Türkiye’yi padişahlığa dönüştürmek yolunda atacağınız her adım, yüzlerce Gezi’yi garanti ediyor.

İsyanın sebepleri yerli yerinde durduğu sürece hangi Polis Vazife ve Salâhiyet Kanunu’nun hangi maddesini değiştirirseniz değiştirin, sonuçta bundan kaçamazsınız. Eğer öyle olmuş olsaydı güçlü diktatörlükler tarih boyunca hiçbir zaman yıkılmazlardı, hükümdarlıklar sonsuza kadar devam ederdi, hiçbir güçlü görünen Hükûmet gücünü kaybetmezdi.

gezi-parkı-eylemcileriERTUĞRUL KÜRKCÜ (Mersin) – Sayın Başkan, sevgili arkadaşlar; her ne kadar seyrek bir katılım varsa da tarihe karşı konuşmayı tercih ediyoruz bu durumda.

Cumhuriyet Halk Partisinin grup önerisinin lehindeyiz. Bu önerinin Meclisin gündemine gelmesini, yerleşmesini ve gereğinin yapılmasını elbette istiyoruz. Çünkü bugün karşı karşıya kaldığımız, maruz kaldığımız iç güvenlik yasa paketi ile bu araştırma önergesinin konusu arasında tam bir mütekabiliyet var. Özetle, bu yasa, bu Gezi döneminde ve Gezi sonrasında Türkiye toplumunun karşı karşıya kaldığı, polis şiddetinin nasıl meşrulaştırılacağıyla ilgili bir düzenleme sunuyor Türkiye Cumhuriyeti’ni bugün yöneten Adalet ve Kalkınma Partisi Hükûmetine.

Hatırlayalım Gezi’de neler olduğunu. Hükûmetin açıklaması, dönemin Başbakanı Tayyip Erdoğan’ın açıklaması şuydu: “Bu, aslında, Hükûmeti düşürmek için girişilmiş olan bir komploydu. Bu komploda Türkiye’nin bütün muhalefeti yer alıyordu ve bunların hepsi dışarıdan ayarlanmıştı. O nedenle, bunları ezmek caizdi.”

Ancak Gezi’nin üzerinden iki yıl geçti neredeyse, şu anki tablo şöyledir: Bu dönemde, bu mücadele sırasında gözaltına alınan, tutuklanan, yaralanan, öldürülen insanların hiçbirisinin bir uluslararası komplonun parçası olduğuna dair bir tek mahkeme kararı yoktur. Bütün duruşmalar, bütün yargılamalar beraatle sonuçlanmaktadır. Üstelik bu yargılamaları yapan yargıçlar, Hükûmetin çokça yakındığı gibi, “paralel yapı”nın elemanları, unsurları, onların takipçileri değil; doğrudan doğruya Hükûmet tarafından tayin edilmiş, Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulu tarafından Gezi’den sonra göreve getirilmiş yargıçlardır.

Sonuç olarak o yargıçlar da ellerindeki dosyaya bakarak bir karar vermek zorunda olduklarından elde bir uluslararası komployu doğrulayacak, bir Hükûmet darbesini doğrulayacak, Hükûmet darbesine yol açacak bir şiddet düzenlemesini doğrulayacak, burada yer almış örgütlerin varlığını kanıtlayacak bir tek kanıtın karşılarında olmadığını gördükçe, başta meslek odalarından başlayarak, pek çok yurttaşımız hakkında açılan davalarda beraat kararlarını peş peşe vermektedirler.

İşin ilginç tarafı, bir tek darbe davası açılmıştır; o da Beşiktaş futbol takımının destek gücü, taraftar derneği, taraftar hareketi Çarşı grubuna karşı açılmıştır. Eğer Türkiye’de bir darbenin yapılması işi hakikaten Çarşı’ya bırakılmışsa ya bu darbeciler ahmaktır ya da bu iddianın akılla bir ilgisi yoktur. Tabii ki ikincisi doğrudur. Bir taraftar grubunu kendine muhalif, kendine güçlü bir muhalif, Gezi’de baş gösteren onur ayaklanmasına bir katılımcı hâline getiren Hükûmet kendini düşüneceği yerde, olmayacak delillerle bu insanları suçlamayı tercih etmiştir.

O nedenle, şimdi geri dönüp baktığımızda “Bu polis şiddetini mazur gösterecek ne vardır?” sorusuna bakalım. 11 insanın Gezi’de gözü çıkmıştır. 11 insan şu an, Gezi’den sonra görmüyor; bunların hepsi polis şiddeti sonunda gerçekleşti. 7 insan hayatını kaybetti, hepsi Alevi çocukları olan 7 genç hayatlarını kaybettiler. Binden fazla ağır yaralı oldu, bunların 11’i ağır kafa travması geçirdi ve Türkiye’nin dört bir tarafında ama başlıca Ankara ve İstanbul’da olmak üzere binlerce insan biber gazıyla, tazyikli suyla, kalaslarla, sopalarla her türlü şiddete maruz bırakıldılar.

