Bizi Birbirimize Bağlayan Bağlar Kopuyor

Tahir Elçi, bu şartların değiştirilmesi için yeni bir aklı teklif etti, karşılığında, ensesinden vücuduna saplanan bir kurşun buldu. Ama eğer biz Tahir Elçi’nin son olmasını istiyorsak her şeyden önce çatışmaya son vermek, her şeyden önce Türkiye’nin batısına yanlış bilgi vermemek, o bölgede yaşayan Kürt halkının, Kürtlerin hak ve hukuklarının hepimizin hak ve hukuku olduğuna dair bir ortak duyarlılık oluşturmak zorundayız.

fft107_mf6136861Sayın Başkan, sevgili arkadaşlar; huzurunuzda bir kere daha sevgili arkadaşımız Diyarbakır Barosu Başkanı alçakça bir cinayete kurban giden Tahir Elçi’yi sevgi ve saygıyla anıyor ve rahmet diliyoruz; ailesine, meslektaşlarına ve Kürt halkına da başsağlığı diliyoruz.

Aynı olayda, aynı süreçte hayatını kaybeden polis emniyet görevlileri de var. Başbakan Davutoğlu bugün beyan etmişler ki Halkların Demokratik Partisi bu polis görevlileriyle ilgili herhangi bir başsağlığı ve elem ifadesinde bulunmamıştır. Bu, baştan sona gerçeğin çarpıtılmasıdır. Gerek grup başkan vekilimiz gerek bu konuda söz alan bütün vekillerimiz ve partimizin yetkilileri bu çatışmalarda ve özel olarak Diyarbakır’daki cinayetler serisinde hayatını kaybeden emniyet görevlileri için de üzüntü duymaktadır ve başsağlığı dileğini eksik etmek bizim için sadece ve sadece büyük bir ayıp olur.

Hepiniz biliyorsunuz, hepimiz biliyoruz: Halkların Demokratik Partisi Türkiye’nin 3’üncü büyük politik gücüdür ve ona oy verenler, seçmenleri, gönül verenleri arasında askerler ve polisler de vardır. Adalet ve Kalkınma Partisi değildir sadece seçmenleri arasında polisler olan. Adalet ve Kalkınma Partisi polislerin partisi; Halkların Demokratik Partisi mücrimlerin partisi değildir. O kadar değildir ki eski Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanı Sayın Taner Yıldız bu gerçeklik karşısında şaşırınca 7 Haziranda şunu demek zorunda kendisini hissetmiştir: “Bir polis lojmanından HDP’ye yüzde 62 oy çıkıyorsa bu demokrasi değildir. Bir emniyet mensubunun HDP’ye oy vermesi demokrasi değildir.” İnsanı hayat böyle şaşırtabilir. Her zaman sizin baktığınız yerden hayat görünmeyebilir. Hayatın bir başka gerçeği de Türkiye’yi oluşturan bütün unsurların, bütün politik partilerde bir karşılığının olmasıdır. Velev ki değil, velev ki bir tek asker ya da polis partimize oy vermemiş, teveccüh etmemiş, hiçbir şey değişmez. Bu savaş, çatışmanın iki tarafında bulunan gençlerimizin, hayatlarını kaybeden bütün yurttaşlarımızın aleyhinedir, onların çıkarlarına karşıdır. Dolayısıyla, hayatlarını kaybeden herkes için aynı derecede hepimiz mesulüz, hepimiz onların hayatta kalmalarını isterdik, onların hiçbir zaman bir çatışmada ölmelerini istemezdik.

Bütün bu nedenlerle bu suçlamaları, bu taraflaştırma çabalarını da kuvvetle reddediyoruz. Aslında Sayın Sevgili Tahir Elçi’nin hayatına mal olan bu kurşunlama olayının içinde cereyan ettiği manevi iklim de zaten bu taraflaştırma ve kutuplaştırma gayretlerinin bir eseridir.

Hatırlayalım, Tahir Elçi niçin son derece ciddi bir yaşamsal tehdit altına girdi? Niçin hayatını kaybettiğinde hepimiz Tahir Elçi’nin bir suikasta kurban gittiğini düşündük? Çünkü Tahir Elçi sürüp giden çatışma hakkında Hükûmetin paylaşmadığı bir görüşü ifade etti, dedi ki: “Bana göre bu çatışma terörizmle mücadele değildir, PKK de bir terör örgütü değildir.” Bunun üzerine şeytanlaştırma, yerden yere vurma, itibarsızlaştırma ve sonuçta mahkemeye taşıma ve Sayın Tahir Elçi’yi bir mücrim, bir terörizm ortağı olarak yaftalama çabalarının sonucunda kendisi siyasi bir hedef hâline geldi. O nedenledir ki, herhangi bir anda kendisinin silahla hedef alınacağından hepimiz endişeliydik ve nitekim alındı da.

