermeyi reddettiği her durumda elleri kolları bağlı olarak, çaresiz bir kurum olarak bir kenarda kaldı.

 

Şimdi, sevgili arkadaşlar, ellerimiz kollarımız bağlı değil, aklımız bağlı değil, dilimiz bağlı değilse bu olayı çözmek o kadar zor değil.

 

Gazetelerde 14 Kasım 2012 tarihinde yer alan bir haberde Başbakanın sınır ötesi harekât konusunda kendinde olan “vur” emri yetkisini angajman kuralları değiştiği için silahlı kuvvetlere devrettiği yazıyordu. Buradan şu sonucu çıkartmak çok mu zor? Demek ki 28-29 Aralık 2011 günü “vur” emri yetkisi Başbakandaydı. 28-29 Aralık 2011 gecesi 2 F-16 jet uçağını kaldırıp 34 savunmasız köylüyü öldürtmek üzere emir verme yetkisi sadece Hava Kuvvetleri Komutanında olamazdı, Genelkurmay Başkanında olmalıydı çünkü hiyerarşi böyle işliyordu.

 

Demek ki o zaman, önümüzde, siyaseten Hükûmetin; doğrudan doğruya, şahsen Başbakanın; askerî olarak Genelkurmay Başkanının, doğrudan doğruya, şahsen Genelkurmay Başkanının sorumlu olduğu bir olay var, bir katliam var, göz göre göre yapılmış bir katliam var ama ne mahkemeler bu katliamın hesabını sorabiliyor ne Meclis Araştırma Komisyonu, inceleme komisyonu bu olayı sergileyebiliyor; elleri kolları bağlı ve haziran ayından beri bu komisyonun dağarcığına hiçbir yeni bilgi gelmiyor,

 

Genelkurmay Başkanı direniyor. Eğer bu katliamı araştırmanın ardında bir siyasi irade olsaydı, nasıl “Bülent Arınç’a suikast yapılıyormuş” ihbarıyla Genelkurmayın kozmik odalarına polisler, savcılar, hâkimler doluşuverdiyse… Bırakın suikast ihbarını, doğrudan doğruya 34 yurttaşına suikast yapıldığı gerçeği karşısında siyasi irade nasıl Genelkurmaya gidip de bunun hesabını soramazdı?

 

Demek askerî vesayet son bulmuştu, öyle mi? Besbelli, askerî vesayet aslında doğrudan doğruya hükûmet eliyle kullanılan bir yeni vesayet sistemi hâline gelmiştir. Boşuna değildir Başbakanın şimdi, artık, gelip “İşte bu, ‘kuvvetler ayrılığı’ denilen olay var ya, o geliyor, sizin karşınıza bir engel olarak dikiliyor.” demesi. Öyledir, öyledir ama bunun tersi doğrudur.

Başbakan var ya, geliyor, o “kuvvetler ayrılığı” denilen olayın önüne bir engel olarak dikiliyor, mahkemeye işini yaptırmıyor, Meclise işini yaptırmıyor, Hükûmete işini yaptırmıyor.

 

Meclis bununla yüzleşmelidir. Bu işi yapacak mıdır, yapmayacak mıdır; 34 köylünün kanı yerde kalacak mıdır, kalmayacak mıdır; 2013’te bunu göreceğiz. Bunu sormayan Meclisin de, Hükûmetin de, ordunun da iki yakasındadır elimiz.