Türkiye’nin ayağa kalkması, çocuklarına sahip çıkması gerekir!

27.05.2013 Pazartesi günü Ertuğrul Kürkçü’nün TBMM’de, Şakran Çocuk Cezaevi’ndeki işkence olayları ile ilgili basın açıklamasının tam metni.

 

cocukGünaydın arkadaşlar.

 

Bugün İzmir Aliağa Cezaevi kampüsündeki çocuk cezaevinde gerçekleşen insan onurunu kırıcı,  çocuk haklarını ayaklar altına alan bir dizi uygulamadan söz etmek istiyorum ne yazık ki.  Çünkü bu cezaevi daha önce benim de üyesi olduğum Türkiye Büyük Millet Meclisi İnsan Haklarını İnceleme Komisyonunun alt komisyonu olan Cezaevlerini İnceleme Komisyonu tarafından incelenmiş ve buranın neredeyse bir eğitim ve kültür kurumu haline geldiği ve göğüs kabartıcı bir yer olduğuna dair bir inceleme raporu hazırlanmıştı. Buradan okuyorum. Özellikle Çocuk Gençlik Ceza İnfaz Kurumu bir ceza infaz kurumundan çok eğitim birimini andırdığını belirtmek gerekir diyerek devam eden bir rapor var. Buna da bir şerh koymuş idik. Haksız çıkmak isterdim ancak bugün Mersin’de bir basın açıklamasıyla raporlarını duyuracak olan şu anda duyurmakta olan Çakıl Derneği  ve Gündem Çocuk Derneği’nin bulgularıyla İzmir’de aynı saatte bir açıklama yapan Çağdaş Hukukçular Derneği İzmir Şubesinin de rapor ve değerlendirmelerine baktığımız zaman bu parlak görüntünün altında son derece çirkin bir hakikatin yatmakta olduğunu göreceğiz.

 

Elimizdeki raporlardan beş çocuğun çocuk psikiyatrisi uzmanlarına ve avukatlara verdiği ifadeleri beyanları göreceksiniz. Güvenlik ve sağlıkları için bu çocukların adlarını saklı tutuyoruz ancak hem Çağdaş Hukukçular Derneğinden hem de Çakıl Derneği ve Gündem Çocuk Derneği’nden bu adların sahiciliği teyit edilebilir. Burada bir gerçeğe uymayan durum yoktur. Elinizdeki  raporları dikkatle incelediğiniz zaman göreceğiniz şey bu parlak görüntünün arkasında cinsel taciz ve tecavüzden şiddete ve katıksız hapse kadar cezaevinde bu çocukları yaşları 13 ila 16-17 arasında değişen hepsi hem yasa hem çocuk hakları genel uygulaması bakımından çocuk tanımına uyan bu insanların bu ağır işkencelere maruz bırakıldığını göreceğiz. Ben bu konuda İnsan Haklarını İnceleme Kuruluna da başvuruda bulundum. Buradan açıkça beyan ediyorum bundan sonra da Adalet Bakanlığına da bunun için başvuracağım ve açıkça söylemek istiyorum bunlardan sonuç alınamadığı takdirde daha etkili yollar için de hem kamuoyunu uyarmak hem de şahsen girişimde bulunmak kararlılığındayım.

 

Bu raporlara baktığınız zaman şunu görebiliriz. Çocukların kaldığı toplam 36 koğuştan birinde cinsel suçlardan hüküm giyen çocuklar var. Büyük çoğunluğu Mersin’den gelen daha çok siyasi etkinliklere katıldıkları suçlamasıyla cezaevine konmuş olan bu çocukların sık sık buraya atılmakla tehdit edildiğini ve burada kalan çocukların ise elleriyle yuvarlak işaret yaparak “siz teröristsiniz biz sizi ne yapacağımızı iyi biliyoruz” dediklerini aktarıyorlar. Bu çocuklar başka bir koğuşta tecavüz olayı olduğundan söz ediyorlar. Onların koğuşunda birkaç çocuğa yapmışlar. Cezaevi müdürü “sizi cinsel koğuşa göndereceğim” diyerek tehdit ediyor diye bunu anlatıyorlar. Tabi bu, en katlanılmadığı ve ağır olduğu için öne çıkıyor. Ancak bunun ötesinde bu çocukların çeşitli disiplinsizlikler gerekçe gösterilerek müdür tarafından hortumla dövüldüğü, göz ve kollarındaki yaralanmalar ve bozukluklar, kırıklıklar tedavi edilecek yerde ihmal edilerek sakatlığa mahkum bırakıldıklarının, tedavi görmeden bir gün boyunca hücrede tutulduklarını bütün bu anlatımlarda görüyoruz, öğreniyoruz.