Çok yakın tanığıyım bunların. Diyeceksiniz ki: “Sen zaten onları seviyorsun.” Doğru, ben onları seviyorum ama ben aynı zamanda Taksim’e yakın bir mahallede oturuyorum. Bu mahallenin bütün Gezi dönemi boyunca Türkiye’nin başka yerlerinden getirilmiş, ne İstanbul’u ne Taksim’i ne Taksim civarındaki semtleri bilen, polis güçleri tarafından nasıl gaza boğulduğunu günlerce kendi gözümle gördüm. Kendim bu gazdan boğulma raddesine gelmiş insanları evimde misafir ettim, onların yaralarının iyileşmesine yardımcı oldum ve bu polis güçlerinin tıpkı bu yasada öngörüldüğü gibi, “Artık atış serbest.” dendikten sonra neler yapabileceklerini gördüm, evlerin içerisine nasıl gaz bombalarıyla gaz attıklarını, nasıl sokakları geçilmez hâle getirdiklerini ve nasıl “önleyici gözaltı” denilen şeyin yapıldığını gördüm. Milletvekili olarak birden çok kez müdahale etmek zorunda kaldım. Şuradan şuraya giden kadınların, gençlerin, yurttaşların önlerinin kesilerek “Oradan gidemezsin.” dendiğini [gördüm] “Niçin gidemez?” diye sorduğumda ben vekil olduğum için bana bir cevap verilemedi, onların yolu açıldı ama ben oradan ayrıldıktan sonra insanların yolunun hâlâ kesilmeye devam ettiğini biliyorum.

O nedenle, bence Gezi ve sonrasındaki polis şiddeti, bütün bu yasa dışı şiddet, yasa dışı -yani Sayın Bostancı’nın versiyonunu kabul etsek bile- meşruluğunu kaybetmiş şiddet tarafından bütün Türkiye’nin nasıl baskı altına alındığının araştırılması elzemdir. Ama daha önemlisi, bence, bu uygulamayla, bu polis şiddetiyle, bu yıkıcı şiddetle bugün çıkartılmak istenilen yasa arasındaki paralellikleri, ortaklığı görmek önemlidir. O yasa dışı olan şiddet şimdi bir yasal zemine kavuşturulmak isteniyor. Eğer emniyet teşkilatının Gezi’den çıkardığı sonuç buysa, eğer İçişleri Bakanlığının Gezi’den çıkardığı değerlendirme buysa vay hâlimize. Demek ki açık şiddetin meşrulaştırılması yoluyla ancak toplumla diyalog kurabileceği kanaatindedir Türkiye’yi yönetenler. Böyle bir diyalog yani yol kesme diyaloğu: “Sen oradan geçemezsin. Seni istediğim zaman tutuklarım. Senin hakkındaki şüphemin makul olduğuna inanıyorum.”

Mesela makul şüphe ne olabilir? Şu belki de kuvvetli şüpheydi: Elinizde tüfek boyutunda bir kılıfla gezerken olağanüstü durumda polis diyebilir ki: “Hakikaten, bunun içinde bir tüfek olabilir.” Ama şimdi artık bunu demek zorunda değil. Benim elimde bir evrak çantası varsa ve benim tipimi beğenmiyorsa evrak çantasının içinde dinamit olduğunu düşünerek, bunu “makul” görerek benim yolumu kesebilir. Gezi’de insanlar bu muamelelere sonsuz kere maruz kaldılar. Ortaya hiçbir şey çıkmadı. Ortada devletin, Hükûmetin iddiasını kanıtlayacak hiçbir belirti yoktu. Şimdi Hükûmet bu yasayı sevk ederek sonraki Gezi’ler için önceden önlem alma yolunu seçti. Bu yasayla Gezi arasında böyle bir illiyet vardır.

Ama sevgili arkadaşlar, sizi Gezi’lerden kurtaracak olan şey isyanın sebeplerini ortadan kaldırmaktır, isyancıları ortadan kaldırmak değil. İsyanın sebepleri yerli yerinde durduğu sürece hangi Polis Vazife ve Salâhiyet Kanunu’nun hangi maddesini değiştirirseniz değiştirin, sonuçta bundan kaçamazsınız. Eğer öyle olmuş olsaydı güçlü diktatörlükler tarih boyunca hiçbir zaman yıkılmazlardı, hükümdarlıklar sonsuza kadar devam ederdi, hiçbir güçlü görünen Hükûmet gücünü kaybetmezdi. Ama bu böyledir, her şeyin bir doğuşu, yükselişi ve çöküşü var, buna engel olamazsınız. O yüzden, ben derim ki: Yol yakınken Gezi’nin talepleriyle yüzleşmeyi, muhtemel Gezi’leri boğmaya tercih edin. Türkiye’yi dönüşümü yolunda serbest bırakırsanız belki de Türkiye’ye yapabileceğiniz en büyük iyiliği yapmış olacaksınız. Çünkü aslında Türkiye’nin doğal gidişi içerisinde söz konusu olmayan bir dönüşümün Türkiye’yi şöyle ya da böyle bir parlamenter rejimden kaba bir padişahlığa dönüştürmek yolunda atacağınız her adım, inanın bana, yüzlerce Gezi’yi garanti ediyor. Bununla başa çıkıp çıkamayacağınızı tarih test edecektir.

CHP önerisinin kabulünü diliyorum. Hepinizi sevgi ve saygıyla selamlıyorum.

(TBMM Genel Kurulu, CHP Grup Önerisi lehinde konuşma)