Bu cinayetin ortaya çıkartılmasını, açığa çıkartılmasını istiyoruz ama her şeyden önce bu cinayetin bir siyasi iklimi var. Bu siyasi iklim, 7 Haziran sonrasında Türkiye’de yeniden başlatılan savaş ve çatışmadır. Bu savaşın ve bu çatışmanın aslında bir terörizm meselesi olmadığı bu Meclisin çatısı altında onlarca kere konuşulmuştur. Komisyonumuza gelen, Hükûmete bilgi veren uzmanların hepsi Türkiye’de karşı karşıya kaldığımız şeyin alelade bir terörizm vakası değil, bir halk isyanı meselesi olduğunu, o nedenle de terörle başa çıkmak için uygulanacak vasıtaların burada uygulanması hâlinde hiçbir zaman sorunun çözülemeyeceğini milletvekillerimizin, geçen dönem, 24’üncü Dönem görev yapan milletvekillerimizin önünde onlarca defa söylediler. Çözüm ve müzakere süreci bu kabuller üzerine başladı. Bizzat, ben, şahsen, bu Genel Kurul önünde aynı kanaati ifade ettim. Onlarca yazarçizer bu konuda, özellikle çatışmasızlık döneminde, bir çözüm yolunun açılması bakımından akla hitap etmek açısından karşı karşıya bulunduğumuz çatışmanın niteliği hakkında çok defa aynı görüşleri paylaştılar ama bir kere savaş başlayınca önce hakikatin öldüğünü bu olayda da hepimiz gördük. Savaş başladı, hakikat öldü ve hakikati tartışan bir saygıdeğer hukukçu, bir barış insanı, bir insan hakları mücadelesi insanı saldırıların hedefi oldu ve hayatını kaybetti.

Hükûmetten beklenen şey, bu saldırının gerçek kaynaklarını açığa çıkarmasıdır ama bu saldırıyı çevreleyen koşulları hakikaten adaletle, hakikaten eşitçe tartışabilecek miyiz? Suçlamalar altında kalmadan, kendi görüşlerini ifade etmek için insanların hayatlarını ve itibarlarını ortaya koymalarına gerek kalmaksızın adil bir tartışma yapabilecek miyiz? En çok ihtiyacımız olan şey budur. Bakın, bunun olmadığı yerde ne olduğunu size anlatmak isterim. Özellikle Hükûmet sıralarındaki arkadaşlarımıza sesleniyorum: Büyük çoğunluğunuz hatta belki hiçbiriniz dün Diyarbakır’da değildiniz. Eğer Diyarbakır’da yaşayanların hissiyatını, onların gözlerinden ve yüzlerinden dışa vuran hissiyatı görebilmiş olsaydınız Türkiye’nin son derece zor, son derece ağır bir badireye doğru yuvarlanmakta olduğunu hissederdiniz.

Bölgede yaşayan, kendilerini ağır bir sıkıyönetim rejimi altında, bir faşist rejim altında hisseden milyonlar var. Sözlerinin kıymetinin olmadığını hatta varlıklarının bir kıymetinin olmadığını, hayatlarının bir kıymetinin olmadığını, ölümlerinin bir kıymetinin olmadığını milyonlarca insan milyonlarca kere her gün düşünüyor. Bu duruma Türkiye’ye getirmiş olmanın sorumluluğu sadece ve sadece isyan etmiş olanlara yüklenemez. Bu isyanı çözmek için basiret, akıl, enerji, siyaset ortaya koyamayanların da burada elbette sorumluluğu vardır ve elbette başlıca sorumluluk, kesintisiz on üç yıldır Türkiye’yi yöneten ve bir on dördüncü yıl, on beşinci yıl, yirminci yıl yönetebilmek için de 7 Hazirandan itibaren Türkiye’yi bir silahlı seçim ortamına sokan iktidar partisindedir. Bütün bunların bir kere daha basiretle ve akılla tartışılamaması hâlinde bizi birbirimize bağlayan iplerin kopmakta olduğuna dikkatinizi çekmek isterim. Herkesin dilinden düşmeyen şey, “Daha nereye kadar?”dır. Daha nereye kadar Nusaybin, daha nereye kadar Cizre, daha nereye kadar Silopi, daha nereye kadar her hafta bir ilçede, bir kasabada bir düzine gencin hayatı alınacak ve geri kalanlar bunları seyretmeye, seyretmedikleri hâlde o zaman kurşunlanmaya mahkûm bırakılacaklar? Türkiye’nin böyle yönetilemeyeceği apaçık.

Tahir Elçi, bu şartların değiştirilmesi için yeni bir aklı teklif etti, karşılığında, ensesinden vücuduna saplanan bir kurşun buldu. Ama eğer biz Tahir Elçi’nin son olmasını istiyorsak her şeyden önce çatışmaya son vermek, her şeyden önce Türkiye’nin batısına yanlış bilgi vermemek, o bölgede yaşayan Kürt halkının, Kürtlerin hak ve hukuklarının hepimizin hak ve hukuku olduğuna dair bir ortak duyarlılık oluşturmak zorundayız. Buraya gelmedikçe hiçbir çelişkiyi, hiçbir sorunu çözemeyeceğiz.

O nedenle, Tahir Elçi’nin ölümünü çevreleyen koşulları, onu öldüren merminin hangi tabancadan çıktığını, onun hayatını korumakla görevli polis memurlarının aslında belki de onun hayatına kastedecek şekilde sağa sola ateş etmelerinin yol açmış olabileceği bir ölümü serinkanlılıkla ortaya çıkartmak Hükûmet partisinin her şeyden önce görevidir. Bizlere ise bu cinayetin sonuçlarını sonsuza kadar takip etmek kalıyor. Ve buradan bir kere daha sevgili Tahir Elçi’ye uğurlar olsun diyoruz  “Oxur be heval Tahir Elçi…”

(Ertuğrul Kürkçü’nün TBMM’de Tahir Elçi Cinayetinin aydınlatılması için HDP grubu tarafından verilen araştırma önergesi üzerine konuşması.)