 

Bunların sahici olduğundan şahsen ben bu iki yıl boyunca Cezaevleri İnceleme Komisyonunda çalıştığım süre içinde edindiğim deneyimlere bakarak şu kadar olsun şüphe etmiyorum. Hatta çoğu kez çocuklar kendi başlarına geleni anlatmak yerine bunu yansıtma yoluyla aktararak başkasının başına gelmiş olan şeylerden söz ediyormuşçasına söz ederek gerçekte kendilerine yapılanları saklıyorlar, aileleri de çocukların uğradıkları bütün bu açıklamalardan sonra özellikle Pozantı Cezaevindeki durumun arkasından bu açıklamaları yapan çocukların başlarına gelenlerden çekindikleri için çocuklarını açıklamalarda bulunmaktan sakınmaya, olan biteni örtbas etmeye çalışıyorlar. Bu çocuklar yaşıtlarına, akranlarına göre biraz daha çok politik cesarete sahip oldukları için başlarına geleceklerden daha az korktukları için öne çıkıp konuşuyorlar ve bu çıplak hakikat gözlerimizin önüne seriliyor.

 

Size şunu hatırlatmak istiyorum. Pozantı cezaevindeki facia ortaya döküldüğü zaman hem Adalete Bakanlığı yetkilileri,  Bakanın kendisi hem de çeşitli hükümet yetkilileri bunun münferiden bu cezaevinde ortaya çıkmış birkaç olayla ilgili olduğunu ve bundan ötürü de bu cezaevinin kapatıldığını, çocukların şimdi emin ve salim yerlere aktarıldıklarını söylemişlerdi. Ancak görüyoruz ki Pozantı cezaevine göre fiziki altyapısı ve donanımı bakımından bugünkü normlara son derece yakın bir cezaevinde, cezaevi yönetimi zihniyeti, cezaevinde mahkumları bulundururken uygulanacak tretman  bakımından ortaçağdan kalmış olan insanların elinde bu cezaevlerinin de yeni birer Pozantı’ya dönüştüğünü Türkiye’nin Pozantılarla bir çiçek bozuğunun insan vücudunda yayılması gibi lekeler halinde yayılmaya başladığını söyleyebiliriz. Biz bunları konuşurken iki gün önce Antalya Cezaevinin çocuk koğuşunda aynı şeylerin olduğuna dair çok açık beyanlar ortaya çıktı.

 

Demek ki bir istisnadan değil artık saklanamayacak olan, artık insanların cesaretle ileriye çıkarak ifade etmekten kaçınmadıkları bir büyük faciayla karşı karşıyayız. Bu  bakımdan kamuoyunu uyarmak ve Adalet Bakanlığı yetkililerine de artık bu faciaya çocukların bu şekilde istismarına rıza göstermek, bunları örtbas etmek yerine sorumluları, failleri cezalandırmayı seçmesini istediğimizi belirtmek istiyoruz. Pozantı cezaevindeki iki müdür de -hepiniz hatırlıyorsunuz- bu cezaevi kapatıldıktan önce ya da kapatıldığı sırada terfi ederek başka cezaevlerine gönderildiler. Bugüne kadar bu uygulamalarla adını kirletmiş olan hiçbir cezaevi yöneticisi cezalandırılmadı, hiçbir cezaevi yöneticisi rütbe tenziline uğramadı herkesin yaptığı yanına kâr kaldı. Bunun böyle gidemeyeceğini söylemek istiyorum. İkinci nokta şudur: Türkiye Büyük Millet Meclisi İnsan Haklarını İnceleme Komisyonunun bu cezaevlerini incelerken uyguladığı yöntemin yanlışlığı konusunu hatırlarsınız aranızdan kimileri. Burada sizlerle tartışma fırsatı bulmuştum. Bu inceleme yönteminin baştan aşağıya  yanlış olduğunu, önceden cezaevi yöneticilerinin bir hafta önceden uyarıldığını, mülki amirlerin günler öncesinden uyarıldığını ve bizim gittiğimiz cezaevlerinde geçici olarak bir istisnai temizlik ve güzellik durumu yaratıldığını, İnsan Hakları İnceleme Kurulu üyelerinin buna aldanmaya çoktan gönüllü oldukları için bu raporlarla geri döndüklerini, bununla başa çıkmanın en tutarlı yolunun, habersiz bu kurumların incelenmesi ve burada cezaevi yöneticilerinin gözetimi olmaksızın hem çocuklarla hem büyüklerle birebir görüşerek, burada çok uzun zaman geçirerek bu incelemelerin yapılması gerektiğini ileri sürmüştüm.

 

Haklı olduğumun ortaya çıkmasından çok üzgünüm. Çünkü biz çocukların burada anlattıkları, çocuklara özel bir uygulamanın kimi belirtileri ile karşılaştık gittiğimiz bazı cezaevlerinde. Süngerli oda denilen odaların varlığını gördük. Bize şu şekilde izah edildi. Denildi ki, “burada kriz geçiren hükümlüleri buraya getiriyoruz ve krizleri geçene kadar burada tutuyoruz bu süngerli odalar onlara zarar verilmesini önlüyor”. Ancak Aliağa Cezaevi kampüsündeki çocuk cezaevindeki çocukların daha birkaç gün önce Avukat Serdar Gültekin’e verdikleri ifadede anlattıklarından görüyoruz ki bu odalar aslında işkence için kullanılıyor gardiyanlar tarafından süngerli odaya alındıklarını burada kameralar kapatıldıktan sonra şiddetli ve  yoğun şekilde dövüldüklerini beyan etmiş S.B, 16 yaşında Mersin’li. Çoğu zaman süngerli odaya götürülen çocukların elleri ve ayakları plastik kelepçe ile kelepçelendikten sonra gardiyanlar tarafından dövüldüğünü çocukların elleri ve ayakları plastik kelepçe ile bağlandıktan sonra saatlerce bu şekilde  bekletildiğini çocuklar anlattılar. Müdür tarafından dövüldüklerini içinde bir yatak, musluk ve tuvalet olan 2-3 metre karelik hücrelere kapatıldıklarını ve bu görüşmecinin 5 aylık tutukluluk süresinin 2,5 ayının hücrede geçirildiğini anlattığını görüyoruz. Şimdi gözümüzün önüne getirelim bunlar çocuklar. Bunlar aslında yasanın olağanüstü gereklilikler olmadıkça tutuklanmalarına bile hükmetmediği henüz kendi kendilerini yönetme idaresine sahip olmayan insanlar ve büyüklere uygulandığı zaman bile mahkeme kararı gereken hücre cezalarına müdürlerin keyfince çarptırılabiliyorlar. Bu çocukların karşı karşıya kaldıkları sonuçları Mersin’deki Çakıl Derneği’nin raporundan ve Gündem Çocuk Derneğinin raporundan izleyelim.

 

Konuşulan çocukların üçünün de post-travmatik stres bozukluğu belirtileri gösterdiğini teşhis ediyorlar uzman psikiyatrlar. Travmatik cezaevi yaşantısıyla bağlantısı olan kekemelik davranışı gösteriyor birisi, ancak çocuklardan birisi diğerlerine göre daha iyi olduğu gözlemlense de bunlar cezaevinden bırakılmış çocuklar çalıştığı fabrikada 2 gün önce bir iş kazası geçirdiği saptanıyor. Vardıkları sonuçlar şunlardır: Çocuklarda travmatik deneyimlerin aktarımına yönelik bir kaçınma gözleniyor ve her anlattıklarında daha kötü oldukları şeklinde deneyimleri anlatıyorlar travmatik görüntüye uygun olarak yaşadıklarını istemleri dışında akıllarına geldiğini anlatıyorlar. Babalarından kurumda yaşadıklarını paylaşmama konusunda şiddet görüyorlar, ailelerde büyük bir korku içerisindeler ve bu rapor uzman psikiyatr alanın çocukların psiko-sosyal yönden izlenmesi ve tekli ruhsal destek almalarını sağlanması tavsiyesiyle sona eriyor. Sonuç olarak şunu söylemek istiyorum.

 

Birincisi çocuk hakları ihlallerinin sona ermesi bakımından Adalet Bakanlığı’nın öncü bir kurum olması gerekirken çocuk hakları ihlallerinin en yoğun yaşandığı kurumları Adalet bakanlığı yönetiyor ve bu kurumun yöneticileri Türkiye Büyük Millet Meclisi inceleme kurullarına raporuyla da birer kültür evi yönetiyormuşçasına övünüyorlar. Bu hakikatle artık yüzleşme zamanı gelmiştir. Çocuklar  doğdukları iller, etnik kökenleri siyasal olaylarla ilişkisi bakımından ayrımcılığa tabidirler özellikle benim milletvekili olduğum Mersin ilinden başka cezaevlerine nakledilen çocukların hemen hemen hepsinden ailelerinden buna dair yakınmaları sonsuz defalar dinledim ve bunların doğru olduğuna dair de pek çok birbiriyle örtüşen deneyim sahibi, deneyimi işitme imkanı buldum. Hak ihlallerinin incelenmesi, araştırılması cezalandırılması ile ilgili sürecin hemen hemen hiç bir bakımdan bu konularda işlemediğini görüyorum ve bütün bunlarla başa çıkmak içinde bir bağımsız izleme mekanizmasının yaratılması gerektiği konusunda bu raporları kaleme alanlarla hemfikirim. Bir kere daha şunu söylemek istiyorum. Ne yazık ki hem Barış ve Demokrasi Partisinin Aliağa Cezaevleri Kampüsü ile ilgili olarak geçtiğimiz yıl hazırladığı rapor bu durumda doğrulanmış oluyor hem de bizim İnceleme Komisyonunun raporuna koyduğumuz muhalefet şerhini boşuna konmuş olmadığını bir kere daha görüyoruz. Zaten burada bizim tutarlı olduğumuz haklı çıktığımız meselesi tamamen ikinci üçüncü dereceden bir meseledir.

 

Cezaevleri birer işkence evine, tecavüz evine dönmüştür çocuklar bakımından. Buna son verilmesi bunun için Türkiye’nin ayağa kalkması, çocuklarına sahip çıkması, avukatı olmayan koruyucusu olmayan, ailelerinden evinden binlerce kilometre öteye götürülerek hapsedilmiş,  kimsenin sormadığı sorgulamadığı bu çocuklara zalimlerin gaddar insanların, gaddar yöneticilerin saldırılarının ve bunlara yönelik tecavüzlerin hepimizin yüreğini yaralaması bu çocukları  bir an önce bu koşullardan kurtarmak için bir şeyler yapmamız gerektiğini söylemek istiyorum.

 

Şüphesiz biz Türkiye Büyük Millet Meclisinde milletvekili olarak bulunan yasama görevi ile yükümlenmiş olan vekiller olarak sadece bunları duyurmakla yetinemeyiz. Yapmamız gereken ve yapmamız mümkün olan işler vardır. Bunları sırasıyla yapıyoruz ama şunu söylemek istiyorum. Önümüzde şimdi var olan kanalların hiçbirisi bu zulmü önlemeye yetmiyor. İnsan Hakları İnceleme Kurulunun, komisyonumuzun çabaları yetersizdir ve gönülsüzdür. Adalet Bakanlığına yönelik şikâyet mekanizması herhangi bir sonuç yaratmamaktadır. Uluslararası kurumlara yapılan yakınmaların sonuca bağlanması son derece uzun sürmektedir ve aslında bu kurumların yetki alanında olmadığı için Türkiye, genel olarak Türkiye hükümetine yönelik uyarılarla yetinilmektedir. Ama  biz bu 24’üncü dönem milletvekili olarak bu meclise geldiğimizden bu yana iki yıldır bu şartlarda herhangi bir iyileşme olmadığını ben gördüğümü söyleyebilirim onun için daha etkin mücadele yolları bulmak üzere tabi ki grubun önüne bunu götüreceğim aynı zamanda birlikte çalışmaya arzulu olan bütün milletvekilleri ile beraber de yapacaklarımız var. Ancak ben şöyle düşünüyorum.

 

Asıl güç Türkiye Büyük Millet Meclisi dışındaki gönüllü kuruluşlarda, meslek kuruluşlarında. Onların yaratacağı kamuoyu ilgisi de,  bu dilin doğması için sizin de kameralarınızı ve mikrofonlarınızı bu taleplere daha hassas hale getirmenizi diliyorum. Medyanın bu konuda bir uyarıcı görev yerine getirmesi pek çok inceleme komisyonunun yapacağı işten daha önemli. Bu beş olayı gözünüzün önüne getirmekle şu aşamada yetiniyoruz ancak bu ilgili konularla birlikte bundan sonrasında planlamaya devam edeceğiz söylemek istediklerim bu kadar.